29 Ağustos 2020 Cumartesi

Tarih Boyunca Kafkasya

 

 


 

 

Tarih Boyunca Kafkasya

 

 

Aydın Osman Erkan’ın ‘Tarih Boyunca Kafkasya’ adlı çalışması Çiviyazıları Yayınevi’nin ‘Mjora’ serisinden yayınlandı. Bu makalemde kısaca bu kitap hakkında bilgi vereceğim.

 

Kitap üç bölümden oluşuyor. ‘Milâttan önceki yıllardan 18. yüzyıla kadar Kafkasya’. ‘19. yüzyılda Kafkasya’.  ‘20. yüzyılda Kafkasya’. Kitap, Kafkasyaya ilişkin bazı harita ve fotoğrafları da içeriyor.

 

Aydın Osman Erkan, çalışmasına bir soru sorarak başlıyor:

 

“Elbruz Dağında zincire vurulmuş Promethe mi, yoksa Nart Nasren mi? Kanatlı atlarıyla karlı dağlardan ovalara uçarak inen yiğit Nartlar… Tek gözlü devler… Bunlar eski Yunan mitolojisinden mi alınmış? Yoksa eski Yunanlılar Kafkasyadan mı gelip Olimpos Dağına yerleşmişler?”

 

Aydın Osman Erkan’ın da belirttiği gibi, insanoğlu gerçeği tam olarak belki de hiçbir zaman öğrenemeyecek. Ancak tarihin her döneminde yine de karşımıza bir Kafdağı çıkıyor. Aydın Osman Erkan, ‘tarihin bilinen en eski dönemlerinden’ başlayarak Kafdağı’na ilişkin yabancı yazarların yazdıklarını bizlere aktarıyor, bilgi dağarcığımızı zenginleştiriyor.

 

Kuzey Kafkasya Halklarının yakın geçmişe kadar yazılı belgeleri olmadığını belirten Aydın Osman Erkan, bu sebeple yazılı yabancı kaynakların önemine işaret ediyor. Bu çalışmasında, yabancıların Kafkasya ve Kafkasyalılar konusundaki kaynak eserlerini etüd ediyor ve bizlere bu kaynaklara dayalı önemli bilgileri aktarıyor. Geçmişin izlerini aktardığı bu özet bilgilerin ışığında sürmemize yardımcı oluyor.

 

ARGONOTLARIN ROTASI

 

 

 

Kafkasya’ya dair ilk efsane  ‘Yunanlılar’ın ‘Argonot Destanı’. ‘Yunanlılar’, Colchis/კოლხეთი  Kolkheti’ye ticaret yapmak ve koloniler kurmak için gitmişlerdi. Bu efsane muhtemelen ‘Yunanlılar’ın Karadeniz ve Kafkasya ile olan yakın ticarî ilişkilerinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Homeros, Argonotların yolculuklarından, Karadeniz ve Kafkasyadan bahsediyor.

 

Dönemin Kafkasyası ve Kafkasyalılarından bahseden bir diğer yazar, seyyah ve tarihçi Halikarnaslı Herodot’tur.

 

Hellanikos, Markus Verrius Flaccus, Plutarkos, Pomponius, Prolopius, Strabon, Flavius Arrianus, Pliny gibi Roma/ Bizanslı yazarlar Aydın Osman Erkan’a bu çalışmasında kaynaklık ediyorlar.

 

Abdül Hasan Mesudî, Ebu El-Kasım, Abul-Feda, İbn- Batuta gibi Arap yazarlar da kitaba kaynaklık ediyor.

 

M. Reinaud,  H. A. R. Gibb, John Mandeville,  Josafa Barbaro, Giorgio İnteriano, Richard Hakluyt, Jean de Luca da Aydın Osman Erkan’ın adlarını andığı ve eserlerinden bahsettiği yazarlar arasında.  Evliya Çelebi’nin ‘Seyahatnamesi’ de kitabına kaynaklık eden eserlerden.

 

Aydın Osman Erkan’ın ‘Tarih Boyunca Kafkasya’ adlı eseri 20. yüzyılda uydurulmuş mevcut resmî tarih tezlerini çürütmekle kalmıyor, bugünün Kafkasya ve Kafkasyalılarını da oldukları gibi anlamamıza büyük katkılar sunuyor ve Kafkasya ve Türkiyedeki bütün Kafkasyalıların kardeşleşmesine köprü oluyor.

 

 

 

 


                                     AYDIN OSMAN ERKAN  (1932- 1 XI 1998)

 

 

Ancak çok partili siyasî hayata geçildikten sonra ‘kenti aydınlar’ tarafından yeniden kurulabilen Kafkasya kültür derneklerinin isimsiz kahramanlarından olan Aydın Osman Erkan, 1 Kasım 1998’de Aydın’da işlenen hunharca bir cinayetle aramızdan ayrıldı.

 

Tarım konusunda yayınlanmış sayısız makalesi bulunan Aydın Osman Erkan’ın Kafkasya ve Kafkasyalılar ile ilgili makaleleri de çeşitli dergi ve gazetelerde okuyucusuyla buluşmuştu.

 

 

Bu makaleyi, Aydın Osman Erkan’ın bu kitabına önsözünden son cümlesiyle bitirmenin doğru olduğunu düşünüyorum:

“Kafkasya gerçeğini bilmeyenler, insanlık tarihini de doğru olarak değerlendiremez.”

 

(Aydın Osman Erkan’ın Türkçeye kazandırdığı ve önerilen okumalar: Taibout De Marigny,  ‘Çerkesya Seyahatnamesi’; Edmund Spencer, ‘ Kırım ve Kafkasya Gezileri’; Ramazan Traho, ‘Çerkesler’)

 

(29 VIII 2020)

Ali İhsan Aksamaz

aksamaz@gmail.com


 https://sonhaber.ch/tarih-boyunca-kafkasya/


http://circassiancenter.com/tr/tarih-boyunca-kafkasya-2/


28 Ağustos 2020 Cuma

Atatürk öldü(rül)dü mü?

 

 


Atatürk öldü(rül)dü mü?

 

Gazeteci Hulki Cevizoğlu, birkaç gün önce ‘CNN Türk Masası’ adlı programda Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün eceliyle ölmediğini, hasta yatağında doktorları tarafından yanlış tedavi uygulanarak öldürüldüğünü iddia etti.

Hulki Cevizoğlu, bu iddiasını daha önce ‘Beyaz TV’deki Dinamit’ adlı programda dile getirmişti. Yine bu iddiasını ‘Yeniçağ Gazetesi’ndeki köşesinde de birkaç defa yazmıştı.

Aslında Hulki Cevizoğlu’ndan önce de farklı siyasî eğilimlerden yazarlar Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünde karanlık ve gri noktalar bulunduğuna işaret ederek eceliyle ölmediğini, öldürüldüğünü iddia etmişlerdi.

