TENGİZ ABULADZE’nİn "pİşmanlığı"
Neden sonra tekrar “CNBC-E”ye
döndüğümde, bir adamın afiyetle pasta yediği sahneyle karşılaştım. Film
başlamıştı. Doğrusunu isterseniz, adından dolayı filmin İngiliz veya Amerikan
yapımı olduğunu zannettim ilk önce. Diyaloglar başlayınca filmin bir “Batı
Dili”nde olmadığını anladım. Çok
geçmeden de filmin az çok aşina olduğum bir dilde olduğunu fark edince yerimden
sıçradım. Gözlerim, kulaklarım daha da açıldı. Kan dolaşımım hızlandı. Gözlerim
buğulandı.
Gözlerime ve kulaklarıma inanamıyordum. Bu,
Türkçe alt yazılı Gürcüce bir filmdi. Bütün dikkatimi toplayarak filmi izlemeye
başladım. Bir yandan filmde söylenenleri
anlamaya diğer yandan da “diğer sinemalar”la bir karşılaştırma yapmaya
çalışıyordum. Ben bir sinema eleştirmeni değilim, ama Gürcistan Sineması’nın
ulaştığı noktanın beni şaşırttığını belirtmeliyim.
Başta nasıl filmin Gürcistan Sineması’na
ait olduğunu bilmiyorsam, filmin sonunda da ne yönetmeni ve ne de yapım yılı
hakkında bilgim vardı.
Ertesi gün ilk işim oturduğum
semt olan Fatih’teki bir internet kafeye gitmek oldu. Amacım film hakkında
biraz bilgi toplamak ve bana esas olarak diliyle duygulu anlar yaşatan bu film
hakkında yine diliyle ilgili bir makale yazmaktı.
“CNBC-E”nin internet sitesine
girdim ve film hakkında bilgi almaya çalıştım. 1984 yapımı imiş. Yani 20
yaşında olan bir film. “Sovyet” sansürüne uğramış. Film ancak 1987 yılında gün
ışığına çıkabilmiş ve Cannes’da jüri özel ödülünü almış (ki bu benim umurumda
bile değil). Filmin yönetmeni ise Tengiz Abuladze. Filmin konusu hakkında da
aynı sitede kısaca şu bilgi veriliyor: “Stalin
ile Hitler arası despot bir politikacı vali Varlam Aravidze öldüğü zaman oğlu
büyük bir ideolojik kavga ortasında kalır.”
Amacım, filmin diline yani
Gürcüce’ye dikkat çekmek. Gürcüce, Gürcistan ’ın resmî dili. Yine Gürcüce,
Türkiye’de yaşayan Gürcü ve “Çveneburiler”in de dili. Türkiyeli Gürcü ve
“Çveneburiler”den kaçının önceden bu filmden haberi oldu, bilmiyorum. Haberi olup
da filmi izleyen Türkiyeli Gürcü ve “Çveneburiler”den kaçı bu dili anladı, onu
da bilmiyorum.
Gürcüce, kendi alfabesiyle kendi
doğal coğrafyasının çok önemli bir bölümünde Sovyet yönetiminin sağladığı
imkânlarla bugünkü düzeye ulaştı. Eğer Gürcistan, 1921’de Sovyetler Birliği’ne
katılmayıp da “Batı şemsiyesi” altına girseydi, bugüne ulaşabilir miydi? Bu
durumda Gürcistan Gürcücesi, Türkiye’deki Gürcüce’nin haline mi gelirdi? Bunu
da şimdi bilmek mümkün değil. Zaten bu konuyu tartışmanın da kimseye pek
faydası yok. Ancak, Sovyetler Birliği’nin 15 birlik cumhuriyetinden biri olan Gürcistan
Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne, diğer cumhuriyetlere olduğu gibi, Sovyet
yönetiminin “yönlendirilmiş evrim” ile eğitim, sağlık, mesken, iş güvenliği vb.
konularda sağladığı imkânlar unutulmamalı. Sovyet yönetiminin Dil politikası
unutulmamalı. “Doğal” olan gelişmelerin sonucu değil, sağlanan imkânlarla Gürcistan
Gürcücesi, Türkiye Gürcücesi’nin
durumuna düşmemiştir.
