Murat Özden'in Ali İhsan Aksamaz ile Söyleşisi
(Ön
açıklama: ÇDP kurucularından Murat Özden, 7 Haziran 2015 Seçimleri’nden sonra,
İstanbul 2. Bölgeden Bağımsız Milletvekili Adayı Ali İhsan Aksamaz ile bir
söyleşi yaptı. Aşağıdaki söyleşi ve ÇDP’nin diğer Bağımsız Milletvekili
Adaylarıyla yapılan söyleşilerle birlikte daha sonra Murat Özden tarafından
“Çerkes Siyasallaşmasının Öncüleri” adıyla kitaplaştırıldı. Kitap, Apra
Yayınları tarafından 2018’de yayımlandı.)
+
Murat Özden:
7 Haziran 2015 Seçimleri’nde temsil edilmeyen halklarla birlikte Çerkesler ve
Lazlar da bir seçim sınavına girdiler. Bu sınav çok ilginç deneyleri de içinde
barındırdı temsil edilmeyen halklar adına. Çoğulcu Demokrasi Partisi, tüm Türkiye'de
yaşayan temsil edilmeyen halkları temsil etmek üzere kuruldu ama, Çerkesler ve
Lazlar dışında diğer halklarla henüz yeterli ilişki kurulamadı. Çoğulcu
Demokrasi Partisi’nin İstanbul İkinci Bölge Bağımsız Milletvekili Adayı olarak 2015
seçimlerine Laz kimliğiyle katılan değerli araştırmacı yazar Ali İhsan
Aksamaz'dı. Diğer adaylarımıza sorduğumuz gibi Ali İhsan Bey’e de ilk sorumuz kendinizi
tanıtır mısınız olacak?
Ali İhsan
Aksamaz: Öncelikle bana böyle bir imkânı verdiğiniz ve sesimi insanlarımıza duyurmada
vesile olduğunuz için teşekkür ederim.
Ben 24 Ocak
1959 tarihinde İstanbul’da doğdum. Babası Rize-Ardeşenli, Şanguli/Doğanay Köyü’nden olan bir Laz baba ile kökeninde iki
damardan Çerkeslik de olan bir annenin ilk çocuğuyum. İstanbul Vefa Lisesi'nde okudum.
Daha sonra Konya Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Bölümü’nden
mezun okudum. İngilizce öğretmeni oldum… Bu süre zarfında çeşitli memleket
sorunlarıyla da ilgilendim. Politik olarak çok kemikleşmiş bir duruşum yoktu. Babam
Türkiye İşçi Partili idi. 1969 yılında da İstanbul'dan TİP’ten milletvekili
adayı seçilmişti. İşçi Partisi içinde yıllarca mücadele etti. Ardından da eski SDP’de. Sendikacılık yaptı. Annem Ev
hanımıdır.
Yazar- şair Nuray
Gök Hanım ile evliyim. Bir kız çocuğumuz var. İstanbul Teknik Üniversitesi’nden
mezun oldu… Mesleğim İngilizce öğretmenliği. Emekliyim ama, Fatih Halk Eğitim
Merkezi- Fatih Yaşam Merkezi’nde ders ücretli olarak yine de öğretmenlik
yapıyorum. Kafkasya Kültür kökenlilerle ilgili yazma çizme işlerini de
kendi çapımda yürütüyorum.
1990’larda bir
kitap yayınlandı, “Lazların Tarihi” adıyla. Bu kitap, bütün Laz aydınlarında olduğu
gibi, bende de bir bilinç patlamasına
yol açtı. Kitaptan faydalandığım yönler olduğu gibi, çelişkiye düştüğüm yönler de
oldu. O çelişkileri gidermek maksadıyla da 1992 yılından itibaren araştırmaya-incelemeye
başladım. Değişik bilgilere ulaştım. Bir Aydın olarak, bu bilgileri bir dosyada
topladım. Daha sonra, bu dosyanın sadece bende kalmamasını düşündüğümden, bu
bilgilerden istifade ile yazmaya-çizmeye başladım. Bu arada bir grup arkadaşla
birlikte “Ogni Dergisi”ni çıkarttık. Daha sonra “Kafkasya Yazıları” adlı bir
yayın organı çıkarttık Çiviyazıları yayınevinden, 1996’de. “Kafkasya Yazıları”
projesinin fikir babası da, derginin isim babası da benim… Bu arada çeşitli
yerlerde yazdığım çizdiğim makaleler bir kitap haline dönüştü: “Kafkasyadan
Karadeniz’e Lazların Tarihsel Yolculuğu.” Şu ana kadar; Çiviyazıları Yayınevi’nden, Sorun
Yayınlarından ve Belge Yayınlarından on kadar kitabım çıktı.
El
yordamıyla bir şeyler yapmaya çalıştım. O zaman Gürcistan'ı bilmiyorduk; Abkhazya'yı
bilmiyorduk, Sovyetler Birliği'ni ve Rusya Federasyonu’nu bilmiyorduk. Tarihlerini
bilmiyorduk. Uygulamalarını bilmiyorduk. Şimdi ise, bir nebze biliyoruz ve oralardan da bazı
kaynaklara ulaşabiliyoruz.
23-28 Temmuz
1994 tarihleri arasında Abkhazya’da idim. Sokhumi’de düzenlenen Dünya Abkhaz-
Abazin Kongresi’ni izledim. 2005 Ağustos’unda “Radyo Kolkha”nın davetlisi
olarak Gürcistan’a gittim. Tiflis’te benimle Lazca bir röportaj yapıldı. Daha
sonra bu röportaj Türkiye’de “Çveneburi Dergisi”nde de yayımlandı. Tiflis Parlamentosu Birinci Meclis Salonu’nda Lazca kısa bir
konuşma yaptım. Soruları cevapladım. Ardından da Sarp’ta yapılan Kolkhoba
Festivali’ne katıldım. Ertesi yıl da Batum’a gittim. 25-26 Şubat 2012 tarihlerinde “Çerkes Hakları İnisiyatifi”
tarafından Derbent’te düzenlenen “Çerkes Çalıştayı”na çağrılı olarak katıldım. Katkı sunmaya çalıştım. Geçen yıl da sevgili
dostum Kuşba Erol Karayel’in teklifiyle Çoğulcu Demokrasi Partisi’nin
kuruluşunda yer aldım. Beni Parti Meclisinde görevlendirdiler. Daha sonra da, hemen
bir sene sonra yapılacak olan seçimlere İstanbul ikinci bölgeden bağımsız
milletvekili adayı olarak katıldım. Bu seçimler sonucunda 6510 oy aldım. Arkadaşlarım
bunun bir başarı olduğunu söylüyorlar.
Kısaca hayat
hikâyem böyle… Biyografi bilgilerimi daha derli- toplu olarak ve seçim
broşürümle beraber size dijital ortamdan da ulaştıracağım.
Murat Özden:
Tabii biliyorsunuz, Türkiye'de etnik anlamda demokrasi mücadelesini ilk
başlatanlar Kürtler. Bunu kabul edip onların da hakkını teslim etmek lâzım. Ama
demokratik açılım süreciyle birlikte ilk defa Çerkesler de meydanlara çıktılar.
Çerkes Hakları İnisiyatifi'ni oluşturarak hak talebinde bulundular. Siz de
bu mücadelenin içinde oldunuz, Çerkes Hakları İnisiyatifi'nin düzenlediği
Çerkes Çalıştayı'na değerli katkılar sundunuz. Bu süreç tabii diğer halkların
da korkularını yendi. Hem Çerkeslerin korkularının yenilmesine, hem diğer halkların kokularının yenilmesine
de vesile oldu.
Bu süreci nasıl
değerlendirirsiniz?
Ali İhsan
Aksamaz: Bu sorunuza cevap verirken bir ezberin
de bozulması gerektiğini düşünüyorum; şöyle ki… Türkiye'de, etnik gruplara
ilişkin yumuşamanın Kürtler sayesinde gerçekleştiği şeklinde bir ezber var. Ben
bu ezberi doğru bulmuyorum. Sebebim de var kuşkusuz… Biliyorsunuz Sovyetler
Birliği döneminde dünyada oluşmuş dengeler vardı. Sovyetler Birliği çöktüğünde
de dünyada yeni dengeler oluşmaya başladı. Öncesi dengelerle, Sovyetler Birliği
çöktükten sonraki dengeleri göz önünde bulundurmak lâzım. Türkiye’deki etnik gruplara ilişkin demokratik
gelişimleri bu bağlamda değerlendirmek lâzım. Ben böyle değerlendirmenin doğru
olduğuna inanıyorum. Birinci Dünya
Savaşı sonrası Büyük Britanya- Sovyet Rusya dengeleri, nasıl Türkiye’ye her
alanda yön verdiyse, Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle yeni ortaya çıkan dengeler
de Türkiye’ye her alanda yön vermektedir. “Kürt” meselesini de, Türkiye’de
etnik gruplara ilişkin yumuşamayı da bütün bu uluslar arası dengeler ve
Türkiye’ye etkileri açısından değerlendirmek lâzım. Gerek Türkiye dışında
gerekse de Türkiye’deki “Kürt Hareketi”nin başlangıçtan şu ana kadar geçirdiği çeşitli
değişimleri bu çerçevede değerlendirmek gerekir ki uluslar arası gelişmeler bu söylemimi
desteklemektedir. Biliyorsunuz; Türkiye Cumhuriyeti coğrafya itibarıyla, Osmanlı İmparatorluğu’nun çok küçük bir bölümünde
vücut buldu. Uluslar arası dengeler gereği “ulusallaşma”sı gerekiyordu. Bu
çerçevede de “Türk Aydınlanma”sının yaşanması gerekiyordu ki bir ulus-devlet
olsun. Gel gör ki, o dönemde artık ulus-
devletlerin oluşturulması zamanı geçmişti. Ulus-devlet olma şansı yoktu Türkiye
Cumhuriyeti'nin. Fakat ulus- devletlere öykünerek ulus- devlet olma yönünde bir
sürü atılım ve bununla birlikte de bir sürü yanlışlık yapıldı. Bunun da en
bariz olumsuz uygulaması etnik gruplara yönelik yaşandı. Çerkesler'e yönelik
yapılan uygulamaları biliyoruz. Lazlara yönelik de buna benzer uygulamalar vardı,
Kürtlere yönelik de.
