1 Mart 2019 Cuma

Murat Özden'in Ali İhsan Aksamaz ile Söyleşisi






                                         Murat Özden'in Ali İhsan Aksamaz ile Söyleşisi

(Ön açıklama: ÇDP kurucularından Murat Özden, 7 Haziran 2015 Seçimleri’nden sonra, İstanbul 2. Bölgeden Bağımsız Milletvekili Adayı Ali İhsan Aksamaz ile bir söyleşi yaptı. Aşağıdaki söyleşi ve ÇDP’nin diğer Bağımsız Milletvekili Adaylarıyla yapılan söyleşilerle birlikte daha sonra Murat Özden tarafından “Çerkes Siyasallaşmasının Öncüleri” adıyla kitaplaştırıldı. Kitap, Apra Yayınları tarafından 2018’de yayımlandı.)

+



Murat Özden: 7 Haziran 2015 Seçimleri’nde temsil edilmeyen halklarla birlikte Çerkesler ve Lazlar da bir seçim sınavına girdiler. Bu sınav çok ilginç deneyleri de içinde barındırdı temsil edilmeyen halklar adına. Çoğulcu Demokrasi Partisi, tüm Türkiye'de yaşayan temsil edilmeyen halkları temsil etmek üzere kuruldu ama, Çerkesler ve Lazlar dışında diğer halklarla henüz yeterli ilişki kurulamadı. Çoğulcu Demokrasi Partisi’nin İstanbul İkinci Bölge Bağımsız Milletvekili Adayı olarak 2015 seçimlerine Laz kimliğiyle katılan değerli araştırmacı yazar Ali İhsan Aksamaz'dı. Diğer adaylarımıza sorduğumuz gibi Ali İhsan Bey’e de ilk sorumuz kendinizi tanıtır mısınız olacak?


Ali İhsan Aksamaz: Öncelikle bana böyle bir imkânı verdiğiniz ve sesimi insanlarımıza duyurmada vesile olduğunuz için teşekkür ederim.
Ben 24 Ocak 1959 tarihinde İstanbul’da doğdum. Babası Rize-Ardeşenli, Şanguli/Doğanay  Köyü’nden olan bir Laz baba ile kökeninde iki damardan Çerkeslik de olan bir annenin ilk çocuğuyum. İstanbul Vefa Lisesi'nde okudum. Daha sonra Konya Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Bölümü’nden mezun okudum. İngilizce öğretmeni oldum… Bu süre zarfında çeşitli memleket sorunlarıyla da ilgilendim. Politik olarak çok kemikleşmiş bir duruşum yoktu. Babam Türkiye İşçi Partili idi. 1969 yılında da İstanbul'dan TİP’ten milletvekili adayı seçilmişti. İşçi Partisi içinde yıllarca mücadele etti. Ardından da  eski SDP’de. Sendikacılık yaptı. Annem Ev hanımıdır.
Yazar- şair Nuray Gök Hanım ile evliyim. Bir kız çocuğumuz var. İstanbul Teknik Üniversitesi’nden mezun oldu… Mesleğim İngilizce öğretmenliği. Emekliyim ama, Fatih Halk Eğitim Merkezi- Fatih Yaşam Merkezi’nde ders ücretli olarak yine de öğretmenlik yapıyorum. Kafkasya Kültür kökenlilerle ilgili  yazma çizme işlerini de kendi çapımda yürütüyorum.
1990’larda bir kitap yayınlandı, “Lazların Tarihi” adıyla. Bu kitap, bütün Laz aydınlarında olduğu gibi,  bende de bir bilinç patlamasına yol açtı. Kitaptan faydalandığım yönler olduğu gibi, çelişkiye düştüğüm yönler de oldu. O çelişkileri gidermek maksadıyla da 1992 yılından itibaren araştırmaya-incelemeye başladım. Değişik bilgilere ulaştım. Bir Aydın olarak, bu bilgileri bir dosyada topladım. Daha sonra, bu dosyanın sadece bende kalmamasını düşündüğümden, bu bilgilerden istifade ile yazmaya-çizmeye başladım. Bu arada bir grup arkadaşla birlikte “Ogni Dergisi”ni çıkarttık. Daha sonra “Kafkasya Yazıları” adlı bir yayın organı çıkarttık Çiviyazıları yayınevinden, 1996’de. “Kafkasya Yazıları” projesinin fikir babası da, derginin isim babası da benim… Bu arada çeşitli yerlerde yazdığım çizdiğim makaleler bir kitap haline dönüştü: “Kafkasyadan Karadeniz’e Lazların Tarihsel Yolculuğu.” Şu ana kadar;  Çiviyazıları Yayınevi’nden, Sorun Yayınlarından ve Belge Yayınlarından on kadar kitabım çıktı.
El yordamıyla bir şeyler yapmaya çalıştım. O zaman Gürcistan'ı bilmiyorduk; Abkhazya'yı bilmiyorduk, Sovyetler Birliği'ni ve Rusya Federasyonu’nu bilmiyorduk. Tarihlerini bilmiyorduk. Uygulamalarını bilmiyorduk. Şimdi ise,  bir nebze biliyoruz ve oralardan da bazı kaynaklara ulaşabiliyoruz.
23-28 Temmuz 1994 tarihleri arasında Abkhazya’da idim. Sokhumi’de düzenlenen Dünya Abkhaz- Abazin Kongresi’ni izledim. 2005 Ağustos’unda “Radyo Kolkha”nın davetlisi olarak Gürcistan’a gittim. Tiflis’te benimle Lazca bir röportaj yapıldı. Daha sonra bu röportaj Türkiye’de “Çveneburi Dergisi”nde de yayımlandı.  Tiflis Parlamentosu Birinci Meclis Salonu’nda Lazca kısa bir konuşma yaptım. Soruları cevapladım. Ardından da Sarp’ta yapılan Kolkhoba Festivali’ne katıldım. Ertesi yıl da Batum’a gittim.  25-26 Şubat 2012  tarihlerinde “Çerkes Hakları İnisiyatifi” tarafından Derbent’te düzenlenen “Çerkes Çalıştayı”na çağrılı olarak katıldım.  Katkı sunmaya çalıştım. Geçen yıl da sevgili dostum Kuşba Erol Karayel’in teklifiyle Çoğulcu Demokrasi Partisi’nin kuruluşunda yer aldım. Beni Parti Meclisinde görevlendirdiler. Daha sonra da, hemen bir sene sonra yapılacak olan seçimlere İstanbul ikinci bölgeden bağımsız milletvekili adayı olarak katıldım. Bu  seçimler sonucunda 6510 oy aldım. Arkadaşlarım bunun bir başarı olduğunu söylüyorlar.
Kısaca hayat hikâyem böyle… Biyografi bilgilerimi daha derli- toplu olarak ve seçim broşürümle beraber size dijital ortamdan da ulaştıracağım.

Murat Özden: Tabii biliyorsunuz, Türkiye'de etnik anlamda  demokrasi mücadelesini ilk başlatanlar Kürtler. Bunu kabul edip onların da hakkını teslim etmek lâzım. Ama demokratik açılım süreciyle birlikte ilk defa Çerkesler de meydanlara çıktılar. Çerkes Hakları İnisiyatifi'ni oluşturarak hak talebinde bulundular. Siz de bu  mücadelenin içinde oldunuz, Çerkes Hakları İnisiyatifi'nin düzenlediği Çerkes Çalıştayı'na değerli katkılar sundunuz. Bu süreç tabii diğer halkların da korkularını yendi. Hem Çerkeslerin korkularının yenilmesine,  hem diğer halkların kokularının yenilmesine de vesile oldu.
Bu süreci nasıl değerlendirirsiniz?

