25 Eylül 2020 Cuma

‘Yeni Kavuklu’

 

 


‘Yeni Kavuklu’

 

Bazı sanatçılar tarafından ‘Geleneksel Türk Tiyatrosu’ güldürü geleneğinin nişanesi olarak da kabul edilen ‘kavuk’, TV izleyicisi tarafından ‘Arka Sokaklar’ın sert komiseri Mesut Güneri olarak bilinen tiyatro sanatçısı Şevket Çoruh’a verildi. Böylece ‘Yeni Kavuklu’ Şevket Çoruh oldu.

Şevket Çoruh, Ardanuç- Anaçlı’dan ‘93 Harbi Muhaciri’ bir ailenin evlâdı olarak 1973’de İstanbul’da doğdu. Liseden mezun olduktan sonra ‘Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde tiyatro eğitimi alan Şevket Çoruh 1989’dan beri çeşitli tiyatro oyunlarında rol aldı. Rob Becker’in yazdığı ‘Caveman’/ ‘Mağara Adamı’ adlı tek kişik oyunu başarıyla sergiledi.

Şevket Çoruh, 2016’dan beri ‘Arka Sokaklar’ adlı TV dizisinde sert komiser Mesut’u canlandırıyor. İstanbul-Kadıköy’de ‘Baba Sahne’ adlı tiyatroyu kuran Şevket Çoruh’un birçok da ödülü var.

 

ŞEVKET ÇORUH, ‘MAĞARA ADAMI’NI BAŞARIYLA SERGİLEDİ

 

Geçtiğimiz günlerde Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi’nde düzenlenen bir törenle bir önceki ‘kavuklu’ Rasim Öztekin kavuğunu Şevket Çoruh’a devretti. Şevket Çoruh, konuşmasında ustalarına teşekkür etti:

 “Beni yetiştiren, emeği olan tüm hocalarıma, Türk Tiyatrosu için büyük emekler vermiş tüm ustalara çok teşekkür ediyorum. Hakkınızı helâl edin.”

Bilindiği kadarıyla ‘kavuk’, Kel Hasan Efendi tarafından İsmail Dümbüllü’ye devredildi. Ancak o kavuğun İsmail Dümbüllü tarafından Münir Özkul’a devredildiği kuşkulu. Bu konu tartışmalı.

Münir Özkul’un bir kavuğu Ferhan Şensoy’a, devrettiği biliniyor. Ferhan Şensoy da Münir Özkul’dan devraldığı o kavuğu Rasim Öztekin’e devretmişti. En son olarak da Rasim Öztekin Ferhan Şensoy’dan devraldığı Münir Özkul’un kavuğunu Şevket Çoruh’a devretti.

Tiyatro sanatçısı Genco Erkal, twitter hesabından bir açıklama yaparak ‘kavuk’ ile ilgili görüşlerini paylaştı. Bu paylaşımı, konuya yabancı olanların akıllarını karıştırdı:

“Pişmiş aşa su katmak istemem ama Dümbüllü, kavuğunu kimseye devretmedi.”

Araştırmacı yazar Tekin Deniz de twitter hesabından yaptığı açıklamalarla ‘ kavuk meselesi’ne yeni bir boyut getirdi:

“Münir Özkul’a İsmail Dümbüllü tarafından verilmiş bir kavuk yok. O dönemde Münir Özkul sahneden kopmuştu ve çeşitli sağlık sorunlarıyla uğraşıyordu. Haldun Taner ve Sadık Şendil, Özkul’u sahnelere döndürmeye çalıştılar. Bu da bir nevi moral gecesiydi. Kavuk Dümbüllü ailesinde.”

Bütün bu gelişmeler, bir ‘kavuk’ tartışması başlatmış oldu. Bu tartışmaların nereye evrileceğini zaman gösterecek. Ancak Şevket Çoruh’un altıncı değilse de ustalardan icâzetli dördüncü ‘kavuklu’  olduğu tartışmasız doğru.

 

 (25 IX 2020)

Ali İhsan Aksamaz

aksamaz@gmail.com

 

 

 https://sonhaber.ch/yeni-kavuklu/


http://circassiancenter.com/tr/yeni-kavuklu/


 

 

 

 

 

24 Eylül 2020 Perşembe

‘Asena Efsanesi’

 





 

‘Asena Efsanesi’

 

İYİ Parti’nin 2. Olağan Kurultayı, Ankara- Altınpark’ta koronavirüs tedbirleri sebebiyle açık havada ve seyircisiz olarak gerçekleştirildi. Kurultay salonu İYİ Parti’nin hayvana ve çevreye de verdiği önemi vurgulayan bir şekilde düzenlenmişti. Bir ikisi dışında televizyon kanalları İYİ Parti’nin bu kurultayına ilgi göstermedi.

İYİ Parti Genel Merkezi, kurultay öncesinde siyasî partilere birer nezaket mektubu gönderdi ve kendilerini koronavirüs tedbirleri sebebiyle 2. Olağan Kurultaylarına davet edemedikleri için özür diledi. Ancak HDP ve MHP nezaket mektubu gönderilen siyasî partiler arasında değildi.

Yapılan seçim sonucunda 1379 kurultay delegesinden 1289’unun oyları geçerli sayıldı. Geçerli sayılan bu oylarla da tek aday Meral Akşener yeniden İYİ Parti’nin Genel Başkanı seçildi.

Meral Akşener, İYİ Parti’nin 2. Olağan Kongresinde iki ayrı konuşma yaptı. Oldukça heyecanlı ancak kendisine güveninin tam olduğu görüldü. Herkesi kucaklamak istediğini gösteren anaç bir tavır sergiledi. Konuşmasını oldukça kısa ve anlaşılır cümlelerle yapması da dikkat çekiciydi.

Meral Akşener, ilk konuşmasında Türkiye’nin çeşitli iç ve dış sorunları ile partisinin görüşlerini dile getirdi. Diğer konuşması oldukça kısa sürdü ve kendisini oylarıyla yeniden genel başkan seçen kurultay delegelerine teşekkür etti.

Meral Akşener, ilk konuşmasına uzunca bir selâmlama ile başladı. Bu selâmlamasında Türk ve İslam tarihinin öne çıkmış şahsiyetlerinin adlarını andı. Oğuz Ata, Bilge Kağan, Atilla, Hayne Ana, Kürşad, Alparslan, Selâhaddin Eyyubî, Fatih Sultan Mehmet, Gazi Mustafa Kemal Atatürk adlarını andığı tarihî şahsiyetlerdi.