Bu konuda yayınlanmış birkaç kitap da bulunduğunu belirtmeliyim. Ali Kuzu’nun ‘Atatürk’ü Kimler Öldürdü?’ adlı çalışması. Ogün Deli’nin ‘Atatürk Nasıl Öldürüldü?’ adlı çalışması. Hüseyin Hakkı Kahveci’nin ‘Atatürk’ün Katilleri’ adlı çalışması. Yusuf Ziya Koca’nın ‘Atatürk Öldü mü, öldürüldü mü?’ adlı çalışması.

Ayrıca internette bile Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün öldürüldüğünü iddia eden birçok makale ve sunum da mevcut.

Mustafa Kemal Atatürk’ün öldürüldüğüne dair iddiaları dile getiren bunca yayın varken resmî makamlar tarafından bugüne kadar yapılmış bilinen bir soruşturma yok.

Üstelik bu iddialar yeni de değil. Bu iddiayı dile getirenler aynı siyasî eğilimlerden değil, oldukça farklı siyasî eğilimlerden yazarlar.

Mustafa Kemal Atatürk’ü hasta yatağında yanlış tedavi uygulayarak öldürdükleri iddia edilen doktorların günümüzdeki mirasçıları bile sessizliklerini koruyor. Büyüklerine karşı yöneltilen bu suçlamalar karşısında sağır ve dilsizler.

Bu iddialar karşısında Sağlık Bakanlığı da, Türk Tabipler Birliği de sessiz. İnsan Hakları Derneği de sessiz.

                                                                               (Zekeriya Sertel'in makalesi, Tan Gazetesi, 11 XI 1938)

İşin asıl ilginç tarafı, her fırsatta Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurucu genel başkanları olmasıyla öğünen CHP’nin de en son olarak Hulki Cevizoğlu tarafından dillendirilen bu iddiayı duymazlıktan gelmesi ve kanunî hiçbir girişimde bulunmaması.

Aynı şekilde ‘Atatürkçüler’in de ‘Kemalistler’in de bu iddia karşısında sessizliklerini korumaları ve kanunî herhangi bir teşebbüste bulunmamaları oldukça dikkat çekici.

Öyle görünüyor ki, Resneli Niyazi cinayeti gibi, en son olarak Hulki Cevizoğlu’nun dillendirdiği bu iddia da daha çok uzunca bir süre ‘dikkatlerden kaçacak’ ve cevapsız kalacak.  (27 VIII 2020)

 

Ali İhsan Aksamaz

aksamaz@gmail.com

 

 

 http://www.kuzgunportal.com/2020/ali-ihsan-aksamaz-ataturk-olduruldu-mu-59535/


http://circassiancenter.com/tr/ataturk-olduruldu-mu/


 

 

 

 

 

24 Ağustos 2020 Pazartesi

‘Öğretmenler Günü’ ve Öğretmenlerim

 

‘Öğretmenler Günü’ ve Öğretmenlerim

 

 

Bugün Öğretmenler Günü. Ben de bugüne dair birkaç söz söylemek istiyorum. Ben de bu dünyada hem öğrenciyim, hem de öğretmen.

Hazreti Mevlâna’ya sordular: “Onca okuyorsun, yazıyorsun. Ne bilirsin?” Hazreti Mevlana hemen şöyle cevap verdi: “Haddimi bilirim.” Evet; Öyle demiş. Ben de haddimi biliyorum.

 

Evet; öğretmenler hayatımızda önemli… İlk öğretmenlerimiz; anne-babamız, akrabalarımız, komşularımız. Bunlar doğal öğretmenlerimiz. Onlardan öğrendik insan, insanlık sevgisini, özgürlüğü; din ve vatan sevgisini. Okula başlayınca da resmî öğretmenlerimiz oldu. Onlardan da öğrendik.

 

İlk öğretmenimi hiç unutmadım. Adı Kezban idi. Onu hiçbir zaman hayırla anmadım; anmayacağım. Tecrübeli bir öğretmendi, ancak zenginlerin çocuklarını seviyordu. Ben ve benim gibi öğrencileri hiç sevmiyordu. Sağ mı, ölümü bilmiyorum.

 

İkinci öğretmenim, Turan Ağabey idi. Okuldan öğretmenim değildi. Derslerime yardımcı oluyordu. Mahalleden komşumuz idi. Kahramanlık, vatan sevgisi ve tarih bilinci gibi duygularımın gelişmesine O da katkı sağladı. Bir-iki MHP miting ve toplantısına götürdü beni. Sonra taşındılar. Sağ mı, ölü mü bilmiyorum.

 

Sonraki öğretmenim rahmetli Zişan Teyze oldu. AnneminTeyzesi idi.

Ortaokulda aklım karıştı. Tunca Bey, Türkçe öğretmenimdi. Emperyalizm kelimesini ilk ondan duydum. Amerikanın emperyalist olduğunu ondan öğrendim.

 

Üniversitede de öğretmenlerim oldu. Onlardan da bir şeyler öğrendim. İlk aklıma gelen Tayfun Bey; Türkçeye aşıktı. Sonra Yasin Bey; işini ciddiye alan bir öğretmenimizdi.

 

Öğretmenlik yıllarımda öğrencilerim oldu, öğretmenlerim de. Ben de bir sürü yanlış yaptım; bunu biliyorum.

 

Kuteybe Ağabey, bir diğer öğretmenim idi; rahmetli.

Sonra Tarık Ağabey oldu öğretmenim.

O da bir öğretmendi. Ama ondan Kafkasya ve dillerinin tarihini öğrendim. Çeçen idi; rahmetli.

Yılmaz Ağabey; rahmetli, Lazca öğretmenim oldu.

Yayıncı, rahmetli; Sırrı Ağabeyden de öğrendim. O da öğretmenim oldu.

İzmir- Gürceşmeli Osman Ağabeyi de; Harb Okulundan tard İlker Taner Kılınç da; İnegölden Gürcü Hayri Ağabeyi de, İstanbul-Kadıköyden Ahbaz yayıncı Hayri Beyi de öğretmenlerim arasında sayıyorum. Ayrıca; Hopa-Mşke’den Erkan Bey ve Fındıklı-Vitze’den Besim Bey de öğretmenlerim arasında.

 

Hastalığım sırasında da öğretmenlerim oldu. Köpekler, kediler, kuşlar, tavuklar ve horozlar; onlardan da öğrendim. Onların güzel ve kötü yönlerini öğrendim.

 

Okulda olsun, hayatta olsun; insan olsun, hayvan olsun; iyi öğretmenlerim de oldu, kötü öğretmenlerim de. İyi öğretmenlerimden iyiliği öğrendim, kötü öğretmenlerimden de kötülüğün iyi olmadığını öğrendim.

 

Hepinize teşekkür ederim.

 

‘Öğretmenler Günü’nüz Kutlu Olsun!