Ali İhsan Aksamaz:  Bu sorunuza cevap verirken bir ezberin de bozulması gerektiğini düşünüyorum; şöyle ki… Türkiye'de, etnik gruplara ilişkin yumuşamanın Kürtler sayesinde gerçekleştiği şeklinde bir ezber var. Ben bu ezberi doğru bulmuyorum. Sebebim de var kuşkusuz… Biliyorsunuz Sovyetler Birliği döneminde dünyada oluşmuş dengeler vardı. Sovyetler Birliği çöktüğünde de dünyada yeni dengeler oluşmaya başladı. Öncesi dengelerle, Sovyetler Birliği çöktükten sonraki dengeleri göz önünde bulundurmak lâzım.  Türkiye’deki etnik gruplara ilişkin demokratik gelişimleri bu bağlamda değerlendirmek lâzım. Ben böyle değerlendirmenin doğru olduğuna inanıyorum.  Birinci Dünya Savaşı sonrası Büyük Britanya- Sovyet Rusya dengeleri, nasıl Türkiye’ye her alanda yön verdiyse, Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle yeni ortaya çıkan dengeler de Türkiye’ye her alanda yön vermektedir. “Kürt” meselesini de, Türkiye’de etnik gruplara ilişkin yumuşamayı da bütün bu uluslar arası dengeler ve Türkiye’ye etkileri açısından değerlendirmek lâzım. Gerek Türkiye dışında gerekse de Türkiye’deki “Kürt Hareketi”nin başlangıçtan şu ana kadar geçirdiği çeşitli değişimleri bu çerçevede değerlendirmek gerekir ki uluslar arası gelişmeler bu söylemimi desteklemektedir. Biliyorsunuz; Türkiye Cumhuriyeti coğrafya itibarıyla,  Osmanlı İmparatorluğu’nun çok küçük bir bölümünde vücut buldu. Uluslar arası dengeler gereği “ulusallaşma”sı gerekiyordu. Bu çerçevede de “Türk Aydınlanma”sının yaşanması gerekiyordu ki bir ulus-devlet olsun. Gel gör ki,  o dönemde artık ulus- devletlerin oluşturulması zamanı geçmişti. Ulus-devlet olma şansı yoktu Türkiye Cumhuriyeti'nin. Fakat ulus- devletlere öykünerek ulus- devlet olma yönünde bir sürü atılım ve bununla birlikte de bir sürü yanlışlık yapıldı. Bunun da en bariz olumsuz uygulaması etnik gruplara yönelik yaşandı. Çerkesler'e yönelik yapılan uygulamaları biliyoruz. Lazlara yönelik de buna benzer uygulamalar vardı, Kürtlere yönelik de.
Cumhuriyeti oluşturan kurucu irade önce “İslâm Milleti” kavramını öne çıkardı. “İslâm Milleti”nin hak ve hukukunun sahiplenileceği bizzat Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından da 1 Mayıs 1920 günü Meclis’te ifade edildi. Mustafa Kemal Paşa’nın söylemi şu anlama geliyordu: Kürtlerin de, Çerkeslerin de, Lazların da, diğer Müslümanların da kültürel ve anadili hakları savunulacak. Ancak Lozan Antlaşması sonunda Batum, “Kuzey Irak” ve “Batı Trakya” ve bazı adalar Türkiye sınırları dışında kalınca, Gazi Mustafa Kemal Paşa; bu söyleminden ve “İslâm Milleti” ülküsünden vazgeçti. Bunlara girmiyorum… Bütün bunlar, Büyük Britanya- Sovyet Rusya ilişki ve dengelerinin Ankara’ya bir anlamda dayattığı uygulamalardı. “Karamanlı” Ortodoks Hıristiyanların Türkiye’den Yunanistan’a mübadelesi de bu dönemde gerçekleşti. Oysa; “Karamanlılar”, bana göre Türk’tü ve biliyoruz ki, anadilleri de Türkçe idi. Önce “İslâm Milleti” ülküsü savunuldu, Hıristiyan Türkler mübadele edildi. Sonra da anadilleri Türkçe olmayan Çerkesler, Lazlar, Abkhazlar, Gürcüler ve Kürtler “Türkleştirilme”ye çalışıldı. Aynı uygulamalara Pontuslu Ortodoks Hıristiyanlar da maruz kaldı. Aynı anadilini konuşanlardan Pontuslulardan Hıristiyan olanlar mübadele edildi, Müslüman olanlar oldukları yerde kaldı. Bu konuda Yusuf Bulut dostumuzun “Livera Geyikleri” adlı eseri önemli bir eser. Ayrıca; şu anda yazarını hatırlayamıyorum, bağışlasın, “İletişim Yayınları”ndan çıkan “Ne Mutlu Türküm Diyebilene” adlı çalışma da önemli bilgi ve belgeleri içermektedir bu döneme ilişkin. Ahmet Yıldız’ın “Ne Mutlu Türküm Diyebilene” adlı kitabı… Bütün bunları bilmek lâzım… Başta hata yapılmış, Anadolu’nun binlerce yılda oluşmuş sosyolojik yapısı bozulmuştur… Söyledim; Ortodoks Hıristiyan Türkleri önce sür, sonra da anadilleri Türkçe olmayan insanları “Türkleştirme”ye çalış. Bu çabalar baştan yanlıştı. Bütün bu uygulamaların suçu, tamamıyla kurucu Cumhuriyet kadrolarına da yüklenemez. Büyük Britanya-Sovyet Rusya dengeleri de Ankara’ya bunu dayatmıştı. Bunları bilmek lâzım. Beğenelim veya beğenmeyelim, fotoğraf bu. Yalnızca anadillerine ilişkin yanlış politikalar izlenmedi, Devletin din politikaları da yanlıştı. Bu alanda da inişler- çıkışlar yaşandı. Sorunuz dışı olduğu için buna girmiyorum.
Ben şu toptan değerlendirmeyi çok yanlış buluyorum: “Emperyalizm Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu engellemek için, efendim, bu etnik grupları destekledi; bunları motive etti,” gibi söylemler de tamamıyla bilgi, vicdan ve akıl dışıdır. Bu uygulamaların İttihat ve Terakki ile başladığını, onların da Almanya’ya öykündüklerini akılda tutmak lâzım. Şöyle ki, zaten Türkiye’nin sınırları o dönemin emperyalistlerinin onayıyla belirlenmişti. Yani Lozan, Türkiye Cumhuriyeti için bir zafer değil, bir kaybın belgesiydi. Dolayısıyla da uluslararası alanda bunlar vuku bulurken; ulusal alanda ise, etnik grupların ezilmesi söz konusu oldu. Bu çeşitli şekillerde tezahür etti. Kürtlere, Dersimlilere farklı farklı şekillerde, Müslümanlara karşı farklı farklı şekillerde,  komünistlere farklı farklı şekillerde tezahür etti. Mustafa Suphi ve arkadaşlarına ve onun Türkiye içerisindeki örgütlenmiş kadrolarına karşı da zulümler yapıldı.  Dolayısıyla bu etnisite meselesine, bu geniş perspektif içerisinde yaklaşmak gerekiyor.
Sonra, bu sadece bir etnisite meselesi de değildir. Bir etnisiteye sahip olan bir insan, aynı zamanda ya işçidir, ya memurdur, ya köylüdür. Müslümandır veya başka dinlerdendir. Onların da haklarını ve hukuklarını bu anlamda savunmak gerekir.
“Kürt Hareketi”nden örnek verdiniz. Bu işin yolunun “Kürtler”le açıldığını imâ ettiniz. Ben de bunları belirtmek durumunda kaldım. Verdiğiniz o örneği doğru bulmadım.
Burada bir şey daha eklemek istiyorum. Biliyorsunuz, İkinci Dünya Savaşı bitti ve 1945'de San Fransisco Konferansı yapıldı. Orada da açıklandı ve ABD, Türkiye gibi ülkelere dedi ki, “Demokratikleşin, demokratikleşmezseniz, bütün diktatörleri yıkacağız, cezalandıracağız.” Ellerinde kozları vardı. Bu çerçevede İsmet İnönü alelacele çok partili sisteme yöneldi. Tabi İsmet İnönü bakımından bir de “Kambur Rıza Meselesi” var. Hitler Almanyası ile işbirliği var… Ancak 1946'daki seçimler şaibeli oldu. Aslında Demokrat Parti o seçimleri kazanmasına rağmen CHP, iktidarı kendisine vermedi. Daha sonra ise dış dengeler sebebiyle DP’yi engelleyemedi “Millî Şef” İsmet İnönü ve 1950'de Demokrat Parti iktidara geldi.