Meral Akşener, Balkanlar’dan Çin Seddi’ne, ‘gönül çoğrafyası’ndaki hemen hemen bütün kesimleri de selâmladı. Siperlerdeki Mehmetçikler de, pandemiyle gece gündüz fedakârca mücadele eden sağlık çalışanları da, EYT’liler de Meral Akşener’in selâmladığı toplum kesimler arasındaydı.

Meral Akşener, konuşmasında İYİ Parti’yi kimlerin kurduğuna ilişkin de ‘mesajlar’ verdi. İYİ Parti’yi mağdur vatandaşların kurduğuna ilişkin söylemlerde bulundu.  “İYİ Parti’yi iki yumruk arasına sıkıştırılan bu Vatanın has evlâdı Kürtler, Zazalar kurdu. İYİ Parti’yi, ‘Ali’ dedi diye, ‘Hızır’ dedi diye, Atatürk’ü sevdi diye din düşmanı ilân edilenler kurdu,” söylemi Meral Akşener’in konuşmasında en çok dikkati çeken noktalar arasındaydı.

Meral Akşener, AK Parti Hükümeti’nin dış politikası ile ekonomi politikalarını daha önceleri de çeşitli vesilelerle birçok defa dillendirdiği şekilde eleştirdi.

Meral Akşener, iktidara geldiklerinde ‘iyileştirilmiş ve güçlendirilmiş bir parlamenter sistem’e döneceklerinin sözünü verdi. Ancak ayrıntıya girmedi. Türkiye’yi nasıl ayağa kaldıracaklarını ise şöyle açıkladı: “Türkiye’yi ayağa kaldırmanın ilk adımı, bir Washington’a, bir Moskova’ya, bir Berlin’e, bir Londra’ya koşan şaşkınlıktan kurtulmaktır. Yani Tam Bağımsızlıktır. Türk dış politikası, millî çıkarlarımızın gerektirdiği bir karaktere bürünecek.”

Meral Akşener, iktidara geldiklerinde ‘İstanbul Sözleşmesi’nin yaşatılacağını da söyledi. Bu, konuşmasında dikkat çeken diğer önemli bir noktaydı.

Meral Akşener’in, partisinin de içinde olduğu ‘Millet İttifakı’na doğrudan vurgu yapmaktan özenle kaçındığı görüldü. Kürtler’e, Zazalara ve Alevîlere yönelik doğrudan ‘sıcak mesajlar’ı oldukça dikkat çekiciydi. Bu ‘sıcak mesajlar’ın HDP’ye oy vermiş seçmenlere yönelik olduğuna kuşku yok.

Ancak Meral Akşener’in bu ‘sıcak mesajlar’ının ‘Millet İttifakı’na SP, DEVA Partisi ve GELECEK Partisi’nin yanı sıra HDP’nin ve bazı ‘Sol Partiler’in de dâhil olmasına İYİ Parti’nin  ‘yeşil ışık’ yakacağı anlamına gelip gelmeyeceğini ilerleyen zaman gösterecek. ‘Millet İttifakı’nın ‘böylesi bir hâl’ alması durumda İYİ Parti içindeki ‘bazı eski ağır topların’ nasıl bir yol izleyeceklerini de kuşkusuz yine zaman gösterecek.

2. Kurultay’da (GİK) Genel İdare Kurulu da, (MDK) Merkez Disiplin kurulu da Meral Akşener’in ‘çizgisi’ne göre şekillendi. ‘Millet İttifakı’nın diğer paydaşı CHP’nin 37. Kurultayı’ndan Kemal Kılıçdaroğlu çizgisinin ezici bir şekilde galip çıktığı gibi, İYİ Parti’nin 2. Kurultayı’ndan da Meral Akşener’in çizgisi ezici bir şekilde galip çıkmış oldu.   


(Önerilen okumalar: Sabahattin Önkibar, ‘Asena/ Meral Akşener’in Dünü ve Bugünü’, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, 2017; Vedat Erbaş, ‘Türk Siyasetinde Meral Akşener’, Aygan Yayıncılık, İstanbul, 2018)


 (22 IX 2020)

Ali İhsan Aksamaz

aksamaz@gmail.com

 

http://www.kuzgunportal.com/2020/ali-ihsan-aksamaz-asena-efsanesi-59693/


http://circassiancenter.com/tr/asena-efsanesi/



18 Eylül 2020 Cuma

Gazi Mustafa Kemal Atatürk

 

 


 

 

Gazi Mustafa Kemal Atatürk

 

Geçtiğimiz günlerde gazeteci Serpil Yılmaz’ın ‘Taksim Toplantıları’nın internet üzerinden yapılan ancak herkese açık olmayan 189. oturumunda onur konuğu CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ile TBMM eski Başkan Vekili Uluç Gürkan arasında yaşanan ‘Gazi Mustafa Kemal’-‘Atatürk’ tartışmasını Sözcü Gazetesindeki köşesinde açığa vurmasının ardından Türk medyasında yine yeni sunî bir gündem maddesi yaratılmış oldu. Bu sunî gündem maddesi günlerdir Türk medyasında tartışılıyor.

CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun sunum konusu ‘Türk Siyasetinde  Örgütün Yeri ve Seçim Güvenliği’. Serpil Yılmaz’ın 90 dakika sürdüğünü söylediği bu sunumun yalnızca yaklaşık 45 dakikası ‘Taksim Toplantıları’nın ‘youtube’deki sayfasında ver alıyor. Sunumun tamamı da paylaşılacak mı bilemiyorum.

Canan Kaftancıoğlu, ‘youtube’deki bu sunumunda 31 Mart ve 23 Haziran 2019 Seçimlerinde, 39 ilçe, 961 mahalle ve 31.342 sandıkta başında olduğu İstanbul İl Başkanlığının CHP Genel Merkezinin yönetiminde nasıl hummalı bir çalışma yürüttüğünü anlatıyor. Seçimler öncesi yürüttükleri faaliyetler hakkında da bilgi veriyor. Çeşitli değerlendirmelerde bulunuyor. Sunumunda ‘ben’ vurgusu  karşımıza çıkıyor. Tedirgin olduğu da görülüyor.

