7 Nisan 2024 Pazar

(Lejenxase) Çerkes Çalıştayı’ndan Gözlemler- Notlar

 

 

 

 



(Lejenxase) Çerkes Çalıştayı’ndan Gözlemler- Notlar (ARŞİV)
(25- 26 Şubat 2012, Cumartesi- Pazar; Derbent, Kocaeli Üniversitesi Uygulama Oteli)

Bir  Çerkes Çalıştayı'nın toplanacağından dostum Kuşba Erol Karayel'in telefonuyla haberim oldu.  Bu Çalıştayın,  Kocaeli Üniversitesi Derbent Uygulama Oteli'nde yapılacağını ve beni de bu Çalıştaya davet etmek istediklerini söyledi. Bu konuda fikrimi sordu. Çok memnun olduğumu ve severek katılacağımı ifade ettim.

 

Kuşba Erol Karayel ile 1994 Temmuz'unda Abhazya'da tanışmıştım. Daha doğrusu Karadeniz’in tam ortasında, bir gece yarısı, Trabzon’dan Soçi’ye giden Ritza adlı vapurun güvertesinde tanımıştım. O tarihten bu yana dostluğumuz devam ediyor. Kendisinin olduğu her işte benim de gözüm kapalı var olduğumu belirtme ihtiyacı hissettim. Ayrıca kendisi; Laz aydınlarının Türkiye'de verdikleri kimlik mücadelesini en yakından tanıklarından. İsim babası olduğum ve yayınlanmasına karşılıksız katkı sunduğum “Kafkasya Yazıları”nın da yazarlarındandı. Kendisi; kişiliği, kimliği ve sağlam duruşuyla bende her zaman tam bir güven uyandırmış namuslu insanlardan. İşte bu sebeple, Çerkes Çalıştayı'na katılmamı isteyen talebini hemen olumlu cevapladım.

 

Bu Çalıştaya katılacaktım. Damarlarımda Çerkes kanı da vardı üstelik; “Yeni Kafkasya Gazetesi”nde, “Alaşara Dergisi”nde makaleler yazmış; (Yeniden) “Yeni Kafkasya Gazetesi”nin “yayın yönetmenliği”ni yapmış; Kafkasya ve Kafkasyalılara ilişkin sayısız makaleyi İngilizceden Türkçeye çevirmiş ve makaleler kaleme almıştım; elimden geldiğince bu davaya ve samimi dava adamlarına destek olmuştum. Yalnızca bu sebeplerden değil, ama Lazların, Abhazların, Çerkeslerin, Gürcülerin ve diğerlerinin ana dili ve kimliklerini geleceğe taşıma konusunda fikirlerim bulunduğu için, bu ülke insanların emperyalist- kapitalist sistemin oyununa gelmeden, birbirleriyle çatışmalarını değil, ilkeli birlik ve dayanışma içinde ile emekdaşlık ve ortak vatan duygusunda hareketle ilk günden bu yana sağa-sola yalpalamayan bir duruşum olduğu için de bu Çerkes Çalıştayı'na katılmaya hakkım vardı. Kendisinden, bu Çalıştay hakkında, yazılı bilgisine ve katılacak olanların kimler olduğuna ilişkin bilgi talebim oldu. Bu Çalıştaya, televizyon ve basından ünlülerin de katılacağını belirtti. En kısa zamanda bu konularda e-posta adresime bilgi göndereceğini söyledi.
Yasalar ve anayasada ana dili ve kimlik haklarımızın güvence altına alınması, bunların içselleştirilmesi, bu alanda pratikte atılması gereken somut adımlara ilişkin düşüncelerim vardı. Bu düşüncelerimi konuyla ilgili insanlara aktarmak, onlardan bilmediklerimi öğrenmek kuşkusuz oldukça faydalı olacaktı.


Konuşmalarımızın ilerleyen safhalarında, Çerkes Çalıştayı'daki konumumla ilgili sorularıma karşılık; Kuşba Erol Karayel, beni konuşmacı değil de katılımcı- tartışmacı olarak davet ettiklerini belirtme ihtiyacı hissetti. Bunun üzerine de; Çalıştayda oturumlar
olduğunu, her oturumdan sonra tartışmalar yapılacağını, işte bu aşamada katılımcı-tartışmacıların isterlerse devreye  gireceklerini ve konuşulan konulara katkı sunabileceklerini söyledi. Bu sürenin de beş dakika ile kısıtlı olduğunu belitti. Demek konuşma, fikirlerimi ifade etme hakkım olmayacaktı?! Olsun! En azından yeri geldikçe fikirlerimi belirtebilecektim. Bu da bir şeydi! Belki bunun da ötesinde kültürel bir kazancım olacak; Çalıştaya katılacak olan kişileri daha yakından tanıma ve kendilerinin fikirlerini alma imkânım olabilecekti. Kendilerine bu konulardaki fikirlerimi bir şekilde anlatabilecektim.
Daha sonraki zaman diliminde,  Kuşba Erol Karayel ile bir veya iki kez daha telefonla görüştük. En sonunda da programı, katılımcıları ve İstanbul'dan kalkacak otobüsün bizleri nerelerden alacağına ilişkin listeleri e-posta adresime gönderdi. Gelen bilgiye göre; otobüs  25 Şubat günü, saat 09: 00'da (AKM) Atatürk Kültür Merkezi'nin önünden kalkacak ve belirli güzergâhlardan konuşmacıları ve katılımcı- tartışmacıları alacaktı.