(Öğrenciliğimde, mesleğinin aşığı dürüst öğretmenlerimden yalnızca okuma ve yazmayı veya meslekî bilgileri değil; insan, insanlık sevgisini; dürüstlüğü; dini, vatan sevgisini; adalet ve demokrasi kavramlarını da öğrendim. Zamanında kimi öğretmenlerimin nasihatları bir kulağımdan girdi, diğerinden çıktı. Bu nasihatların değerini çok sonra anladım. Ancak; öyle öğretmenlerim oldu ki, lâfla değil, mesleklerine verdikleri değer ve tutum ve davranışlarıyla daha o zamanlardan üzerimde olumlu etkiler yaptılar; beni düşündürdüler. Bu kıymetli öğretmenlerimden bir tanesi Konya Eğitim Fakültesi’nden Yasin Aslan Bey’dir. Kendisinin “Öğretmenler Günü”nü kutluyor ve saygılarımı sunuyorum.

 

*

 

Sivil, askerî ve özel okullarda ve özel kurslarda çalışmamın yanı sıra, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Özürlüler Merkezinde ve Eminönü Halk Eğitim Merkezinde de öğretmenlik- eğitmenlik yaptım. Eminönü Halk Eğitim Merkezinin görevlendirmesiyle; Gaziler Derneği Lokalinde Gazilere ve çocuklarına, Gülhane Kışlasında erlere, İstanbul Valiliğinde polis amir ve memurlarına; bazı otellerde aşçı, garson, komilere de dersler verdim. Özürlüler Merkezi’nin görevlendirmesiyle; Tophane Biriminde, Çağlayan Biriminde, Vatan Caddesi Biriminde ve Gazi Mahallesi Biriminde engelli öğrencilere dersler verdim. Toplumun her kesiminden ve her yaşta öğrencim oldu. Okul müdürleri, idareciler, öğretmenler, hizmetliler, veliler, öğrencileri; özel kurs patron ve patroniçeleri, hizmetliler, veliler, öğretmenler, öğrencileri; özetle, eğitim-öğretim sistemine ilişkin çoğu olumsuz yüzlerce anım var. Eğer Allah ömür verirse, hem kendi öğrenciliğimden anılarımı, hem de öğretmenliğimden anılarımı yazacak, bir kitapta toplayacağım. Bu anıların hepsi ibretlik. Öyle düşünüyorum. Olumsuz anılardaki kişi ve yer adları ile zamanı sansürleyeceğim. Şimdilik bu kadar bilgi vermekle yetineyim.

 

*)

 

 

 

 ( 24 X 2018)

 

Ali İhsan Aksamaz

aksamaz@gmail.com

 

 

 

 

‘Mamgurapalepeş Dğa’ do Çkimi Mamgurapalepe

 

Andğa ren ‘Mamgurapalepeş Dğa’. Mati otkvaluşi ar-jur nena komiğun guris. Hemi mamgure vore, hemiti mamgurapale vore aya kianas.

Ar dğas, majurapek Hazreti Mevlanas k̆itxes: “Ek̆onari opşa ik̆itxup, opşa ç̆arup do si mu giçkin?” Hazreti Mevlanak eşo nena geuktiru: “Haddi çkimi komikçin ma. Aya domibağun.” Ho, eşo tkveren. Mati haddi çkimi komikçin do aya domibağun.

 

Ho; mamgurapalepe renan beciti skidala çkinis … İptineri mamgurapalepe çkini renan nana-baba çkini, mzaxalepe çkini, manžagerepe çkini. Antepe renan buncinaluri mamgurapalepe çkini Entepeşen dovigurit k̆oçi do k̆oçinobaşi qoropa; dini do dobadonaşi qoropa. Nʒ̆opulaşa gevoç̆k̆aşi, resmuri mamgurapalepe maqves. Entepeşenti dovigurit.

 

İptineri mamgurapale çkimi çkar va gomoç̆k̆ondu ma. Emus coxont̆u Kezbani. Ma emu xeiriten çkar va pşini do çkar va pşinaminon. Tecruboni mamgurapale rt̆u, mara xampapeşi berepes qoropt̆u; paras qoropt̆u. Ma do çkimi steri berepes çkar va qoropt̆u. Skiduni, ğureli reni, va miçkin.

 

Majura mamgurapale çkimi rt̆u Turan Cumadi. Nʒ̆opulaşen mamgurapale çkimi va rt̆u. Maxaleşen manžagere çkini rt̆u. Dersepes memişvelupt̆u. Guramoba, dobadonaş qoropa do tarixişi şuuri steri gagnapape doviguri emuşenti. Ar-jur far ma mendemiqonu MHP̆-şi mitingi do ok̆oxtalaşa. Uk̆ule dibarges arçkva sotişa. Skiduni, ğureli reni, va miçkin.

 

Masumani mamgurapale çkimi rt̆u Zişan Dadi. Nana çkimişi dadi rt̆u.

Nosi omant̆alu oşke nʒ̆opulas. Tunca Begi rt̆u Turkuli nenaşi mamgurapale çkimda. İpti zit̆a emp̆eryalizmi emuşen vogni ma. Amerik̆a emp̆eryalist̆i rt̆u, eşo doviguri ma emuşen ipti.

 

Universit̆et̆isti mamgurapalepe maqu. Entepeşenti ar-jur mutu doviguri. İptineri komşuns Tayfun Begi. Qoropeli rt̆u Turkuli nenaşa. Uk̆ule Yasin Begi; dulya muşişa ğirsi meçapt̆u mç̆ipaşa; emk̆ata mamgurapale çkini rt̆u.

 

Mamgurapale doviqvi mati do emindrosti mamgurapalepe do mamgurepe maqu. Mati uk̆oreʒxu xilafi dulya dop̆i mamgurepalobaşi skidalas; aya miçkin.

 

Kuteybe Cumadi rt̆u mamgurapale çkimi; rametli.

Uk̆ule Tarik cumadi maqu mamgurapale; rametli. Emuti mamgurale rt̆u. Emuşen doviguri ma K̆afk̆asya do nenape muşişi tarixi. Çeçeni rt̆u; rametli.

Yılmaz cumadi; rametli, Lazuri Nenaşi mamgurapale maqu.

Magamaçkvale, rametli; Sırrı Cumadişenti ar-jur mutu doviguri. Emuti mamgurapale rt̆u çkimda.

Noğa İzmir- Gurçeşmeşen rametli Osman Cumaditi; Harbiyeşen get̆k̆oçineri İlker Tanzer Kilinçiti; Noğa İnegolişen rametli Gurci Xayri Cumaditi, Noğa İst̆anbul K̆adikoyişen Abxazi magamaçkvale Xayri Begiti mamgurapalepe çkimi pşinap. Edoxolo; noğa Xopaşi Mşkeşen Erk̆an Begi do Viʒ̆eşen Besim Begiti mamgurapalepe çkimişen renan.