Youtube’deki o paylaşımda Canan Kaftancıoğlu, Ekrem İmamoğlu’nun İYİ Parti ve CHP’nin, daha doğrusu ‘Millet İttifakı’nın ortak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olduğunu unutuyor. HDP’nin de İstanbuldan aday çıkartmayarak Ekrem İmamoğlu’nu desteklemiş olduğunu aklına getirmek istemiyor. Böylelikle de kendisine bir başarı öyküsü yazmaya çalışıyor. Ekrem İmamoğlu’nu da kendi gölgesinde bırakmaya çalışıyor. Lâfı ‘ben olmasaydım, sonuç böyle olmazdı’ demeye getiriyor.

Canan Kaftancıoğlu’nun sunumunun yayınlanmayan diğer 45 dakikalık bölümünde neler konuşulduğunu bilemiyorum. O sebeple de bu makalede Serpil Yılmaz’ın köşesinde açığa vurduğu Canan Kaftancıoğlu- Uluç Gürkan ‘tartışması’ ve sonrasındaki gelişmeler üzerinde çok kısaca duruyorum.

Canan Kaftancıoğlu, sunumunun üç yerinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün adını anıyor. Ancak Gazi Mustafa Kemal Atatürk demek yerine Gazi Mustafa Kemal demeyi tercih ediyor.

 Sunumun tamamını internet üzerinden canlı olarak izleyen gazeteci, siyasetçi ve TBMM eski Başkan Vekili Uluç Gürkan, Canan Kaftacıoğlu’nun ‘Gazi Mustafa Kemal söylemi’den rahatsız oluyor. Bunun üzerine kendisine bu konuda bir soru sorma ihtiyacı duyuyor:

“Atatürk adını kullanmamak tercihiniz mi?”

Canan Kaftancıoğlu, birçok açıdan şaşırtıcı bir cevap veriyor:

“Kişilerin isimlerinden söz ederken, belirli alışkanlıklarla bunların özel atıflarla katagorize edilmesine karşıyım. Yıllardır kullandığım gibi bu şekilde ifade etmek, kendimi ait hissettiğim bir ifade olduğu için tercih ediyorum.”

Serpil Yılmaz’ın Sözcü Gazetesindeki köşesinde bu diyalogu da açığa vurmasıyla yeni bir sunî gündem maddesi böylelikle Türk medyasında ortaya çıkmış oldu. Meselenin aslı bu.

‘Konu’ çeşitli TV programında tartışıldı. Açıklamalar yapıldı. Makaleler yazıldı.

 


Klavye Atatürkçüleri’

 

Canan Kaftancıoğlu, bu sözlerinden dolayı CHP’lilerden tepki görmekle kalmadı, Ak Partililerden de kendisini eleştirenler oldu. Bazı Aydınlar da yazdıkları makalelerle kendisini eleştirdiler.

Daha sonra Canan Kaftancıoğlu,  twitter hesabından kamuoyuna bir açıklama yaptı. ‘Konu’ya kendince açıklık getirmeye çalıştı. Kendisini eleştirenleri ‘klavye Atatürkçüsü’ olarak niteledi.

Aslında bu sunî gündem maddesi, CHP içinde üzeri örtülmeye çalışılan ayrışmaların daha erkenden su yüzüne çıkmasına sebep oldu.

CHP içindeki mevcut farklı grupların birbirlerine el ense çekmek için her fırsatı kolladığı artık açıkça görülüyor. Asıl düşündürücü olan bütün bu el ense çekmelerin Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün adı üzerinden yapılması.

Aslında CHP içindeki mevcut farklı grupların Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü tam olarak anladıkları kuşkulu. Ancak bu farklı grupların su yüzüne çıkmaya başlayan hâllerinin Muharrem İnce’nin ‘Memleket Hareketi’nin geleceğini de belirleyebileceğini hatırlatmakta fayda var. (17 IX 2020)

 

Ali İhsan Aksamaz

aksamaz@gmail.com

 

http://www.kuzgunportal.com/2020/ali-ihsan-aksamaz-gazi-mustafa-kemal-ataturk-59674/



http://circassiancenter.com/tr/gazi-mustafa-kemal-ataturk/




12 Eylül 2020 Cumartesi

Üç 6- 7 Eylül 1955 Hikâyesi

 


 

 

 

Üç 6- 7 Eylül 1955 Hikâyesi

 

 

 

 

 

 


I- “Kül Tablası”

 

Sıcak bir İstanbul akşamı. O akşam da ailecek bahçede oturuyorlardı. Bir yandan konuşuyorlar diğer yandan da gözleri bahçe kapısındaydı. Akşam yemeğinin üzerinden neredeyse üç saat geçmişti. On beşini henüz tamamlamış büyük oğul hâlâ  gelmemişti. Beyoğlu’ndaki o olayları komşularının radyosundan duymuşlardı. Endişe ediyorlardı. Bir tek o eksikti.

Bir zaman sonra bahçe kapısı açıldı. Delikanlı hışımla içeri girdi. Kapıyı çabukça, ama ses çıkartmadan kapattı. Tedirgindi. Birkaç basamaklı merdivenden çıktı ve bahçeye ulaştı. Elinde bir paket vardı. Gazete kâğıdına sarılmış bir şeyler getirmişti.

Baba, “Elindeki ne öyle?” diye sordu. “Hem niye bu kadar geç kaldın?”

Delikanlı, cevap veremedi.  Paketi açtı. Bir kristal kül tablasıydı. Elinde tutuyordu. Bir elinde o kül tablası, diğer elinde onu sardığı gazete kâğıdı. Bir süre öylece kaldı.

 “O, elindekini aldığın yere bırak! Eve öyle gireceksin. Eve almamakla kalmam, evlâtlıktan da reddederim, bilesin! Haydi, şimdi git ve onu aldığın yere bırak!”

            Delikanlı utandı. Kıpkırmızı kesildi birden. Babasından bu sözleri duyacağını hiç aklına getirmemişti anlaşılan. Şaşkın gözlerle babasına baktı önce, sonra da elindeki kristal kül tablasına. “Fakat!” diyebildi. Sözün tamamını getiremedi.  Boynunu büktü.

             “Fakat yok,” dedi, “Kaybol! Git ve o kül tablasını nereden çaldıysan, oraya bırak ve öyle gel!”

            “Ya yolda polisler beni yakalarsa?! Askerler de var!”

             “Anlaşıldı,” dedi adam. “Hem hırsızsın hem de korkak!”

Kırklı yaşlarının sonlarındaki bu adam, oğluna verdiği bu dersin işe yaradığını anladı.

Bahçenin arkasındaki kuytu köşeyi işaret etti: “Geç şuraya! Al eline şu taşı ve kır onu!” Hemen ekledi: “Tuz haline getireceksin!”