Demokrat Parti'nin iktidara gelmesine, bazı arkadaşlar bugünden bakarak şöyle bir değerlendirme yapıyorlar: “Amerikancılar iktidara geldi.” Hayır, ben öyle olduğunu düşünmüyorum. O dönemin solcularının bir kesimi de DP’yi desteklemişti. Amerikancı olan CHP'dir, İsmet İnönü'dür. Çünkü Amerika Birleşik Devletleri ile gizli açık, askerî, siyasî, ekonomik ve kültürel anlaşmaları imzalayan “Millî Şef” İsmet İnönü'dür.  Bugün bile boyun bükülmek zorunda kalınan antlaşmaların kaynağı İsmet İnönü’dür. Dik durabilir miydi?! Bu belge- bilgiler ışığında tartışılabilir. Konumuz değil şimdi…
DP döneminde Çerkesler ufak tefek kıpırdanmaya başladı ve “Çerkes” adı taşımasa da “hemşeri” dernekleri kurulmaya başlandı. Ve kendilerini ifade etmeye çalıştılar. Kurulma izninin nedeni şu idi kanaatimce. Çerkeslerin Sovyetler Birliği'nde de yaşıyor olmalarıydı. Amerika Birleşik Devletleri'nin de bir politikası vardı. Biliyorsunuz, Sovyetler Birliği'ni “Yeşil Kuşak” olarak çevirmek. Çerkesler, bu kuşağın enstrumanı olarak düşünüldü ABD tarafından. Şimdi, 1950’den sonraki bütün bu örgütlenmeleri, hani İtalyanca'da bir terim vardır, “Allegro Ma non troppo” diye, yani;  onun gibi, evet… “Çerkeslik ama, “fazla değil”. Anadillerini sahipleniş ve sahip çıkış yok. Halk dansları ağırlıklı çalışmalara dayanan hemşeri dernekleri türünde örgütlerin kurulmasına imkân tanındı. Anadillerinin yaşatılması ve kurumsallaştırılması yönünde hiç bir adım atılmadı. Hiçbir çaba harcanmadı.  Aslında ABD, bu halklar için daha fazlasını düşünüyordu ama, CHP ve ardılı asker-sivil Demokrat Parti bürokratlar  bundan korktu. Bu iş yakın zamanlara kadar sürüncemede bırakıldı.  AK Parti İktidarı ile olumlu bazı adımlar atıldı ki bu kez de anadilini bilen pek kalmadı. Aslında CHP iktidardan düşmüştü ama, zihniyeti asker-sivil bürokrasiye hakimdi. Özetle;  derneklerin ortaya çıkışı ve işlevleri bu şekilde tezahür etti.
Peki bu dernekler bu durumda ne kadar özgür hareket edebilirlerdi? Bilemiyorum.
Kuşkusuz ki, bugünkü derneklerin faaliyetlerinde o günkü gelişmelerin, derneklerin payı ve etkisi var. Ben daha fazla uzatmadan ve kafa da karıştırmadan o günlerdeki çalışmalarda tuzu olan herkese sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Vefât edenleri de rahmetle anıyorum.
 Sorunuza istinaden bu girişi yaptım.
Buradan devam edersem,  kimlik meselesi bir siyasî meseledir. Çünkü kimlik sorununun temelinde asimilasyon siyaseti var. Asimilasyon ki bütün siyasî iktidarların izlediği bir siyaset. Dolayısıyla da günümüzde asimilasyona dernekçilik yaparak direnmek mümkün değil. Dernekçiliğin nereden ve nasıl çıktığını kendi kanaatlerime göre yukarıda belirtmeye çalıştım. Bir siyasî tavra karşı bir başka siyasî tavırla vaziyet almak gerekir. Çünkü bu gerekçeyle bugünlere gelindi.
Çerkes Hareketi aslında, genel olarak “Sol Hareket” içerisinde bulunan ve onlara öykünen bir hal içersinde idi. Nitekim 2015 seçimlerinde de bu öykünmeci durumu gördük. Kimi “Çerkes Aydınları”  “Kürt” dalkavukluğu yaptı. Bugün de HDP dalkavukluğu şeklinde  bir davranış şekli var. Öncelikle “başkası olma kendin ol, daha sonra başkasıyla birlikte ol,” diyorum. Önce Çerkes ol, ondan sonra gerekiyorsa “Kürt Hareketi” ile dayanışmayı düşünebilirsin. Ben böyle düşünüyorum. Ben bu konuya bir dikkat çekmek istedim…
Benim, Çerkesler ile bir arada olmamın sebebine geleyim…  Damarlarımda Çerkes kanının da olmasından…  20 yıla aşkın bir süredir bu kesimden insanlarla arkadaşlıklarımın var...  Hayri Ersoy, rahmetli Ünal Cuğ, Kuşba Erol Karayel, Kutelya Erol Kılıç, Ali Çurey ve adlarını şu anda sayamadığım onlarca insan var, Çerkes aydını tanıdığım var. Rahmetli Tarık Cemal Kutlu da bunlardan birisiydi ki, onu da çok uzun zamandır tanırdım. Komşumdu. Dergilerinde birlikte yazdık, çevirilerine katkıda bulundum, birlikte durduk. Bu böyle… Bir şey de var ki, ben bu ülkede doğdum. Bu ülkenin meselelerine kayıtsız kalamazdım. Ben sadece bir Laz, sadece bir Çerkes değilim. Bu ülkenin de bir vatandaşı ve Aydınıyım. İnsanım. Bu meselelere kayıtsız kalamazdım da…
 Türkiye öyle bir noktaya geldi ki, asimilasyon politikaları gelişen teknolojiyle hızla sürüyor. Ulaşımın kolaylaşması, radyo-TV vb. vasıtalar asimilasyonu hızlandırıyor. Asimilasyona dur demenin yolu, siyasî bir duruş sergilemekten geçiyor. Nitekim bu siyasî duruş çerçevesinde “Çerkes Hakları İnisiyatifi” ortaya çıktı. Sağ olsun bu arkadaşlar, benim Kafkasya halklarının birlik beraberliği duygusuyla hareket edilmesi konusundaki duruşumu, yazdıklarımı, çizdiklerimi de görmüş olmalılar ki beni de bu harekete davet ettiler. Ben de yanlarında saf tuttum. Elimden geldiğince destek verdim.  Bu arkadaşlarla geçmişte de, bugün de birlikte olduğum için mutluyum… Geçmişte internet yoktu, bilgisayar yoktu, cep telefonu yoktu. Bugünkü iletişim vasıtalarının hiçbirisi yoktu. Bir tek püskürtmeli fotokopi makinaları vardı… Bir de sabit telefon…  Bu şekilde entelektüel ilişkilerimizi sürdürüyorduk. Bu çok yavaştı. Artık iletişim ilerledi, globalizasyon sayesinde. Ama şuna dikkat etmemiz lâzım, ipin ucunu gevşek bırakırsak, bu teknoloji ilerde anadillerimizi de tamamen yok edecek. Onun için daha ciddî ve sağlam durup kimliklerimizi yaşatmamız gerekiyor. Emek vermek lâzım. Bu işler biyolojik Laz, biyolojik Çerkes olmakla hallolmuyor. Aydın tavrı ve duruşu gerektiriyor.
Aynı şekilde Lazların da hemşeri derneklerinin büyük şehirlerde çok eski tarihlerden beri faaliyette olduğunu söylemeliyim. Lazların İstanbul’daki örgütlülüğü 1914’e kadar dayanıyor bugünkü bilgilerimizle. “İstanbul Laz Talebe Cemiyeti,” 1914’te kurulmuş.  Ayrıca 1919’da yine İstanbul’da kurulan “Laz Tekâmül-ü Millî Cemiyeti”nin de adını anmakta fayda var. Günümüz Laz Aydınlarına da haksızlık edilmemeli, çeşitli aktivitelerle anadillerini ve kimliklerini savundular. “TRT-Lazca” için TRT önünde eylem yaptılar. İmza kampanyaları açtılar. Gerek İstanbul ve Ankara’daki Laz Kültür Dernekleri ve gerekse de Laz Enstitüsü çalışmalar yaptı. Almanya’da yaşayan Laz aydınlarının da çok önemli katkıları var. Lazların kimliklerini sahiplenişleri, ÇHİ ve ÇDP ile başlamadı. Bunu belirtmeliyim. Anadiline kitaplar konusunda ciddi yayınları oldu. Meselâ; “Lazika Yayın Kollektifi”, “Lazi Yayınları”, “Ağani Murutsxi”, “Gazeta Noğa”, “Lazebura.org”, “Lazuri.com”, “Lazca.org”, “kolkhoba.org”  ilk aklama gelenler…