Cumhuriyeti
oluşturan kurucu irade önce “İslâm Milleti” kavramını öne çıkardı. “İslâm
Milleti”nin hak ve hukukunun sahiplenileceği bizzat Gazi Mustafa Kemal Paşa
tarafından da 1 Mayıs 1920 günü Meclis’te ifade edildi. Mustafa Kemal Paşa’nın
söylemi şu anlama geliyordu: Kürtlerin de, Çerkeslerin de, Lazların da, diğer
Müslümanların da kültürel ve anadili hakları savunulacak. Ancak Lozan
Antlaşması sonunda Batum, “Kuzey Irak” ve “Batı Trakya” ve bazı adalar Türkiye
sınırları dışında kalınca, Gazi Mustafa Kemal Paşa; bu söyleminden ve “İslâm
Milleti” ülküsünden vazgeçti. Bunlara girmiyorum… Bütün bunlar, Büyük Britanya-
Sovyet Rusya ilişki ve dengelerinin Ankara’ya bir anlamda dayattığı uygulamalardı.
“Karamanlı” Ortodoks Hıristiyanların Türkiye’den Yunanistan’a mübadelesi de bu
dönemde gerçekleşti. Oysa; “Karamanlılar”, bana göre Türk’tü ve biliyoruz ki,
anadilleri de Türkçe idi. Önce “İslâm Milleti” ülküsü savunuldu, Hıristiyan Türkler
mübadele edildi. Sonra da anadilleri Türkçe olmayan Çerkesler, Lazlar,
Abkhazlar, Gürcüler ve Kürtler “Türkleştirilme”ye çalışıldı. Aynı uygulamalara
Pontuslu Ortodoks Hıristiyanlar da maruz kaldı. Aynı anadilini konuşanlardan
Pontuslulardan Hıristiyan olanlar mübadele edildi, Müslüman olanlar oldukları
yerde kaldı. Bu konuda Yusuf Bulut dostumuzun “Livera Geyikleri” adlı eseri
önemli bir eser. Ayrıca; şu anda yazarını hatırlayamıyorum, bağışlasın,
“İletişim Yayınları”ndan çıkan “Ne Mutlu Türküm Diyebilene” adlı çalışma da
önemli bilgi ve belgeleri içermektedir bu döneme ilişkin. Ahmet
Yıldız’ın “Ne Mutlu Türküm Diyebilene” adlı kitabı… Bütün
bunları bilmek lâzım… Başta hata yapılmış, Anadolu’nun binlerce yılda oluşmuş
sosyolojik yapısı bozulmuştur… Söyledim; Ortodoks Hıristiyan Türkleri önce sür,
sonra da anadilleri Türkçe olmayan insanları “Türkleştirme”ye çalış. Bu çabalar
baştan yanlıştı. Bütün bu uygulamaların suçu, tamamıyla kurucu Cumhuriyet
kadrolarına da yüklenemez. Büyük Britanya-Sovyet Rusya dengeleri de Ankara’ya
bunu dayatmıştı. Bunları bilmek lâzım. Beğenelim veya beğenmeyelim, fotoğraf
bu. Yalnızca anadillerine ilişkin yanlış politikalar izlenmedi, Devletin din
politikaları da yanlıştı. Bu alanda da inişler- çıkışlar yaşandı. Sorunuz dışı
olduğu için buna girmiyorum.
Ben şu
toptan değerlendirmeyi çok yanlış buluyorum: “Emperyalizm Türkiye
Cumhuriyeti'nin kuruluşunu engellemek için, efendim, bu etnik grupları
destekledi; bunları motive etti,” gibi söylemler de tamamıyla bilgi, vicdan ve
akıl dışıdır. Bu uygulamaların İttihat ve Terakki ile başladığını, onların da
Almanya’ya öykündüklerini akılda tutmak lâzım. Şöyle ki, zaten Türkiye’nin
sınırları o dönemin emperyalistlerinin onayıyla belirlenmişti. Yani Lozan,
Türkiye Cumhuriyeti için bir zafer değil, bir kaybın belgesiydi. Dolayısıyla da
uluslararası alanda bunlar vuku bulurken; ulusal alanda ise, etnik grupların
ezilmesi söz konusu oldu. Bu çeşitli şekillerde tezahür etti. Kürtlere,
Dersimlilere farklı farklı şekillerde, Müslümanlara karşı farklı farklı
şekillerde, komünistlere farklı farklı şekillerde tezahür etti. Mustafa
Suphi ve arkadaşlarına ve onun Türkiye içerisindeki örgütlenmiş kadrolarına
karşı da zulümler yapıldı. Dolayısıyla
bu etnisite meselesine, bu geniş perspektif içerisinde yaklaşmak gerekiyor.
Sonra, bu
sadece bir etnisite meselesi de değildir. Bir etnisiteye sahip olan bir insan,
aynı zamanda ya işçidir, ya memurdur, ya köylüdür. Müslümandır veya başka
dinlerdendir. Onların da haklarını ve hukuklarını bu anlamda savunmak gerekir.
“Kürt Hareketi”nden
örnek verdiniz. Bu işin yolunun “Kürtler”le açıldığını imâ ettiniz. Ben de
bunları belirtmek durumunda kaldım. Verdiğiniz o örneği doğru bulmadım.
Burada bir şey
daha eklemek istiyorum. Biliyorsunuz, İkinci Dünya Savaşı bitti ve 1945'de San
Fransisco Konferansı yapıldı. Orada da açıklandı ve ABD, Türkiye gibi ülkelere dedi
ki, “Demokratikleşin, demokratikleşmezseniz, bütün diktatörleri yıkacağız, cezalandıracağız.”
Ellerinde kozları vardı. Bu çerçevede İsmet İnönü alelacele çok partili sisteme
yöneldi. Tabi İsmet İnönü bakımından bir de “Kambur Rıza Meselesi” var. Hitler
Almanyası ile işbirliği var… Ancak 1946'daki seçimler şaibeli oldu. Aslında
Demokrat Parti o seçimleri kazanmasına rağmen CHP, iktidarı kendisine vermedi.
Daha sonra ise dış dengeler sebebiyle DP’yi engelleyemedi “Millî Şef” İsmet
İnönü ve 1950'de Demokrat Parti iktidara geldi.
Demokrat
Parti'nin iktidara gelmesine, bazı arkadaşlar bugünden bakarak şöyle bir değerlendirme
yapıyorlar: “Amerikancılar iktidara geldi.” Hayır, ben öyle olduğunu
düşünmüyorum. O dönemin solcularının bir kesimi de DP’yi desteklemişti. Amerikancı
olan CHP'dir, İsmet İnönü'dür. Çünkü Amerika Birleşik Devletleri ile gizli açık,
askerî, siyasî, ekonomik ve kültürel anlaşmaları imzalayan “Millî Şef” İsmet
İnönü'dür. Bugün bile boyun bükülmek
zorunda kalınan antlaşmaların kaynağı İsmet İnönü’dür. Dik durabilir miydi?! Bu
belge- bilgiler ışığında tartışılabilir. Konumuz değil şimdi…
DP döneminde
Çerkesler ufak tefek kıpırdanmaya başladı ve “Çerkes” adı taşımasa da “hemşeri”
dernekleri kurulmaya başlandı. Ve kendilerini ifade etmeye çalıştılar. Kurulma
izninin nedeni şu idi kanaatimce. Çerkeslerin Sovyetler Birliği'nde de yaşıyor
olmalarıydı. Amerika Birleşik Devletleri'nin de bir politikası vardı. Biliyorsunuz,
Sovyetler Birliği'ni “Yeşil Kuşak” olarak çevirmek. Çerkesler, bu kuşağın enstrumanı
olarak düşünüldü ABD tarafından. Şimdi, 1950’den sonraki bütün bu örgütlenmeleri,
hani İtalyanca'da bir terim vardır, “Allegro Ma non troppo” diye, yani; onun gibi, evet… “Çerkeslik ama, “fazla değil”.
Anadillerini sahipleniş ve sahip çıkış yok. Halk dansları ağırlıklı çalışmalara
dayanan hemşeri dernekleri türünde örgütlerin kurulmasına imkân tanındı. Anadillerinin
yaşatılması ve kurumsallaştırılması yönünde hiç bir adım atılmadı. Hiçbir çaba
harcanmadı. Aslında ABD, bu halklar için
daha fazlasını düşünüyordu ama, CHP ve ardılı asker-sivil Demokrat Parti
bürokratlar bundan korktu. Bu iş yakın zamanlara
kadar sürüncemede bırakıldı. AK Parti
İktidarı ile olumlu bazı adımlar atıldı ki bu kez de anadilini bilen pek
kalmadı. Aslında CHP iktidardan düşmüştü ama, zihniyeti asker-sivil bürokrasiye
hakimdi. Özetle; derneklerin ortaya çıkışı
ve işlevleri bu şekilde tezahür etti.