            Delikanlı bir yandan kristal tablayı kırmak, parçalamak ve toz haline getirmek için çaba harcıyor diğer yandan da yakalanmış olsaydı başına nelerin geleceğini düşünüyordu. Hatasını o an anlamıştı.

O sıcak İstanbul akşamında, elektrikçi İhsan Usta, oğlu Erdoğan’a işte böyle bir ders verdi. Yalnız o oğluna değil, diğer iki oğluna ve iki kızına da. Kayınvalidesi ve eşi bir köşede oturmuş onları izliyordu.

            Silivrikapılı Usta, bir yandan kadehinden rakısını yudumluyor diğer yandan da oğlunun kristal kül tablasını kırmak için can hıraş çabasını izliyordu. Delikanlının çaresiz ve şimdi masum bu halini görünce gülmek geldi içinden birden. Zor tuttu kendini.

Son yudumu içerken aklına, mesleği kendilerinden öğrendiği ustalarını hatırladı: Yannis Usta. Kirkor Usta. 

Samatya’dan, Yedikule’den, Kocamustafapaşa’dan çocukluk arkadaşlarını da hatırladı: Yorgi, Niko,Kostas, Pandeli, Toros, Karnik, Yeznik.. Onları getirdi gözünün önüne.

 “Şimdi neredeler? Ne yapıyorlar acaba?!” diye geçirdi içinden.

“Baba, kırdım!”

Oturduğu tabureden kalktı. Delikanlının, kül tablasını kırdığı o kuytu köşeye gitti. Baktı. Kül tablası, tuz haline gelmişti.

“Şimdi şu küreği al ve toprağa karıştır o tozu!”

Delikanlı, günâhının son izlerini de çok geçmeden yok etti.

 

 

           


II- “Endaksi”


Askerden geleli iki yıl kadar oluyordu. Genç adam, Pera Palas yakınındaki lokantada garson olarak çalışıyordu. Müşterileri genellikle o civardaki esnaftı. Bu esnaf arasında Rum, Ermeni, Yahudiler de vardı. Müşteri olarak onların, Müslüman müşterilerden hiç bir farkı yoktu. İçlerinde iyi olanlar da, kaba olanları da vardı. Genç adam, çevredeki tüm esnafı adlarıyla ve huylarıyla tek tek tanıyordu.

 

Öğlen sonrası bir zaman. Lokantada, birkaç müşteri vardı.

Bir uğultu duydular önce. Gürültü sesleri. Ne dendiğini tam olarak anlamadıkları sesler geliyordu kulaklarına. Lokantanın önüne çıktılar. Gayrimüslim kimi esnafın dükkânlarının kepenklerini kapatıp gittiğini gördüler. Sordular. Ancak cevap alamadılar.

Komiyi gördüler birden. Çocuk, onlara doğru koşuyordu. İki sokak ötedeki dükkândan kâğıt peçete almak için göndermişlerdi onu az önce.

“Geliyorlar, geliyorlar,” diye avazı çıktığı kadar bağırıyordu.

“Ne var? Ne oldu?” diye sordu genç adam, “Peçeteler nerede?”

“Dükkân kapalıydı. Hem kalabalıktan korktum!”

“Ne kalabalığı?”

İşte o anda ellerinde sopalar, bir grup kalabalığın İstiklâl Caddesi yönünden lokantanın bulunduğu sokağa girdiğini gördüler.

Sloganlar atıyorlardı. Ellerinde de Atatürk fotoğrafları ve bayraklar vardı. Bir yandan da kimi dükkânların, mağazaların ve büroların camlarını kırıyorlardı. Mal ve eşyaları sokağa atıp tahrip ediyorlardı. Kimilerinin kimi binaların kapılarından girdiklerini de gördüler. Evlerin pencerelerinden eşyaları atıyorlardı.

Kalabalık, kimi dükkânlara dokunmuyordu. Kimi dükkânları anında tahrip ediyorlardı. Dükkân- dükkân ilerliyorlardı. Ortada onları engelleyecek hiç kimse yoktu.

Grubun, Müslüman olmayan esnafı ve evlerini hedef aldığını anlamaları uzun sürmedi. Lokantanın patronu Müslüman idi.  Kimi garson ve komiler de o gruba katıldı. Komşularının dükkânlarını tahrip etmeye başladılar. Sarhoş gibiydiler. Gözleri dönmüştü.

Genç adamın gözü, lokantanın hemen karşı köşesindeki eczaneye takıldı. Eczacı Hristo’nun dükkânı idi orası. Büyük vitrinden, eczanenin içi görülüyordu. Eczacı Hristo, tezgâhın gerisindeki koltuğunda öylece oturuyordu. Gözünde de yakın gözlükleri. Gazete okuyordu.

Genç adam, millî bayramlarda lokantanın duvarlarına astıkları bayraklardan birini kaptığı gibi, Hristo’nun eczanesine doğru koştu. Kalabalık, attıkları sloganlarla an be an sokakta onlara doğru ilerliyordu. Hristo’nun eczanesine ulaşmalarına çok az kalmıştı.

Genç adam, elinde bayrak Hristo’nun eczanesine daldı.

Hristo, istifini bozmadı.

“Hristo Dayı,” dedi genç adam, “neden kepengi indirmedin?”

“Olsun be Kuzum! Kapatmadım işte!”

“Haydi, Hristo Dayı, Kalk! Koluma gir! Dışarı çıkıyoruz.”

Genç adam, yetmişini çoktan geçmiş bu yaşlı ve cılız adamı bir hamlede olduğu yerden kucakladı, koluna girdi ve dışarıya çıkardı. Ayakta durmakta zorluk çekiyordu yaşlı Hristo. Kaldırıma çöktü. Genç adam, elindeki bayrağı, eczanenin önüne astı.  Kepengi indirdi. Tam son kilidi takıyordu ki, bir el, koluna yapıştı.

“Burasının sahibi Müslüman mı ki?!”

“Bayrağı görmüyor musun?”

Genç adamın, kendinden emin sert tavrı ve astığı bayrak Eczacı Hristo’yu ve dükkânını kurtarmıştı o gün.

“Haydi! Gidelim, Hristo Dayı!”

Eczacı Hristo oturduğu yerden kalktı. Genç adamın koluna girdi.

“Sağ olasın, Faikimu!”

