(Lejenxase) Çerkes Çalıştayı’ndan
Gözlemler- Notlar (ARŞİV)
(25- 26 Şubat 2012, Cumartesi- Pazar; Derbent,
Kocaeli Üniversitesi Uygulama Oteli)
Bir Çerkes Çalıştayı'nın toplanacağından
dostum Kuşba Erol Karayel'in
telefonuyla haberim oldu. Bu Çalıştayın, Kocaeli Üniversitesi
Derbent Uygulama Oteli'nde yapılacağını ve beni de bu Çalıştaya davet etmek
istediklerini söyledi. Bu konuda fikrimi sordu. Çok memnun olduğumu ve severek
katılacağımı ifade ettim.
Kuşba Erol Karayel ile 1994 Temmuz'unda
Abhazya'da tanışmıştım. Daha doğrusu Karadeniz’in tam ortasında, bir gece
yarısı, Trabzon’dan Soçi’ye giden Ritza adlı vapurun güvertesinde tanımıştım. O
tarihten bu yana dostluğumuz devam
ediyor. Kendisinin olduğu her işte benim de gözüm kapalı var olduğumu belirtme
ihtiyacı hissettim. Ayrıca kendisi; Laz aydınlarının
Türkiye'de verdikleri kimlik mücadelesini en yakından tanıklarından. İsim babası olduğum ve yayınlanmasına
karşılıksız katkı sunduğum “Kafkasya Yazıları”nın
da yazarlarındandı. Kendisi; kişiliği,
kimliği ve sağlam duruşuyla bende her
zaman tam bir güven uyandırmış namuslu insanlardan. İşte bu sebeple, Çerkes Çalıştayı'na katılmamı isteyen
talebini hemen olumlu cevapladım.
Bu Çalıştaya katılacaktım. Damarlarımda Çerkes kanı da vardı üstelik; “Yeni Kafkasya Gazetesi”nde, “Alaşara
Dergisi”nde makaleler yazmış; (Yeniden) “Yeni
Kafkasya Gazetesi”nin “yayın yönetmenliği”ni
yapmış; Kafkasya ve Kafkasyalılara ilişkin sayısız makaleyi İngilizceden Türkçeye
çevirmiş ve makaleler kaleme almıştım; elimden geldiğince bu davaya ve samimi dava adamlarına destek olmuştum. Yalnızca bu sebeplerden değil, ama Lazların,
Abhazların, Çerkeslerin, Gürcülerin ve
diğerlerinin ana dili ve kimliklerini geleceğe taşıma konusunda fikirlerim bulunduğu için, bu ülke
insanların emperyalist- kapitalist
sistemin oyununa gelmeden, birbirleriyle çatışmalarını değil, ilkeli birlik ve dayanışma içinde ile
emekdaşlık ve ortak vatan duygusunda
hareketle ilk günden bu yana sağa-sola yalpalamayan bir duruşum olduğu için de bu Çerkes Çalıştayı'na
katılmaya hakkım vardı. Kendisinden, bu Çalıştay
hakkında, yazılı bilgisine ve katılacak olanların
kimler olduğuna ilişkin bilgi talebim oldu. Bu Çalıştaya, televizyon ve basından ünlülerin de katılacağını belirtti.
En kısa zamanda bu konularda e-posta adresime bilgi göndereceğini söyledi.
Yasalar ve anayasada ana dili ve kimlik haklarımızın güvence altına
alınması, bunların içselleştirilmesi, bu
alanda pratikte atılması gereken somut adımlara ilişkin düşüncelerim vardı. Bu düşüncelerimi konuyla ilgili insanlara
aktarmak, onlardan bilmediklerimi öğrenmek
kuşkusuz oldukça faydalı olacaktı.
Konuşmalarımızın ilerleyen safhalarında, Çerkes Çalıştayı'daki
konumumla ilgili sorularıma karşılık; Kuşba Erol Karayel,
beni konuşmacı değil de katılımcı-
tartışmacı olarak davet ettiklerini belirtme
ihtiyacı hissetti. Bunun üzerine de; Çalıştayda oturumlar
olduğunu, her oturumdan sonra tartışmalar
yapılacağını, işte bu aşamada
katılımcı-tartışmacıların isterlerse devreye gireceklerini ve konuşulan konulara katkı sunabileceklerini söyledi. Bu
sürenin de beş dakika ile kısıtlı
olduğunu belitti. Demek konuşma, fikirlerimi ifade etme hakkım olmayacaktı?! Olsun! En azından yeri
geldikçe fikirlerimi belirtebilecektim.
Bu da bir şeydi! Belki bunun da ötesinde kültürel bir kazancım olacak; Çalıştaya katılacak olan kişileri
daha yakından tanıma ve kendilerinin
fikirlerini alma imkânım olabilecekti. Kendilerine
bu konulardaki fikirlerimi bir şekilde anlatabilecektim.
Daha sonraki zaman diliminde,
Kuşba Erol Karayel ile bir veya iki kez daha telefonla görüştük. En sonunda da programı, katılımcıları ve
İstanbul'dan kalkacak otobüsün bizleri
nerelerden alacağına ilişkin listeleri
e-posta adresime gönderdi. Gelen bilgiye göre; otobüs 25 Şubat günü, saat 09: 00'da (AKM) Atatürk Kültür
Merkezi'nin önünden kalkacak ve belirli
güzergâhlardan konuşmacıları ve katılımcı- tartışmacıları
alacaktı.
24 Şubat gecesi e-postama Çalıştay programı
ulaştı. Bu programdan faydalanarak oturumlar
ve konuşmacılarının sunum konularına göre,
bazı notlar aldım; hazırlık yaptım.