24 Şubat gecesi e-postama Çalıştay programı ulaştı. Bu programdan faydalanarak oturumlar ve konuşmacılarının sunum konularına göre, bazı notlar aldım; hazırlık yaptım.
Artık 25-26 Şubat 2012 tarihlerinde Kocaeli Üniversitesi Derbent Uygulama Oteli'nde yapılacak Çerkes Kurultayı'na gitmeye hazırdım.

 

25 Şubat Cumartesi günü, Topkapı yönünden, Fındıkzade’den tuttuğum bir taksiyle Taksim'e AKM önüne geldim. Saat henüz dokuza çeyrek vardı. Taksiden indikten sonra aşina yüzler aradım; boşuna! Önce sağ, sonra da sol tarafa yöneldim. Yine tanıdık bir yüze tesadüf edemedim.  Durdum; gelen giden insanlara, araçlara baktım. Hemen yanımdaki yaşlı bir adamın çakır gözlerine bakarak Çerkes olduğunu ve onun da Çalıştaya katılacağını düşündüm. Derbent'e gidip gitmediklerini sordum. Adam anlamsız gözlerle suratıma baktı. Yanılmışım!

 

AKM'nin önü bir süre sonra ana-baba gününe döndü; mahşerî bir kalabalık! Eğer Çerkesler, bu Çalıştaya böylesi bir kalabalıkla İstanbul'dan gidebiliyorlarsa, bu büyük bir başarıydı. Bir süre sonra, ikinci kez yanıldığımı anladım. Çoğunluğunu yirmili yaşlardaki gençlerin oluşturduğu bu mahşerî kalabalığın Çerkes Çalıştayı ile bir alakası yoktu! Meğerse bir televizyon şirketinin bir yarışma programının çekimleri varmış. Bu mahşerî kalabalık onun için oradaymış. Televizyon şirketi de bizim gibi buluşma noktası olarak AKM'nin önünü seçmiş! Ben kendi kendime mevzuyu abartmışım! Emperyalist-kapitalist sistemin dayatması, formatları hemen her ülkede aynı bu yarışmalara katılmak için sabahın köründe, süslü, makyajlı yollara düşen bu gençlerden kaçı Çerkes kökenliydi; kaçı dillerinin son nefeslerini verdiğinin farkındaydı; Allah bilir!

 

Bir süre sonra yanıma bir genç yaklaştı. Adımı söyledi; el sıkıştık. Gelen İshak Akbay'dı. Sohbete başladık. Bu arada bir bayan gazeteci geldi. İshak Akbay ile tanışıyorlarmış. O bayan gazeteciyle de tanıştık. Derken ÖDP eski Genel Başkanı Ufuk Uras, Kuşba Erol Karayel, Fuat Uğur ve gençlerden birkaç kişi daha geldi.

 

Hissettim; bir çift göz durmadan  bana bakıyordu; dikkatimi çektim. Bir punduna getirip o tarafa baktım. Ben de o gözlerin sahibini bir yerlerden tanıyordum. Gülümsedim. Birbirimize yaklaştık. Bu aşina gözlerin sahibi, “Kafkasya Yazıları”ndan tanıştığımız, ancak neredeyse on beş yıldır birbirimizi görmediğimiz Fuat Dündar idi. Sohbet başladı. Eskileri konuştuk.


Kuşba Erol Karayel, beni yayındakilere tanıştırıyor ve bunu yaparken de benim Lazca konusunda yetkin insanlardan birisi olduğumu söylüyordu. Abhazya'da tanıştığımızdan bu yana Lazcamı ne kadar geliştirdiğime vurgu yapıyordu. Onun bu söyledikleriyle suratımın, kulaklarımın kızardığını; utandığımı burada söylemeliyim. “Laz”, “Lazca” konusunu duyanlar bana sorular sormaya başladılar art arda: “Lazlar, Doğu Karadeniz'in yerlisi mi?”; “Lazca Rumca mı? Lazca Gürcüce’nin diyalekti mi?” Bu soruların hâlâ ve hele hele böylesi bir Çerkes Çalıştayı'na katılanlar tarafından sorulması bana oldukça ilginç geliyordu ama kısaca cevaplıyordum: “Lazca, Doğu Karadeniz ve Güney Batı Kafkasya'nın yerli dillerinden” ve “ Lazca; Rumca da, Gürcüce de değildir. Lazca kendi başına bir dildir. Lazca'ya en yakın dil Gürcistan'da konuşulan Megrelce'dir. Ayrıca; Lazca, Megrelce, Svanca ve Gürcüce Güney Kafkasya Dil Ailesini oluşturur.” İnsanlardan bu söylediklerimle şaşırıyor ve her verdiğim bilgiden sonra anlamlı bir şekilde başlarını sallıyorlardı.

 

Derken Kuşba Erol Karayel'in sesi duyuldu. Bizi götürecek olan otobüs az ilerde Hilton Oteli yönünde bekliyormuş. Otobüse gidebilirmişiz. Sohbet ede ede otobüse gittik; yerleştik. Sohbete devam ettik.