Žabunobaşi orasti, mamgurapalepe maqu: Coğorepe, k̆at̆upe, k̆vinçepe, kotumepe do mamulepe; entepeşenti ar-jur mutu doviguri. Entepeşiti k̆ai do p̆ati xalepe kobžiri do doviguri entepeşen.

Ginon nʒ̆opulas, ginon skidalas, ginon k̆oçi, ginon skindina; k̆ai mamgurapalepeti maqu, p̆at̆epeti. K̆ai mamgurapaleşen k̆ainoba, p̆at̆i mamgurapalepeşenti p̆at̆inonobaşi maana doviguri ma; p̆at̆inoba k̆ai va rt̆u, eya doviguri entepeşenti.

 

Tkvan iris şukuri giʒ̆umert ma.

‘Mamgurapalepeşi Dğa’ xvameri gaqvan!

 

(24 XI 2018)

Ali İhsan Aksamaz

aksamaz@gmail.com

 

 



23 Ağustos 2020 Pazar

Sahte Doktor Konya’da...

 




Sahte Doktor Konya’da...


1

Youtube’de gördüm. Bir genç, üniversiteli gençlerle söyleşi yapmış. Konya’da öğrenci olmanın nasıl bir şey olduğunu soruyor. Üniversiteli gençler de kendilerince cevap veriyorlar. Asıl yazmak istediğim bu değil şimdi. O klibi izlerken, yıllar öncesine gittim. 30 yıl öncesinin Konyası zihnimde canlandı birden. Onlarca hatıra akıp geçti gözümün önünden. Beni hem çok kızdıran ve hem de çok güldüren bir tanesine yoğunlaştım. Bu hatırayı sizlerle paylaşmak amacıyla yazıyorum. 1965 yılında İlkokula başlayıp da elim kalem tutmaya başladığı andan beri gözüm o dolma kalemdeydi. Babam, İstanbul’da belediye otobüsüne binerken basamakta bulmuş. 1950’li yıllar olmalı. O dolma kalemi gözü gibi korurdu. Lâkin benim gözüm de o kalemdeydi. Öğretmen, dolma kalem ile yazılacak bir ödev bile verse, onu kullanamazdım. Bakkaldan 100- 125 kuruşa kıytırık bir dolma kalem satın alır, ödevimi onunla yazardım. İlkokul 5. sınıfta, o dolma kalem artık hem benim hem de babamın idi. Tabi ödevi olduğunda kardeşim de kalemi kullanırdı. Babam hiç kullanmazdı. O zaman bile, o dolma kalemin sahibi babamdı. Ben öyle inanmıştım. İlkokul sonrasında bu dolma kalemi artık sahiplenmiştim. Ceketimin iç sol cebinde taşıyordum. Artık onunla mektuplar ve dilekçeler bile yazıyordum. Belki babam, dolma kalemi unutmuştu bile. Ben nerede, artık dolma kalem de oradaydı. Hatta benimle birlikte Roma’ya bile gitti ve geldi. Ardından yine benimle Antalya’ya da gitti ve geldi. Sonra Konya’ya gittim. Derken 1985’in 2. dönemi başladı. Scrikss marka yeşil renkli bir dolma kalemdi.




2

Kaldığımız öğrenci yurdu Konya İmam Hatip Lisesi’nin hemen arkasındaydı. Sultan Veled Caddesi ile Botsalı Sokak arasında. Şimdiki Yüksek Öğrenim Kredi Yurtlar Kurumu Bölge Müdürlüğü binası. Pazar günleri yurtta kahvaltı yapmazdım. Yakın arkadaşım Erol ile birlikte valiliğin oralardaki bir dükkândan pide malzemesi satın alırdık. Sonra Kuğulu Park civarındaki son duraktan Meram Yeni Yol otobüsüne binerdik. Uzunca bir yolculuktan sonra Meram son durakta inerdik. O zamanlar hemen oracıkta bir fırın vardı. Oraya giderdik. Fırıncıya malzemelerimizi verip pide yaptırırdık. İçinin malzemesini evden götürüp de pide yaptırmak Konya’da yaygın ve çok güzel bir gelenek. Fırın kalabalık olurdu. Kuyruk olurdu ama sonunda nefis kokulu ve lezzetli pidelerimizi afiyetle yerdik. Bazen de etli ekmek yerdik. Fırıncının adı neydi, hatırlamıyorum. Yanlış hatırlamıyorsam, Uğur adında küçük bir oğlu vardı. Babasına orada yardım ederdi. Fırının hemen solunda bir tekel bayii vardı. Vitrininde birkaç kelimelik uzunca ismi yazardı. Neydi, hatırlayamıyorum. Her zaman dükkânın önünde oturan kasketli bir adamcağızı hayal meyal şimdi hatırlıyorum. Kendisinden bazen sigara satın alırdım.



3

O Pazar günü de yurttan erkenden çıktık. İmam- Hatip Lisesi istikametine doğru yürüdük. Ardından da İmam-Hatip Lisesi’nin bulunduğu sokağa girdik. Sohbet ediyorduk. Sokaklarda tek tük araba görülüyordu. Pek kimse de yoktu sokaklarda. Okulun hemen girişine yakın bir yerde, karşı kaldırımda bir genç gördük. Kırtasiyeci dükkânının önünde duruyordu. Görüldüğü kadarıyla dükkân kapalıydı. Genç, bizim onu gördüğümüzü gördü. Eğildi, elini başına siper yaptı ve kapalı dükkânda içeri bakmaya başladı. Aramızda üç- dört metre mesafe vardı. Dükkâna bakınmayı bıraktı. Bize yöneldi. Elinde şeffaf kapaklı mavi bir dosya vardı. Dosyanın içinde de görüldüğü kadarıyla bir- kaç dosya kâğıdı. “Affedersiniz,” dedi, “Burada başka kırtasiyeci var mı? Bu kapalı da.” Ben, “Bugün Pazar. Şimdi açık kırtasiyeci pek bulunmaz. Belki öğleden sonra açarlar,” dedim. Biz yolumuza devam ettik. Bu genç de peşimize takıldı. “Biz şimdi valilik civarına gidiyoruz. Orada büyük bir kırtasiyeci var. Belki açıktır. İsterseniz bizimle gelin, yerini gösterelim,” dedim. Genç şöyle dedi: “Ben stajyer doktorum. Devlet Hastanesine tayinim çıktı. Bu dosyadaki evraklarımı hemen doldurmam gerekiyor. Öğlene kadar başhekime teslim etmem lâzım. Bana dolma kalem lâzım. Dolma kalemle yazılması lâzım.” Hem doktor hem de yardıma acilen ihtiyaç duyduğunu öğrendiğim için o gence yardımcı olmayı düşündüm: “Siz, arkadaş ile burada bekleyin. Biz de öğrenciyiz. Buraya yakın bir yerde, hemen şurada, yurtta kalıyoruz. Ben yurda gideyim. Dolaptan size dolma kalemimi getireyim. Mağdur olmayın.” Koşar adımlarla yurda döndüm. Dolabımı açtım. O dolma kalemi aldım. Yine koşar adımlarla Erol ile o genci bıraktığım yere gittim. Kalemi, gence uzattım. “Bakın,” dedim, “Bu kalemin hatırası var. Siz bugün işinizi halledin. Biz size bu hafta içi uğrar, kalemi alırız. Tamam mı?” “Tamam, “dedi. El sıkıştık. Ayrıldık. Adını söylemişti, ama şimdi hatırlamıyorum. Erol ile konuşa- konuşa Kuğulu Park’a gelmiştik bile. Meram Yeni Yol Otobüsüne bindik. Çok geçmeden otobüs hareket etti. Erol’un yıllar önce bana söyledikleri bugün gibi kulağımda: “Helâl olsun! Ben, senin gibi yardımsever insan görmedim. Mübarek adamsın.” Evet, bir iyilik yapmıştım. Yolda kalana, darda kalana elimden geldiğince yardım etmeyi büyüklerimden öğrenmiş ve içselleştirmiştim.