“Hatırlar mısın, Hristo Dayı, şimdi kaldığım şu bekâr odasını bana sen bulmuştun? Bilesin, kirayı geciktirmeden ödüyorum. Üzmüyorum ev sahibimi! Eleana Teyze de, senin gibi iyi bir insan.”

“Endaksi!,” diyebildi yaşlı Hristo. Ancak aklına Tatavla’daki evi geldi birden. Acaba oralarda neler olmuştu. Eve nasıl gideceklerdi?!

O gün, o genç adam, Hristo’yu Pera’dan Tatavla’ya kadar kazasız belâsız götürdü. Ailesine teslim etti. Yol boyunca gördüklerini ise hiç unutamayacaktı.

 

 


 

III- “Aya Konstantin Kilisesi”


Kevork, on ya da onbir yaşındaydı. Babası onu bir meslek öğrensin, kolunda altın bir bilezik olsun diye berber Yetvart’ın yanına çırak vermişti. Aslında ustası Yetvart uzaktan akrabalarıydı ama ustası akraba falan dinlemiyordu. Kevork orada yalnızca çırakdı.

Yetvart’ın berber dükkânı, Samatya’daki Surp Kevork Kiliseninin hemen karşı sokağındaydı. Bu çevre Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı bir mahalleydi. Ama Müslümanlardan da, Rumlardan da müşterileri vardı.

Bir akşamüstü komşularından polis memuru Hasan bir hışımla berber dükkânına girdi. Sivildi.

Yetvart Usta, eski koltuğu geriye çekti. Memur Hasan’ı buyur etti. Ardından da Kevork’a döndü:

“Koş, iki tane tavşan kanı kap da gel!”

Memur Hasan hiç beklemeden:

“Şimdi çay zamanı değil!”

Memur Hasan’ın her zamanki sevecenliğinden eser yoktu. Anlaşılmaz bir tedirginlik içindeydi. Yetvart Usta da, küçük Kevork da bir anlam veremediler.

Memur Hasan, tedirginlik içinde sağına soluna bakındı:

“Yetvart Usta, bilirsin seni severim. Şu kadar senelik hukukumuz var. Zarar görmeni istemem.”

Yetvart Usta adeta dona kalmıştı. Küçük Kevork, bir ustasına bir polis Hasan’a bakıyordu.

“Bir kusur mu ettik, komşum?!” diye sordu Yetvart Usta.

“Estağfurullah, ne demek! Mesele seninle benim aramda değil.”

Polis Hasan, Kevork’a döndü:

“Şimdi bize iki çay kap getir, delikanlı!”

Kevork hızla dükkândan çıktı. Köşedeki kahvehaneye koştu. Kilisenin önünde Ermeni cemaatinden birkaç kişinin fısıltıyla konuştukları gördü. Kulak kabarttıysa da bir şey anlayamadı.

Kevork, polis Hasan’ın ustasına kendisinin duymasını istemediği bir şey söyleyeceğinden emindi. Önce bir hatasını ustasına şikâyet edeceğini sandı. Sonra  “ne hata yapmış olabilirim ki?!” diye geçirdi içinden. Düşündü ama bir hatasını bulamadı.

 Elindeki askıda iki çayla berber dükkânına döndü. Ustası dükkânın kepenkleri kapatmıştı bile. Polis Hasan da ortalıkta yoktu. Oysa dükkânı kapatmak için daha erkendi. Birden dükkânın camına ustasının astığı bayrak ilişti. Bayram değildi.

Yetvart Usta, kepengin kilitlerini takarken:

“Önce elindeki askıyı geri götür! Sonra da Hemen eve git!”

Kevork, ustasının söylediğine bir anlam veremedi. Dediğini yaptı. Birden gözüne evlerden sarkan bayraklar ilişti. Kiliseye de koca bir bayrak asılmıştı. Az önce bu bayraklar yoktu.

Hava neredeyse kararmak üzereydi. Eve giderken sokakta Ermeni cemaatinden ikili, üçlü gruplar halinde yaşlı insanları gördü. Telâş içindeydiler. Fısıltıyla konuşuyorlardı. Hiçbir şey anlayamadı.

Her evin penceresinde bayraklar asılıydı. Marmara Caddesinin başındaki evlerine ulaştı. İçeri girerken ağabeyi Karnik ile karşılaştı:

“Gel,” dedi ağabeyi, “Kiliseye gidiyoruz!”

Ağabey Karnik önde, küçük Kevork arkada bir koşuda Kiliseye ulaştılar. Kilisenin önünde cemaatten on beş, yirmi kişilik gruba dâhil oldular. Kevork’un ne olup bittiğinden haberi yoktu.

Bir süre sonra kiliseden cemaatin önde gelenlerinden yaşlı bir adam çıktı:

“Bu bizim meselemiz değil! Rumların meselesi! Biz Rum değiliz, Ermeniyiz, Türküz!” Gelen olursa böyle diyeceğiz. Rumlar aşağıda! Gelirlerse, böyle diyeceğiz. Burada bekleyeceğiz.”

Kilisenin önündeki kalabalık başını sağladı. Kevork, yine de bir şey anlamamıştı. Beklemeye başladılar. Sokaklarda kendilerinden başka kimse yoktu. Her tarafı sessizlik kaplamıştı.

Zaman gece yarısını geçmişti. Bir motor homurtusu duydular. Kilisenin önündeki Ermeni topluluk gözünü homurtunun geldiği yöne döndü. Motor homurtusu Çınar Polis Karakolu tarafından geliyordu.

Kısa süre sokağın başında bir kamyon belirdi. Kamyon yaklaştıkça motor homurtusu arttı. Kamyon, Kilisenin önünde durunca kasasında hırpani kılıklı yirmiyi aşkın kişi indi. Kamyonun homurtusu kesildi. Ellerinde kazmalar ve levyelerle Kiliseye yöneldiler. Kilisenin önündeki kalabalığı görünce bir an için duraksadılar.

Kamyonla gelen kalabalığın duraksadığını gören Ermeni cemaatinin önde gelenlerinden o yaşlı adam:

“Biz Rum değiliz, Ermeniyiz, Türküz!”  Rumlar aşağı mahallede!

Yaşlı adamın bu sözleri üzerine kamyonun şoför mahallinden kravatlı, düzgün giyimli bir adam indi. Kimseden çıt çıkmıyordu.

Adam, çebinden bir kâğıt çıkardı. Bir kâğıda bir kilisenin tabelasına baktı:

“Burası Rum Kilisesi değil mi?”