 

Nihayet otobüsümüz hareket etti. Söylediklerine göre, otobüsün önüne “Çerkes Çalıştayı” pankartı asılmış. Ondan dolayı gelip geçenler otobüse bakıyormuş! Yanına geçtiğim gazeteci bayanla “Lazlar” ve “Lazca” üzerine sohbet etmeye devam ediyoruz. Tedarikliydim. Çantamdan Lazca şarkıların yer aldığı dosya kâğıtlarını çıkardım. Şarkı sözlerini kendisine gösterdim. Bazı harfler dikkatini çekti. Bunlar; (p̆/ ), (ʒ̆/ ), (ʒ/ ), (x/ ), (ç̆/ ), (t̆/ ), (ž/ ), (k̆/ ), (q/ ) gibi harflerdi. Elimden geldiğinde bu harflerin ifade ettiği sesler hakkında bilgi vermeye çalıştım. İsterse, kendisine şarkı da okuyabileceğimi söyledim. Memnun oldu. Kendisine 5- 6 şarkılık bir konser verdim. Bazı şarkı sözlerinin anlamını sordu. Açıklamaya çalıştım. Türkçede da var olan bazı kelimelerin Lazcada da var olduğunu ve kullanıldığını belirtme ihtiyacı hissettim. Aslında bu kelimelerin Türkçe olmadığını Farsça veya Arapça olduğunu söyledim. Ve belki de bu Arapça, Farsça kelimeler Türkçeye girmeden çok önce Lazca'ya girmişti!


Otobüs yolculuğunun beni sarstığını söylemeliyim. Sebebini bilemiyorum. Bir süre sonra, yerimi değiştirdim. Uyumaya çalıştım. Bazen otobüsten dışarısını izleyerek Türkiye'deki değişimi anlamaya çalışarak bazen de otobüsteki insanların konuşmalarını dinleyerek
yolculuğun olumsuz etkisini hissetmemeye çalıştım.

 

Tamamını televizyondan tanıdığım bu ünlü, entelektüel insanların Türkiye'nin gündemine ilişkin “off-record” düşünceleri nelerdi? Bunları öğrenmek  istiyordum. Bu yolculuk, bu anlamda öğretici oluyordu. Ufuk Uras, İstanbul'da birkaç “Çeçen Mülteci Kampı” bulunduğunu bilmediğini yanındakilere anlatıyor. Hem de bu kamp kendi seçim bölgesindeymiş. İstanbul'un ortasındaki bu mülteci kampından haberinin olmamasını birkaç defa dile getirdi. Konuşmasından, bu durumu kendi ayıbı olarak söylediğini anlıyorum.  İstanbul'daki “Çeçen Mülteci Kampı”nı bilmemek bize bir şeyi gösteriyor: Ülkenin aydınları, politikacıları, gazetecileri; bu ülkenin halklarını, onların dillerini, bu halkların aydınlarının kimlik mücadelesine ilişkin hiçbir şey bilmiyorlar. Bu kuşkusuz onların kabahati değil. “Türk” Burjuvazisi, resmî ideolojisi, resmî tarih tezleriyle ve uygulamalarıyla öyle bir ülke yaratmış ki, herkes birbirinden bihaber! Dayatılan olay, olgu ve süreçleri yine dayatılan kavram ve kaynaklarla aktarıp duruyorlar. Havanda su dövüyorlar.

 

Otobüs yolculuğunda da, oturumlardaki sunumlarda da, lobi sohbetlerinde de “Çerkes” denilince bu insanlar neyi anladıklarını şöyle söylediler: “Güzel Çerkes Kızları”, “Çerkes Tavuğu”, “Kuşçubaşı Eşref”, “Çerkes Ethem  Olayı”.  Demek ki, Çerkes aydınları da kendilerini iyi anlatamamışlar.

 

Burada hemen, başta belirtmeliyim: Bu yolculuğa ve Çerkes Çalıştayı'na katılan, televizyondan tanıdığımız hemen bütün yazar ve çizerlerin hakkını teslim etmek gerekiyor. Bu iki günlük aktivite boyunca Çerkesleri tanımaya ve ne istediklerini anlamaya çalıştılar. Toplantı sonunda ayrılırken bu durumu ifade etmeye çalıştılar.

Derbent'e az bir yolumuz kalmıştı. Midem fenaydı. Biraz daha dişimi sıkmalıydım.

 

Otobüste konuşulan konulardan kulağıma gelen bir tanesi “Hakan Fidan Olayı” idi. Yazar- çizerler, gazetecilerin bu olayı çözemedikleri anlaşılıyordu.  Birbirlerine bu konuyu soruyorlar, diğerlerinin bildiği bir şeyler olup olmadığını anlamaya çalışıyorlardı. Bazen
karşılarındakilere, bu konuya ilişkin kendi analizlerini teyit ettirme çabasındaydılar. O sıralar gündemde olan bu konuyu anlamaya çalışıyorlardı. Otobüste konuşulan iki konudan biri, Taksim'de yapılacak olan “Hocalı Katliamı Protesto Mitingi”, diğeri ise “CHP Kurultayı” idi. Bu iki konunun gazetelerin gündemini, sayfalarını dolduracağına,  Çerkes Çalıştayı'nın bu sebeple  basının ilgisini çekmeyeceğine ilişkin yorumlar yapılıyordu. Zaten önemli olan dikkat çekmek değil, Çerkes Kimliği mücadelesinin yol haritasına ilişkin görüşlerin ortaya çıkmasına katkı sağlamaktı.

Nihayet Derbent Uygulama Oteli'ne ulaştık. Hareketsizlik beni olumsuz etkilemişti. Çantamı aldım. Fuat Dündar ile birlikte otobüsten indik. Otele  yöneldik. Görevliler binanın ön cephesine Çerkes Çalıştayı'na ilişkin bir poster asıyorlar. Çerkes Hakları İnisiyatifi'nden Kenan Kaplan ve Murat Özden otelin kapısında bizleri karşıladı; elimizi sıktı. Kenan Kaplan,  o günün akşamında, “Yeni Kafkasya Gazetesi”nden tanışıklığınımızı,  lobide geç saatlere kadar birlikte sohbet ettiğimiz Yalçın Ersoy'a  da söyleyecekti. Murat Özden'i  yalnızca internet ortamındaki yazılarından tanıyordum.