4

Okulumuzun ve bölümümüzün adı şöyleydi: Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Bölümü İngilizce Anabilim Dalı. Şimdi Okulumuzun adı değişti: Necmettin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi. Okulumuz şimdi olduğu gibi o zaman da Meram Yeni Yol üzerinde idi. Okula sabahları otobüsle, çok seyrek de olsa minibüsle giderdim. Okul, öğleden sonra saat 3 gibi okul biterdi. Okul dönüşü otobüse veya minibüse nadiren binerdim. Okuldan, Lârende Caddesi- Muhacir Pazarı civarındaki yurda kadar yürüdüm. Bir yandan yürür bir yandan da arkadaşlarla sohbet ederdik. Bu büyük bir eğlence idi. Merkez Komutanlığının arkasındaki sokakta, Ortodoks Kilisesinin hemen karşı sırasında bir bakkal vardı. Orada bütün ulusal gazeteler ve Konya’nın yerel gazeteler satılırdı. Bir süre oralarda duraksar gazetelere göz ucuyla bakardık. Bu da bir başka eğlenceydi bizim için. Bazen orada, bazen stadyum civarındaki bir bakkalın önünde gazetelere bakardık. Konya Devlet Hastanesinde stajyer olduğunu söyleyen gence, dolma kalemimi emaneten verdiğimin ilk haftası veya ikinci haftası içindeydi. Yine bir öğleden sonrası idi. Yanlış hatırlamıyorsam Yeni Konya Gazetesi idi. İri puntolarla şöyle yazıyordu: “Sahte Doktor Yakalandı!” Gazetenin haberinin ayrıntılarını okudum. Bu “doktor”, benim kendisine yardımcı olduğum “Devlet Hastanesinin stajyer doktoru”ydu! Şaşırdım. Kalemin gittiğine mi üzüleyim? Babamın bana söyleyeceklerine mi üzüleyim? Aptal durumuna düşmüştüm, ona mı üzüleydim?! Şu anda yapacak bir şey yoktu. Yurda doğru adımlarımızı sıklaştırdık.



5

Dolma kalemin peşini bırakmayacaktım. Akşam yurtta dinlenirken aklıma geldi. Konya Devlet Hastanesine gidecek ve başhekim ile konuyu görüşecektim. Belki bu yolla dolma kaleme tekrar kavuşabilirdim. Çocukça bir düşünce. Ancak o kalemin manevî değeri vardı. Babamdan bana kalmıştı. Bir de taa ilkokuldan beri hayatımın bir parçasıydı. Para ile değerinin ne kadar olduğunu bugün bile bilmiyorum. Manevî değeri vardı. Devlet hastanesinin başhekimi ile görüşme düşüncemi Erol’a açtım. O da olumlu karşıladı. Onun da benimle gelmesini rica ettim. Olanlara o ana kadar tanıktı. Sonrasına da tanıklık etmesini istedim. Kabul etti. Bir okul çıkışı yurda değil de doğrudan Konya Devlet Hastanesine gittik. Danışmadaki görevliye, başhekim ile sahte doktor konusunu görüşmek istediğimi söyledim. Sağ olsun, görevli zorluk çıkarmadı. Yardımcı oldu. Kısa süre sonra başhekimin odasındaydık. Hastane giysileri içindeki adamcağız, şaşkın bir halde bizi karşıladı. Odasında ayak üstü konuştuk. “Rahatsız ettik. Kusura bakmayın, doktor bey,” dedim ve devam ettim: “Belki size komik gelecek. O şahıs ile yolda karşılaştık. Bir kırtasiyeci arıyormuş. Bir form dolduracakmış. Acilmiş. O sebeple de bir dolma kalem edinmek istiyordu. Kendisine, manevî değeri büyük dolma kalemimi verdim, ödünç olarak. Kısa bir süre sonra hastaneye uğrayıp kalemi isteyecektim. Ancak basında çıkan haberi gördüm. Ve buraya geldim. Acaba eşyalarının arasında dolma kalemim var mı? Bana yardımcı olabilir misiniz?” Başhekim bey, büyük bir sabır ve olgunlukla beni dinledi. Ardından da şöyle dedi: “Kendisini polis gözaltına aldı. Mevcutlu olarak Ankara’ya götürdüler. Hacettepe Psikiyatri bölümünde müşahede altında tutuluyor. Bütün eşyalarını da oraya götürdüler. Yapabileceğim bir şey ne yazık ki yok.” Kendisine çok teşekkür ettim. Erol ile birlikte hastaneden ayrıldık. Bizim dolma kalem şimdi de Ankara’daydı. Ancak ben kalemin peşini bırakmak niyetinde değildim. Yurda döndük. Dolabımdan bir dosya kâğıdı ve bir de zarf çıkarttım. Oturdum; Hacettepe Üniversitesi Psikiyatri Bölümü Başkanlığına bir dilekçe yazdım. Önce durumu anlattım. Sonra da dolma kalemime tekrar kavuşmam için yardım istedim. Mektubu, postaneden taahütlü olarak gönderdim. Beklemeye başladım.