Peki bu
dernekler bu durumda ne kadar özgür hareket edebilirlerdi? Bilemiyorum.
Kuşkusuz ki,
bugünkü derneklerin faaliyetlerinde o günkü gelişmelerin, derneklerin payı ve etkisi
var. Ben daha fazla uzatmadan ve kafa da karıştırmadan o günlerdeki çalışmalarda
tuzu olan herkese sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Vefât edenleri de rahmetle
anıyorum.
Sorunuza istinaden bu girişi yaptım.
Buradan
devam edersem, kimlik meselesi bir siyasî
meseledir. Çünkü kimlik sorununun temelinde asimilasyon siyaseti var.
Asimilasyon ki bütün siyasî iktidarların izlediği bir siyaset. Dolayısıyla da
günümüzde asimilasyona dernekçilik yaparak direnmek mümkün değil. Dernekçiliğin
nereden ve nasıl çıktığını kendi kanaatlerime göre yukarıda belirtmeye çalıştım.
Bir siyasî tavra karşı bir başka siyasî tavırla vaziyet almak gerekir. Çünkü bu
gerekçeyle bugünlere gelindi.
Çerkes Hareketi
aslında, genel olarak “Sol Hareket” içerisinde bulunan ve onlara öykünen bir hal
içersinde idi. Nitekim 2015 seçimlerinde de bu öykünmeci durumu gördük. Kimi “Çerkes
Aydınları” “Kürt” dalkavukluğu yaptı. Bugün
de HDP dalkavukluğu şeklinde bir davranış şekli var. Öncelikle “başkası
olma kendin ol, daha sonra başkasıyla birlikte ol,” diyorum. Önce Çerkes ol,
ondan sonra gerekiyorsa “Kürt Hareketi” ile dayanışmayı düşünebilirsin. Ben
böyle düşünüyorum. Ben bu konuya bir dikkat çekmek istedim…
Benim,
Çerkesler ile bir arada olmamın sebebine geleyim… Damarlarımda Çerkes kanının da olmasından… 20 yıla aşkın bir süredir bu kesimden insanlarla
arkadaşlıklarımın var... Hayri Ersoy, rahmetli
Ünal Cuğ, Kuşba Erol Karayel, Kutelya Erol Kılıç, Ali Çurey ve adlarını şu anda
sayamadığım onlarca insan var, Çerkes aydını tanıdığım var. Rahmetli Tarık Cemal
Kutlu da bunlardan birisiydi ki, onu da çok uzun zamandır tanırdım. Komşumdu. Dergilerinde
birlikte yazdık, çevirilerine katkıda bulundum, birlikte durduk. Bu böyle… Bir
şey de var ki, ben bu ülkede doğdum. Bu ülkenin meselelerine kayıtsız
kalamazdım. Ben sadece bir Laz, sadece bir Çerkes değilim. Bu ülkenin de bir
vatandaşı ve Aydınıyım. İnsanım. Bu meselelere kayıtsız kalamazdım da…
Türkiye öyle bir noktaya geldi ki, asimilasyon
politikaları gelişen teknolojiyle hızla sürüyor. Ulaşımın kolaylaşması, radyo-TV
vb. vasıtalar asimilasyonu hızlandırıyor. Asimilasyona dur demenin yolu, siyasî
bir duruş sergilemekten geçiyor. Nitekim bu siyasî duruş çerçevesinde “Çerkes Hakları
İnisiyatifi” ortaya çıktı. Sağ olsun bu arkadaşlar, benim Kafkasya halklarının
birlik beraberliği duygusuyla hareket edilmesi konusundaki duruşumu,
yazdıklarımı, çizdiklerimi de görmüş olmalılar ki beni de bu harekete davet
ettiler. Ben de yanlarında saf tuttum. Elimden geldiğince destek verdim. Bu
arkadaşlarla geçmişte de, bugün de birlikte olduğum için mutluyum… Geçmişte
internet yoktu, bilgisayar yoktu, cep telefonu yoktu. Bugünkü iletişim
vasıtalarının hiçbirisi yoktu. Bir tek püskürtmeli fotokopi makinaları vardı… Bir
de sabit telefon… Bu şekilde entelektüel ilişkilerimizi sürdürüyorduk. Bu
çok yavaştı. Artık iletişim ilerledi, globalizasyon sayesinde. Ama şuna dikkat
etmemiz lâzım, ipin ucunu gevşek bırakırsak, bu teknoloji ilerde anadillerimizi
de tamamen yok edecek. Onun için daha ciddî ve sağlam durup kimliklerimizi
yaşatmamız gerekiyor. Emek vermek lâzım. Bu işler biyolojik Laz, biyolojik Çerkes
olmakla hallolmuyor. Aydın tavrı ve duruşu gerektiriyor.
Aynı şekilde
Lazların da hemşeri derneklerinin büyük şehirlerde çok eski tarihlerden beri faaliyette
olduğunu söylemeliyim. Lazların İstanbul’daki örgütlülüğü 1914’e kadar dayanıyor
bugünkü bilgilerimizle. “İstanbul Laz Talebe Cemiyeti,” 1914’te kurulmuş. Ayrıca 1919’da yine İstanbul’da kurulan “Laz
Tekâmül-ü Millî Cemiyeti”nin de adını anmakta fayda var. Günümüz Laz
Aydınlarına da haksızlık edilmemeli, çeşitli aktivitelerle anadillerini ve
kimliklerini savundular. “TRT-Lazca” için TRT önünde eylem yaptılar. İmza
kampanyaları açtılar. Gerek İstanbul ve Ankara’daki Laz Kültür Dernekleri ve
gerekse de Laz Enstitüsü çalışmalar yaptı. Almanya’da yaşayan Laz aydınlarının
da çok önemli katkıları var. Lazların kimliklerini sahiplenişleri, ÇHİ ve ÇDP
ile başlamadı. Bunu belirtmeliyim. Anadiline kitaplar konusunda ciddi yayınları
oldu. Meselâ; “Lazika Yayın Kollektifi”, “Lazi Yayınları”, “Ağani Murutsxi”,
“Gazeta Noğa”, “Lazebura.org”, “Lazuri.com”, “Lazca.org”, “kolkhoba.org” ilk aklama gelenler…
Murat Özden:
Seçimlere kazanacak bir partiden aday olmak en kolayı idi. Bağımsız aday olmak
cesaret gerektiren, yüreklilik gerektiren bir iş doğrusu… Tabii sizler de bu
seçimlere bağımsız adaylar olarak katılarak bizim kahramanlarımız oldunuz. O yüzden
teşekkür ediyorum.
Sormak
istiyorum seçimlere bağımsız katılmak cesaretini nereden buldunuz?
Ali İhsan
Aksamaz: Daha önceki sorunuzu
cevaplarken de bahsetmiştim. Ben ÇDP'nin kurucularındanım. Genel Başkanımız
Kenan Kaplan, bir akşam telefon etti, “Biz,
sizi İstanbul İkinci bölgeden milletvekili adayı olarak düşünüyoruz, ne
dersiniz?” diye sordu. Ben de, “Madem sizler uygun görmüşsünüz, şeref duyarım,”
dedim ve gerekli belgeleri ve harcı hazırlayıp aday oldum. Beni bir “kahraman”
olarak nitelendirmenizi çok abartılı buluyorum. Böyle bir sıfatı hak ettiğimi
düşünmüyorum, üstelik de utanıyorum. Ancak şunu söyleyebilirim: Ben kendilerine
varlığımı, aklımı, bedenimi, bilincimi borçlu olduğum insanlara borcumun bir
kısmını ödemek için bilinçli bir şekilde bir duruş sergiledim. Biraz da inatçı
bir insanım. Bir şeye inanıyorsam, onu savunurum. Emin olun, aslında en zor
yollar, yalnız gidilerek kat edilir. Xvalamgeri/ Yalnızkurt’um…Ben böyle
olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla da, bu cesareti genetik kodlarımdan ve beni
ben yapan değerlerden buldum diyebilirim. Haklıydım da üstelik. Ancak “kahraman”
asla değilim. Ben sıradan bir nefer veya bir fedaîyim…
Murat Özden:
Zaten bir partinin bağımsız adaylarıydık diyorsunuz kısaca öyle mi?
Ali İhsan
Aksamaz: Evet, bir siyasî partinin bağımsız adaylarıydık elbette. Ancak; bütün o
seçim sürecini tek başımıza götürmek durumundaydık. Parti yeniydi ve henüz gücü
yoktu. Ben tek başıma bu işi omuzladım
ama, şunu biliyordum, yani bu cesareti nereden buldunuz diye bana sorarsanız,
ben de size şunu söyleyebilirim; eğer bu işlerle ilgilenirken, başıma bir şey
gelmiş olsaydı, yani ortadan kaldırılmış olsaydım, en azından cenazemin ortada
kalmayacağını, mezarsız kalmayacağımı, benim de dahil olduğum davayı benim
adıma sürdürecek insanlar olduğuna inandığım için bu şekilde cüretkâr davrandım
diyebilirim. Ve bundan sonra da cüretkâr olmaya devam edeceğim.
Murat Özden:
Teşekkür ediyoruz. Peki seçimlere nasıl
hazırlandın Sevgili Aksamaz? Özellikle seçim sürecinde neler yaşadın?