Murat Özden: Seçimlere kazanacak bir partiden aday olmak en kolayı idi. Bağımsız aday olmak cesaret gerektiren, yüreklilik gerektiren bir iş doğrusu… Tabii sizler de bu seçimlere bağımsız adaylar olarak katılarak bizim kahramanlarımız oldunuz. O yüzden teşekkür ediyorum.
Sormak istiyorum seçimlere bağımsız katılmak cesaretini nereden buldunuz?

Ali İhsan Aksamaz:  Daha önceki sorunuzu cevaplarken de bahsetmiştim. Ben ÇDP'nin kurucularındanım. Genel Başkanımız Kenan Kaplan,  bir akşam telefon etti, “Biz, sizi İstanbul İkinci bölgeden milletvekili adayı olarak düşünüyoruz, ne dersiniz?” diye sordu. Ben de, “Madem sizler uygun görmüşsünüz, şeref duyarım,” dedim ve gerekli belgeleri ve harcı hazırlayıp aday oldum. Beni bir “kahraman” olarak nitelendirmenizi çok abartılı buluyorum. Böyle bir sıfatı hak ettiğimi düşünmüyorum, üstelik de utanıyorum. Ancak şunu söyleyebilirim: Ben kendilerine varlığımı, aklımı, bedenimi, bilincimi borçlu olduğum insanlara borcumun bir kısmını ödemek için bilinçli bir şekilde bir duruş sergiledim. Biraz da inatçı bir insanım. Bir şeye inanıyorsam, onu savunurum. Emin olun, aslında en zor yollar, yalnız gidilerek kat edilir. Xvalamgeri/ Yalnızkurt’um…Ben böyle olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla da, bu cesareti genetik kodlarımdan ve beni ben yapan değerlerden buldum diyebilirim. Haklıydım da üstelik. Ancak “kahraman” asla değilim. Ben sıradan bir nefer veya bir fedaîyim…

Murat Özden: Zaten bir partinin bağımsız adaylarıydık diyorsunuz kısaca öyle mi?