Artık 25-26 Şubat 2012 tarihlerinde Kocaeli
Üniversitesi Derbent Uygulama Oteli'nde
yapılacak Çerkes Kurultayı'na gitmeye hazırdım.
25 Şubat Cumartesi günü, Topkapı yönünden, Fındıkzade’den tuttuğum bir
taksiyle Taksim'e AKM önüne geldim. Saat henüz dokuza çeyrek
vardı. Taksiden indikten sonra aşina
yüzler aradım; boşuna! Önce sağ, sonra da sol tarafa yöneldim. Yine tanıdık bir yüze tesadüf edemedim. Durdum;
gelen giden insanlara, araçlara baktım. Hemen yanımdaki
yaşlı bir adamın çakır gözlerine bakarak Çerkes olduğunu ve onun da Çalıştaya katılacağını düşündüm. Derbent'e gidip
gitmediklerini sordum. Adam anlamsız
gözlerle suratıma baktı. Yanılmışım!
AKM'nin önü bir süre sonra
ana-baba gününe döndü; mahşerî bir kalabalık! Eğer Çerkesler, bu Çalıştaya böylesi bir kalabalıkla
İstanbul'dan gidebiliyorlarsa, bu büyük
bir başarıydı. Bir süre sonra, ikinci kez yanıldığımı
anladım. Çoğunluğunu yirmili yaşlardaki gençlerin oluşturduğu bu mahşerî kalabalığın Çerkes Çalıştayı
ile bir alakası yoktu! Meğerse bir
televizyon şirketinin bir yarışma programının çekimleri varmış. Bu mahşerî kalabalık onun için oradaymış. Televizyon
şirketi de bizim gibi buluşma noktası olarak
AKM'nin önünü seçmiş! Ben kendi kendime
mevzuyu abartmışım! Emperyalist-kapitalist sistemin dayatması, formatları hemen her ülkede aynı bu
yarışmalara katılmak için sabahın
köründe, süslü, makyajlı yollara düşen bu gençlerden kaçı Çerkes kökenliydi; kaçı dillerinin son nefeslerini
verdiğinin farkındaydı; Allah bilir!
Bir süre sonra yanıma bir genç yaklaştı. Adımı
söyledi; el sıkıştık. Gelen İshak Akbay'dı. Sohbete başladık. Bu arada bir bayan gazeteci geldi. İshak Akbay ile
tanışıyorlarmış. O bayan gazeteciyle de tanıştık.
Derken ÖDP eski Genel Başkanı Ufuk Uras, Kuşba Erol Karayel, Fuat Uğur ve gençlerden birkaç kişi daha geldi.
Hissettim; bir çift göz durmadan bana bakıyordu; dikkatimi çektim. Bir punduna getirip o tarafa baktım. Ben de o gözlerin
sahibini bir yerlerden tanıyordum.
Gülümsedim. Birbirimize yaklaştık. Bu aşina gözlerin sahibi, “Kafkasya Yazıları”ndan tanıştığımız, ancak neredeyse
on beş yıldır birbirimizi görmediğimiz Fuat
Dündar idi. Sohbet başladı. Eskileri
konuştuk.
Kuşba Erol Karayel, beni yayındakilere
tanıştırıyor ve bunu yaparken de benim
Lazca konusunda yetkin insanlardan birisi olduğumu söylüyordu. Abhazya'da tanıştığımızdan bu yana Lazcamı ne kadar
geliştirdiğime vurgu yapıyordu. Onun bu
söyledikleriyle suratımın, kulaklarımın kızardığını; utandığımı burada söylemeliyim. “Laz”, “Lazca”
konusunu duyanlar bana sorular sormaya
başladılar art arda: “Lazlar, Doğu Karadeniz'in yerlisi mi?”; “Lazca Rumca mı? Lazca Gürcüce’nin diyalekti mi?”
Bu soruların hâlâ ve hele hele böylesi
bir Çerkes Çalıştayı'na katılanlar tarafından sorulması bana oldukça ilginç geliyordu ama kısaca cevaplıyordum: “Lazca,
Doğu Karadeniz ve Güney Batı Kafkasya'nın
yerli dillerinden” ve “ Lazca; Rumca da,
Gürcüce de değildir. Lazca kendi başına bir dildir. Lazca'ya en yakın dil Gürcistan'da konuşulan
Megrelce'dir. Ayrıca; Lazca, Megrelce,
Svanca ve Gürcüce Güney Kafkasya Dil Ailesini oluşturur.” İnsanlardan bu söylediklerimle şaşırıyor ve her verdiğim
bilgiden sonra anlamlı bir şekilde başlarını
sallıyorlardı.
Derken Kuşba Erol Karayel'in sesi
duyuldu. Bizi götürecek olan otobüs az ilerde Hilton Oteli yönünde bekliyormuş. Otobüse gidebilirmişiz.
Sohbet ede ede otobüse gittik; yerleştik.
Sohbete devam ettik.
Nihayet otobüsümüz hareket etti.
Söylediklerine göre, otobüsün önüne “Çerkes Çalıştayı” pankartı asılmış. Ondan dolayı gelip geçenler otobüse
bakıyormuş! Yanına geçtiğim gazeteci
bayanla “Lazlar” ve “Lazca” üzerine sohbet etmeye
devam ediyoruz. Tedarikliydim. Çantamdan Lazca şarkıların yer aldığı dosya kâğıtlarını çıkardım. Şarkı sözlerini
kendisine gösterdim. Bazı harfler dikkatini
çekti. Bunlar; (p̆/ პ), (ʒ̆/
წ), (ʒ/
ც), (x/ ხ), (ç̆/
ჭ), (t̆/
ტ), (ž/
ძ), (k̆/ კ), (q/ ყ) gibi harflerdi.