 

Otelin resepsiyonunda uzunca bir kuyruk oluştu. Resepsiyonda beklerken birden kendimi 1994 Abhazya'sında, Şamsıtavaya Oteli resepsiyonunda beklediğimiz kuyruktaymışım gibi hissettim. Sanki yanımda da rahmetli Mehmet Yavuz Öztürk vardı.  Elektronik anahtarlarını alan odasına çıkıyordu. Tam sıra bana gelmişti ki, Kuşba Erol Karayel, bizim bu otelde değil başka bir yerde, bir Çerkes Köyü'nde kalacağımızı söyledi.

 

Lokantaya yöneldik. Karnımız oldukça acımıştı. Arkadaşlarla uygun bir masaya oturduk. Servis yapıldı. Birileri de fotoğraf  çekmeye başladı. Birazdan, biraz gecikmeyle de olsa ilk oturum başlayacaktı.

 

Yemekten sonra Çalıştayın yapıldığı salona yöneldik. Salonun girişindeki masada   katılımcılar için hazırlanmış yaka kartları, Çalıştay programı, basın açıklaması, üzerinde  “Çerkes Çalıştayı (Lejen Xase 25-26 Şubat 2012/ Derbent” yazan not alma kâğıt ve kalemler yer alıyordu. Yaka kartımı aldım; boynuma astım. Bir Çalıştay programı, bir basın açıklaması ve birkaç da not kâğıdı aldım.

 

Organizasyon düzgündü. İçeri girdik.  Uygun bir  yere yerleştik. Bir yanımda Fuat Dündar, diğer yanımda Barış Altıntaş, Çalıştayın ilk oturumunu izlemeye başladık. Kameralar çalışıyor, durmadan fotoğraflar çekiliyor, birileri durmadan kayıt yapıyor, not alıyor.


Bakalım bu Çalıştay, Çerkes kimliğinin tanımlanması ve yaşatılması açısından nasıl bir katkı sağlayacaktı?!

 

Çalıştay'ın sunuculuğunu İshak Akbay yaptı.

 

Beni en çok etkileyen Mustafa Saadet'in Adigece olarak yaptığı konuşmaydı. Mustafa Saadet'in konuşması, konunun özüne işaret ediyordu. Konuşmasının en çarpıcı ifadesi şuydu: “İyi dinleyin, bu dili gelecekte duyamayabilirsiniz”. 

 

Eğer dil ölürse, kimlik ölürdü. Öyleyse dil yaşatılmalıydı. Ama nasıl?!

 

Daha sonra kürsüye Kenan Kaplan geldi. Kenan Kaplan, “azınlık tanımında, “ileri demokrasiler”in ölçüt alınmasını gerektiğini” söyledi. Ana dillerinin ilköğretimden itibaren okullarda okutulmasını, sürekli yayınlanacak Çerkes televizyonu ve radyosunun faaliyete geçirilmesini istedi. Değiştirilen soyad ve köy adlarının iade edilmesi gerektiğini dile getirdi. Okullarda Çerkes tarihinin de öğretilmesini istedi.


Doğrusunu isterseniz, bu Çalıştaydan aklımda kalan en önemli şeyler Mustafa Saadet'in yaptığı Çerkesçe konuşmada değindiği konulardı. Konunun özü Çerkesçe'ydi, Çerkes kimliğiydi. Konuşmasını gözlerim buğulu izledim.


Bu Çerkes Çalıştayı'nın üzerinde yoğunlaşması gerektiği konular neler olmalıydı? Bu Çerkes Çalıştayı'nın ana konusu; Çerkes dilinin ne olduğu, Çerkes kimliğinin ne olduğu ve bunların yaşatılması için neler yapılması gerektiği olmalıydı. Bu konular es geçildi, eksik kaldı. Bu
yönüyle Çalıştay başarısızdı. Belki de bazı katılımcılar ve işleyecekleri konular böyle olmamalıydı.


AK Parti Kocaeli Milletvekili Azize Sibel Gönül, o gün oradan tesadüfen geçiyormuş. Böyle bir etkinliğin yapıldığının afişlerini görmüş. Kendi inisiyatifiyle Çalıştaya katılmış. Çok kısa bir konuşma yaptı.


BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder de  söz alarak düşüncelerini dile getirdi: “Meselâ devletten televizyon istemeyin. Kalkıp TRT Şeş gibi bir ucube kurar ve kendi içinde bir hukukunu bile oluşturmazlar. Bunu da “verdik ya nankörler” diye her vesileyle başınıza kakarlar. Bu kadar genciniz var. Bir internet bağlantısına bakar bir televizyon yayını. Bu konuda deneyim paylaşmak ihtiyacı hasıl olursa bütün Kürtler yanınızdadır. Kendi televizyonunuzu kendiniz kurun. Birinci önerim bu. Çünkü Azrail'in can dağıttığı görülmemiştir. Kendi dilinizi çocuklarınıza unutturmamak sizin için her şeydir. Çünkü her şey
neredeyse onunla başlar, onunla devam eder. Bu hakların kolektif olması ise en az bunun kadar önemli ikinci husustur. Kendimiz için istediğimizi bütün halklar için istemeli, onların kazanımının herkesin kazanımı, onların kaybının ise herkesin kaybı olacağını unutmamalıyız.
Medeniliğinizi, dilinizi ise hiç, ama hiçbir densize tartıştırmayın.”