Ali İhsan Aksamaz: Evet, bir siyasî partinin bağımsız adaylarıydık elbette. Ancak; bütün o seçim sürecini tek başımıza götürmek durumundaydık. Parti yeniydi ve henüz gücü yoktu.  Ben tek başıma bu işi omuzladım ama, şunu biliyordum, yani bu cesareti nereden buldunuz diye bana sorarsanız, ben de size şunu söyleyebilirim; eğer bu işlerle ilgilenirken, başıma bir şey gelmiş olsaydı, yani ortadan kaldırılmış olsaydım, en azından cenazemin ortada kalmayacağını, mezarsız kalmayacağımı, benim de dahil olduğum davayı benim adıma sürdürecek insanlar olduğuna inandığım için bu şekilde cüretkâr davrandım diyebilirim. Ve bundan sonra da cüretkâr olmaya devam edeceğim.

Murat Özden:  Teşekkür ediyoruz. Peki seçimlere nasıl hazırlandın Sevgili Aksamaz? Özellikle seçim sürecinde neler yaşadın?

Ali İhsan Aksamaz:  Seçim sürecinde ne yaptım? Doğrusunu isterseniz, öncelikli olarak sosyal medya denen ortamı çok iyi kullandım. Ve belki pek farkına varılmadı ama, Türkiye'de ilk Lazca seçim propagandasını yapmış oldum. ÇDP'nin temel sloganlarını Lazcaya çevirdim, klipler hazırladım ve kendime göre de bu arada bir seçim beyannamesi ve tanıtım hazırladım. Bunu bir broşür  haline getirdim. Bu konuda Dersimli Dostum Hıdır Bey’e teşekkür ederim. 10 bin adet basıldı ve dağıtıldı.  Ayrıca Cankat Bey, bir yüzümde benim kimliğim, diğer yüzünde ÇDP bilgileri yer alan kartvizit konusunda manevî-maddî destek oldu; kendisine teşekkür ederim. Elimde numunelik birkaç adet kaldı. Broşürde insana dair ne varsa, insanın yaşam alanına dair ne varsa, bütün o konuları dile getirdim; sahiplendim. O konuların Meclis’te sahiplenilmesinin temsilcisi olacağımı belirtmiş oldum. Size de bir tane veriyorum şimdi. İmkân olursa, kitabınızda yayınlarsınız. Annem alzaymır hastası ve felçli. Hiçbir ihtiyacını karşılayamıyor. Ancak eminim ki, o da sağlıklı olsaydı, bana katkı sağlardı. En az onun aracılığıyla 100 oy daha fazla alırdım. Eşim, kızım, babam, kız kardeşim, eniştem, bacanağım, yeğenlerim, kuzenlerim,  bakkalım, marketçim, tüpçüm, sucum, hepsi bana destek verdiler. Seçim tanıtım broşürümün dağıtılmasını sağladılar. Bunun dışında oluşturduğumuz küçük gruplarla da bu el ilânlarını dağıttık. Meydanlarda stantlar oluşturduk. Laz gençleriyle toplantılar yaptık. Onlardan bazıları da bana destek verdi. Farklı bölgelerde, farklı illerde yaşamalarına rağmen, internet üzerinden paylaşımlarda bulundular. Hayatımda hiç tanımadığım akrabalarım, bu seçim sayesinde bana ulaştılar; beni desteklediklerini,  İstanbul 2. bölgede yaşayan tanıdıklarına bana oy vermeleri için telkinlerde bulunacaklarını söylediler. Öğretmen arkadaşlarım, meslektaşlarım benim oy almam için çalıştılar.  Derslerine girdiğim öğrencilerim bana oy sağlamak için ellerinden geleni yaptılar. İnternet üzerinden paylaşımlar yaptılar. Kurumsal yapılarımızdan destek da gördüm. Laz Kültür Derneği Başkanı Mehmedali Barış Beşli, kapılarının açık olduğunu belirtti. Günsel Avcı ile kendilerine bir ziyaret yapacaktık. Ancak Günsel Avcı seçim bölgesindeki yoğun çalışmaları sebebiyle zamanını ayarlayamadığı için Laz Kültür Derneği’ne gidemedik. Barış Beşli’ye teşekkür ederim. Yine Laz Enstitüsü Başkanı İsmail Avcı telefon açarak desteğini belirtti. Ankara’da da Laz Kültür-Dayanışma Derneğimiz var.  Başkanı Armağan Serdaroğlu, ÇDP’nin Ankara 1. Bölge bağımsız adayı Faruk Arslandok’un tanıtım toplantısına kısa bir süre de olsa katıldı. Kendisine de teşekkür ediyorum. Bunun dışında internet üzerinden yayın yapan ve benim paylaşımlarımı aktaran bütün Laz kardeşlerime de teşekkür ediyorum.  İnternet üzerinden Lazca yayın yapan “Gazete Noğa” ve onun sahibi ve editörü Murat Bayram Karadeniz’e de destekleri için teşekkür ediyorum. Hemşerim Laz Aydını Avukat Ahmet Hulusi Kırım’ın da internet üzerinden desteğini unutamam. Aynı şekilde Laz Aydını Selma Koçiva da desteğini gösterdi. Kendilerine de sonsuz teşekkürler…Kıymetli Büyüğümüz rahmetli Yılmaz Avcı da desteğini esirgemedi. Yine kıymetli büyüğümüz emekli ordu mensubu Besim Özel de desteğini açıkça internet üzerinden deklere etti. Abkhazya’da yaşayan Hayri Ersoy Kutarba dostluk gösterdi. Kendisine teşekkür ederim. ÇDP’li dostlar ve Kenan Kaplan ile birlikte seçim arabası ile bölgemi dolaştık ve meydanlarda tanıtım yaptık.  Recep Güler’in desteği oldu. Kendilerine ve adlarını unuttuğum herkese çok teşekkür ederim.
Benim, seçim sonucunda aldığım oylar yalnızca Laz oyları değildi kuşkusuz. Meselâ; İstanbul Çerkes Derneği'nden Murat Yalçın samimi destek verdi. Kendisine teşekkür ediyorum. Onlar da internet üzerinden benim bu adaylığımı desteklediler. Oy almam için çaba harcadılar. İstanbul Çerkes Derneği’nde bir toplantı düzenlediler. Bütün bunları unutmak mümkün değil.
Diğer illerdeki ÇDP'nin bağımsız adayları da,  benim aday olduğum İstanbul 2. Bölgedeki tanıdıklarını arayarak bana oy verilmesini sağlamak için çalıştılar. Onları da burada saygı ve sevgi ile anıyorum.  
Bir sitemimi de belirtmeme lütfen izin verin! Çerkes camiası içerisinde yayın yapan, sosyal medya üzerinden yazan kimi arkadaşlar benim adaylığımı desteklemediler. Desteklemek bir yana adaylığımı bile görmediler.  Örnek vermek gerekirse,  “Jineps Gazetesi”;  Kürt, Ermeni ve diğer adaylara ilişkin haber ve röportajlara sayfa-sayfa yer verilmesine rağmen, beni görmek istemedi. Halbuki, benim “Jineps Gazetesi”nde yayınlanmış yazılarım var, benimle yapılan söyleşi de çıkmıştı. Benim onlarla da dostane ilişkilerim vardı. Yaşar Güven Arkadaşımız, “Jineps Gazetesi”nin Şubat 2009 sayısında benimle bir röportaj yapmıştı. Ne oldu da, 2009’da beni görürlerken, 2015’te görmez oldular?!  Anlamadım! Yine de sağ olsunlar, protokol olarak gazetelerini hâlâ gönderirler...  Hiç olmazsa bu ilişkilerin yüzü suyu hürmetine bir gazetecilik hizmeti verebilirlerdi. CHP ve HDP milletvekili adaylarına iltimas geçtiler. Hiç olmazsa, gazetecilik yaparak, haber ve kısa bir röportaj yaparak bana da sayfalarında yer verebilirlerdi.  Gazete kendilerinin. Ancak; ben bu arkadaşlara sitemlerimi dile getiriyorum sadece.
Buradan “Ajans Kafkas”a da şükranlarımı sunuyorum.  Çünkü oradaki arkadaşlar benimle bir söyleşi yaptılar ve bu söyleşide Lazların kim olduğunu, Lazlar ve Lazcaya ilişkin kitaplarımı da tanıtıp, bu seçimlerde niçin aday olduğumu sordular. Ve bu söyleşiyi iki bölüm halinde internet üzerinden sitelerinde yayınladılar. Bunlara vesile olan bütün arkadaşlarımıza da teşekkür ediyorum. Çok sağ olsunlar.
Bu arada “Türk basını” da adaylığımı görmedi. Ne seçimden önce, ne seçimden sonra. Ancak seçimden sonra bir değerlendirme yapabilirlerdi.  “Kürt basını” da adaylığımı görmedi. “Kürt basını”  demişken aktarmak isterim. Seçimlerden önce “Özgür Gündem Gazetesi”nden bir hanım gazeteci telefonla beni aradı. HDP’nin seçim stratejisi vb. konularda görüşlerimi almak istedi. Ben de kendisine, “Ben de bu seçimlerde İstanbul 2. Bölgeden bağımsız adayım. Bir şeyler söylemem ahlâki olmaz,” dedim. Bu hanım gazeteciydi ancak, bağımsız adaylığıma ilgi göstermedi. İlginç, değil mi?! … İstanbul’un yalnızca bir seçim bölgesinden 6510 oy aldım… Bugün çeşitli partilerden milletvekili seçilen adaylar, bağımsız olarak seçimlere girseydi, acaba kaç oy alabilecekti?!  Onun için bu 6510 oyun, birçok bakımdan önemli olduğuna inanıyorum. Şunu anladım ki, bütün bu gazeteler “sağlı-sollu, sosyalist veya Kürt” diye kodlananlar beni görmezlikten geldi. Böyle düşünmekte haklıyım. Benimle bağlantı kurabilirlerdi, bakın siz soruyorsunuz ve diyorsunuz ki “Bu oyu nasıl aldın, başarıdır,” diyorsunuz. Onlar da sorabilirdi. Ümit ederim bu röportajı okuma imkânları olur. Bu söylediklerimle de yanlış anlaşılmak istemem ayrıca…
 Söylemeliyim; seçim arabam yoktu. Arabam olmuş olsaydı, Sarıyer’den Beyoğlu'na günün belirli saatlerinde dolaşsaydık, Beyoğlu'ndan Bakırköy civarlarına kadar günün belirli  saatlerinde iki üç tur atabilseydik, kendimizi daha iyi  tanıtabilirdik. Biraz daha oy oranımızı artırabilirdik.
Yalnız şöyle bir şanssızlığımız da oldu: Bir kere, “Seçim Kanunu” demokratik değil. Bu yüzden, biz bağımsız adaylar olarak birçok anti-demokratik uygulamayla karşılaştık. Yurtdışı oylarından faydalanamadık. Çünkü oy pusulalarında bize yer vermediler. Yüksek Seçim Kurulu’na bu konuda ortak bir dilekçe ile başvurduk,  fakat YSK bu başvurumuzu reddetti, dikkate almadı.
Ayrıca; İl Seçim Kurulu, bize, “Oy pusulasında en sonunda yer alacaksınız,” dedi, fakat öyle olmadı. Bize oy pusulasının sonunda değil, siyasi partilerin altında  yer verdiler. Gel gör ki, benim üstümde Adalet Kalkınma Partisi vardı. Şimdi, emin olun dört partiden de, yani MHP, CHP, Ak Parti ve HDP'den de sandık kurulunda görevli olan arkadaşlarım, öğrencilerim, tanıdıklarım şunu söylediler: “Bizim bulunduğumuz sandıktan senin de, Adalet Kalkınma Partisi’nin hanesine de evet vurulmuş çok sayıda oy çıktı.” Böyle kaç oyumun iptal olduğunu bilemiyorum. Belki Adalet Kalkınma Partisi’ne oy vermek istiyorlardı yanlışlıkla bana oy vermiş olabilirler, sonra da aynı oy pusulasında AK Partiye oy vermiş olabilirler. Veya tam tersi bana oy vermek isteyenler önce benim haneme evet deyip, sonra üstümdeki logoyu görüp “Ali İhsan Aksamaz,  Adalet Kalkınma Partisi’nin adayıymış,” deyip ismimin üstündeki AK Partiye de evet vermiş olabilirler. Akıl çeldirici bir oy pusulasıydı. Sonuçta bu oylar iptâl edilmiş oldu. Bu sebeple iptâl olmuş oylarımı da hesaba katarsanız, oy potansiyelimin daha fazla olduğu sonucunu kolaylıkla çıkarabilirsiniz.  Buna sebep olan seçim pusulasının yanlış dizaynıdır.  Bir yanlış uygulama da Radyo- TV yayınlarında karşımıza çıktı. Hiç olmazsa, İstanbul Radyosu ve kimi yerel radyolar sesimizi duyurmamızda yardımcı olabilirlerdi. Burada sorumluluk yalnızca YSK’da değil. Yerel radyo ve televizyonları yayınlarında bize yer verebilirlerdi. Demek ezberlerini bozmak istememişler!
Şunu da belirteyim ki, bana oy verenler içersinde her partiden; Adalet Kalkınma Partili, CHP’li, MHP’li,  HDP'li öğrencilerim de vardı…
Burada, önceden İstanbul 2. Bölge'den adaylığını açıklayan, daha sonra bu adaylığını resmiyet öncesi çekip birinci bölgeye alan Yalçın Karadaş arkadaşımıza da  çok teşekkür ediyorum. Çünkü kendisine bazı arkadaşları şöyle sormuşlar: “Sen ikinci bölgeden aday olmuyorsun, biz şimdi oyumuzu kime vereceğiz?” Yalçın Karadaş arkadaşımız da onlara şöyle demiş: “Siz hiç üzülmeyin, ben yerimi Ali İhsan Aksamaz kardeşime bıraktım. Lütfen oyunuzu ona verin! Ha ben, ha o!” Bana böyle dedi.  Kendisinin bu söylemini ben internetteki bir-iki kayıttan da gördüm, dinledim. Yalçın Karadaş arkadaşımın da bana oy akışı sağladığını burada belirtmem gerekiyor. Yalçın Karadaş arkadaşıma da buradan teşekkür ediyorum.