Elimden geldiğinde bu harflerin ifade ettiği sesler
hakkında bilgi vermeye çalıştım. İsterse, kendisine şarkı da okuyabileceğimi söyledim. Memnun oldu. Kendisine 5- 6
şarkılık bir konser verdim. Bazı şarkı
sözlerinin anlamını sordu. Açıklamaya çalıştım.
Türkçede da var olan bazı kelimelerin Lazcada da var olduğunu ve kullanıldığını belirtme ihtiyacı
hissettim. Aslında bu kelimelerin Türkçe
olmadığını Farsça veya Arapça olduğunu söyledim. Ve belki de bu Arapça, Farsça
kelimeler Türkçeye girmeden çok önce Lazca'ya
girmişti!
Otobüs yolculuğunun beni sarstığını
söylemeliyim. Sebebini bilemiyorum. Bir
süre sonra, yerimi değiştirdim. Uyumaya çalıştım. Bazen otobüsten dışarısını izleyerek Türkiye'deki
değişimi anlamaya çalışarak bazen de
otobüsteki insanların konuşmalarını dinleyerek
yolculuğun olumsuz etkisini hissetmemeye
çalıştım.
Tamamını televizyondan tanıdığım bu ünlü, entelektüel insanların Türkiye'nin gündemine ilişkin “off-record” düşünceleri
nelerdi? Bunları öğrenmek
istiyordum. Bu yolculuk, bu anlamda öğretici oluyordu. Ufuk Uras, İstanbul'da birkaç “Çeçen Mülteci Kampı” bulunduğunu bilmediğini yanındakilere anlatıyor. Hem
de bu kamp kendi seçim bölgesindeymiş.
İstanbul'un ortasındaki bu mülteci kampından haberinin olmamasını birkaç defa dile getirdi. Konuşmasından, bu durumu kendi ayıbı olarak söylediğini anlıyorum.
İstanbul'daki “Çeçen Mülteci Kampı”nı
bilmemek bize bir şeyi gösteriyor: Ülkenin aydınları, politikacıları, gazetecileri; bu ülkenin halklarını,
onların dillerini, bu halkların
aydınlarının kimlik mücadelesine ilişkin hiçbir
şey bilmiyorlar. Bu kuşkusuz onların kabahati değil. “Türk” Burjuvazisi, resmî ideolojisi, resmî tarih tezleriyle
ve uygulamalarıyla öyle bir ülke yaratmış
ki, herkes birbirinden bihaber! Dayatılan
olay, olgu ve süreçleri yine dayatılan kavram ve kaynaklarla aktarıp duruyorlar. Havanda su dövüyorlar.
Otobüs yolculuğunda da, oturumlardaki sunumlarda
da, lobi sohbetlerinde de “Çerkes”
denilince bu insanlar neyi anladıklarını şöyle söylediler: “Güzel Çerkes Kızları”, “Çerkes Tavuğu”, “Kuşçubaşı
Eşref”, “Çerkes Ethem Olayı”.
Demek ki, Çerkes aydınları da kendilerini iyi anlatamamışlar.
Burada hemen, başta belirtmeliyim: Bu yolculuğa ve Çerkes Çalıştayı'na katılan, televizyondan tanıdığımız
hemen bütün yazar ve çizerlerin hakkını
teslim etmek gerekiyor. Bu iki günlük aktivite
boyunca Çerkesleri tanımaya ve ne istediklerini anlamaya çalıştılar. Toplantı sonunda ayrılırken bu durumu
ifade etmeye çalıştılar.
Derbent'e az bir yolumuz kalmıştı. Midem fenaydı. Biraz daha dişimi sıkmalıydım.
Otobüste konuşulan konulardan kulağıma gelen bir tanesi “Hakan Fidan Olayı” idi. Yazar- çizerler, gazetecilerin bu
olayı çözemedikleri anlaşılıyordu.
Birbirlerine bu konuyu soruyorlar, diğerlerinin bildiği bir şeyler olup olmadığını anlamaya çalışıyorlardı. Bazen
karşılarındakilere, bu konuya ilişkin kendi analizlerini
teyit ettirme çabasındaydılar. O sıralar
gündemde olan bu konuyu anlamaya çalışıyorlardı.
Otobüste konuşulan iki konudan biri, Taksim'de yapılacak olan “Hocalı Katliamı Protesto Mitingi”, diğeri ise “CHP
Kurultayı” idi. Bu iki konunun gazetelerin
gündemini, sayfalarını dolduracağına,
Çerkes Çalıştayı'nın bu sebeple basının ilgisini çekmeyeceğine ilişkin yorumlar yapılıyordu. Zaten
önemli olan dikkat çekmek değil, Çerkes
Kimliği mücadelesinin yol haritasına ilişkin görüşlerin ortaya çıkmasına katkı sağlamaktı.
Nihayet Derbent Uygulama Oteli'ne ulaştık. Hareketsizlik beni olumsuz etkilemişti. Çantamı aldım. Fuat Dündar ile birlikte
otobüsten indik. Otele yöneldik. Görevliler
binanın ön cephesine Çerkes Çalıştayı'na ilişkin
bir poster asıyorlar. Çerkes Hakları İnisiyatifi'nden Kenan Kaplan ve Murat Özden otelin kapısında bizleri
karşıladı; elimizi sıktı. Kenan
Kaplan, o günün akşamında, “Yeni Kafkasya Gazetesi”nden tanışıklığınımızı, lobide geç saatlere kadar
birlikte sohbet ettiğimiz Yalçın
Ersoy'a da söyleyecekti. Murat Özden'i yalnızca internet ortamındaki yazılarından tanıyordum.