Sırrı Süreyya Önder'in konuşmasını dinlerken her nedense aklıma, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu toplantılarından birinde geçen bir tartışmayı hatırladım. 2011'de, BDP'li Hasip Kaplan ile MHP'li Münir Kutluata'nın Kürtleri ve Kürtçe'yi Lazlar ve Lazca üzerinden hiç de hoş olmayan bir şekilde tartışmaları geliyor aklıma. Lazlar ve Lazca açısından oldukça
inciltici bir tartışmadı. Üstelik araya kaynayıp gidivermişti. Sonra Gülten Kışanak'ın BDP  Parlamento Grup odasında “Ana dili Günü”nde  farklı ana dillerinden ifadeleri de kullandığı konuşmasını hatırladım.

Doğu Ergil'i 1992'den bu yana izlerim. Farklı ana dilleri ve “etnik gruplar”a ilişkin görüşlerini bilirim. Yurttaşlık kavramına vurgu yapar. Farklılıkları savunur. Yaşamaları yönünde fikir beyan eder. Bu Çalıştayda da bu çerçeve fikirler beyan etti. Aynı tavrını sürdürdü.
Kuşkusuz birçok şey söyledi, ancak aklımda en fazla kalan ifadeleri şöyle: “Burayı herkesin ortak vatanı haline getirmek gerek. Tarihimizin uyduruk olduğunu söylerken, yeni bir yanlış tarih yapmayalım.”


Zeynel Abidin Besleney; 1880'lerde İzmit, Adapazarı, Düzce bölgesinde 80 bin kadar Çerkes ve Abhaz  ve yine bu bölgede 1910-1920 yıllarında ise, 100 bin civarında Abhaz ve Çerkes yaşadığına dikkat çekti. Çözülmenin, asimilasyonun esas olarak 1970'lerden itibaren yaşandığına vurgu yaptı. Bu bölgede  Laz'ın Laz, Çerkes'in Çerkes olduğuna dikkat çekti. Çerkeslerin esas olarak köylü bir toplum olduklarını, nasıl kentli olabileceklerini, kentte nasıl var olabileceklerini bilemedikleri için çözülme, asimilasyonu daha yoğun olarak
yaşadıklarını söyledi. Zeynel Abidin Besleney; Devletin, ana dilleri koruyacak tedbirler almadığı, okullar açmadığı için ana dilin yoğun olarak yaşamadığına dikkat çekti. Çerkeslerin dil asimilasyonunun 1970'lerden, hatta 1980'lerden sonra yaşanmaya başladığına dikkat çekti. Dilsel asimilasyonun esas olarak devletin politikalarından değil de, Çerkeslerin dillerini kent yaşamında nasıl yaşayacaklarını bilememelerinden kaynaklandığını da söyledi. Zeynel Abidin Besleney; Çerkeslerin, Anadolu'nun yerlisi olmadıklarını ve bu durumun da
Anavatan duyusu açısından farklı algılara yol açtığını savundu. Çerkeslerin Türkiye'deki ilk örgütlenmelerinin 1950'lerden itibaren başladığına vurgu yaptı. İlk derneklerin, Sovyet Devrimi'nden kaçıp gelenler tarafından kurulduğunu iddia etti. Zeynel Abidin Besleney, bu
derneklerin esas olarak, Kafkasya'ya yönelik politikalar çerçevesinde kurulduğunun altını çizme ihtiyacı hissetti. Bu dernek kurucularının, yerel Çerkeslerle pek hukuklarının bulunmadığına da dikkat çekti.  Bunların kültürel hak mücadelesine katılmadıklarını, bunun da onların ilgi alanına girmediğini belirtti. Bunların çok net bir şekilde anti-komünist olduklarını ve Amerikan müttefiği olduklarını da söyledi. Zeynel Abidin Besleney, Türkiyeli Çerkeslerin örgütlenmeye başlamalarıyla bu yanlarının kırıldığını, daha özgün fikirlerin ortaya çıkmaya başladığını belirtti. Zeynel Abidin Besleney; bu dönemlerde üç aydın tipinin ortaya çıktığını, bunlardan ilkinin sosyalist düşünceye sahip; ikinci grubun Sovyetler Birliği çözülünce anavatanlarının kurtulacağına inandığını; üçüncü grubun ise, Sovyetler Birliği içinde de olsa “anavatan”a dönmeyi savunduğunu belirtti. Bu akımların siyasî meşreplerine göre, Türkiye'deki siyasî gruplarla bağlantı kurduklarına da dikkat çekti. Zeynel Abidin Besleney, Sovyetler Birliği'nin çözülmesiyle birlikte Kuzey Kafkasyalılarda, eskiden olduğunun tersine, kendi öz kimliklerine bir yönelişin yaşandığını iddia etti. Kafkasya'daki eski özerk yapıların günümüzdeki yönelimlerinin Türkiye Çerkesleri, Abhazları, Çeçenleri ve Osetlerini de etkilediğini belirtti. Zeynel Abidin Besleney, Türkiye'deki Kuzey Kafkasyalıların siyasî yönelimlerinin farklı olmasına rağmen, beklentilerinin, ana dillerinin yaşatılması, kimliklerinin yaşatılması noktasında aynı düşüncede buluştuklarını savundu. Kendi aralarındaki kutuplaşmaların esas olarak “anavatan” ve Rusya ile ilişkiler noktasında düğümlendiğini de iddia etti.