6

Bir süre sonra Hacettepe Üniversitesi Psikiyatri Bölümü Başkanlığından cevap geldi. Cevap yazmadan önce dilekçemi okuyunca güldüler mi, gülmediler mi, bilemiyorum. Cevapta özetle; adı geçen kişinin bir süre müşahede altında tutulduktan sonra serbest bırakıldığını yazıyordu. Eşyalarıyla birlikte kurumdan ayrıldığı belirtiliyordu. Ben, dolma kaleme tekrar kavuşmak için elimden geleni yapmıştım. Artık yapacak bir şey yoktu. O kişinin peşine düşmek, yerini tespit etmek o kadar kolay değildi. Çünkü bugün sahip olduğumuz birçok nimete sahip değildik o yıllarda. Cep telefonu yoktu. Bilgisayar yoktu. İnternet yoktu. Dijital hiçbir “oyuncak” yoktu henüz. Ben de dedektif değildim. Çaresiz duruma boyun eğdim. Ancak bir sorun vardı. Durumu babama nasıl anlatacaktım. Tepkisi ne olacaktı merak ediyordum. Bir kaleme sahip çıkamamıştım. Okulda son dönemimdi. Bir süre sonra okul bitecekti. Okul biter bitmez, askerlik hizmetimi hemen tamamlamak istiyordum. Norveç Büyükelçiliğine başvurmuştum. Bir üniversite ile bağlantı kurmama yardımcı olunmuştu.Çalışma alanım “mentally handicapped children” idi. Çalışma alanımla ilgili bir çalışma raporu hazırlamış ve Norveç’teki o eğitim kurumuna göndermiştim. Çalışmam kabul edilmişti. Sonunda da bir eğitim bursu kazanmıştım. Eğitim Bilimleri derslerimize gelen hocamız Güner (Arıkan) Bey, bu burs işine çok sevinmişti; gururlanmıştı. Şu anda adını hatırlayamıyorum, bir profesör bir referans mektubuna imza atmıştı benim için. Karamanlı Ertuğrul adlı bir arkadaş yardımcı olmuştu. Kendilerine minnettarım. Ancak bursu kullanmam pek mümkün olamayacak gibi gözüküyordu. Zira bu burs, tam burs değildi. Oldukça fazla miktarda masraf yapmak gerekiyordu. Ailemin bu masrafları karşılayacak gücü yoktu. Zira evin taksitlerini ödemeye ancak gücümüz yetiyordu. Artık okul bitmişti. Bir yandan bir an önce askere gitmek konusuna, diğer yandan da Norveç bursunu kullanma konusuna kafa yoruyordum. İstanbul’daydım. Dolma kalem meselesini unutmuştum bile. Babam ise, konunun üzerinde durmamıştı bile. “Sağlık olsun,” deyip geçiverdi.



7

Norveç’e gidememiştim. Asal’a dilekçe göndermiş, askere hemen gitmek için cevap bekliyordum. Haziran 1985’in 3. veya 4. haftasıydı. Bir gün Cağaloğlu’na işim düşmüştü. Şimdiki Cezeri Kasım Paşa Camii’nin hemen karşısında modern bir yapı var. O zamanlar o binanın girişinde hediyelik eşyalar, kitap, dergi vb. yayınlar satılıyordu. Üst katlarında ise, sergiler açılıyordu. Öyle hatırlıyorum. Dergilerin sergilendiği standın önünde duraksadım. Yayınlara göz atmak istedim. Kapağı açık bir dergi çekti. Nokta Dergisiydi. Açık sayfaya daha da yaklaştım. Yeşiller Partisi veya Radikal Parti diye ya kurulan ya da kurulması planlanan siyasî bir partinin haberini veriyordu. Haberi okudum. Son paragrafta da o partinin girişimcilerinin adları sıralanıyordu. Gözlerime inanamadım. Beni de kandıran o sahte doktorun adı o partinin girişimcileri arasında geçiyordu. Güldüm geçtim. Bir süre sonra, Asal’dan olumlu cevap gelecekti. Aralık 1985’te askere gidebilecektim. Aradan yıllar geçti. Ben konuyu tamamen unuttum. Başımdan geçen bu ilginç olayı birkaç kişiye anlattım. Hatta bir-iki sınıfta bile bu hatıramı öğrencilerimle paylaştım. İlgilerini çekti. Şu anda o şahısın adını hatırlamıyorum. O partiye ait o dergideki o haberi bulabilirsem, o şahısa da ulaşabilirim. Öyle düşünüyorum. Geçen yıl sonunda çok ciddî bir şekilde hastalandım. Üç kez ölümden döndüm. Henüz sağlığıma tam olarak kavuşamadım. İlerde ömrüm olursa, belki o dolma kalemimin peşine yine düşerim. Kim bilir?!

(08/ 09/ 2016, Ali İhsan Aksamaz)

 

aksamaz@gmail.com


 https://www.youtube.com/watch?v=MJt_CG5hcM8&t=198s


https://www.youtube.com/watch?v=VyBKWU3Qfhg



 

Hayvan Hakları Anket - Anket Cevapları (1)

 

 


hayvanlarinaynasinda  6 Şubat 2017Hayvan Hakları Anket

 

 

ALİ İHSAN AKSAMAZ

(1959 doğumlu, emekli İngilizce öğretmeni. Evli, bir kız çocuğu var. İtalyanca ve Lazca biliyor. Kafkasya dil ve kültürleriyle ilgileniyor. Laz kültürü üzerine çalışmaları var.)

Hayvanlarla aran nasıl? Çocukluk anıların neler onlara dair? Kedi veya köpek var mı evinde?