Otelin resepsiyonunda uzunca bir kuyruk oluştu. Resepsiyonda beklerken birden kendimi 1994 Abhazya'sında, Şamsıtavaya Oteli
resepsiyonunda beklediğimiz
kuyruktaymışım gibi hissettim. Sanki yanımda da rahmetli Mehmet Yavuz Öztürk vardı. Elektronik
anahtarlarını alan odasına çıkıyordu. Tam
sıra bana gelmişti ki, Kuşba Erol Karayel, bizim bu otelde değil başka bir yerde, bir Çerkes Köyü'nde
kalacağımızı söyledi.
Lokantaya yöneldik. Karnımız oldukça acımıştı.
Arkadaşlarla uygun bir masaya oturduk.
Servis yapıldı. Birileri de fotoğraf çekmeye başladı. Birazdan, biraz gecikmeyle de olsa ilk oturum
başlayacaktı.
Yemekten sonra Çalıştayın yapıldığı salona yöneldik.
Salonun girişindeki masada katılımcılar için hazırlanmış yaka kartları, Çalıştay
programı, basın açıklaması,
üzerinde “Çerkes Çalıştayı (Lejen Xase 25-26 Şubat 2012/ Derbent” yazan not alma kâğıt ve kalemler yer
alıyordu. Yaka kartımı aldım; boynuma
astım. Bir Çalıştay programı, bir basın açıklaması
ve birkaç da not kâğıdı aldım.
Organizasyon düzgündü. İçeri girdik. Uygun bir yere yerleştik.
Bir yanımda Fuat Dündar, diğer yanımda Barış Altıntaş, Çalıştayın
ilk oturumunu izlemeye başladık.
Kameralar çalışıyor, durmadan fotoğraflar çekiliyor,
birileri durmadan kayıt yapıyor, not alıyor.
Bakalım bu Çalıştay, Çerkes kimliğinin tanımlanması
ve yaşatılması açısından nasıl bir katkı
sağlayacaktı?!
Çalıştay'ın sunuculuğunu İshak Akbay yaptı.
Beni en çok etkileyen Mustafa Saadet'in Adigece olarak yaptığı konuşmaydı. Mustafa Saadet'in konuşması,
konunun özüne işaret ediyordu.
Konuşmasının en çarpıcı ifadesi şuydu: “İyi dinleyin, bu dili gelecekte duyamayabilirsiniz”.
Eğer dil ölürse, kimlik ölürdü. Öyleyse dil
yaşatılmalıydı. Ama nasıl?!
Daha sonra kürsüye Kenan Kaplan geldi.
Kenan Kaplan, “azınlık tanımında, “ileri demokrasiler”in
ölçüt alınmasını gerektiğini” söyledi. Ana dillerinin ilköğretimden itibaren okullarda okutulmasını, sürekli
yayınlanacak Çerkes televizyonu ve
radyosunun faaliyete geçirilmesini istedi. Değiştirilen
soyad ve köy adlarının iade edilmesi gerektiğini dile getirdi. Okullarda Çerkes tarihinin de öğretilmesini
istedi.
Doğrusunu isterseniz, bu Çalıştaydan aklımda
kalan en önemli şeyler Mustafa Saadet'in
yaptığı Çerkesçe konuşmada değindiği konulardı. Konunun özü Çerkesçe'ydi, Çerkes kimliğiydi. Konuşmasını gözlerim
buğulu izledim.
Bu Çerkes Çalıştayı'nın üzerinde yoğunlaşması
gerektiği konular neler olmalıydı? Bu
Çerkes Çalıştayı'nın ana konusu; Çerkes dilinin ne olduğu, Çerkes kimliğinin ne olduğu ve bunların
yaşatılması için neler yapılması
gerektiği olmalıydı. Bu konular es geçildi, eksik kaldı. Bu
yönüyle Çalıştay başarısızdı. Belki de bazı katılımcılar
ve işleyecekleri konular böyle olmamalıydı.
AK Parti Kocaeli Milletvekili Azize Sibel Gönül,
o gün oradan tesadüfen geçiyormuş. Böyle
bir etkinliğin yapıldığının afişlerini görmüş.
Kendi inisiyatifiyle Çalıştaya katılmış. Çok kısa bir konuşma yaptı.
BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder de
söz alarak düşüncelerini dile getirdi: “Meselâ
devletten televizyon istemeyin. Kalkıp TRT Şeş gibi bir ucube kurar ve kendi içinde bir hukukunu bile
oluşturmazlar. Bunu da “verdik ya
nankörler” diye her vesileyle başınıza kakarlar. Bu kadar genciniz var. Bir internet bağlantısına bakar
bir televizyon yayını. Bu konuda deneyim
paylaşmak ihtiyacı hasıl olursa bütün Kürtler
yanınızdadır. Kendi televizyonunuzu kendiniz kurun. Birinci önerim bu. Çünkü Azrail'in can dağıttığı
görülmemiştir. Kendi dilinizi çocuklarınıza
unutturmamak sizin için her şeydir. Çünkü her şey
neredeyse onunla başlar, onunla devam eder. Bu
hakların kolektif olması ise en az bunun
kadar önemli ikinci husustur. Kendimiz için istediğimizi bütün halklar için istemeli, onların kazanımının herkesin
kazanımı, onların kaybının ise herkesin kaybı
olacağını unutmamalıyız.
Medeniliğinizi, dilinizi ise hiç, ama hiçbir
densize tartıştırmayın.”