Setenay Nil Doğan; Mustafa Kemal'in 1920'de Birinci Meclis konuşmasında, Meclisin yalnız Türklerden değil, yalnız Çerkeslerden değil, yalnız Kürtlerden değil, yalnız Lazlardan değil fakat hepsinden mürekkep anasır-ı İslâmiyeden oluştuğuna önemle dikkat çektiğini
belirtti. Bununla da Müslüman unsurlara ve onların haklarına vurgu yapmak istediğini söyledi. Ne var ki 1920'lerin ikinci yarısında bu kardeşlik anlayışının terkedildiğine vurgu yaptı. Ulusal sınırlar içinde beraber yaşama isteğine sahip Müslüman unsurlar yaklaşımının bırakıldığını söyledi. Setenay Nil Doğan, bununla da  Kürdün, Çerkesin ve Lazın varlık ve haklarının inkâr edildiğini ve “Kürtlük, Çerkeslik ve Lazlık” gibi fikirler telkin edilmiş vatandaşlar” yaklaşım ve suçlamalarının yönetimde etkili olmaya başladığını söyledi. Türk
milliyetçileri de Kemalist dönemin bu ikircikli tavrını miras aldığına dikkat çekti.

Fuat Uğur konuya ilişkin şunları söyledi: “Türkiye'de giderek dilini ve kültürel kimliğini kaybetme sürecine girdiğini düşündüğümüz ve bu konuda endişe yaşadığımız Çerkeslerin önlerini görebilmeleri, bu konuda daha aktif bir politika geliştirebilmelerini sağlamaya yönelik bu Çalıştay. Umuyorum ki hükümet bu sesi duyacaktır. Çerkeslerin de en azından ana dillerini öğrenebilmeleri konusunda devletten katkı alabilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Ben bu ülkeye vergi veriyorum. Benim ana dilim Çerkesçedir. Çerkesçe öğrenebilmem için devlet katkı sunmak zorundadır.”


Ufuk Uras; yok sayılan Çerkeslerin kültürel kimliksel haklarının ön plana çıkarılmasının önemli olduğuna; herkesin, kendi kültürü, dili, kimliği ile yaşayacağı bir Türkiye gerçekleşmesi için talepler bulunduğunu vurguladı. Anayasa çalışmalarında Çerkeslerin taleplerinin de dikkate alınacağını umut ettiğini söyledi.

25- 26 Şubat 2012 tarihlerinde Çerkes Hakları İnisiyatifi tarafından Derbent’te gerçekleştirilen “Birinci Çerkes Çalıştayı”na ben de davetli katılımcıydım. İki gün süren bu çalıştayı her yönüyle baştan sona, mümkün olduğunca izledim; bilgi edinmeye çalıştım; yeni dostluklar kazandım; eski dostları yıllar sonra tekrar görme imkânım oldu. Dolu dolu iki gün geçirdim. Gözlemlerimi, duygularımı, düşüncelerimi, dostça eleştirilerimi, önerilerimi notlarımı ve genel olarak da değerlendirmelerimi kaleme alıyorum; ilgilenenlerle paylaşacağım. Şunu söylemeden geçemeyeceğim: Türkiye’de yaşayan Çerkesler de, Gürcüler de, Abhazlar da, Lazlar da, diğerleri de benzer bilinçli asimilasyona tabi tutuldular. Geçmişte aynı kaderi paylaştılar. Bu sebepledir ki, bugün hepsinin dilleri, yani kimlikleri ciddî tehlike altında; aynı kaderi paylaşıyorlar. O halde; bu halkların aydınlarının somut projeleri hayata geçirme konusunda hem kendi içlerinde hem de birbirleriyle kolektif dayanışma duygusuyla hareket etmeleri ve kardeşleşmeleri gerekiyor. Öncelikle bu hiç göz ardı edilmemeli. Aynı asimilasyon çarkı dün de bugün de işliyor ve bütün ana dillerimizi ve kimliklerimizi aynı şekilde acımasızca öğütüyor. Kaderimiz de kurtuluşumuz da beraber. Aydınların, somut gerçeklikten hareket ve doğru bir duruşla beraber davranmaları ve kimlik mücadelesi vermeleri gerekiyor. Bugün, bu gerçeklik kendisini daha da açık bir şekilde dayatıyor. Kazanım, birlikte hareket etmekten geçiyor.

“Birinci Çerkes Çalıştayı”nın, yankı uyandırdığına kuşku yok. Dostları sevindirdik. Ana dillerimizin, kimliklerimizin düşmanlarını ise kızdırdık. Henüz Çalıştay bitmiş, otobüsümüz Çalıştayın yapıldığı Kocaeli Üniversitesi Derbent Uygulama Otelinin önünden ayrılmak üzereydi ki, bir arkadaş internet bağlantılı tabletinden Çalıştaya ilişkin yazılmış bir makale hakkında bilgi verdi. Makale kocaeligazetesi.com.tr’de çıkmış. M. Tanzer Ünal, makalesinin her satırında linç mantığıyla hareket ediyor. Makalesinin Başlığı: “Türkiye’de yeni bir ihanet grubu: Çerkez Hakları İnisiyatifi… Türk Bayrağı? Yok… O da ne ki?” 