Murat Özden: Seçimden sonra başlıklar atıldı biliyorsunuz, “En renkli Meclis oldu. İşte,  Kürtler, Aleviler, Ermeniler, Yezidiler, Süryaniler Mecliste,” diye gazeteler başlıklar attılar ama, bunların içinde Çerkesler, Lazlar, Pomaklar, Boşnaklar, Arnavutlar yoktu. Yani renkler eksik kaldı. Belki seçilmiş biyolojik Lazlar vardı başka partilerde, biyolojik Çerkesler de vardı nitekim…
Peki siz seçilseydiniz bu biyolojik olarak Çerkes, Laz veya Pomak olanlardan ne farkınız olacaktı? Bu farkı net olarak ortaya koyabilir misiniz?


Ali İhsan Aksamaz:  Bu sorunuza teşekkür ederim. Bu, soruyu bana konuşma imkânı sağlamak için sorduğunuzu biliyorum. TBMM’de benim neleri yapabileceğimi siz çok iyi bilmektesiniz ama, konu açılsın diye sorduğunuzu biliyorum. Şimdi  bugüne kadar yaptıklarım, Meclis’e gidebilseydim yapacaklarımın teminatıdır diyebilirim kısaca. Ben fiyaka yapmıyorum. 20 yılı aşan bir zamandır aktif olarak yazan, yayınlayan ve Kafkasyalıların birlik ve beraberliği duygusundan hareket eden bir insanım. Dediğim gibi, “Kafkasya Yazıları”nın çıkmasına katkım oldu. Sağ olsun Çiviyazıları Yayınevi sahibi Özcan Sapan arkadaşımızın maddî desteği ve diğer arkadaşların kültürel birikimiyle eşsiz bir dergi çıkarttık, etkisi önemli oldu… Aynı zamanda 90’larda yayımlanan “Yeni Kafkasya Gazetesi”nin de yazarlarından biriydim. Yazdıklarımda hep Kafkasyalıların; Lazların, Çerkeslerin, Abhazların, Gürcülerin, Çeçenlerin birlik beraberliğini, birlikte mücadele etmesini savundum. Ben hep bu duygudan hareket ederek bir çaba harcadım. Ben bir aydınım.  Kendime göre bir çizgim var. O çizgimin yakınına düşen herkesle; siyasî duruşu, dinî inancı ne olursa olsun, birlikte hareket edebilirim. Çünkü benim geleceğe ilişkin kendime göre hayallerim var. Bu hayallerim Türkiye'deki Kafkasya dillerinin ve Kafkasya kimliklerinin kurumsal olarak geleceğe taşınmasıyla ilgili… Biraz önceki sorularınıza cevap verirken şunu belirttim;  bizler asimilasyona uğratılmış halkların bugünkü temsilcileriyiz. Asimilasyon uygulamaları siyasî bir tercihti. Şimdi bizim bu asimilasyon politikalarına karşı durmamız da aynı şekilde politik bir duruşu gerektiriyor. Politik bir duruş, ancak siyasî bir parti içerisinde kimliklerimizle var olarak sağlanabilir. Ben bugün ÇDP içerisindeyim ve Laz kimliğimle bu asimilasyon politikalarına ‘dur’ denmesi gerektiğine inanmıyorum. Ancak yarın başka bir parti içerisinde olsam da, yine aynı ÇDP içerisindeki duruşumla mücadele veririm. Sadece Lazların ve Çerkeslerin değil, Abhazların, Gürcülerin, Çeçenlerin ve diğerlerinin de hak ve hukukunu savunmak için çaba harcarım. Hatta ben şunu söyleyeyim;  benim birçok tanıdığım HDP'ye oy verdi. Ve onlar şunu söylediler, dediler ki, “Sizin yeriniz ÇDP değil, HDP'dir. Çünkü siz Laz halkı için yazdınız, çizdiniz, Lazca dersler verdiniz.”  Evet ben, uzunca bir süre Kadıköy’deki dernekte Lazca ders verdim …
Ben de onlara şöyle dedim : “Laz olup da HDP'ye gidip milletvekili adayı olan arkadaşlar var, bilmem hangi illerin, bilmem hangi aday listesinde kaçıncı sıradalar. Seçilselerdi,  onların benim kadar bu mücadeleyi Meclis’te verebileceklerine emin değilim. Çünkü onların Laz kimliği adına bugüne kadar ürettikleri hiçbir şey yok. ‘İyi günler, ben Laz halkının temsilcisiyim,’ lâkırdısını Lazca söylemek Laz kimliğini TBMM’de savunmak anlamına gelmiyor.” Böyle dedim onlara.  Bir yerlere yamanmakla ve sloganla bu işler olmuyor.
Bu arada konu HDP'ye gelmişken, biliyorsunuz HDP'nin “Kürt” milletvekilleri dışında zannediyorum, bir tane de Süryanî milletvekili vardı geçmiş dönemde. Peki HDP'liler Süryanîler'in kimlik mücadelesi yolunda ne yaptı? O Süryani milletvekili arkadaş kendi kimliği için ne yaptı? Ben bilmiyorum. Okuyan, yazan, bir insanım, benim bilmediğim bir şey varsa, lütfen söylesinler, öğrenelim! Çerkesler konusunda, Lazlar konusunda “HDP”,  24. dönemde ne yaptı? Hiç bir şey yapmadı. Hiç bir şey yapmadı. Ancak 24. dönemde  oluşan Adalet Kalkınma Partisi Hükümeti;  Gürcüce, Abhazca, Lazca ve Çerkesçe’yi Devlet Okularında  kısıtlı da olsa seçmeli ders haline getirdi. Peki, bunlar olurken HDP ne yaptı? Bu konuda HDP'li arkadaşlar belirli çabalar harcamışlarsa, ben bunları bilmek isterim. Yani;  şunu demek istiyorum ki, bir insanın içinde bulunduğu siyasî parti değil önemli olan; önemli olan o kişinin biyolojik etnik aidiyetinin dışında kimlik mücadelesi vermesi. Ancak sadece de kimlik mücadelesi değil, toplumsal bir mücadele de vermesi gerekir. Biz bu ülkenin vatandaşlarıyız aynı zamanda. Bu ülkenin bütün halklarının, bütün bir milletin birlik beraberlik duygusu içinde ekonomik, sosyal, kültürel gelişmişliği için de mücadele vermemiz gerekiyor. Yoksa “Lazım“ deyip sadece Lazlık üzerinden hareket etmek doğru bir davranış şekli değil.
Bu noktada şunu demek istiyorum; diğer arkadaşların da mutlaka bu konuları bir dahaki seçimlerde göz önünde bulundurmaları lâzım. Biyolojik olarak Laz olmanın, biyolojik olarak Çerkes olmanın bu kimliklere tam olarak doğrudan bir katkısı yok. Çünkü onlar asimilasyon politikalarına karşı çıkamıyorlar, çünkü bu partilerin asimilasyon politikalarına karşı çıkma diye bir sorunu yok. Bu siyasî partiler böyle bir geçmişi de bilmiyorlar. Ancak şu da yanlış, son zamanlarda ne yazık ki, Kürt dalkavukluğu ve Ermeni dalkavukluğu çok fazla arttı. ‘Oyum HDP'ye’ demek sorumluluktan kaçıştır…HDP'nin desteklenmesine bireysel olarak bir şey diyemem, herkes oy vermiş olabilir. Ancak grup oluşturarak kimi Çerkes Aydınlarının ve dergilerinin, “Biz HDP'ye oy veriyoruz!” diye deklerasyon yayınlamaları veya  yayın organlarında HDP'yi ön plana çıkarmak hiç doğru değil. Bu son derece yanlış, kolaycı, kuyrukçu bir davranış. Önce kendin ol, ondan sonra başkalarıyla dayanışma göster. Eğer lâf “Halkların Kardeşliği”ne düşüyorsa, “Halkların Kardeşliği” duygusunun yaşatılmasına en fazla destek veren ve bu işin mücadelesini bu anlamda veren kişi benim. Taşın altına da elimi koydum, Kürtlerin dergi ve gazetesinde de yazdım, Çerkeslerin dergi ve gazetesinde de yazdım, Dersimlilere de, Gürcülere de, Çeçenlere de yazdım. Onlarla dayanışma gösterdim. Öyle HDP'yi destekliyorum deyip kenara çekilmek kolaycılıktır.  Şu bilgiyi de aktarmak isterim. 2010 yılında BDP/ HDP’li milletvekili  Hatip Dicle’nin  MHP’li Münir Uluata ile Meclis’te yaptığı “Türk-Kürt” tartışmasında  Lazları aşağılamasını hiç unutamıyorum. Her ikisine de o zaman teessüflerimi e-posta ile aktardım. “Halkların Kardeşliği” bu mu?!
Bir kolaycılık daha var;  o da, işi Rus düşmanlığı üzerinden Kafkasya'ya havale etmek. O da yanlış. Şöyle ki, Rus halkının düşmanı değiliz, Rusya Federasyonu’nun da düşmanı değiliz. Biz demokratikleşme istiyoruz. Biz aynı şekilde Türkiye’nin de düşmanı değiliz. Gürcistan’ın da düşmanı değiliz. Biz o toplumlarda da demokratikleşme istiyoruz.

Murat Özden: Oluşmuş kültür kurumlarımız var. Çerkeslerde daha fazla, Lazlarda da bir miktar kültür kurumları oluştu. Maalesef Çerkeslerin kimi kültür kurumları, oluşturulmuş siyasî partiyi, ÇDP’yi,  rakip olarak gördüler kendilerine. Halbuki, işlevleri farklıydı. Siyasî partinin işlevi farklı, kültür kurumlarının işlevi farklı. Çerkeslercephesinde böyle bir rekabet durumu söz konusu oldu, hatta engelleme durumu dahi söz konusu oldu diyebilirim. Bu durum Laz kültür kurumlarında nasıl gelişti? Çerkeslerdeki bu ironik tavrı nasıl buluyorsunuz diye sormak istiyorum?