Sırrı Süreyya Önder'in konuşmasını dinlerken her
nedense aklıma, TBMM Plan ve Bütçe
Komisyonu toplantılarından birinde geçen bir tartışmayı hatırladım. 2011'de, BDP'li Hasip Kaplan ile MHP'li
Münir Kutluata'nın Kürtleri ve Kürtçe'yi
Lazlar ve Lazca üzerinden hiç de hoş olmayan bir şekilde tartışmaları geliyor aklıma. Lazlar ve Lazca açısından oldukça
inciltici bir tartışmadı. Üstelik araya kaynayıp
gidivermişti. Sonra Gülten Kışanak'ın BDP Parlamento Grup odasında “Ana
dili Günü”nde farklı ana dillerinden
ifadeleri de kullandığı konuşmasını hatırladım.
Doğu Ergil'i 1992'den bu yana izlerim. Farklı ana
dilleri ve “etnik gruplar”a ilişkin
görüşlerini bilirim. Yurttaşlık kavramına vurgu yapar. Farklılıkları savunur. Yaşamaları yönünde fikir beyan eder. Bu
Çalıştayda da bu çerçeve fikirler beyan etti.
Aynı tavrını sürdürdü.
Kuşkusuz birçok şey söyledi, ancak aklımda en
fazla kalan ifadeleri şöyle: “Burayı
herkesin ortak vatanı haline getirmek gerek. Tarihimizin uyduruk olduğunu söylerken, yeni bir yanlış tarih yapmayalım.”
Zeynel Abidin Besleney; 1880'lerde İzmit, Adapazarı,
Düzce bölgesinde 80 bin kadar Çerkes ve
Abhaz ve yine bu bölgede 1910-1920 yıllarında ise, 100 bin civarında Abhaz ve Çerkes yaşadığına
dikkat çekti. Çözülmenin, asimilasyonun
esas olarak 1970'lerden itibaren yaşandığına vurgu yaptı. Bu bölgede Laz'ın Laz, Çerkes'in Çerkes olduğuna
dikkat çekti. Çerkeslerin esas olarak
köylü bir toplum olduklarını, nasıl kentli
olabileceklerini, kentte nasıl var olabileceklerini bilemedikleri için çözülme, asimilasyonu daha yoğun
olarak
yaşadıklarını söyledi. Zeynel Abidin Besleney; Devletin,
ana dilleri koruyacak tedbirler almadığı,
okullar açmadığı için ana dilin yoğun
olarak yaşamadığına dikkat çekti. Çerkeslerin dil asimilasyonunun 1970'lerden, hatta 1980'lerden sonra yaşanmaya
başladığına dikkat çekti. Dilsel
asimilasyonun esas olarak devletin politikalarından değil de, Çerkeslerin dillerini kent yaşamında nasıl
yaşayacaklarını bilememelerinden
kaynaklandığını da söyledi. Zeynel Abidin Besleney; Çerkeslerin, Anadolu'nun yerlisi olmadıklarını ve bu
durumun da
Anavatan duyusu açısından farklı algılara yol
açtığını savundu. Çerkeslerin
Türkiye'deki ilk örgütlenmelerinin 1950'lerden itibaren başladığına vurgu yaptı. İlk derneklerin, Sovyet
Devrimi'nden kaçıp gelenler tarafından kurulduğunu
iddia etti. Zeynel Abidin Besleney, bu
derneklerin esas olarak, Kafkasya'ya yönelik
politikalar çerçevesinde kurulduğunun
altını çizme ihtiyacı hissetti. Bu dernek kurucularının, yerel Çerkeslerle
pek hukuklarının bulunmadığına da dikkat
çekti. Bunların kültürel hak mücadelesine katılmadıklarını, bunun da onların ilgi alanına girmediğini belirtti.
Bunların çok net bir şekilde anti-komünist
olduklarını ve Amerikan müttefiği
olduklarını da söyledi. Zeynel Abidin Besleney, Türkiyeli Çerkeslerin örgütlenmeye başlamalarıyla bu yanlarının
kırıldığını, daha özgün fikirlerin ortaya
çıkmaya başladığını belirtti. Zeynel Abidin Besleney; bu dönemlerde üç aydın tipinin ortaya çıktığını,
bunlardan ilkinin sosyalist düşünceye
sahip; ikinci grubun Sovyetler Birliği çözülünce anavatanlarının kurtulacağına inandığını; üçüncü grubun ise, Sovyetler
Birliği içinde de olsa “anavatan”a dönmeyi
savunduğunu belirtti. Bu akımların siyasî
meşreplerine göre, Türkiye'deki siyasî gruplarla bağlantı kurduklarına da dikkat çekti. Zeynel Abidin Besleney, Sovyetler Birliği'nin çözülmesiyle birlikte Kuzey
Kafkasyalılarda, eskiden olduğunun
tersine, kendi öz kimliklerine bir yönelişin yaşandığını iddia etti. Kafkasya'daki eski özerk yapıların günümüzdeki yönelimlerinin Türkiye Çerkesleri,
Abhazları, Çeçenleri ve Osetlerini de
etkilediğini belirtti. Zeynel Abidin Besleney, Türkiye'deki Kuzey Kafkasyalıların siyasî yönelimlerinin farklı olmasına rağmen, beklentilerinin, ana dillerinin
yaşatılması, kimliklerinin yaşatılması
noktasında aynı düşüncede buluştuklarını savundu.
Kendi aralarındaki kutuplaşmaların esas olarak “anavatan” ve Rusya ile ilişkiler noktasında düğümlendiğini de iddia etti.