Dediğim gibi konumuz dil. Ben bu
konuda bir karşılaştırma yapmak ve Türkiye’deki Gürcüce’nin ve diğer kardeş
dillerin durumuna dikkat çekmek istiyorum.
Biraz gerilere dönüp Gürcüce gibi Türkiye’nin
diğer anadillerinin kendi doğal konuşulma alanlarında ne gibi baskılarla
karşılaştıklarını hatırlamakta yarar var. Bilindiği gibi, “CHP’nin tek parti
yönetimi”, taa başından beri Türkiye’nin Türkçe’den başka diğer anadillerinin
varlıklarını tanımaya yanaşmadı. Bu dillerin gelişmeleri ve kurumsallaşarak
sonraki kuşaklara yazılı olarak aktarılmaları engellendi. Bütün bunların da
ötesinde, bu dillerin o günkü halleriyle bile konuşulmaları bazı dönemlerde
yasaklanmaya çalışıldı. “CHP’nin tek parti yönetiminin anlayışı” günümüze dek
ulaştı. Bu ülkenin yurttaşlarının anadillerini geliştirerek gelecek kuşaklara
aktarılmasını çok gören bu anlayış, anadilleri Türkçe’den başka diller olan
çocukları, ilkokula başladıklarında hiç bilmedikleri veya çok az bildikleri dil
olan Türkçe’yle eğitim- öğretime zorlayarak, onların travmalar geçirmelerine ve
sonradan ne kendi anadillerini ne de Türkçe’yi iyi konuşabilen kuşaklar olarak
yetişmelerine sebep oldu.
Türkiye’nin Türkçe’den başka anadilleri, yani Gürcüce gibi dilleri, “siyasî irade” tarafından 1965’teki nüfus sayımında “İslâm Azınlık Dilleri” başlığı altında sınıflandırıldı. Bu diller günümüzde ise, “Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamlarında Geleneksel Olarak Kullandıkları Farklı Dil ve Lehçeler” olarak sınıflandırılıyor. Hatta bu sınıflandırmayla, 20.09.2002 tarih ve 24882 sayılı ve 25.01.2004 tarih ve 25357 sayılı “uygulanmayan” yönetmelikler bile çıkmıştı. “Çeşitli kanunlarda değişiklik yapılmasına ilişkin 4771 sayı ve 03.08.2002 tarihli kanun” da (Resmî Gazete: 09.08.2002- 24841) aynı sınıflandırmayı kullanıyordu. “Bu dil ve lehçeler” hakkında güncel bilgimiz bulunmuyor. 2000 yılındaki son nüfus sayımlarında bu konuda bilgi edinmeyi sağlayacak sorular ne yazık ki sorulmadı. “Bu dil ve lehçeler”in, yıllara göre hangi bölgelerde kaç kişi tarafından anadili, ikinci dil, üçüncü dil olarak konuşulduğunu; kaç kişinin “bu dil ve lehçeler”i öğrenmek istediğini; bu kişilerin siyasî tercihlerini, eğitim düzeylerini ve kendilerini nasıl tanımladıklarını bilemiyoruz.
Bu hafta içinde TRT yönetim
kurulu tarafından yapılan bir açıklamada, TRT'nin Türkçe dışındaki “farklı dil
ve lehçeler”de yayın hazırlıklarına başladığı duyuruldu. Basından öğrendiğimize
göre,TRT’nin “farklı dil ve lehçeler”de yayın yapılabilmesi için gerekli
altyapı çalışmalarının yürütülmesi TRT yönetim kurulu toplantısında
oybirliğiyle kararlaştırılmış. Ayrıca TRT, Devlet İstatistik Enstitüsü'yle
ortaklaşa çalışarak hangi “farklı dil ve lehçeler”de yayın yapılacağına da
karar verecekmiş. Bu “farklı dil ve lehçeler”den hangi dillerin kastedildiği de
kimse tarafından bilinmiyor. Ayrıca TRT televizyonunun haftada iki saat, otuzar
dakika ve TRT radyosunun da haftada dört saat, kırk beşer dakikalık “anadil”de
yayın yapacağının belirtilmesi de “dağ fare doğurdu” şeklinde bir yorumu gerektiriyor.