·         Hayvanlarla aram iyi. Onları severim iletişim kurmaya çalışırım. Çocukluğum Kocamustafapaşa’da geçti. Belgratkapı, Silivrikapı taraflarına yakın bir yerde. Ağaçkakan’da geçti çocukluğum. Yaşadığım yer bir kırsal kesim, köy görüntüsündeydi. İnsan ilişkileri de öyle. Komşular birbirleriyle akraba gibiydi. Herkes birbirinin yardımına koşardı. İnsanî ilişkiler üst düzeydeydi. Mahallenin köpekleri vardı. Gündüzleri kendi hallerindeydiler. Geceleri o civardan yabancıların geçmesine izin vermezlerdi. Kediler de öyle. Eski ahşap evlerde herkesin bir kedisi vardı. Ayrıca bahçede de kediler vardı. Sokakta da. Ancak onların arasında bir sınır vardı. Hiçbiri diğerinin sınırını aşmazdı. Biz insanlar, kedi ve köpeklerle uyum içinde yaşıyorduk. Ev kedileri de özgürdü. Çıkıp gezerler, sonra dönerlerdi. Şimdiki gibi kilit altında tutulmazlardı. Teyzemin, daha doğrusu annemin teyzesi Zişan Teyzem’in evde on kadar, bahçe ve sokakta da onlarca kedisi vardı. Onları beslerdi. Onların doğumundan ölümlerine kadar tanıklıklarım var. Kimileri, kedileri nankör olarak tanımlar. Ben öyle görmüyorum. Onlar özgür hayvanlar. İnsanlar, hayvanların özgür olmasını anlamadıkları için kedilere nankör demiş olmalılar. Besledikleri hayvanlara yiyecek verdikleri için, o hayvanın kendilerine tam itaatini istiyor olmalılar. Bu yanlış. Kedilerle yakın dostluklarım oldu. Benim de kedim oldu. Bahçede yanına gelir, kucağıma fırlar oturur. Mırıl mırıl şarkı söylerdi. Başını karnıma sürter, elimi yalardı. Sonra sırtıma tırmanır, omuzlarıma çıkarak suratımı yalardı. Kendisine gösterdiğim dostluğa böyle karşılık verdiğini düşünürdüm. Böyle birkaç kedim oldu. Bu yetmişli yıllardaydı. Yukarıda da dediğim gibi, bu kedileri sahiplenen vardı ama onların sahibi yoktu. Hiç köpeğim olmadı. Geçen yılın Mart’ında hastaneden çıktıktan sonra Eylül Sonuna kadar Silivri’de kaldım. Baldız ve bacanağın evinde misafir edildim. Oranın havası Fındıkzade’ye göre temiz olduğu için. Sessiz, sakin bir yerdi. İki arkadaşım vardı. Biri Sarp, diğeri Suzi. Sarp, saf kan bir kangal. Suzi ise, kurt-kangal melezi. Mayıs ile birlikte ben de ayağa kalkmaya başladım. Sabah ilk işim Sarp ve Suzi’nin mamalarını vermek ve sularını değiştirmek oluyordu. Gündüzleri evde kimse olmadığı için, akşama kadar Sarp ve Suzi ile arkadaşlık yaptım. Onlarla konuştum. Beni dinliyor ve hatta anlıyor gibiydiler. Eylül sonunda onlara veda ettim. Anladılar. Oradan ayrılırken Suzi’nin bana kızarak havladığını hatırlıyorum. Bir yirmi gün sonra Silivri’ye gittiğimde ne Suzi ne de Sarp bana yüz verdi. Ayrılırken de öyle. Kitap Fuarı zamanı tekrar Silivri’ye gittiğimde beni bu sefer sevinç ve coşkuyla karşıladıklarını söylemeliyim. Bu ayrılışların onları derin bir hüzüne sevk ettiğini biliyorum. Ben de üzülüyorum. Ancak elimden bir şey gelmiyor. Şu anda Bakırköy’de yaşıyorum. Kedim veya köpeğim yok. Ancak sokağımızda kediler için yapılmış, kartondan  ve naylonla kaplanmış kedi evleri var. Bunları mahalle sakinleri yapmış. Bu hayvanlara mama ve su veriliyor düzenli olarak. Sevimli hayvanlar. Ancak hiçbiriyle iletişim kuramadım. Yüz vermiyorlar.

Hayvan Hakları konusunda ne düşünüyorsun? Bunun gerekli olduğunu düşünüyorsan, hayvanların hakları neler olmalıdır?

·         Bütün canlılar gibi hayvanların da hakları var. Ancak bu haklar anayasa, yasalar ve yönetmeliklerle güvence altına alınmalı. Bu konuda Batı Ülkelerinde yürürlükte olan ve hayvanları koruma altına alan yasalar var mı, bilemiyorum. Ancak insanların oralarda bu konuda duyarlı olduğunu düşünüyorum. 1980’de bir süre Roma’da kaldım. Orada insanların hayvanlara yemeklerini zamanında vermeyen sahiplerini polise şikâyet ettiklerini duymuştum. Çok şaşırmıştım. Ancak yasalar ve yönetmelikler hayvan haklarını güvence altına almalı. Ben 24. Dönemde İstanbul 2. Bölgeden Bağımsız milletvekili adayıydım. Tanıtım broşürümde bu konuyu sahiplendim. Söyle demiştim: “Sokaktaki sahipsiz kedi ve köpeklerin de yaşam haklarını savunacağım.” Hayvanların yaşam haklarının güvence alınması ve onlara karşı kötü muamelenin de önlenmesi için çaba gösterilmeli. Yasal güvenceler olmalı. Ancak mesele yalnızca yasa ve yönetmeliklerele bitmiyor. İnsanların ikiyüzlülüğü ve umursamazlığı da ayrı bir konu. Kentlerde yaşayan insanlardan söz ediyorum. Kent, insanı tektipleştiriyor, duygusuzlaştırıyor. Bu duygusuzluk hem insanlara hem de hayvanlara karşı oluyor. Kırsal kesimde, köylerde insan ilişkilerinin ve insanların hayvanlara karşı davranışlarının daha dürüstçe olduğunu düşünüyorum. Ancak hayvanların çeşitli maksatlarla katledilmesi ve avlanması da üzerinde durulması gereken bir konu. İnsanlar kötü değil, ancak bazen çirkinleşiyorlar. Bu çirkinlikler bazen kendilerine, bazen de hayvanlara karşı oluyor. Hayvanlara eziyet eden insan haber ve kliplerini basında sıklıkla görüyoruz. Tabii ben burada hayvan derken kedi ve köpekleri kastediyorsam da, hayvan hakları bütün hayvanları kapsamalı. Bir zamanlar ayıcılık, ayı oynatılıcığı vardı. Artık kalktı. Yasaklandı. Doğru olan bu. Bu hayvanların neler çektiğini düşünmek bile istemiyorum. Bir keresinde Yenikapı sahiline yakın bir yerde üç-beş ayı görmüştüm kayalar üstünde. Zamnederim yaşlı oldukları için oynatıcıları tarafından ölüme terkedilmişlerdi. Bolu/ Göynük İlçesinde öğretmen olarak çalıştım. Bir akşaüstü eve giderken çöp bidonunun içine atılmış bir eşek gördüm. Şaşırdım. O hayvanın o çöp bidonuna nasıl sokulduğunu bugün gibi bilemiyorum. İnsanlara haber verdim. İlgilenmelerini istedim. Eşeği görememişler. Ne oldu bilmiyorum. Bu vb. durumlar için, hayvanların yaşam haklarını korumak için, kötü muameleye karşı onları korumak için düzenlemelere ihtiyaç var. Ancak insan faktörü, eğitim şart. Hayvanlara kötü muamele edenlere ciddi yaptırımlar uygulanmalı.

Eğer kendini hayvansever olarak görüyorsan, bazı hayvanların sevilip kollanıp, diğerlerinin etinden sütünden yararlanılmasını nasıl değerlendiriyorsun?

·         Bu tam bir ikiyüzlülük. Burada bir anımı anlatmak isterim. Büyük bir ihtimalle 1963 yılıydı. O zamanlar Etiler, şimdiki gibi değildi. Babamlar sendikadan arkadaşlarıyla yapı kooperatifi kurmuşlar. Evler inşa edilmiş. Kur’a sonucunda biz de bir eve yerleştik, Akatlar’da. Küçük bir bahçemiz vardı. Babam ekip biçerdi. Patates, domates, mısır, soğan, biber vs. Bir de kümes yapmıştı. Tavuklarımız vardı. Tanıdığım ilk hayvan bu tavuklar oldu. Bazen birkaç gün kaybolurlardı. İlk kayboluşlarında çok üzülmüştük. Sonra geldiler. Meğerse yakınlarda bir mandıra varmış. Oraya gidiyorlarmış. Bu gidişler, gelişler devam etti. Yumurtlayacakları zaman geliyorlardı. Yeni yumurtladıkları yumurtayı teyzemin bana içirişini bugün gibi hatırlıyorum. Sonra bir gün babam tavuklardan birini kesti. Annem de pişirdi. O tavuk sofraya geldi. Ben yemedim. O günden bugüne tavuk yemem. Daha önce tavuk yedim mi, bilmiyorum. Ben şu anda değişik duygular içindeyim.