Ali İhsan
Aksamaz: Seçim sürecinde ne yaptım? Doğrusunu
isterseniz, öncelikli olarak sosyal medya denen ortamı çok iyi kullandım. Ve
belki pek farkına varılmadı ama, Türkiye'de ilk Lazca seçim propagandasını yapmış
oldum. ÇDP'nin temel sloganlarını Lazcaya çevirdim, klipler hazırladım ve
kendime göre de bu arada bir seçim beyannamesi ve tanıtım hazırladım. Bunu bir
broşür haline getirdim. Bu konuda Dersimli Dostum Hıdır Bey’e teşekkür
ederim. 10 bin adet basıldı ve dağıtıldı. Ayrıca Cankat Bey, bir yüzümde
benim kimliğim, diğer yüzünde ÇDP bilgileri yer alan kartvizit konusunda
manevî-maddî destek oldu; kendisine teşekkür ederim. Elimde numunelik birkaç
adet kaldı. Broşürde insana dair ne varsa, insanın yaşam alanına dair ne varsa,
bütün o konuları dile getirdim; sahiplendim. O konuların Meclis’te
sahiplenilmesinin temsilcisi olacağımı belirtmiş oldum. Size de bir tane veriyorum
şimdi. İmkân olursa, kitabınızda yayınlarsınız. Annem alzaymır hastası ve
felçli. Hiçbir ihtiyacını karşılayamıyor. Ancak eminim ki, o da sağlıklı
olsaydı, bana katkı sağlardı. En az onun aracılığıyla 100 oy daha fazla alırdım.
Eşim, kızım, babam, kız kardeşim, eniştem, bacanağım, yeğenlerim, kuzenlerim, bakkalım, marketçim, tüpçüm, sucum, hepsi bana
destek verdiler. Seçim tanıtım broşürümün dağıtılmasını sağladılar. Bunun
dışında oluşturduğumuz küçük gruplarla da bu el ilânlarını dağıttık.
Meydanlarda stantlar oluşturduk. Laz gençleriyle toplantılar yaptık. Onlardan
bazıları da bana destek verdi. Farklı bölgelerde, farklı illerde yaşamalarına
rağmen, internet üzerinden paylaşımlarda bulundular. Hayatımda hiç tanımadığım
akrabalarım, bu seçim sayesinde bana ulaştılar; beni desteklediklerini, İstanbul 2. bölgede yaşayan tanıdıklarına bana
oy vermeleri için telkinlerde bulunacaklarını söylediler. Öğretmen
arkadaşlarım, meslektaşlarım benim oy almam için çalıştılar. Derslerine
girdiğim öğrencilerim bana oy sağlamak için ellerinden geleni yaptılar.
İnternet üzerinden paylaşımlar yaptılar. Kurumsal yapılarımızdan destek da gördüm.
Laz Kültür Derneği Başkanı Mehmedali Barış Beşli, kapılarının açık olduğunu
belirtti. Günsel Avcı ile kendilerine bir ziyaret yapacaktık. Ancak Günsel Avcı
seçim bölgesindeki yoğun çalışmaları sebebiyle zamanını ayarlayamadığı için Laz
Kültür Derneği’ne gidemedik. Barış Beşli’ye teşekkür ederim. Yine Laz Enstitüsü
Başkanı İsmail Avcı telefon açarak desteğini belirtti. Ankara’da da Laz Kültür-Dayanışma
Derneğimiz var. Başkanı Armağan
Serdaroğlu, ÇDP’nin Ankara 1. Bölge bağımsız adayı Faruk Arslandok’un tanıtım toplantısına
kısa bir süre de olsa katıldı. Kendisine de teşekkür ediyorum. Bunun dışında
internet üzerinden yayın yapan ve benim paylaşımlarımı aktaran bütün Laz
kardeşlerime de teşekkür ediyorum. İnternet üzerinden Lazca yayın yapan “Gazete
Noğa” ve onun sahibi ve editörü Murat Bayram Karadeniz’e de destekleri için
teşekkür ediyorum. Hemşerim Laz Aydını Avukat Ahmet Hulusi Kırım’ın da internet
üzerinden desteğini unutamam. Aynı şekilde Laz Aydını Selma Koçiva da desteğini
gösterdi. Kendilerine de sonsuz teşekkürler…Kıymetli Büyüğümüz rahmetli Yılmaz
Avcı da desteğini esirgemedi. Yine kıymetli büyüğümüz emekli ordu mensubu Besim
Özel de desteğini açıkça internet üzerinden deklere etti. Abkhazya’da yaşayan
Hayri Ersoy Kutarba dostluk gösterdi. Kendisine teşekkür ederim. ÇDP’li dostlar
ve Kenan Kaplan ile birlikte seçim arabası ile bölgemi dolaştık ve meydanlarda
tanıtım yaptık. Recep Güler’in desteği
oldu. Kendilerine ve adlarını unuttuğum herkese çok teşekkür ederim.
Benim, seçim
sonucunda aldığım oylar yalnızca Laz oyları değildi kuşkusuz. Meselâ; İstanbul
Çerkes Derneği'nden Murat Yalçın samimi destek verdi. Kendisine teşekkür
ediyorum. Onlar da internet üzerinden benim bu adaylığımı desteklediler. Oy
almam için çaba harcadılar. İstanbul Çerkes Derneği’nde bir toplantı
düzenlediler. Bütün bunları unutmak mümkün değil.
Diğer
illerdeki ÇDP'nin bağımsız adayları da, benim aday olduğum İstanbul 2. Bölgedeki
tanıdıklarını arayarak bana oy verilmesini sağlamak için çalıştılar. Onları da
burada saygı ve sevgi ile anıyorum.
Bir sitemimi
de belirtmeme lütfen izin verin! Çerkes camiası içerisinde yayın yapan, sosyal
medya üzerinden yazan kimi arkadaşlar benim adaylığımı desteklemediler.
Desteklemek bir yana adaylığımı bile görmediler. Örnek vermek gerekirse, “Jineps Gazetesi”; Kürt, Ermeni ve diğer adaylara ilişkin haber
ve röportajlara sayfa-sayfa yer verilmesine rağmen, beni görmek istemedi. Halbuki,
benim “Jineps Gazetesi”nde yayınlanmış yazılarım var, benimle yapılan söyleşi
de çıkmıştı. Benim onlarla da dostane ilişkilerim vardı. Yaşar Güven
Arkadaşımız, “Jineps Gazetesi”nin Şubat 2009 sayısında benimle bir röportaj
yapmıştı. Ne oldu da, 2009’da beni görürlerken, 2015’te görmez oldular?! Anlamadım! Yine de sağ olsunlar, protokol
olarak gazetelerini hâlâ gönderirler... Hiç
olmazsa bu ilişkilerin yüzü suyu hürmetine bir gazetecilik hizmeti
verebilirlerdi. CHP ve HDP milletvekili adaylarına iltimas geçtiler. Hiç
olmazsa, gazetecilik yaparak, haber ve kısa bir röportaj yaparak bana da
sayfalarında yer verebilirlerdi. Gazete
kendilerinin. Ancak; ben bu arkadaşlara sitemlerimi dile getiriyorum sadece.
Buradan
“Ajans Kafkas”a da şükranlarımı sunuyorum.
Çünkü oradaki arkadaşlar benimle bir söyleşi yaptılar ve bu söyleşide
Lazların kim olduğunu, Lazlar ve Lazcaya ilişkin kitaplarımı da tanıtıp, bu
seçimlerde niçin aday olduğumu sordular. Ve bu söyleşiyi iki bölüm halinde
internet üzerinden sitelerinde yayınladılar. Bunlara vesile olan bütün arkadaşlarımıza
da teşekkür ediyorum. Çok sağ olsunlar.
Bu arada “Türk
basını” da adaylığımı görmedi. Ne seçimden önce, ne seçimden sonra. Ancak seçimden
sonra bir değerlendirme yapabilirlerdi. “Kürt basını” da adaylığımı görmedi. “Kürt
basını” demişken aktarmak isterim.
Seçimlerden önce “Özgür Gündem Gazetesi”nden bir hanım gazeteci telefonla beni
aradı. HDP’nin seçim stratejisi vb. konularda görüşlerimi almak istedi. Ben de
kendisine, “Ben de bu seçimlerde İstanbul 2. Bölgeden bağımsız adayım. Bir
şeyler söylemem ahlâki olmaz,” dedim. Bu hanım gazeteciydi ancak, bağımsız
adaylığıma ilgi göstermedi. İlginç, değil mi?! … İstanbul’un yalnızca bir seçim
bölgesinden 6510 oy aldım… Bugün çeşitli partilerden milletvekili seçilen
adaylar, bağımsız olarak seçimlere girseydi, acaba kaç oy alabilecekti?! Onun için bu 6510 oyun, birçok bakımdan önemli
olduğuna inanıyorum. Şunu anladım ki, bütün bu gazeteler “sağlı-sollu,
sosyalist veya Kürt” diye kodlananlar beni görmezlikten geldi. Böyle düşünmekte
haklıyım. Benimle bağlantı kurabilirlerdi, bakın siz soruyorsunuz ve diyorsunuz
ki “Bu oyu nasıl aldın, başarıdır,” diyorsunuz. Onlar da sorabilirdi. Ümit
ederim bu röportajı okuma imkânları olur. Bu söylediklerimle de yanlış
anlaşılmak istemem ayrıca…
Söylemeliyim; seçim arabam yoktu. Arabam olmuş
olsaydı, Sarıyer’den Beyoğlu'na günün belirli saatlerinde dolaşsaydık,
Beyoğlu'ndan Bakırköy civarlarına kadar günün belirli saatlerinde iki üç
tur atabilseydik, kendimizi daha iyi tanıtabilirdik. Biraz daha oy
oranımızı artırabilirdik.