Ermeni cemaatinin önde gelenlerinden o yaşlı adam:

“Hayır. Ermeni Kilisesi! Biz Türküz!”

Hırpani kılıklı kalabalık bir o düzgün giyimli adama bir kilisenin kapısına bakıyordu. O adamdan komut bekliyorlardı.

Adam düşündü. Biraz sonra da:

“Kamyona! Gidiyoruz!”

Hırpani kılıklı kalabalık bir anda kamyonun kasasına doluştu. Kamyon hızla hareket etti. Motorun homurtusu kulakları sağır ediyordu.

Kamyon, Samatya’daki Aya Konstantin Kilisesine doğru yola çıktı.

Ermeni cemaatinin önde gelenlerinden o yaşlı adam seslendi:

“Şimdi evlerinize!”

Küçük Kevork,hâlâ neler olup bittiğini yine anlamamıştı.

 

(12 IX 2020)

 

 

 

 

 

 

 

(Önerilen okuma: Ali İhsan Aksamaz, ‘İki Pogrom Hikâyesi  (6- 7 Eylül 1955), 06 IX 2015, yusufbulut.com)

 

  Ali İhsan Aksamaz

 

 

aksamaz@gmail.com

 

https://sonhaber.ch/uc-6-7-eylul-1955-hikayesi/


http://circassiancenter.com/tr/uc-6-7-eylul-1955-hikayesi/



‘Dil Sürçmesi’

 



‘Dil Sürçmesi’

 

Geçtiğimiz günlerin dikkati çeken konularından bir tanesi de Erol Mütercimler’in İmam-Hatip Liselerinden mezun olanlarla ilgili olarak söyledikleri oldu.

7 Eylül 2020’de Haber Global’da Saynur Tezel’in sunduğu ‘Kayıt Altında’ adlı programda akademisyen Erol Mütercimler, gazeteci İsmail Saymaz, yazar Müfit Yüksel ve akademisyen Müfit Kırbaşoğlu ‘Tarikatler cephesinde yeni tehlike ne?’ başlığı altında konuyu tartışıyorlardı.

Yazar Müfit Yüksel, konuşmasında İmam- Hatip Liselerinden mezun olanların neden göğüslerini gere gere ‘ben İmam- Hatip Lisesi mezunuyum’ diyemediklerine açıklık getirmeye çalışırken akademisyen Erol Mütercimler sözü alarak şunları söyledi:

“O İmam-Hatipten mezun olmuş olanlar karşımıza ne olarak çıkıyor? Cinsi sapık, sahtekâr, ahlâksız…”

Erol Mütercimler’in bu söyledikleri açık ve net.

Akademisyen Erol Mütercimler’in bu sözlerinden sonra program devam etti. Moderatör Saynur Tezel, Erol Mütercimler’i uyararak sözlerine açıklık getirmesini istemediği gibi, programın diğer katılımcıları da bu sözleri duymamış gibi davrandılar. Belki programa katılanlar içinde bile İmam-Hatip mezunu vardı.

Ettiği bu talihsiz sözlerin hemen akabinde Moderatör Saynur Tezel veya programa katılanlardan biri Erol Mütercimler’i uyarsaydı, muhtemelen kendisi konuyu düzeltecek ve iş bu noktaya da gelmeyecekti.

Erol Mütercimler’in sözleri büyük tepki gördü. Bu tepkiler üzerine Erol Mütercimler daha sonra Halk TV’de Gürkan Hacır’ın ‘Şimdiki Zaman Siyaset’ adlı programına katıldı. Konuya açıklık getirmeye çalıştı. Sözlerinin daha önce söylediklerinin bağlamından koparılmaya çalışıldığını iddia etti.  Erol Mütercimler şunları söyledi:

“O yayınlanmış bölümü dinleyip kalbi kırılan, üzülen bütün İmam-Hatip Lisesi mezunları ve öğrencim olan herkesten özür diliyorum.”

Erol Mütercimler, söylediklerine açıklık getirmeye çalıştıysa da, İmam-Hatiplilerden özür dilediyse de iş artık çığırından çıkmıştı. Sözlerinden çark ettiği söylendi.

Diyanet İşleri Başkanlığı, Erol Mütercimler hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu. (ÖNDER) İmam- Hatipliler Derneği Genel Başkanı Kamber Çal, 81 ilde Erol Mütercimler hakkında Cumhuriyet Savcılıklarına suç duyurusunda bulunacaklarını açıkladı.

Görev yaptığı Haliç Üniversitesi, Erol Mütercimler hakkında idarî soruşturma başlattığını duyurdu. (RTÜK) ‘Radyo ve Televizyon Üst Kurulu ve Millî Eğitim Bakanlığı da Erol Mütercimler hakkında soruşturma başlattı.

Bütün bu gelişmeler üzerine Erol Mütercimler, Haliç Üniversitesi’ndeki görevinden istifa etti.

Erol Mütercimler, Selim Kotil ile beraber sunduğu Meltem TV’deki ‘Akıl Oyunu’ adlı programda da Sakaryalıları hedef almıştı. Şöyle demişti:

Sakarya bölgesindeki rezalet nedir? Neden bütün bu tarikatlar burada yuvalanmış. Bunun bir özelliği var, neyse bilmem. Bak bu Sakarya Bölgesi orada oturanların kalbi kırılsa da canları cehenneme, kırılsın,  aynen öyle söylüyorum.”

Program arkadaşı Selim Kotil’in uyarılarına rağmen, Erol Mütercimler Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün arkasına saklanmaya çalışarak Sakaryalılara hakaretlerini sürdürmeye devam etti.

Erol Mütercimler’in bu söyledikleri de açık ve net.

Daha sonra Erol Mütercimler, Sakarya’dan yayın yapan TV 264’de Zafer Tokuş’un programına katılarak genelleme yapmadığını, sözlerinin yanlış anlaşıldığını söyleyerek Sakaryalıların kendisini yanlış anladıkları için de özür diledi. Erol Mütercimler hakkında bu sözlerinden dolayı da Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunuldu.

Söyledikleri açık ve net olarak ortadayken Erol Mütercimler’in sürekli olarak yanlış anlaşıldığını söylemesi ve yanlış anlaşıldığı için özür dilemesi yalnızca dünya basın tarihi açısından önemli bir örnek teşkil etmiyor.