Setenay Nil Doğan; Mustafa Kemal'in 1920'de
Birinci Meclis konuşmasında, Meclisin
yalnız Türklerden değil, yalnız Çerkeslerden değil, yalnız Kürtlerden değil, yalnız Lazlardan değil fakat hepsinden
mürekkep anasır-ı İslâmiyeden oluştuğuna önemle
dikkat çektiğini
belirtti. Bununla da Müslüman unsurlara ve
onların haklarına vurgu yapmak istediğini
söyledi. Ne var ki 1920'lerin ikinci yarısında bu kardeşlik anlayışının terkedildiğine vurgu yaptı.
Ulusal sınırlar içinde beraber yaşama
isteğine sahip Müslüman unsurlar yaklaşımının bırakıldığını söyledi. Setenay Nil Doğan, bununla da Kürdün,
Çerkesin ve Lazın varlık ve haklarının
inkâr edildiğini ve “Kürtlük, Çerkeslik ve
Lazlık” gibi fikirler telkin edilmiş vatandaşlar” yaklaşım ve suçlamalarının yönetimde etkili olmaya başladığını
söyledi. Türk
milliyetçileri de Kemalist dönemin bu ikircikli
tavrını miras aldığına dikkat çekti.
Fuat Uğur konuya ilişkin şunları söyledi: “Türkiye'de
giderek dilini ve kültürel kimliğini
kaybetme sürecine girdiğini düşündüğümüz ve bu konuda endişe yaşadığımız Çerkeslerin önlerini görebilmeleri, bu konuda daha aktif bir politika geliştirebilmelerini sağlamaya
yönelik bu Çalıştay. Umuyorum ki hükümet
bu sesi duyacaktır. Çerkeslerin de en azından
ana dillerini öğrenebilmeleri konusunda devletten katkı alabilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Ben bu ülkeye
vergi veriyorum. Benim ana dilim Çerkesçedir.
Çerkesçe öğrenebilmem için devlet katkı sunmak
zorundadır.”
Ufuk Uras; yok sayılan Çerkeslerin kültürel
kimliksel haklarının ön plana
çıkarılmasının önemli olduğuna; herkesin, kendi kültürü, dili, kimliği ile yaşayacağı bir Türkiye gerçekleşmesi için talepler
bulunduğunu vurguladı. Anayasa çalışmalarında
Çerkeslerin taleplerinin de dikkate
alınacağını umut ettiğini söyledi.
25- 26 Şubat 2012 tarihlerinde
Çerkes Hakları İnisiyatifi tarafından Derbent’te gerçekleştirilen “Birinci
Çerkes Çalıştayı”na ben de davetli katılımcıydım. İki gün süren bu çalıştayı
her yönüyle baştan sona, mümkün olduğunca izledim; bilgi edinmeye çalıştım;
yeni dostluklar kazandım; eski dostları yıllar sonra tekrar görme imkânım oldu.
Dolu dolu iki gün geçirdim. Gözlemlerimi, duygularımı, düşüncelerimi, dostça
eleştirilerimi, önerilerimi notlarımı ve genel olarak da değerlendirmelerimi
kaleme alıyorum; ilgilenenlerle paylaşacağım. Şunu söylemeden geçemeyeceğim:
Türkiye’de yaşayan Çerkesler de, Gürcüler de, Abhazlar da, Lazlar da, diğerleri
de benzer bilinçli asimilasyona tabi tutuldular. Geçmişte aynı kaderi
paylaştılar. Bu sebepledir ki, bugün hepsinin dilleri, yani kimlikleri ciddî
tehlike altında; aynı kaderi paylaşıyorlar. O halde; bu halkların aydınlarının
somut projeleri hayata geçirme konusunda hem kendi içlerinde hem de
birbirleriyle kolektif dayanışma duygusuyla hareket etmeleri ve kardeşleşmeleri
gerekiyor. Öncelikle bu hiç göz ardı edilmemeli. Aynı asimilasyon çarkı dün de
bugün de işliyor ve bütün ana dillerimizi ve kimliklerimizi aynı şekilde
acımasızca öğütüyor. Kaderimiz de kurtuluşumuz da beraber. Aydınların, somut
gerçeklikten hareket ve doğru bir duruşla beraber davranmaları ve kimlik
mücadelesi vermeleri gerekiyor. Bugün, bu gerçeklik kendisini daha da açık bir
şekilde dayatıyor. Kazanım, birlikte hareket etmekten geçiyor.
“Birinci Çerkes Çalıştayı”nın,
yankı uyandırdığına kuşku yok. Dostları sevindirdik. Ana dillerimizin,
kimliklerimizin düşmanlarını ise kızdırdık. Henüz Çalıştay bitmiş, otobüsümüz Çalıştayın
yapıldığı Kocaeli Üniversitesi Derbent Uygulama Otelinin önünden ayrılmak
üzereydi ki, bir arkadaş internet bağlantılı tabletinden Çalıştaya ilişkin
yazılmış bir makale hakkında bilgi verdi. Makale kocaeligazetesi.com.tr’de çıkmış.
M. Tanzer Ünal, makalesinin her satırında linç mantığıyla hareket ediyor.
Makalesinin Başlığı: “Türkiye’de yeni bir ihanet grubu: Çerkez Hakları İnisiyatifi… Türk
Bayrağı? Yok… O da ne ki?”