Ali İhsan Aksamaz:  Ben de, bu ülkede yaşayan kimi Kafkasya kültür kökenli aydınların söylediklerini izliyorum;  yayın organlarını okuyorum, sosyal medyada yazdıklarını okuyorum. Bilgileniyorum, değerlendirmeler yapıyorum. Çünkü ben bu toplumun aydınıyım. Aynı zamanda da sorunlara ilişkin çözüm projeleri geliştirmek istiyorum. Yarın bir gün siyasî sorumluluk sahibi olursak, bu politikalar çerçevesinde hareket etmenin doğru olduğuna inanıyorum.
Şimdi, 1950'lerden itibaren kurulmaya başlayan Çerkes Derneklerine ilişkin düşüncelerimi yukarda sorduğunuz bir soruyu cevap olarak aktarmıştım. Dernekler çok önemlidir, derneklerin birlikte durması, konfederasyonlaşması çok önemlidir. Ancak bunlar kendilerini bürokrasiye kaptırmamalıdırlar.  Böyle düşünüyorum. Derneklerin işlevleri önemlidir. Kültürlerin bugüne kadar bir şekilde ulaşmasına katkı sağlamışlardır. Ancak dernek, dernektir. Dernekler hiçbir zaman asimilasyona karşı duramazlar. Çünkü asimilasyon politik bir konudur. Asimilasyona karşı politik  duruşlarla, politik tavır almak gerekiyor. Şimdi, bu anlamda, belki garibinize gidecek bir şey söyleyeceğim. Yadırgayabilirsiniz bu söyleyeceklerimi. Ben etnik partilere karşıyım. Yani;  ben sırf Çerkes partisi, sırf bir Laz partisi, sırf bir Kürt Partisi olmasına karşıyım. Ancak siyasî partiler olmalı, siyasi partilerin o ülkenin sorunlarının çözümüne ilişkin projeleri, politikaları olmalı. Her siyasî partinin Çerkesler ile çalışma yapan seksiyonu olmalı;  Kürtler, Çerkesler, Lazlar seksiyonu olmalı ve sorunlara ilişkin projeler üretmeliler. Tabi onların kültürel sorunlarına, ekonomik sorunlarına, varlık sorunlarına ve benzeri sorunlarına yönelik çalışmalar yapmalı bütün siyasî partiler. Bugüne kadar görüldüğü gibi, CHP kendisini Alevî partisi görüntüsünden ne yazık ki kurtaramadı. Vitrinine yeni isimleri almakla bu olmuyor. MHP de kendisini bir Türk partisi olmaktan ne yazık ki kurtaramadı. Adalet Kalkınma Partisi konjöktürel bir misyon partisiydi,  o anlamda misyonunu tamamlamak üzere zaten. Dünya ve bölge başka bir noktaya gidiyor.  Dolayısıyla mevcut siyasî partiler, Çerkeslere sahip çıkmadıklarına ve kimlik meselesi de siyasî bir konu olduğuna göre, ÇDP'nin kurulması da son derece isabetlidir. ÇDP, daha önce kendisini ispat edememişti, tecrübesi yoktu. Adayları da bireysel olarak kendilerini ispat etmemişti… Bu yüzden ÇDP'nin geçmiş seçimde bir başka siyasî partiyle ittifak yapmasına karşıydım. Adaylarının başka partilerden aday olmalarına karşıydım.  Ancak bu önümüzdeki 26. Dönem,  eğer seçim olur ise, ÇDP'nin siyasî bir parti olarak kendi ilke ve bağımsızlığını koruyarak diğer siyasî partilerle ittifaklara girişmesinin doğru olduğunu düşünüyorum. Bunu da anti parantez belirteyim.
Bakın, aydınlarımızda bir sorun var; şöyle birşey var; bu Gürcü Aydınlarında da var, Laz Aydınlarında da var ve aynı zamanda Çerkesler Aydınlarında da var. Burada içlerindeki gruplaşmaları kast ediyorum. Her guruplaşma içersinde her siyasî görüşten insan var. Sağcılar bir dernek, solcular bir dernek, İslamî hassasiyetleri olanlar bir dernek olarak değil de; bir grup olarak ortaya çıkıyorlar, onun içerisinde dinî hassasiyetleri olan da var, sağcı olan da var, solcu olan da var. Onların karşısında bir grup var, o da öyle. Aynı öbür grup içerisinde olan her eğilim diğer öbüründe de var. Şimdi bu grupları birbirlerine karşı kılan nedir, ben bunu anlayamıyorum. Ama her grubun içinde de her düşünce var, aynı şeyleri savunuyorlar. Gel gör ki, öbür gruplarla da birbirleriyle didişmekten geri durmuyorlar. Bu, anlaşılmaz bir durum. Çünkü her grup görünürde Çerkes kimliğini savunuyor. Ya da Laz kimliğini..
Kimlik mücadelesi derneklerle verilemez. Bu, Çerkes derneklerinin bazılarının ÇDP'yi yok saymasının temelinde bireysel çekememezlik yatıyor, siyasî farklılıklar değil. Çünkü her dernek içerisinde her gruptan insan var. Sosyalisti var, liberali var, sağcısı var, solcusu var, dindarı, ateisti var. Yani;  burada bir mantıksızlık sezinliyorum. ÇDP içerisinde her düşünceden insan  var, belirli dernekler içersinde de her düşünceden insan var. Görünürde dil ve kimliklerin yaşatılması noktasında aynı amacı güdüyorlar, kimlikleri Çerkes hepsinin. Peki niye? Bu didişmeleri, ergenlik çağını aşamamakla  açıklayabilirim. Bu, Çerkeslerin meselesi.
Ama ben şunu söyleyeyim, biraz önce sorduğunuz için,  Lazlar’da şimdilik su yüzüne çıkmış böyle bir durum yok. Yeni yeni hareketlilik içerisindeler. Var olan gruplardaki saflaşma ve didişmeler de siyasî ayrılıktan değil, Çerkeslerdeki gibi sen-ben sürtüşmesinden. Bunları görebiliyorum. Ancak; yanılmıyorsam 1994 mahalli seçimleri idi.  “Ogni Dergisi”nin bir sayısı bu seçimlere denk geldi.  O sayıda Ahmet Hulusi Kırım, derginin başyazısında ortak görüşümüzü dile getirdi. O bizim genel tavrımızdı.  Laz dili, kültürü, kimliğiyle ilgili duruşu olan her aday hangi partiden olursa, desteklenmelidir diyorduk. Hangi partiden olursa olsun. Şimdi buradan hareketle şunu söylüyorum; bugün de Laz arkadaşlarımız için, tabi burada Laz aydınlarını kast ediyorum, onlar benim bildiğim Laz dili kimliğini yaşatmaya yönelik çaba gösteren herkesi desteklediler, destekliyorlar.  Bu, Lazca ve Laz kimliği adına bir kazançtır. Çerkesler’de de böyledir diye düşünüyordum. ÇDP pratiğiyle gördüm ki, bazı Çerkes aydınları HDP’yi açıkça desteklediler. Hem de ağırlıklı olarak Çerkes Kimliğini yaşatma mücadelesi için yola çıkmış bir ÇDP varken… Şimdi bakıyorum şu başlığı atıyorlar bir yayın organında: “Barajı yıktık!”  HDP’nin bu seçimlerde barajı aşma başarısını, kimi Çerkes Aydınları kendi başarıları olarak görüyor.  Kimse kusura bakmasın ama, yüzde on barajını aşan HDP, bunu kendisini destekleyen kimi Çerkes aydınlarının sayesinde mi başardı?! Kimi Çerkes aydınlarının 2015 Seçimleri’ndeki tavrını HDP kuyrukçuluğu ve Kürt dalkavukluğu olarak değerlendiriyorum. Kusura bakmasınlar. Bu tavırlarını doğru bulmuyorum. Bu söylemimi seçim öncesi bir şekilde “Ajans Kafkas”ın benimle yaptığı röportajda da dillendirmiştim; şimdi de dillendiriyorum. Bütün bunları, HDP’nin kuruluş aşamasında iradem dışında bir toplantıda benimle de temasa geçildiği için biliyorum.  Bir “Gürcü-Çerkes-Laz Aydınları Platformu” oluşturmak için toplantılar yaparken bu işin nasıl HDP’nin kuruluşuna destek toplantısına dönüştürülmeye çalışıldığını iyi biliyorum… 11 Ağustos 2011’de Tarlabaşı (GKM) “Gürcü Kültür Merkezi”nde yapılan toplantı;13 Ağustos 2011’de Beyoğlu Kumbara Café’de yapılan toplantı (ki bu toplantıya milletvekili Sabahat Tuncel de katıldı), 17 Ağustos 2011’de Avcılar, Avcılar Parkı’nda yapılan toplantı…Bu toplantıya katılanlar ve daha sonra HDP’yi bu seçimlerde destekleyenler, bu söylediklerimden neyi kastettiğimi iyi anlayacaklardır. Kısa kesiyorum ancak; “Halkların Kardeşliği” bu olmasa gerek… Sonuçta da  bir “Gürcü-Çerkes-Laz Aydınları Platformu” kurulmadı. Ancak ezberleri bozmak için böyle bir platform bugün de gerekli…

Murat Özden:  Bundan sonraki süreç hem Çoğulcu Demokrasi Partisi açısından, hem bağımsız adaylar açısından nasıl götürülmeli diye bir sorumuz daha olacak size Sayın Aksamaz.