Yalnız şöyle
bir şanssızlığımız da oldu: Bir kere, “Seçim Kanunu” demokratik değil. Bu
yüzden, biz bağımsız adaylar olarak birçok anti-demokratik uygulamayla
karşılaştık. Yurtdışı oylarından faydalanamadık. Çünkü oy pusulalarında bize yer
vermediler. Yüksek Seçim Kurulu’na bu konuda ortak bir dilekçe ile başvurduk,
fakat YSK bu başvurumuzu reddetti, dikkate almadı.
Ayrıca; İl Seçim
Kurulu, bize, “Oy pusulasında en sonunda yer alacaksınız,” dedi, fakat öyle olmadı.
Bize oy pusulasının sonunda değil, siyasi partilerin altında yer verdiler.
Gel gör ki, benim üstümde Adalet Kalkınma Partisi vardı. Şimdi, emin olun dört partiden
de, yani MHP, CHP, Ak Parti ve HDP'den de sandık kurulunda görevli olan
arkadaşlarım, öğrencilerim, tanıdıklarım şunu söylediler: “Bizim bulunduğumuz
sandıktan senin de, Adalet Kalkınma Partisi’nin hanesine de evet vurulmuş çok
sayıda oy çıktı.” Böyle kaç oyumun iptal olduğunu bilemiyorum. Belki Adalet
Kalkınma Partisi’ne oy vermek istiyorlardı yanlışlıkla bana oy vermiş
olabilirler, sonra da aynı oy pusulasında AK Partiye oy vermiş olabilirler. Veya
tam tersi bana oy vermek isteyenler önce benim haneme evet deyip, sonra
üstümdeki logoyu görüp “Ali İhsan Aksamaz, Adalet Kalkınma Partisi’nin
adayıymış,” deyip ismimin üstündeki AK Partiye de evet vermiş olabilirler. Akıl
çeldirici bir oy pusulasıydı. Sonuçta bu oylar iptâl edilmiş oldu. Bu sebeple
iptâl olmuş oylarımı da hesaba katarsanız, oy potansiyelimin daha fazla olduğu
sonucunu kolaylıkla çıkarabilirsiniz. Buna
sebep olan seçim pusulasının yanlış dizaynıdır. Bir yanlış uygulama da Radyo- TV yayınlarında
karşımıza çıktı. Hiç olmazsa, İstanbul Radyosu ve kimi yerel radyolar sesimizi
duyurmamızda yardımcı olabilirlerdi. Burada sorumluluk yalnızca YSK’da değil.
Yerel radyo ve televizyonları yayınlarında bize yer verebilirlerdi. Demek
ezberlerini bozmak istememişler!
Şunu da belirteyim
ki, bana oy verenler içersinde her partiden; Adalet Kalkınma Partili, CHP’li,
MHP’li, HDP'li öğrencilerim de vardı…
Burada, önceden
İstanbul 2. Bölge'den adaylığını açıklayan, daha sonra bu adaylığını resmiyet
öncesi çekip birinci bölgeye alan Yalçın Karadaş arkadaşımıza da çok
teşekkür ediyorum. Çünkü kendisine bazı arkadaşları şöyle sormuşlar: “Sen
ikinci bölgeden aday olmuyorsun, biz şimdi oyumuzu kime vereceğiz?” Yalçın
Karadaş arkadaşımız da onlara şöyle demiş: “Siz hiç üzülmeyin, ben yerimi Ali
İhsan Aksamaz kardeşime bıraktım. Lütfen oyunuzu ona verin! Ha ben, ha o!” Bana
böyle dedi. Kendisinin bu söylemini ben
internetteki bir-iki kayıttan da gördüm, dinledim. Yalçın Karadaş arkadaşımın da
bana oy akışı sağladığını burada belirtmem gerekiyor. Yalçın Karadaş arkadaşıma
da buradan teşekkür ediyorum.
Murat Özden:
Seçimden sonra başlıklar atıldı biliyorsunuz, “En renkli Meclis oldu. İşte,
Kürtler, Aleviler, Ermeniler, Yezidiler, Süryaniler Mecliste,” diye gazeteler
başlıklar attılar ama, bunların içinde Çerkesler, Lazlar, Pomaklar, Boşnaklar,
Arnavutlar yoktu. Yani renkler eksik kaldı. Belki seçilmiş biyolojik Lazlar
vardı başka partilerde, biyolojik Çerkesler de vardı nitekim…
Peki siz
seçilseydiniz bu biyolojik olarak Çerkes, Laz veya Pomak olanlardan ne farkınız
olacaktı? Bu farkı net olarak ortaya koyabilir misiniz?
Ali İhsan
Aksamaz: Bu sorunuza teşekkür ederim. Bu,
soruyu bana konuşma imkânı sağlamak için sorduğunuzu biliyorum. TBMM’de benim
neleri yapabileceğimi siz çok iyi bilmektesiniz ama, konu açılsın diye
sorduğunuzu biliyorum. Şimdi bugüne kadar yaptıklarım, Meclis’e gidebilseydim
yapacaklarımın teminatıdır diyebilirim kısaca. Ben fiyaka yapmıyorum. 20 yılı
aşan bir zamandır aktif olarak yazan, yayınlayan ve Kafkasyalıların birlik ve
beraberliği duygusundan hareket eden bir insanım. Dediğim gibi, “Kafkasya
Yazıları”nın çıkmasına katkım oldu. Sağ olsun Çiviyazıları Yayınevi sahibi Özcan
Sapan arkadaşımızın maddî desteği ve diğer arkadaşların kültürel birikimiyle eşsiz
bir dergi çıkarttık, etkisi önemli oldu… Aynı zamanda 90’larda yayımlanan “Yeni
Kafkasya Gazetesi”nin de yazarlarından biriydim. Yazdıklarımda hep
Kafkasyalıların; Lazların, Çerkeslerin, Abhazların, Gürcülerin, Çeçenlerin birlik
beraberliğini, birlikte mücadele etmesini savundum. Ben hep bu duygudan
hareket ederek bir çaba harcadım. Ben bir aydınım. Kendime göre bir çizgim var. O çizgimin
yakınına düşen herkesle; siyasî duruşu, dinî inancı ne olursa olsun, birlikte
hareket edebilirim. Çünkü benim geleceğe ilişkin kendime göre hayallerim var. Bu
hayallerim Türkiye'deki Kafkasya dillerinin ve Kafkasya kimliklerinin kurumsal
olarak geleceğe taşınmasıyla ilgili… Biraz önceki sorularınıza cevap verirken şunu
belirttim; bizler asimilasyona uğratılmış
halkların bugünkü temsilcileriyiz. Asimilasyon uygulamaları siyasî bir tercihti.
Şimdi bizim bu asimilasyon politikalarına karşı durmamız da aynı şekilde
politik bir duruşu gerektiriyor. Politik bir duruş, ancak siyasî bir parti
içerisinde kimliklerimizle var olarak sağlanabilir. Ben bugün ÇDP içerisindeyim
ve Laz kimliğimle bu asimilasyon politikalarına ‘dur’ denmesi gerektiğine
inanmıyorum. Ancak yarın başka bir parti içerisinde olsam da, yine aynı ÇDP
içerisindeki duruşumla mücadele veririm. Sadece Lazların ve Çerkeslerin değil,
Abhazların, Gürcülerin, Çeçenlerin ve diğerlerinin de hak ve hukukunu savunmak
için çaba harcarım. Hatta ben şunu söyleyeyim; benim birçok tanıdığım HDP'ye oy verdi. Ve
onlar şunu söylediler, dediler ki, “Sizin yeriniz ÇDP değil, HDP'dir. Çünkü siz
Laz halkı için yazdınız, çizdiniz, Lazca dersler verdiniz.” Evet ben, uzunca bir süre Kadıköy’deki
dernekte Lazca ders verdim …
Ben de
onlara şöyle dedim : “Laz olup da HDP'ye gidip milletvekili adayı olan
arkadaşlar var, bilmem hangi illerin, bilmem hangi aday listesinde kaçıncı
sıradalar. Seçilselerdi, onların benim
kadar bu mücadeleyi Meclis’te verebileceklerine emin değilim. Çünkü onların Laz
kimliği adına bugüne kadar ürettikleri hiçbir şey yok. ‘İyi günler, ben Laz halkının
temsilcisiyim,’ lâkırdısını Lazca söylemek Laz kimliğini TBMM’de savunmak
anlamına gelmiyor.” Böyle dedim onlara. Bir
yerlere yamanmakla ve sloganla bu işler olmuyor.
Bu arada konu
HDP'ye gelmişken, biliyorsunuz HDP'nin “Kürt” milletvekilleri dışında
zannediyorum, bir tane de Süryanî milletvekili vardı geçmiş dönemde. Peki
HDP'liler Süryanîler'in kimlik mücadelesi yolunda ne yaptı? O Süryani milletvekili
arkadaş kendi kimliği için ne yaptı? Ben bilmiyorum. Okuyan, yazan, bir
insanım, benim bilmediğim bir şey varsa, lütfen söylesinler, öğrenelim! Çerkesler
konusunda, Lazlar konusunda “HDP”, 24. dönemde ne yaptı? Hiç bir şey yapmadı.