Erol Mütercimler’in de Güner Ümit’in kaderini paylaşıp paylaşmayacağını ilerleyen zaman diliminde göreceğiz. (11 IX 2020)

Ali İhsan Aksamaz

aksamaz@gmail.com

 

 

 

 http://www.kuzgunportal.com/2020/ali-ihsan-aksamaz-dil-surcmesi-59647/


 

 

6 Eylül 2020 Pazar

Kutarba Hayri Ersoy’un üç romanı

 

 

 

Kutarba Hayri Ersoy’un üç romanı

 

Kutarba Hayri Ersoy’un üç romanının yeni baskıları ‘Belge Yayınları’ tarafından yapıldı: ‘Sürdüler Sürgün Oldum’, ‘Sürgün Sessiz Ölür’ ve ‘Çöl Sıcağında Bile Üşürsün Sürgünsen’. Bu makalemde Kutarba Hayri Ersoy’un bu üç romanını ve diğer telif ve tercüme çalışmalarını kısaca sizlere tanıtacağım.

‘Sürdüler Sürgün Oldum’, ‘Sürgün Sessiz Ölür’ ve ‘Çöl Sıcağında Bile Üşürsün Sürgünsen’ Kutarba Hayri Ersoy’un romanlar serisini ilk üç kitabı. Kutarba Hayri Ersoy; ‘Sürdüler Sürgün Oldum’, ‘Sürgün Sessiz Ölür’ ve ‘Çöl Sıcağında Bile Üşürsün Sürgünsen’ adlı romanlarıyla topraklarından sürülen insanların yollarda çektikleri acıları ve yerleşti(rildi)kleri Osmanlı Ülkesinde karşılaştıkları zorlukları güzel ve akıcı Türkçesiyle bizlere anlatıyor. Sürgünlerin sesi oluyor.

Kutarba Hayri Ersoy, bu romanlarını okuyanları da sürgünlerin çektikleri acılara tanıklık etmeye davet ediyor.

Kutarba Hayri Ersoy, yalnızca sürgünlerin hayatta kalmak için harcadıkları insanüstü çaba ve dayanışmayı bize anlatmakla kalmıyor, dönemin Osmanlı Ülkesindeki asker- sivil bürokratların ve diğer insanların sürgünlere yönelik tutum ve davranışları hakkında da önemli tanıklıkları bazen takdir duygularıyla bazen de eleştirel bir yaklaşımla aktarıyor.

 

KUTARBA HAYRİ ERSOY, ROMANLARINDA SÜRGÜN SIRASI VE SONRASINDA ÇEKİLEN ACILARI ANLATIYOR

 

19. yüzyılda Kafkasya topraklarının paylaşımı için oyun kurucu büyük devletlerin arasında uzun süren savaşlar yaşandı. Bu savaşların bedelini ise, bu devletler değil, kendi topraklarını savunan Kafkasya Halkları ödedi.  Bu savaşlarda soykırımlar yaşandı. Bu soykırımların ardından da toplu sürgünler geldi. Sürgün yollarında büyük trajediler yaşandı. Kafkasya Halklarının yaşadıkları bunlarla da bitmedi. Yeni yurt edindikleri Osmanlı İmparatorluğu topraklarında da bin bir zorlukla karşılaştılar.

Kafkasya Halklarının bütün bu yaşadıkları trajedilerden Rusya İmparatorluğu, Büyük Britanya İmparatorluğu, Fransa, İran ve Osmanlı İmparatorluğu sorumludur.

Kutarba Hayri Ersoy’un romanları, tılsımlı anlatımlarıyla bizi adeta o günlere götürüyor. İnsanların yaşadıkları trajedilere üzülüyor; kahroluyoruz.  Bazen hem hüzünleniyor, hem de insanlardaki hayatta kalma kararlılığını ve kolektif dayanışmayı görüp duygulanıyoruz.

Kutarba Hayri Ersoy’un romanları, Kafkasya Halklarının dil, tarih, kültürlerine ilişkin önemli bilgileri de aktarıyor. Bununla da kalmıyor; Osmanlı İmparatorluğu’nun o dönemine ilişkin önemli ipuçları veriyor.

Kafkasya ve halklarını tanımak isteyenler için Kutarba Hayri Ersoy’un bu romanları diğer eşsiz çalışmaları gibi mutlaka okunması gereken önemli birer başvuru kaynağı.


KUTARBA HAYRİ ERSOY, ÖNEMLİ ESERLERİ OKUYUCULARIYLA BULUŞTURDU

 

 

Düzce/ Akçakoca- Esmahanım köyünde 1959’da doğan ve İTÜ İnşaat Mühendisliği mezunu olan Kutarba Hayri Ersoy, 1990’da Ali Çurey, Erdoğan Yılmaz, Murat Özden, Sait Merjoy, Yalçın Karadaş ve diğer idealist ve özverili Çerkes aydınlarıyla beraber Nart Yayıncılığı kurdu.

Nart Yayıncılık,  ‘Soğuk Savaş’ın resmî ideoloji ve resmî tarih tezlerinin ezberlerini bozan birçok kaynak eseri Türk okuyucusuna ulaştırdı. Ülkemizin birçok aydınının Kafkasya konusunda bilgilenmesine ve aydınlanmasına katkıda bulundu.

Nart Yayıncılığın çıkardığı ‘Alaşara’/’Aydınlık’ adlı dergi de sayfalarında yalnızca Abhazlara değil, Kuzey Kafkasyalılara, Megrellere ve Lazlara ilişkin çalışmalara da yer verdi ve onlarla da dayanışma gösterdi.    

 

(Kutarba Hayri Ersoy’un önerilen diğer telif ve tercüme eserleri: ‘Çerkes Tarihi (Aysun Kamacı ile beraber), Tüm Zamanlar Yayıncılık, İstanbul, 1992; ‘Dili Edebiyatı ve Tarihi ile Çerkesler’ (Diğer Yazarlarla beraber), Nart Yayıncılık, İstanbul, 1993; ‘Abhazya’da Yaşam ve Kültür’ (Yalçın Karadaş ile beraber Yura Argun’dan tercüme), Nart Yayıncılık, İstanbul, 1990; ‘Son Ubıh’ (Bagrat Şınkuba’dan tercüme), Nart Yayıncılık, İstanbul, 1990); ‘Ortaçağda Abhazlar Lazlar’ (Gerg Amıcba’dan tercüme), Nart Yayıncılık, İstanbul, 1993)  

 

(5 IX 2020)