M. Tanzer Ünal insanları “birilerine”
hedef de gösteriyor: ”Ortada görünen bir iki isim var… Sözcü… Üye… Kenan Kaplan, Murat Özden
gibi… Kimdir, nedir, ne iş yaparlar? İsimleri çok dikkatli okuyun! Doğu
Erbil, Osman Can, Şeref Oğuz, Ufuk Uras, Zeynel Abidin Besleney, Can Ataklı,
Yavuz Baydar, Emre Aköz, Ferhat Kentel, Gülden Aydın, Ramazan Coşkun, Setenay
Nil Doğan, Barış Altıntaş, Orhan Miroğlu, Mehmet Altan, Rojin, Abdurrrahman
Dilipak, Hasan Öztürk, Fuat Dündar, Ardan Zentürk, Sadık Bilge, Selahattin
Esmer, Melih Altınok, Süleyman Soylu, Ali Bayramoğlu, Üzeyir İlbak, Gülay
Göktürk, Sümeyra Tansel, Candaş Tolga, Fethi Güngör, Selçuk Bağlar, Argun
Karaçay, Oğuz Berk, Ali İhsan Aksamaz, Ali Bulaç.”
M. Tanzer Ünal, insanları hedef
göstermekle kalmıyor. Ana dilleri ve kimliklerinin yaşatılması konusunda çaba
gösteren Çerkes Hakları İnisiyatifi’ni marjinal bir grup olarak da göstermeye
çalışıyor. Çerkes Hakları İnisiyatifi ile diğer Çerkes kuruluşları ve Çerkesler
arasında var olduğunu düşündüğü çelişkileri aklınca derinleştirmeye
çalışıyor: “Dikkat
edin, “Çerkezler” demiyorum. Tanıdığım, tanımadığım tüm Çerkez kökenlileri, “ihanet”
ifadesinin dışında tutuyorum. Hele hele, çoğunu yakından tanıdığım Kocaeli’deki
Çerkez kardeşlerimin, devlete, millete ve ortak değerlerimize bağlılıklarından
zerre kadar şüphe etmiyorum. Onlar, “müstesna” insanlar…”
M. Tanzer Ünal; Çerkesçenin,
Lazcanın, Abhazcanın, Gürcücenin, kimliklerimizin bölünmeye ve ayrışmaya değil,
birlik ve beraberliğe hizmet edeceğini anlayamıyor. Ana dillerimiz ve ortak
anlaşma dilimiz Türkçe ile ortak vatan duygusunun farkında değil. Yurtseverlik
ve yurttaşlık gibi kavramların içinin artık palavralarla doldurulamayacağı bir
dünyada yaşadığımızı görmek istemiyor. Aklı “Soğuk Savaş dönemi”nde takılı
kaldığı için, ABD menşeli, insanları birbirlerine düşürecek linç
çizgisinin kalemşorluğune soyunuyor. Makalesi; Türkçe, tarih ve kompozisyon
yazımı açılarından da değerlendirilmeyi hak ediyor! Ancak bu konumuz dışı!
Öncelikle 1930’lu yıllardan itibaren gazete koleksiyonlarını okumalı;
bilgilenmeli. Ülkesini, insanları tanımalı ve insanlara yapılan eziyetleri
öğrenmeli.
M. Tanzer Ünal, insanlara hakaret
etme, onları küçümseme, hedef gösterme, linç ettirme hakkını nereden buluyor? “Türk”
burjuvazisi, Batılı burjuvazilere özenerek ve emperyalist-kapitalist sistemin
açık desteğiyle oluşturduğu alanda, resmî ideoloji ve resmî tarih tezleriyle
insanlarımızı emperyalist-kapitalist sistem çıkarına tek tipleştirmeye
çalışılmıştır. M. Tanzer Ünal’ın bütün bunlardan bihaber olduğu açıkça
anlaşılıyor. Eğer Türkiye’de demokrasi olsaydı, kimliklerimize ve ana dillerimize
karşı düşmanca duygular beslediği ve insanlar arasında bölücülük tohumları
ektiği ve bu ülkenin sorunlarına çözüm yolları arayan aydınları hedef
gösterdiği için M. Tanzer Ünal hakkında savcılık kendiliğinde soruşturma
açardı.
Geçtiğimiz günlerde Çerkes Hakları
İnisiyatifi’nden Murat Özden ve Kenan Kaplan Kocaeli Gazetesi yazarı M.
Tanzer Ünal hakkında, Türk Ceza Kanunu’nun 216. maddesinde düzenlenmiş olan “halkın
bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına
dayanarak alenen aşağıladığı” ve bir grubu kamuoyu önünde hain ilan ederek “nefret
suçu işlediği” gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu ve dava açtı.
M. Tanzer Ünal’in makalesine
ilişkin önemli bir gelişme daha yaşandı. (KAFFED) Kafkas Dernekleri Federasyonu
bir açıklama yaptı. Böylece de M. Tanzer Ünal’in aklınca Çerkesi Çerkese
boğdurma taktiği geri püskürtüldü; hevesi de kursağında kaldı.
Ben de, M. Tanzer Ünal’ın hedef
gösterdiği listede yer aldığım için kendisini, gazetecilik tutum ve
davranışlarıyla bağdaşmayan tutum ve davranışlar sergilediği için Basın
Konseyine şikâyet ediyorum. Gelişmelere göre, gerekirse ben de, Murat
Özden ve Kenan Kaplan’ın açtığı davaya müdahil olabilirim.
Yine geçtiğimiz
günlerde, Çerkes Hakları İnisiyatifi, “Birinci Çerkes Çalıştayı Sonuç
Bildirgesi”ni Hükümet Sözcüsü, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınç, CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce, AK Parti Grup Başkanvekili, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, AK Parti Genel Başkan Danışmanı Akif Gülle, MHP
Grup Başkanvekili Oktay Vural’a iletti. Bu ziyaretler sırasında da traji- komik
olaylar yaşandı.