Hangi düşünceye sahipsen (Sol, sağ, anarşist, ekolojist, İslamcı…) bu savunduğun düşüncenin hayvan haklarına yer verdiğini düşünüyor musun? Vermediğini düşünüyorsan, nedenlerine dair bir şeyler söyleyebilir misin?

·         Ben hiçbir siyasî düşünceden insanın hayvan haklarını savunduğunu düşünmüyorum. Hepsi çok güzel lâflar söylüyorlar. Ancak hayvan haklarına değer vermediklerini düşünüyorum. Çünkü çifte standartları var. Böyle düşünüyorum. Ben bazı hayvanseverlerin de hayvansever olduğunu düşünmüyorum. Sadece kendi hayvanlarını seviyorlar. Karşılaştığım bir olayı anlatmak isterim. 1998 yılıydı. Bakırköy’de bir kursta çalışıyordum. Kocamustafapaşa’dan trenle geliyordum. Trenden indim kitapçılar köprüsü tarafından çıktım. Sokağın karşısına geçerken, bir adamın bir köpeği ayağıyla boğduğunu gördüm. Baktım adamın elinde tasmalı da bir köpek var. Olayı sonradan anladım. Meğerse sokak köpeği, adamın köpeğine verdiği kemiği kapmış. Adam kemiği kendi köpeği yesin istiyor. Çünkü kendi köpeğini seviyor. Aynı adam başka bir köpeği ise, ayağıyla boğmaya çalışıp ağzındaki kemiği almak istiyor. Burada hem hayvan sevgisi hem de hayvan düşmanlığı var.

Hayvanlara dair seni çok etkilemiş bir anın var mı?

·         Yukarıda birkaç anımı anlattım bahsedilen konularla ilgili olarak. Kırsal kesimde, köyde hayvanlara insan gibi muamele yapıldığını, şefkat gösterildiğini biliyorum. İnsanların hayvanlarının ardından Lazca ağıtlar yaktıklarını biliyorum. On yıl kadar önce Gürcistan’a gitmiştim. Zugdidi’de karşılaştığım bir manzarayı anlatmak isterim. Kedi, hemen evin giriş kapısının ortasına oturmuş. Geçecek yer yok. Adam, eline bir öpücük kondurdu. Sonra da parmaklarıyla o öpücüğü kediciğin başına kondurdu. Sonra kediyi yavaşca kucağına aldı ve kapının yanına koydu. Kucaktaki kedinin mutluluğunu anlatamam. Kırsal kesimde hayvanlar mutlu. Haklarına riayet ediliyor. Ancak onların kesilip, yenmesi başka.

Vejetaryen/vegansan, buna ne zaman nasıl karar verdin? Kararında neler etkiledi seni? Kararını değiştirdiğin zamanlar oldu mu. Veya tekrar et yemeye başladıysan neler etkili oldu bunda?

·         Ben, ne yazık ki vejetaryen değilim. Koyun ve dana eti yiyorum. Bunu bir ikiyüzlülük olarak düşünüyorum. Hem hayvanları sev hem de onları ye. Ne diyeyim, bilemiyorum. Son zamanlarda vejetaryen olmayı düşündüğüm zamanlar olmadı değil. Abdullah adlı bir arkadaşımın feysbuk’taki faylaşımlarının etkili olduğunu söylemeliyim. Ancak tavuk, horoz, ördek, kaz yemiyorum.

Vejetaryen/veganlık tercihini nasıl görüyorsun. Vicdani bir seçim, etik… Peki bunu yeterli görüyor musun? Hayvan haklarının bir ideoloji, bir politika olduğuna dair neler düşünüyorsun?

·         Vejetaryanlara saygı duyuyorum. Ben olamadım. Onları anlıyorum. Askerdeyken, Tuzla Piyade Okulu’nda, Mahmut adlı bir arkadaşım vardı. Sürekli ağzı-burnu şişiyordu. Bir gün bana, “ben vejetaryenim, “dedi. Doğrusunu isterseniz, aklıma jartiyer geldi ilk olarak. Vejetaryen bana jartiyeri çağrıştırmıştı. İtiraf etmeliyim, o arkadaş söyleyene kadar vejetaryenin ne anlama geldiğini bilmiyordum. Arkadaşım vejetaryen olduğu için, yemeklerde etli olduğu için bu arkadaşın ağzı-burnu şişiyormuş. Tabii bireysel tavırlarla hayvanların haklarını savunmak ve onların kötü karşı işlenen suçları önlemek mümkün gözükmüyor. Kuşkusuz bu konu siyasî bir duruş gerektiriyor. Bu konunun çok yakın bir geçmişte gündeme gelebileceğini düşünmüyorum.

Değilsen, bunu düşündün veya denedin mi? Et yemekten rahatsız oluyor musun? Ya da nasıl açıklıyorsun?

·         Ben vejetaryen olmayı hiç düşünmedim ve denemedim de. Hem hayvanları sevip hem de onları yemeyi nasıl açıklayabilirim, bilemiyorum. Böyle yetiştik, böyle yetiştirildik. Vejetaryen olur muyum? Kimbilir?

Hayvan Hakları mücadelesi ilgini çekiyor mu, izliyor musun? Nasıl değerlendiriyorsun? Neleri doğru yanlış ya da eksik buluyorsun?

·         Hayvanların hakları mücadelesini anlamlı buluyorum. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler birbirlerini tamamlıyor. Her birinin yaşam hakkı var. Bu alanda gösterilen çabaları anlamlı buluyorum. Aslında başlangıç olarak ihtiyaç için değil de spor maksatlı, para kazanma maksatlı avlanmalar denetim altına alınmalı ve engellenmeli. Bu her hayvanı kapsamalı. Hava, kara, deniz, tatlı su hayvanlarını. Esas olarak avcılık alanında hayvanların korunmasına başlanırsa, insanlara çocuklardan başlamak üzere bir iklim oluşturulabileceğini düşünüyorum.  Tabii hayvanların kobay olarak kullanılması konusu da var. Fareler, tavşanlar, kurbağalar. Stalin’in de maymunlar üzerinde deneyler yaptırdığını duydum, okudum, izledim. Sokhumi kentinde Stalin iktidarı döneminde bir laboratuvar oluşturulduğunu biliyorum.  Sokhum’da da bu çalışmaları kulağımla duymuştum.

 

https://hayvanlarinaynasinda.wordpress.com/2017/02/06/anket-cevaplari-1/