M. Tanzer Ünal insanları “birilerine” hedef de gösteriyor: ”Ortada görünen bir iki isim var… Sözcü… Üye… Kenan Kaplan, Murat Özden gibi… Kimdir, nedir, ne iş yaparlar? İsimleri çok dikkatli okuyun! Doğu Erbil, Osman Can, Şeref Oğuz, Ufuk Uras, Zeynel Abidin Besleney, Can Ataklı, Yavuz Baydar, Emre Aköz, Ferhat Kentel, Gülden Aydın, Ramazan Coşkun, Setenay Nil Doğan, Barış Altıntaş, Orhan Miroğlu, Mehmet Altan, Rojin, Abdurrrahman Dilipak, Hasan Öztürk, Fuat Dündar, Ardan Zentürk, Sadık Bilge, Selahattin Esmer, Melih Altınok, Süleyman Soylu, Ali Bayramoğlu, Üzeyir İlbak, Gülay Göktürk, Sümeyra Tansel, Candaş Tolga, Fethi Güngör, Selçuk Bağlar, Argun Karaçay, Oğuz Berk, Ali İhsan Aksamaz, Ali Bulaç.”

M. Tanzer Ünal, insanları hedef göstermekle kalmıyor. Ana dilleri ve kimliklerinin yaşatılması konusunda çaba gösteren Çerkes Hakları İnisiyatifi’ni marjinal bir grup olarak da göstermeye çalışıyor. Çerkes Hakları İnisiyatifi ile diğer Çerkes kuruluşları ve Çerkesler arasında var olduğunu düşündüğü çelişkileri aklınca derinleştirmeye çalışıyor: “Dikkat edin, “Çerkezler” demiyorum. Tanıdığım, tanımadığım tüm Çerkez kökenlileri, “ihanet” ifadesinin dışında tutuyorum. Hele hele, çoğunu yakından tanıdığım Kocaeli’deki Çerkez kardeşlerimin, devlete, millete ve ortak değerlerimize bağlılıklarından zerre kadar şüphe etmiyorum. Onlar, “müstesna” insanlar…”

M. Tanzer Ünal; Çerkesçenin, Lazcanın, Abhazcanın, Gürcücenin, kimliklerimizin bölünmeye ve ayrışmaya değil, birlik ve beraberliğe hizmet edeceğini anlayamıyor. Ana dillerimiz ve ortak anlaşma dilimiz Türkçe ile ortak vatan duygusunun farkında değil. Yurtseverlik ve yurttaşlık gibi kavramların içinin artık palavralarla doldurulamayacağı bir dünyada yaşadığımızı görmek istemiyor. Aklı “Soğuk Savaş dönemi”nde takılı kaldığı için, ABD menşeli, insanları birbirlerine düşürecek linç çizgisinin kalemşorluğune soyunuyor. Makalesi; Türkçe, tarih ve kompozisyon yazımı açılarından da değerlendirilmeyi hak ediyor! Ancak bu konumuz dışı! Öncelikle 1930’lu yıllardan itibaren gazete koleksiyonlarını okumalı; bilgilenmeli. Ülkesini, insanları tanımalı ve insanlara yapılan eziyetleri öğrenmeli.

M. Tanzer Ünal, insanlara hakaret etme, onları küçümseme, hedef gösterme, linç ettirme hakkını nereden buluyor? “Türk” burjuvazisi, Batılı burjuvazilere özenerek ve emperyalist-kapitalist sistemin açık desteğiyle oluşturduğu alanda, resmî ideoloji ve resmî tarih tezleriyle insanlarımızı emperyalist-kapitalist sistem çıkarına tek tipleştirmeye çalışılmıştır. M. Tanzer Ünal’ın bütün bunlardan bihaber olduğu açıkça anlaşılıyor. Eğer Türkiye’de demokrasi olsaydı, kimliklerimize ve ana dillerimize karşı düşmanca duygular beslediği ve insanlar arasında bölücülük tohumları ektiği ve bu ülkenin sorunlarına çözüm yolları arayan aydınları hedef gösterdiği için M. Tanzer Ünal hakkında savcılık kendiliğinde soruşturma açardı.

Geçtiğimiz günlerde Çerkes Hakları İnisiyatifi’nden Murat Özden ve Kenan Kaplan Kocaeli Gazetesi yazarı M. Tanzer Ünal hakkında, Türk Ceza Kanunu’nun 216. maddesinde düzenlenmiş olan “halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağıladığı” ve bir grubu kamuoyu önünde hain ilan ederek “nefret suçu işlediği” gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu ve dava açtı.

M. Tanzer Ünal’in makalesine ilişkin önemli bir gelişme daha yaşandı. (KAFFED) Kafkas Dernekleri Federasyonu bir açıklama yaptı. Böylece de M. Tanzer Ünal’in aklınca Çerkesi Çerkese boğdurma taktiği geri püskürtüldü; hevesi de kursağında kaldı.

Ben de, M. Tanzer Ünal’ın hedef gösterdiği listede yer aldığım için kendisini, gazetecilik tutum ve davranışlarıyla bağdaşmayan tutum ve davranışlar sergilediği için Basın Konseyine şikâyet ediyorum. Gelişmelere göre, gerekirse ben de, Murat Özden ve Kenan Kaplan’ın açtığı davaya müdahil olabilirim.

Yine geçtiğimiz günlerde, Çerkes Hakları İnisiyatifi, “Birinci Çerkes Çalıştayı Sonuç Bildirgesi”ni Hükümet Sözcüsü, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce, AK Parti Grup Başkanvekili, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, AK Parti Genel Başkan Danışmanı Akif Gülle, MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural’a iletti. Bu ziyaretler sırasında da traji- komik olaylar yaşandı.

CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce, önce CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal ve eski Genel Sekreter Önder Sav’ın Çerkes olduğunu hatırlatır. Söylediklerine kulak verelim şimdi: “Kendimizi Türk kimliği ile ifade etmemiz lâzım. Ana dili eğitimi talebi, radyo ve TV talebi, farklı kimliklerin tanınması talebi bölücülükle eşdeğer taleplerdir. Biz Türkiye'nin kaynaklarının bu kadar etnik dilin öğretim, eğitimine harcanmasını gereksiz görüyoruz. Türkiye'nin buna gücü yoktur. Biz kaynaklarımızı matematik, İngilizce diğer yabancı dillerin öğretimi, eğitimi için harcayalım.”

Emperyalist-kapitalist sistem, Türkiye’de kendi acenteliğini yapacak bir “Türk” Burjuvazisinin palazlanmasını istiyordu. Bu sebeple CHP’ye yol verdi. CHP de resmî ideoloji ve resmî tarih tezleriyle bu emperyalist-kapitalist sistemin istediği “Türk” Burjuvazisini yarattı. CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce’nin söyledikleri, CHP’nin dün de bugün de aynı olduğunu, hiç değişmediğini gösteriyor. Bu CHP ve Milli Şefleri İsmet İnönü değil miydi ABD ile gizli ve açık anlaşmaları 1940’larda imzalayan?! Muharrem İnce, ezberlerini bozmadıklarını ortaya koymuş. Muharrem İnce, ezberini bozmak istememiş! Kendisini oraya oturtan iradeden bihaber olan Muharrem İnce, ”Birinci Çerkes Çalıştayı Sonuç Bildirgesi” dosyasına bir bakmış aralarından benim de bulunduğum katılımcıların tamamını şıp diye cumhuriyet karşıtı ilan edivermiş!

MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, kendisine teslim edilen dosyada dile getirilen taleplere şöyle bir göz atmış ve talepleri tehlikeli bulmuş. Oktay Vural, MHP’de pek çok Çerkes bulunduğunu söyleme ihtiyacı hissetmiş. Bildirgede yer alan taleplerin Çerkeslerin talebi olduğuna inanamamış. Şöyle demiş:”Çerkesler bunu duyarsa muhakkak size karşı çıkarlar. Çerkeslerin böyle bir Çalıştaydan haberleri olduğunu da zannetmiyorum. Olsaydı mutlaka buna engel olurlardı.”

M. Tanzer Ünal’daki hedef gösterme, Çerkesi Çerkese kırdırma ve linç psikolojisinin Oktay Vural’da da yüzeye çıkıyor. MHP’nin CHP, aslında CHP’nin MHP olduğunu görüyoruz. “Soğuk Savaş İdeolojisi”nden beslenenlerin aynı ezbere sahip olduğu artık açıkça anlaşılıyor.

Uluslararası emperyalist-kapitalist sistemin beslemesi “Türk” Burjuvazisinin resmî ideoloji ve resmî tarih tezleri ülkenin tüm kimliklerini öğüttü; öğütmeye devam ediyor. Ancak kaderleri aynı olanlar, birlikte durdukları, doğru mücadele yöntemleriyle hareket ettikleri sürece kimliklerini geleceğe taşıyabilecek. Bunun bilincinde olmak zorundayız. (27 III 2012)

 

(Önerilen okumalar: Ali İhsan Aksamaz, “Çerkes Çalıştayı ve Kimlik Mücadelesi”, 27 III 2012, ozgurcerkes.com; Ali İhsan Aksamaz,”Çerkes, Gürcü ve Laz Aydınlarının İradî Beraberliği”, 2 V 2012, yusufbulut.com/ circassiancenter.com.tr; Ali İhsan Aksamaz, “(23 Ocak 2015- Arşiv) ÇDP’nin İstanbul Toplantısı”, 23 I 2015, circassiancenter.com.tr; Ali İhsan Aksamaz, “7 Haziran 2015 Genel Seçimler (Arşiv) Düzce Bağımsız Milletvekili Adayı Ayşe Pişkin’e Destek Toplantısı”, 24 II 2015, circassiancenter.com.tr; Ali İhsan Aksamaz, “7 Haziran 2015 Genel Seçimleri (Arşiv) Bursa Bağımsız Milletvekili Adayı Aydın İlhan’a Destek Toplantısı”, 13 IV 2015, aliihsanaksamaz.blogspot.com; Ali İhsan Aksamaz, , “Başkası Değil, Kendin Ol, Böylesi Daha Güzelsin”, 16 IV 2015, ozgurcerkes.com; Ali İhsan Aksamaz, “Murat Özden'in Ali İhsan Aksamaz ile Söyleşisi”/ “Ben Etnik Partilere Karşıyım!”, 11 VII 2015, circassiancenter.com; [Murat Özden, “Çerkes Siyasallaşmasının Öncüleri”, Apra Yayınları, İstanbul, 2018]; Ali İhsan Aksamaz, “Yaşasın 23 Nisan!”, 27 IV 2017, ozgurcerkes.com; “Kafkasya; Abhazlar, Gürcüler, Lazlar...”/ “Demokratik Gürcüler Platformu’ndan Nevzat Kaya’nın Röportajı”, 27.05.2011, demokrathaber.org/ circassiancenter.com.tr)

 

 

  aksamaz@gmail.com

 

https://www.circassiancenter.com/tr/lejenxase-cerkes-calistayindan-gozlemler-notlar/


 https://sonhaber.ch/lejenxase-cerkes-calistayindan-gozlemler-notlar-arsiv/