CHP Grup Başkanvekili Muharrem
İnce, önce CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal ve eski Genel Sekreter Önder Sav’ın
Çerkes olduğunu hatırlatır. Söylediklerine kulak verelim şimdi: “Kendimizi Türk kimliği ile
ifade etmemiz lâzım. Ana dili eğitimi talebi, radyo ve TV talebi, farklı
kimliklerin tanınması talebi bölücülükle eşdeğer taleplerdir. Biz Türkiye'nin
kaynaklarının bu kadar etnik dilin öğretim, eğitimine harcanmasını gereksiz
görüyoruz. Türkiye'nin buna gücü yoktur. Biz kaynaklarımızı matematik,
İngilizce diğer yabancı dillerin öğretimi, eğitimi için harcayalım.”
Emperyalist-kapitalist sistem,
Türkiye’de kendi acenteliğini yapacak bir “Türk” Burjuvazisinin palazlanmasını
istiyordu. Bu sebeple CHP’ye yol verdi. CHP de resmî ideoloji ve resmî tarih
tezleriyle bu emperyalist-kapitalist sistemin istediği “Türk” Burjuvazisini
yarattı. CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce’nin söyledikleri, CHP’nin dün
de bugün de aynı olduğunu, hiç değişmediğini gösteriyor. Bu CHP ve Milli
Şefleri İsmet İnönü değil miydi ABD ile gizli ve açık anlaşmaları 1940’larda
imzalayan?! Muharrem İnce, ezberlerini bozmadıklarını ortaya koymuş. Muharrem
İnce, ezberini bozmak istememiş! Kendisini oraya oturtan iradeden bihaber
olan Muharrem İnce, ”Birinci Çerkes Çalıştayı Sonuç Bildirgesi”
dosyasına bir bakmış aralarından benim de bulunduğum katılımcıların tamamını
şıp diye cumhuriyet karşıtı ilan edivermiş!
MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural,
kendisine teslim edilen dosyada dile getirilen taleplere şöyle bir göz atmış ve
talepleri tehlikeli bulmuş. Oktay Vural, MHP’de pek çok Çerkes bulunduğunu
söyleme ihtiyacı hissetmiş. Bildirgede yer alan taleplerin Çerkeslerin talebi
olduğuna inanamamış. Şöyle demiş:”Çerkesler bunu duyarsa muhakkak size karşı çıkarlar. Çerkeslerin böyle
bir Çalıştaydan haberleri olduğunu da zannetmiyorum. Olsaydı mutlaka buna engel
olurlardı.”
M. Tanzer Ünal’daki hedef
gösterme, Çerkesi Çerkese kırdırma ve linç psikolojisinin Oktay Vural’da da
yüzeye çıkıyor. MHP’nin CHP, aslında CHP’nin MHP olduğunu görüyoruz. “Soğuk
Savaş İdeolojisi”nden beslenenlerin aynı ezbere sahip olduğu artık açıkça
anlaşılıyor.
Uluslararası
emperyalist-kapitalist sistemin beslemesi “Türk” Burjuvazisinin resmî ideoloji
ve resmî tarih tezleri ülkenin tüm kimliklerini öğüttü; öğütmeye devam ediyor.
Ancak kaderleri aynı olanlar, birlikte durdukları, doğru mücadele yöntemleriyle
hareket ettikleri sürece kimliklerini geleceğe taşıyabilecek. Bunun bilincinde
olmak zorundayız. (27 III 2012)
(Önerilen okumalar:
Ali İhsan Aksamaz, “Çerkes Çalıştayı ve Kimlik Mücadelesi”, 27 III 2012,
ozgurcerkes.com; Ali İhsan Aksamaz,”Çerkes, Gürcü ve Laz Aydınlarının İradî
Beraberliği”, 2 V 2012, yusufbulut.com/ circassiancenter.com.tr; Ali İhsan
Aksamaz, “(23 Ocak 2015- Arşiv) ÇDP’nin İstanbul Toplantısı”, 23 I 2015,
circassiancenter.com.tr; Ali İhsan Aksamaz, “7 Haziran 2015 Genel Seçimler
(Arşiv) Düzce Bağımsız Milletvekili Adayı Ayşe Pişkin’e Destek Toplantısı”, 24
II 2015, circassiancenter.com.tr; Ali İhsan Aksamaz, “7 Haziran 2015 Genel
Seçimleri (Arşiv) Bursa Bağımsız Milletvekili Adayı Aydın İlhan’a Destek
Toplantısı”, 13 IV 2015, aliihsanaksamaz.blogspot.com; Ali İhsan Aksamaz, , “Başkası
Değil, Kendin Ol, Böylesi Daha Güzelsin”, 16 IV 2015, ozgurcerkes.com; Ali
İhsan Aksamaz, “Murat Özden'in Ali İhsan Aksamaz ile Söyleşisi”/ “Ben Etnik
Partilere Karşıyım!”, 11 VII 2015, circassiancenter.com; [Murat Özden, “Çerkes
Siyasallaşmasının Öncüleri”, Apra Yayınları, İstanbul, 2018]; Ali İhsan
Aksamaz, “Yaşasın 23 Nisan!”, 27 IV 2017, ozgurcerkes.com; “Kafkasya; Abhazlar,
Gürcüler, Lazlar...”/ “Demokratik Gürcüler Platformu’ndan Nevzat Kaya’nın
Röportajı”, 27.05.2011, demokrathaber.org/ circassiancenter.com.tr)
https://www.circassiancenter.com/tr/lejenxase-cerkes-calistayindan-gozlemler-notlar/
https://sonhaber.ch/lejenxase-cerkes-calistayindan-gozlemler-notlar-arsiv/