Hiç bir şey yapmadı. Ancak 24. dönemde oluşan Adalet Kalkınma Partisi Hükümeti;
Gürcüce, Abhazca, Lazca ve Çerkesçe’yi
Devlet Okularında kısıtlı da olsa
seçmeli ders haline getirdi. Peki, bunlar olurken HDP ne yaptı? Bu konuda
HDP'li arkadaşlar belirli çabalar harcamışlarsa, ben bunları bilmek isterim. Yani;
şunu demek istiyorum ki, bir insanın
içinde bulunduğu siyasî parti değil önemli olan; önemli olan o kişinin
biyolojik etnik aidiyetinin dışında kimlik mücadelesi vermesi. Ancak sadece de kimlik
mücadelesi değil, toplumsal bir mücadele de vermesi gerekir. Biz bu ülkenin
vatandaşlarıyız aynı zamanda. Bu ülkenin bütün halklarının, bütün bir milletin
birlik beraberlik duygusu içinde ekonomik, sosyal, kültürel gelişmişliği için
de mücadele vermemiz gerekiyor. Yoksa “Lazım“ deyip sadece Lazlık üzerinden
hareket etmek doğru bir davranış şekli değil.
Bu noktada
şunu demek istiyorum; diğer arkadaşların da mutlaka bu konuları bir dahaki
seçimlerde göz önünde bulundurmaları lâzım. Biyolojik olarak Laz olmanın, biyolojik
olarak Çerkes olmanın bu kimliklere tam olarak doğrudan bir katkısı yok. Çünkü
onlar asimilasyon politikalarına karşı çıkamıyorlar, çünkü bu partilerin
asimilasyon politikalarına karşı çıkma diye bir sorunu yok. Bu siyasî partiler
böyle bir geçmişi de bilmiyorlar. Ancak şu da yanlış, son zamanlarda ne yazık
ki, Kürt dalkavukluğu ve Ermeni dalkavukluğu çok fazla arttı. ‘Oyum HDP'ye’
demek sorumluluktan kaçıştır…HDP'nin desteklenmesine bireysel olarak bir şey
diyemem, herkes oy vermiş olabilir. Ancak grup oluşturarak kimi Çerkes
Aydınlarının ve dergilerinin, “Biz HDP'ye oy veriyoruz!” diye deklerasyon
yayınlamaları veya yayın organlarında HDP'yi ön plana çıkarmak hiç doğru
değil. Bu son derece yanlış, kolaycı, kuyrukçu bir davranış. Önce kendin ol,
ondan sonra başkalarıyla dayanışma göster. Eğer lâf “Halkların Kardeşliği”ne
düşüyorsa, “Halkların Kardeşliği” duygusunun yaşatılmasına en fazla destek
veren ve bu işin mücadelesini bu anlamda veren kişi benim. Taşın altına da
elimi koydum, Kürtlerin dergi ve gazetesinde de yazdım, Çerkeslerin dergi ve
gazetesinde de yazdım, Dersimlilere de, Gürcülere de, Çeçenlere de yazdım.
Onlarla dayanışma gösterdim. Öyle HDP'yi destekliyorum deyip kenara
çekilmek kolaycılıktır. Şu bilgiyi de
aktarmak isterim. 2010 yılında BDP/ HDP’li milletvekili Hatip Dicle’nin MHP’li Münir Uluata ile Meclis’te yaptığı
“Türk-Kürt” tartışmasında Lazları
aşağılamasını hiç unutamıyorum. Her ikisine de o zaman teessüflerimi e-posta
ile aktardım. “Halkların Kardeşliği” bu mu?!
Bir
kolaycılık daha var; o da, işi Rus
düşmanlığı üzerinden Kafkasya'ya havale etmek. O da yanlış. Şöyle ki, Rus
halkının düşmanı değiliz, Rusya Federasyonu’nun da düşmanı değiliz. Biz
demokratikleşme istiyoruz. Biz aynı şekilde Türkiye’nin de düşmanı değiliz. Gürcistan’ın
da düşmanı değiliz. Biz o toplumlarda da demokratikleşme istiyoruz.
Murat Özden:
Oluşmuş kültür kurumlarımız var. Çerkeslerde daha fazla, Lazlarda da bir miktar
kültür kurumları oluştu. Maalesef Çerkeslerin kimi kültür kurumları,
oluşturulmuş siyasî partiyi, ÇDP’yi, rakip olarak gördüler kendilerine. Halbuki,
işlevleri farklıydı. Siyasî partinin işlevi farklı, kültür kurumlarının işlevi
farklı. Çerkeslercephesinde böyle bir rekabet durumu söz konusu oldu, hatta
engelleme durumu dahi söz konusu oldu diyebilirim. Bu durum Laz kültür
kurumlarında nasıl gelişti? Çerkeslerdeki bu ironik tavrı nasıl buluyorsunuz
diye sormak istiyorum?
Ali İhsan
Aksamaz: Ben de, bu ülkede yaşayan kimi Kafkasya
kültür kökenli aydınların söylediklerini izliyorum; yayın organlarını okuyorum, sosyal medyada
yazdıklarını okuyorum. Bilgileniyorum, değerlendirmeler yapıyorum. Çünkü ben bu
toplumun aydınıyım. Aynı zamanda da sorunlara ilişkin çözüm projeleri
geliştirmek istiyorum. Yarın bir gün siyasî sorumluluk sahibi olursak, bu
politikalar çerçevesinde hareket etmenin doğru olduğuna inanıyorum.
Şimdi,
1950'lerden itibaren kurulmaya başlayan Çerkes Derneklerine ilişkin
düşüncelerimi yukarda sorduğunuz bir soruyu cevap olarak aktarmıştım. Dernekler
çok önemlidir, derneklerin birlikte durması, konfederasyonlaşması çok
önemlidir. Ancak bunlar kendilerini bürokrasiye kaptırmamalıdırlar. Böyle düşünüyorum. Derneklerin işlevleri
önemlidir. Kültürlerin bugüne kadar bir şekilde ulaşmasına katkı
sağlamışlardır. Ancak dernek, dernektir. Dernekler hiçbir zaman asimilasyona
karşı duramazlar. Çünkü asimilasyon politik bir konudur. Asimilasyona karşı
politik duruşlarla, politik tavır almak gerekiyor. Şimdi, bu anlamda,
belki garibinize gidecek bir şey söyleyeceğim. Yadırgayabilirsiniz bu
söyleyeceklerimi. Ben etnik partilere karşıyım. Yani; ben sırf Çerkes partisi, sırf bir Laz partisi,
sırf bir Kürt Partisi olmasına karşıyım. Ancak siyasî partiler olmalı, siyasi partilerin
o ülkenin sorunlarının çözümüne ilişkin projeleri, politikaları olmalı. Her
siyasî partinin Çerkesler ile çalışma yapan seksiyonu olmalı; Kürtler, Çerkesler, Lazlar seksiyonu olmalı ve
sorunlara ilişkin projeler üretmeliler. Tabi onların kültürel sorunlarına,
ekonomik sorunlarına, varlık sorunlarına ve benzeri sorunlarına yönelik
çalışmalar yapmalı bütün siyasî partiler. Bugüne kadar görüldüğü gibi, CHP
kendisini Alevî partisi görüntüsünden ne yazık ki kurtaramadı. Vitrinine yeni
isimleri almakla bu olmuyor. MHP de kendisini bir Türk partisi olmaktan ne yazık
ki kurtaramadı. Adalet Kalkınma Partisi konjöktürel bir misyon partisiydi, o anlamda misyonunu tamamlamak üzere zaten.
Dünya ve bölge başka bir noktaya gidiyor. Dolayısıyla mevcut siyasî partiler, Çerkeslere
sahip çıkmadıklarına ve kimlik meselesi de siyasî bir konu olduğuna göre,
ÇDP'nin kurulması da son derece isabetlidir. ÇDP, daha önce kendisini ispat
edememişti, tecrübesi yoktu. Adayları da bireysel olarak kendilerini ispat
etmemişti… Bu yüzden ÇDP'nin geçmiş seçimde bir başka siyasî partiyle ittifak yapmasına
karşıydım. Adaylarının başka partilerden aday olmalarına karşıydım. Ancak bu önümüzdeki 26. Dönem, eğer seçim olur ise, ÇDP'nin siyasî bir parti
olarak kendi ilke ve bağımsızlığını koruyarak diğer siyasî partilerle
ittifaklara girişmesinin doğru olduğunu düşünüyorum. Bunu da anti parantez
belirteyim.
Bakın,
aydınlarımızda bir sorun var; şöyle birşey var; bu Gürcü Aydınlarında da var,
Laz Aydınlarında da var ve aynı zamanda Çerkesler Aydınlarında da var. Burada
içlerindeki gruplaşmaları kast ediyorum. Her guruplaşma içersinde her siyasî
görüşten insan var. Sağcılar bir dernek, solcular bir dernek, İslamî
hassasiyetleri olanlar bir dernek olarak değil de; bir grup olarak ortaya
çıkıyorlar, onun içerisinde dinî hassasiyetleri olan da var, sağcı olan da var,
solcu olan da var. Onların karşısında bir grup var, o da öyle. Aynı öbür grup
içerisinde olan her eğilim diğer öbüründe de var. Şimdi bu grupları
birbirlerine karşı kılan nedir, ben bunu anlayamıyorum. Ama her grubun içinde
de her düşünce var, aynı şeyleri savunuyorlar. Gel gör ki, öbür gruplarla da birbirleriyle
didişmekten geri durmuyorlar. Bu, anlaşılmaz bir durum. Çünkü her grup
görünürde Çerkes kimliğini savunuyor. Ya da Laz kimliğini..