Yurttaş alarak vergi ödeyen ve
askerlik hizmetini yerine getiren insanların doğuştan sahip oldukları ve
yıllarca kullanmaları engellenen haklarının veriliyormuş gibi yapılması, bunun
da “hassas” dakika hesabıyla sanki bir lütufmuş gibi lânse edilmesi, “CHP’nin
tek parti yönetimi anlayışı”nın hâlâ hâkim olduğunun hazin bir göstergesidir.
Ta başta, Türkiye’nin Gürcüce
gibi diğer anadillerinin gelişimi engellenmeseydi, bugün Türkiye’nin dilsel ve
kültürel zenginliği nasıl olurdu?
“İki-dillilik” Sovyet yönetiminin kuşkusuz en
önemli başarısıdır. Rusça, tüm “Sovyet Coğrafyası”nın ortak diliydi. Bu durum
uygulanan politikalarla gerçekleşti. Hem “o Coğrafya”nın diğer dilleri
Rusça’dan beslendi hem de Rusça gelişti ve kültürler birbirlerini destekledi.
İşte Gürcistan ’ın Gürcücesi o koşullarda gelişti. “Tek-dillilik” i dayatan
“CHP’nin tek parti yönetimi anlayışı” ise “Batı Dilleri”nde eğitime göz
kırpmakla bile kalmadı, Türkçe’yi de çeşitli etkiler altına çekti.
Tengiz Abuladze’in filmi,
çevrildiği yıllarda hangi mesajı vermek istediyse istesin; “Sovyet Yönetimi”,
bu filme karşı o zaman ne tavır takınmış olursa olsun, bütün bunlar ancak ve
ancak Sovyet yönetiminin Gürcüce’yi yüceltmesi sayesinde olmuştur. Gürcüce, 70
yılda işte bu noktaya ulaşmıştır. Gürcüce, Gürcistan ’da Rusça ile gelişmiştir.
Türkiye’de ise, Türkçe ile diğer
anadilleri arasında bir ilişki kurulmadı. Türkçe diğer anadilleri besleyemedi.
Türkçe olması gereken ölçüde gelişemedi, fakir kaldı. Kültürler birbirlerinden
beslenemedi. Türkçe’yi de kendi anadilini de iyi konuşamayan bir kitle oluştu.
İşte bütün bunlardan dolayı, günümüzde Türkiye’deki “dil sorunu” yalnızca
Gürcüce gibi anadillerinin yaşatma
sorunu değil başlı başına, aynı zamanda ortak anlaşma dili Türkçe’nin de
yaşatılması sorunudur da.
Bugün başlanırsa, Tengiz
Abuladze’ye 20 yıllık bir mesafeyle ne zaman yetişilir, bunu ancak Türkçe ve
diğer anadillere olan saygı belirleyecektir. En önemli engel, “CHP’nin tek
parti anlayışı”dır. Her alanda olduğu gibi “dil alanı”ndaki bu engel
aşılmalıdır. Bu olmazsa Gürcüce gibi anadilleri yok olmakla kalmayacak,
Türkçe’nin de “Batı Dilleri” karşısındaki çöküşü daha da hızlanacaktır. (Bu
makale, TRT Arapça, Boşnakça, Çerkesçe, Kırmanci ve Zazaca yayına geçmeden
önce, 25 Mayıs 2005 tarihinde kaleme alınmıştır.)
(Önerilen Okuma: Ali İhsan Aksamaz, “Yine Geldi 21 Şubat/ Xolo Komoxtu 21 K̆undura, yusufbulut.com/ suryaniler.com/ sonhaber.ch/ circassiancenter.com.tr)
http://www.gurcuhaber.com/2022/11/02/ali-ihsan-aksamaz-tengiz-abuladzenin-pismanligi/