Ali İhsan Aksamaz

aksamaz@gmail.com

 

 https://sonhaber.ch/kutarba-hayri-ersoyun-uc-romani/


 http://circassiancenter.com/tr/kutarba-hayri-ersoyun-uc-romani/


3 Eylül 2020 Perşembe

Sosyal medyada üslûp

 

 


 

Sosyal medyada üslûp

 

Gazeteci Şirin Payzın’ın twitter hesabından yaptığı iki kısa cümlelik yorumu, topluma örnek oldukları düşünülen kişilerin konuşurken ve yazarken kullanacakları dil ve üslûplarına her zaman, her yerde ve her şart altında dikkat etmeleri gerektiği konusunu bir defa daha gündeme getirdi. Aynı şekilde MHP MYK Üyesi Selami Şişman’ın gazeteci Şirin Payzın’ın tweet’ine yazdığı yorumu da siyasetçilerin her zaman, her yerde ve her şart altında yalnızca dil ve üslûplarına dikkat etmelerinin bile tek başına yeterli olmayacağını, kendi ülke ve toplumlarının tarihi ile ülkelerinin demografik yapısını da çok iyi bir şekilde bilmeleri gerektiğini gözler önüne serdi.

Geçtiğimiz günlerde gazeteci Şirin Payzın ile MHP MYK Üyesi Selami Şişman arasında twitter üzerinden bir polemik yaşandı. Bu polemik, bir polemiğin nereden nereye evrilebileceğini ve nasıl da hiç beklenmedik tepkilere sebep olabileceğini göstermesi bakımından hem aydınlar hem gazeteciler hem de siyasetçiler için, aslında da herkes için önemli dersler içeriyor.

T24, 29 Ağustos’ta twitter hesabından MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin  ‘Malazgirt Zaferi’ ile  ‘Büyük Taarruz ve 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Savaşı Zaferi’yle ilgili yaptığı açıklamasından birkaç cümleyi aktardı: “Boyalı medyanın, köksüz bazı siyasetçilerin ‘Malazgirt’i kutladılar, 30 Ağustos’u yasakladılar iftiraları yalnızca ecdada hakaret değil vatana ve millete ihanettir.”

Gazeteci Şirin Payzın, bu sözleri üzerine alınmış olmalı ki, T24’ün bu haberini iki kısa cümleyle retweet etti: “Köksüz siyasetçi? Üslup gerçekten inanılmaz..”

Gazeteci Şirin Payzın’ın bu retweet ve iki kısa cümlelik yorumundan kendisine vazife çıkarmış olmalı ki, MHP MYK Üyesi Selami Şişman da kendisine bir yorumda bulundu: “Bülbül yuvasının, kapana kısılmış, suyun öbür yakasının köksüz, lağımcıları, Türk vatanında yaptıklarınız, yapacaklarınız İçin anlayacağınız dilden THE END, Türk’ün kökleri sizleri sardıkça kuduracaksınız, nefes alamayacaksınız,”

MHP MYK Üyesi Selami Şişman, bu yorumuna Şirin Payzın’ın babası Nizam Payzın’ın bir gazetede yer alan vefât ilânını da eklemiş. Vefât ilânı 1988’e ait. Bu eski vefât ilânıyla üstü kapalı olarak gazeteci Şirin Payzın’a ve birilerine bir mesaj vermek istemiş olmalı.

Ardında gazeteci Şirin Payzın, konuya ilişkin olarak twitter hesabından yeni bir paylaşımda bulundu: “MHP MYK üyesiymiş öyle yazıyor profilinde, bana attığı mesaj. Babamın vefat ilanını kullanmış.. Bir de beni tehdit ediyor.. Şimdi bunu dava etsem bu ahlaksıza pirim vermiş olacağım. Bu arada not: Korkmuyorum! İstediğin kadar tehdit et.” 

Gazeteci Şirin Payzın’ın bir sonraki tweeti şöyle: “Vefat etmiş babamın ölüm ilanını kullanarak beni tehdit eden, etmeye cesaret eden bu adam siyasi parti yönetiminde. Cesaret ediyor çünkü etmemesi için neden yok.. Hukuk yok, ahlak kalmadı. Rakip siyasetçilere soysuz de.. Milletvekili gazetecileri tehdit et..”

MHP MYK Üyesi Selami Şişman, Şirin Payzın’ın twitter hesabında yazdıkları karşısında sessizliğini hâlâ koruyor.

Gazeteci Şirin Payzın da, MHP MYK Üyesi Selami Şişman’ın yaptığı yorumun yalnızca kendisine yönelik olmadığını anlamış. Böylece de bir sonraki tweet’inde konuyu şahsîlikten çıkarmayı tercih etmiş: “Aklınca bana, aileme ve babama hakaret ediyor. Oysa Balkanlar’dan, Kırım’dan, Kazan’dan, Selanik’ten göç etmiş, bu ülkenin kuruluşu için savaşmış, canını vermiş herkesin ailesine, Mustafa Kemal’e, Balkan kökenli bütün vatandaşlara hakaret ediyor. Sırf yaranmak için..”

Basında ‘Şirin Payzın babasının vefât ilânıyla tehdit edildi’ başlığıyla birkaç da haber çıktı. Konu, birkaç TV programına da taşındı. Şirin Payzın’a gazeteci arkadaşları sahip çıktı. MHP MYK Üyesi Selami Şişman hâlâ sessizliğini korurken (bildiğim kadarıyla) kendisine şu ana kadar sahip çıkan hiç kimse olmadı.

Ancak iş bununla da kalmadı. (RUBASAM) ‘Rumeli Balkan Stratejik Araştırma Merkezi’ de yaptığı bir açıklamayla MHP’yi göreve çağırdı ve Selami Şişman hakkında gereğinin yapılmasını talep etti: “Suyun öbür yakasının köksüz lağımcıları sözleri, Cumhuriyetimizin kurucusu ve Türk Milletinin kurtarıcısı Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta, tüm Balkan kökenli insanlarımızı rencide eden son derece seviyesiz ve yakışıksızdır.”

 

 

Dilin kemiği yok

 

MHP Genel Merkezi’nin bu gelişmeler karşısında nasıl bir tutum takınacağını ve MYK Üyesi Selami Şişman hakkında herhangi bir işlem yapıp yapmayacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz.

 

(3 IX 2020)

Ali İhsan Aksamaz

aksamaz@gmail.com

 

 http://www.kuzgunportal.com/2020/ali-ihsan-aksamaz-sosyal-medyada-uslup-59595/



http://circassiancenter.com/tr/sosyal-medyada-uslup/