Kimlik
mücadelesi derneklerle verilemez. Bu, Çerkes derneklerinin bazılarının ÇDP'yi
yok saymasının temelinde bireysel çekememezlik yatıyor, siyasî farklılıklar
değil. Çünkü her dernek içerisinde her gruptan insan var. Sosyalisti var,
liberali var, sağcısı var, solcusu var, dindarı, ateisti var. Yani; burada bir mantıksızlık sezinliyorum. ÇDP
içerisinde her düşünceden insan var, belirli dernekler içersinde de her
düşünceden insan var. Görünürde dil ve kimliklerin yaşatılması noktasında aynı
amacı güdüyorlar, kimlikleri Çerkes hepsinin. Peki niye? Bu didişmeleri, ergenlik
çağını aşamamakla açıklayabilirim. Bu, Çerkeslerin meselesi.
Ama ben şunu
söyleyeyim, biraz önce sorduğunuz için, Lazlar’da
şimdilik su yüzüne çıkmış böyle bir durum yok. Yeni yeni hareketlilik
içerisindeler. Var olan gruplardaki saflaşma ve didişmeler de siyasî ayrılıktan
değil, Çerkeslerdeki gibi sen-ben sürtüşmesinden. Bunları görebiliyorum. Ancak;
yanılmıyorsam 1994 mahalli seçimleri idi. “Ogni Dergisi”nin bir sayısı bu seçimlere denk
geldi. O sayıda Ahmet Hulusi Kırım, derginin
başyazısında ortak görüşümüzü dile getirdi. O bizim genel tavrımızdı. Laz dili, kültürü, kimliğiyle ilgili duruşu
olan her aday hangi partiden olursa, desteklenmelidir diyorduk. Hangi partiden
olursa olsun. Şimdi buradan hareketle şunu söylüyorum; bugün de Laz
arkadaşlarımız için, tabi burada Laz aydınlarını kast ediyorum, onlar benim
bildiğim Laz dili kimliğini yaşatmaya yönelik çaba gösteren herkesi desteklediler,
destekliyorlar. Bu, Lazca ve Laz kimliği
adına bir kazançtır. Çerkesler’de de böyledir diye düşünüyordum. ÇDP pratiğiyle
gördüm ki, bazı Çerkes aydınları HDP’yi açıkça desteklediler. Hem de ağırlıklı
olarak Çerkes Kimliğini yaşatma mücadelesi için yola çıkmış bir ÇDP varken…
Şimdi bakıyorum şu başlığı atıyorlar bir yayın organında: “Barajı yıktık!” HDP’nin bu seçimlerde barajı aşma başarısını,
kimi Çerkes Aydınları kendi başarıları olarak görüyor. Kimse kusura bakmasın ama, yüzde on barajını
aşan HDP, bunu kendisini destekleyen kimi Çerkes aydınlarının sayesinde mi
başardı?! Kimi Çerkes aydınlarının 2015 Seçimleri’ndeki tavrını HDP kuyrukçuluğu
ve Kürt dalkavukluğu olarak değerlendiriyorum. Kusura bakmasınlar. Bu tavırlarını
doğru bulmuyorum. Bu söylemimi seçim öncesi bir şekilde “Ajans Kafkas”ın
benimle yaptığı röportajda da dillendirmiştim; şimdi de dillendiriyorum. Bütün
bunları, HDP’nin kuruluş aşamasında iradem dışında bir toplantıda benimle de
temasa geçildiği için biliyorum. Bir
“Gürcü-Çerkes-Laz Aydınları Platformu” oluşturmak için toplantılar yaparken bu
işin nasıl HDP’nin kuruluşuna destek toplantısına dönüştürülmeye çalışıldığını
iyi biliyorum… 11 Ağustos 2011’de Tarlabaşı (GKM) “Gürcü Kültür Merkezi”nde
yapılan toplantı;13 Ağustos 2011’de Beyoğlu Kumbara Café’de yapılan toplantı
(ki bu toplantıya milletvekili Sabahat Tuncel de katıldı), 17 Ağustos 2011’de
Avcılar, Avcılar Parkı’nda yapılan toplantı…Bu toplantıya katılanlar ve daha
sonra HDP’yi bu seçimlerde destekleyenler, bu söylediklerimden neyi
kastettiğimi iyi anlayacaklardır. Kısa kesiyorum ancak; “Halkların Kardeşliği” bu
olmasa gerek… Sonuçta da bir
“Gürcü-Çerkes-Laz Aydınları Platformu” kurulmadı. Ancak ezberleri bozmak için
böyle bir platform bugün de gerekli…
Murat Özden:
Bundan sonraki süreç hem Çoğulcu
Demokrasi Partisi açısından, hem bağımsız adaylar açısından nasıl götürülmeli
diye bir sorumuz daha olacak size Sayın Aksamaz.
Ali İhsan
Aksamaz: Şu an itibariyle, yani bugün 11 Temmuz 2015 Cumartesi günü itibarıyla
şunu söyleyebilirim: ÇDP şu anda bir Çerkes Partisi görünümünde. Çoğulcu, diğer halklardan aydınları da içine
alan bir parti görüntüsüne kavuşmalı. Yani; benim var olmamla çoğulcu olmaz,
hele hele şimdi bağımsız aday olabilmek için, adaylar olarak hepimiz partiden
istifa etmişken…Ben partinin çoğulcu yönünü temsil etmiş oluyorum… ÇDP'nin yaşatılmasından ve ileriki seçimlerde de
diğer partilerle bir ittifak oluşturacak şekilde hareket edilmesinden yanayım.
Bunu kendi düşüncem olarak söylüyorum. Kimseyi bağlamaz. ÇDP'nin asla ve asla iktidara gelmesi mümkün
değil. Bunu hepimiz biliyoruz. Çünkü ÇDP,
bir misyon partisi. ÇDP şunu yapacak: Çerkes kimliğinin savunulması ve bunun da
politik arenaya yansıması için çalışacak esas olarak. Bu noktada bir misyonu
var. Bu Lazlara da yansıyabilir, Gürcülere, Çeçenlere de yansıyabilir ve
yansımalıdır. ÇDP yoluna devam etmelidir
ama, ÇDP, mutlaka ileriki seçimlerde ittifak arayışlarına da açık olmalıdır. İttifak
arayışına bu seçimden önce başlaması doğru olmazdı, çünkü ÇDP rüştünü ispat
etmemiş bir partiydi.
Eğer ÇDP
olmasaydı, yani sizler olmamış olsaydınız, ben yüz sene daha yaşasaydım, emin
olun benim aklıma milletvekili adayı olmak gelmezdi… Bu noktada dernekçilik
farklı bir şey, dernek didişmeciliği ayrı bir şey. Siyasî parti daha da ayrı
bir şey. Aslında derneklerin bir kısmındaki kimi arkadaşların sıkıntısı da bu. Dernekçilik
yapanlar zaten yapıyor ama, dernekler içindeki bazı arkadaşlarımız siyaset yapmaya
çalışıyor. Siyaset, dernekte yapılmaz. Siyaset, siyasî partilerde yapılır. Bu
arkadaşların bir kısmının da Çerkes kimliği taşıdıklarını biliyoruz, Laz kimliği
taşıdıklarını biliyoruz. Buradaki esas
konu Çerkes kimlikli kimi arkadaşlarla yaşanan sorun olduğu için, yani bunların
siyasî partiler içinde Çerkes kimliği ile mücadele vermeleri gerekiyordu. Bu,
Çerkes kimliği ile ilgili verdikleri mücadele hangi parti içersinde olabilirdi?
İlk akla gelen siyasî parti HDP diye düşünülüyordu ama, öyle olmadığı, 24. dönemde gayet iyi
anlaşıldı. Çünkü 24. dönem HDP milletvekilleri Çerkeslik anlamında bir şey
yapmadılar. HDP Eşbaşkanı, 25. Dönem
seçimleri öncesinde kimi Çerkes derneklerine ziyaretlerde bulundu. Meclis’te
de, yanılmıyorsam, “Çerkes Sürgünü”ne bir konuşmasında değindi. Yani Seçim
zamanı Çerkesleri hatırladı! Nedense Lazları hatırlamadı?! Lazlar ya da Çerkesler,
seçim zamanları oyları için hatırlanacak insanlar mı? HDP’yi samimi bulmuyorum.
Biliyorum; İstanbul’da kapı-kapı dolaşıp
vatandaşlardan oy isteyenler içinde Çerkes gençleri de vardı, Laz gençleri de
vardı. Kocaeli’nde çok yakından izlediğim bir arkadaş var, Laz Aydını.
Kocaeli’nden HDP’nin milletvekili adayı da oldu. Adaylığını açıkladı. HDP’nin
onu birinci sıradan aday göstereceğini düşünüyordum. Hatırlarsınız; seçim
sonucunda bir milletvekilliği MHP ile HDP oyları arasında gitti-geldi. Yurtdışı
oylarıyla da o milletvekilliğini HDP kazandı. Ancak HDP, o Laz arkadaşı birinci
sıradan aday göstermemişti. Oysa Kocaeli’nde o arkadaş HDP’nin yükünü
omuzlamıştı; öyle biliyorum. HDP’nin “Halkların Kardeşliği” anlayışına bir
örnek. Aynı şekilde Çerkeslerden HDP’den milletvekili seçilen var mı?! Burada
geriye CHP kalıyor, MHP kalıyor ve Adalet Kalkınma Partisi kalıyor. Doğrusunu
isterseniz, konjonktürel misyon partisi olması itibarı ile donanımlı bir
kişinin kimlik mücadelesini kendi kimliğiyle yapılabileceği tek partinin ÇDP dışında
Adalet ve Kalkınma Partisi olduğunu düşünüyorum. Çünkü Adalet Kalkınma Partisi
konjonktürün ortaya çıkarttığı siyasî bir parti, eksileri ve artılarıyla.
Lazlar Laz kimliğiyle, Çerkesler Çerkes kimliğiyle politika yapacaklarsa, ÇDP
dışında alternatif olmadığı bir ortamda bunu Adalet Kalkınma Partisi içinde
yapabilirler. ÇDP kimlik mücadelesinde, bir dahaki seçimler için söylüyorum, Adalet ve Kalkınma Partisiyle ittifak yapmanın
yollarını açık tutmalı. Bu yanlış bir tutum olmayacak. Görüldüğü kadarıyla CHP
marjinalleşecek, Alevî Partisi görüntüsü kesifleşiyor. Yani yöneticilerinin
söylemlerine bakarsanız, bunu görüyorsunuz zaten. Refah Partisi geçmişli Mehmet
Bekaroğlu'nun CHP'nin Genel Başkan Yardımcılarından biri olması, CHP'nin
demokratik öze kavuştuğu anlamına gelmiyor. Laz Enstitüsü Derneğinin kurucu
başkanı Mehmet Bekaroğlu'nun CHP içinde ne kadar Laz kimlik mücadelesini verebileceğini
ilerleyen zamanda göreceğiz. Mehmet Bekaroğlu konusuna şimdilik girmiyorum.
Murat Özden:
Peki sormadığım veya sizin eklemek istediğiniz başka bir şeyler varsa, onları
da alalım lütfen.
Ali İhsan
Aksamaz: Şunu söyleyeyim; aklımda
milletvekili olma fikri yoktu. ÇDP’nin teklifiyle ortaya çıktı. Bundan sonraki
dönemde de herhalde bu tür çabalar içerisinde olacağım. Bu, ÇDP içinde olacak
büyük ihtimalle. Lazlardan, Abhazlardan, Gürcülerden, Çeçenlerden adaylık
konusunda olumlu tepkiler aldım. Destek oldular. Benim için önemli bir deneyimdi.
Etrafımda bir sevgi yumağı oluştu. Hayatımın hiç bir döneminde ailem ve yakın
akrabalarımın dışında, böyle bir sevgi yumağı ile kuşatılmamıştım. İnsanlarla yeni
ilişkilerim, dostluklarım oldu ve devam ediyor. Hepsi bu çizgimi sürdürmemi
istiyor.
Ben
Türkiye’deki bütün siyasî partilerin hepsinin meşru ve yasal olduğuna
inanıyorum . Ve bu meşru ve yasal partilerin herhangi birinde politika yapmanın
da herkese anasının ak sütü gibi helâl olduğunu düşünüyorum. Bunu belirtmeliyim.
Parti ayırımı yapmıyorum, fakat ne yazık ki, bizim parti, yani ÇDP kurulduğu
zaman, daha bir gün mü, iki gün mü geçmeden ÇDP'yi Amerika Birleşik Devletleri’nin
desteklediği, CIA'nın desteklediği, gizli istihbarat örgütlerinin desteklediği
şeklinde bazı hiç de hoş olmayan yazılara, makalelere, yorumlara rastladım
sosyal medyada. Şimdi bunu yazan arkadaşlar kimdir bilmiyorum. Bazılarının ÇDP'nin
Amerikan uşağı olduğu, CIA'nın fonladığı bir parti olduğu gibi ifadelerini
esefle karşılıyorum. Bu çok da yanlış bir yaklaşım. Bu arkadaşların özür
dilemesini de bekliyorum. Bakın ben zengin bir insan değilim. Emekliyim ve gelirim
ortada, banka hesaplarımı da açabilirim. Milletvekili olsa idim, ilk yapacağım
şey banka hesaplarımı, mal varlığımı açıklamak olacaktı. Açıklayamadığım için,
bir şeylerim olduğu düşünülmesin diye şimdi açıklayayım. Malvarlığı olarak hiçbir
şeyim yok. Kimseye de bir şey de devretmiş değilim. Şunu söyleyeyim,
biliyorsunuz bağımsız adaylığımızın harçlarının bile bir yerlerden ödendiği iddia
edildi. Bunlar hiç de hoş olmayan lâkırdılar. Banka hesaplarımıza girip bakabilirler,
o ödemeler nereden yapılmış, kaynağı ne kolayca öğrenebilirler. Bu durum, hiç
kimse tarafından veya Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından desteklenmediğimizin
ispatıdır. En açık delil de seçim sonuçlarıdır. Ben, İstanbul ikinci bölgeden
6510 oy aldım ve kazanamadım ama, bu oyla Adalet Kalkınma Partisi’nin bir
milletvekiliğini kaybetmesine yol açtım. Oy pusulasında Ak Parti hanesi, adımın
yazılı olduğu hanenin hemen üstünde olduğu için hem bana, hem Adalet Kalkınma
Partisi’ne evet dendiği için Ak Parti’nin bir sürü oyu iptal oldu. Sosyal medyada bunu ifade eden yazılar da yer
aldı. Gerekirse onları da gösteririm. AK Parti’nin İstanbul ikinci bölgeden bir
milletvekili daha çıkarabilmesi için 2300 oya ihtiyacı varken, ben 6510 oy aldım. Benim yüzümden iptâl olan
oylarının sayısını bilemiyorum. Ayrıca, Çoğulcu Demokrasi Partisi, Kayseri'de
de Adalet Kalkınma Partisi'nin bir milletvekili kaybetmesine yol açtı. Orada
2000 küsur oya ihtiyacı vardı, Emine Arslandok, çok fazlası oy aldı,
biliyorsunuz. Adalet Kalkınma Partisi, bir
üçüncü milletvekilliğini de Samsun'da kaybetti, 300-400 oy farkla ki, buna
Samsun adayımız Saim Sezgin Bey’in aldığı oylar sebep oldu. Kendisi de, Adalet
Kalkınma Partisi’nin bir milletvekili çıkarmasını engellemiş oldu. Özetle; Adalet
Kalkınma Partisi bizim yüzümüzden üç milletvekili kaybetti. Kim kazandı? Milliyetçi Hareket Partisi, Samsun’da ve
Kayseri’de bu milletvekilliklerini kazandı; İstanbul ikinci bölgede ise, CHP adayı
kazandı. Bu illerden aday olmasaydık, büyük ihtimaldir ki, bu üç
milletvekilliği de Ak Parti çıkartacaktı. Yani; Adalet ve Kalkınma Partisi,
kendisine bu milletvekilliklerini kaybettirecek ÇDP’yi ve adaylarını destekledi,
öyle mi?! ÇDP etrafında bir şaîya oluşturmakiçin,
bilindik ezber klişe lâf ve sloganlarla bizleri itham etmek ayıptı. Bunu yapan
kimi arkadaşlar şimdi düşünmeli. ÇDP’nin program ve tüzüğünü okumalıydılar en
azından.
Son sözüm: Kimlik
mücadelesine devam… Türkiye’nin Birinci Meclis ruhuna ihtiyacı var. Bütün
tabular yıkılmalı. Ethem Bey’e yapılan haksızlıklar düzeltilmeli; itibarı iade
edilmeli. Türkiye gerçek anlamda demokratikleşmeli ve çoğulculaşmalı. Dinimiz
ve Mustafa Kemal’in oy devşirmekte bir enstrüman olarak kullanılmasından vazgeçilmeli.
Ali Şükrü Bey cinayetinden başlamak üzere bütün siyasî cinayetler açığa çıkartılmalı.
Seçim barajı indirilmeli. Her siyasî görüş ve rengin kendisini Meclis’te
kendisi temsil edebilmesi için Siyasî
Parti Kanunu ve Seçim Kanunu’nda iyileştirilmeler yapılmalıdır. Devlet,
milletinin bütün renkleriyle barışmalıdır.
Kimlik
mücadelesi siyasî bir konu ve siyasî platformda mücadele vermek gerekiyor. Meclise
girmek istememiz, egomuzu tatmin için değil, rengimizi oraya taşımak ve çoğulcu
demokrasiye katkı sağlamak içindi. Eğer 25. dönemde milletvekili seçilebilseydim,
hem bir Laz inadı hem de bir Çerkes zerafetiyle TBMM’de farklı bir renk oluşturmaya
çalışacaktım. Adaylığımdan sonra facebook arkadaşlarımın sayısı çok arttı.
Bunların tamamına yakını Çerkes dostlar. Paylaşımlarıma destek gösterdiler.
ÇDP’nin İstanbul’daki kuruluş toplantısına katıldım. Kısa bir konuşma yaptım. Arkadaşlarla
birlikte Ayşe Pişkin’in seçim kampanyası için Düzce’ye; Saim Sezgin’in seçim kampanyası için Samsun’a;
Aydın İlhan’ın seçim kampanyası için Bursa’ya
ve Faruk Arslandok’un seçim kampanyası için Ankara’ya gittim. Güzel anılarla
döndüm. Bu güzel insanları selâmlıyorum… Meydanlarda açtığımız stantlarda da
ilginç anılarımız oldu… “TRT-Çerkesçe” ve “TRT-Lazca” için ve diğer konularda
ortak hareket etmek için ciddî bir platform oluşturulmalı… BM- UNESCO’nun “21
Şubat Anadil Günü”nü ve o tarihte toplantılar yaparak kendilerini sorumluluktan
kurtulmuş hisseden aydınlarımızı da çok garipsiyorum doğrusu. Sesimi duyurdunuz teşekkür ederim .
Murat Özden:
Açıklamalarınız için ben teşekkür ederim Sayın Aksamaz. (11 Temmuz 2015;
İstanbul – Kadıköy)
+
+
https://www.circassiancenter.com/tr/ben-etnik-partilere-karsiyim/
https://sonhaber.ch/murat-ozden-ile-soylesi/