Ali İhsan Aksamaz: Şu an itibariyle, yani bugün 11 Temmuz 2015 Cumartesi günü itibarıyla şunu söyleyebilirim: ÇDP şu anda bir Çerkes Partisi görünümünde.  Çoğulcu, diğer halklardan aydınları da içine alan bir parti görüntüsüne kavuşmalı. Yani; benim var olmamla çoğulcu olmaz, hele hele şimdi bağımsız aday olabilmek için, adaylar olarak hepimiz partiden istifa etmişken…Ben partinin çoğulcu yönünü temsil etmiş oluyorum…  ÇDP'nin yaşatılmasından ve ileriki seçimlerde de diğer partilerle bir ittifak oluşturacak şekilde hareket edilmesinden yanayım. Bunu kendi düşüncem olarak söylüyorum. Kimseyi bağlamaz.  ÇDP'nin asla ve asla iktidara gelmesi mümkün değil. Bunu hepimiz  biliyoruz. Çünkü ÇDP, bir misyon partisi. ÇDP şunu yapacak: Çerkes kimliğinin savunulması ve bunun da politik arenaya yansıması için çalışacak esas olarak. Bu noktada bir misyonu var. Bu Lazlara da yansıyabilir, Gürcülere, Çeçenlere de yansıyabilir ve yansımalıdır.  ÇDP yoluna devam etmelidir ama, ÇDP, mutlaka ileriki seçimlerde ittifak arayışlarına da açık olmalıdır. İttifak arayışına bu seçimden önce başlaması doğru olmazdı, çünkü ÇDP rüştünü ispat etmemiş bir partiydi.
Eğer ÇDP olmasaydı, yani sizler olmamış olsaydınız, ben yüz sene daha yaşasaydım, emin olun benim aklıma milletvekili adayı olmak gelmezdi…  Bu noktada dernekçilik farklı bir şey, dernek didişmeciliği ayrı bir şey. Siyasî parti daha da ayrı bir şey. Aslında derneklerin bir kısmındaki kimi arkadaşların sıkıntısı da bu. Dernekçilik yapanlar zaten yapıyor ama, dernekler içindeki bazı arkadaşlarımız siyaset yapmaya çalışıyor. Siyaset, dernekte yapılmaz. Siyaset, siyasî partilerde yapılır. Bu arkadaşların bir kısmının da Çerkes kimliği taşıdıklarını biliyoruz, Laz kimliği taşıdıklarını biliyoruz.  Buradaki esas konu Çerkes kimlikli kimi arkadaşlarla yaşanan sorun olduğu için, yani bunların siyasî partiler içinde Çerkes kimliği ile mücadele vermeleri gerekiyordu. Bu, Çerkes kimliği ile ilgili verdikleri mücadele hangi parti içersinde olabilirdi? İlk akla gelen siyasî parti HDP diye düşünülüyordu ama,  öyle olmadığı, 24. dönemde gayet  iyi anlaşıldı. Çünkü 24. dönem HDP milletvekilleri Çerkeslik anlamında bir şey yapmadılar.  HDP Eşbaşkanı, 25. Dönem seçimleri öncesinde kimi Çerkes derneklerine ziyaretlerde bulundu. Meclis’te de, yanılmıyorsam, “Çerkes Sürgünü”ne bir konuşmasında değindi. Yani Seçim zamanı Çerkesleri hatırladı! Nedense Lazları hatırlamadı?! Lazlar ya da Çerkesler, seçim zamanları oyları için hatırlanacak insanlar mı? HDP’yi samimi bulmuyorum. Biliyorum;  İstanbul’da kapı-kapı dolaşıp vatandaşlardan oy isteyenler içinde Çerkes gençleri de vardı, Laz gençleri de vardı. Kocaeli’nde çok yakından izlediğim bir arkadaş var, Laz Aydını. Kocaeli’nden HDP’nin milletvekili adayı da oldu. Adaylığını açıkladı. HDP’nin onu birinci sıradan aday göstereceğini düşünüyordum. Hatırlarsınız; seçim sonucunda bir milletvekilliği MHP ile HDP oyları arasında gitti-geldi. Yurtdışı oylarıyla da o milletvekilliğini HDP kazandı. Ancak HDP, o Laz arkadaşı birinci sıradan aday göstermemişti. Oysa Kocaeli’nde o arkadaş HDP’nin yükünü omuzlamıştı; öyle biliyorum. HDP’nin “Halkların Kardeşliği” anlayışına bir örnek. Aynı şekilde Çerkeslerden HDP’den milletvekili seçilen var mı?! Burada geriye CHP kalıyor, MHP kalıyor ve Adalet Kalkınma Partisi kalıyor. Doğrusunu isterseniz, konjonktürel misyon partisi olması itibarı ile donanımlı bir kişinin kimlik mücadelesini kendi kimliğiyle yapılabileceği tek partinin ÇDP dışında Adalet ve Kalkınma Partisi olduğunu düşünüyorum. Çünkü Adalet Kalkınma Partisi konjonktürün ortaya çıkarttığı siyasî bir parti, eksileri ve artılarıyla. Lazlar Laz kimliğiyle, Çerkesler Çerkes kimliğiyle politika yapacaklarsa, ÇDP dışında alternatif olmadığı bir ortamda bunu Adalet Kalkınma Partisi içinde yapabilirler. ÇDP kimlik mücadelesinde, bir dahaki seçimler için söylüyorum,  Adalet ve Kalkınma Partisiyle ittifak yapmanın yollarını açık tutmalı. Bu yanlış bir tutum olmayacak. Görüldüğü kadarıyla CHP marjinalleşecek, Alevî Partisi görüntüsü kesifleşiyor. Yani yöneticilerinin söylemlerine bakarsanız, bunu görüyorsunuz zaten. Refah Partisi geçmişli Mehmet Bekaroğlu'nun CHP'nin Genel Başkan Yardımcılarından biri olması, CHP'nin demokratik öze kavuştuğu anlamına gelmiyor. Laz Enstitüsü Derneğinin kurucu başkanı Mehmet Bekaroğlu'nun CHP içinde ne kadar Laz kimlik mücadelesini verebileceğini ilerleyen zamanda göreceğiz. Mehmet Bekaroğlu konusuna şimdilik girmiyorum.

Murat Özden: Peki sormadığım veya sizin eklemek istediğiniz başka bir şeyler varsa, onları da alalım lütfen.

Ali İhsan Aksamaz: Şunu söyleyeyim;  aklımda milletvekili olma fikri yoktu. ÇDP’nin teklifiyle ortaya çıktı. Bundan sonraki dönemde de herhalde bu tür çabalar içerisinde olacağım. Bu, ÇDP içinde olacak büyük ihtimalle. Lazlardan, Abhazlardan, Gürcülerden, Çeçenlerden adaylık konusunda olumlu tepkiler aldım. Destek oldular. Benim için önemli bir deneyimdi. Etrafımda bir sevgi yumağı oluştu. Hayatımın hiç bir döneminde ailem ve yakın akrabalarımın dışında, böyle bir sevgi yumağı ile kuşatılmamıştım. İnsanlarla yeni ilişkilerim, dostluklarım oldu ve devam ediyor. Hepsi bu çizgimi sürdürmemi istiyor.
 Ben Türkiye’deki bütün siyasî partilerin hepsinin meşru ve yasal olduğuna inanıyorum . Ve bu meşru ve yasal partilerin herhangi birinde politika yapmanın da herkese anasının ak sütü gibi helâl olduğunu düşünüyorum. Bunu belirtmeliyim. Parti ayırımı yapmıyorum, fakat ne yazık ki, bizim parti, yani ÇDP kurulduğu zaman, daha bir gün mü, iki gün mü geçmeden ÇDP'yi Amerika Birleşik Devletleri’nin desteklediği, CIA'nın desteklediği, gizli istihbarat örgütlerinin desteklediği şeklinde bazı hiç de hoş olmayan yazılara, makalelere, yorumlara rastladım sosyal medyada. Şimdi bunu yazan arkadaşlar kimdir bilmiyorum. Bazılarının ÇDP'nin Amerikan uşağı olduğu, CIA'nın fonladığı bir parti olduğu gibi ifadelerini esefle karşılıyorum. Bu çok da yanlış bir yaklaşım. Bu arkadaşların özür dilemesini de bekliyorum. Bakın ben zengin bir insan değilim. Emekliyim ve gelirim ortada, banka hesaplarımı da açabilirim. Milletvekili olsa idim, ilk yapacağım şey banka hesaplarımı, mal varlığımı açıklamak olacaktı. Açıklayamadığım için, bir şeylerim olduğu düşünülmesin diye şimdi açıklayayım. Malvarlığı olarak hiçbir şeyim yok. Kimseye de bir şey de devretmiş değilim. Şunu söyleyeyim, biliyorsunuz bağımsız adaylığımızın harçlarının bile bir yerlerden ödendiği iddia edildi. Bunlar hiç de hoş olmayan lâkırdılar. Banka hesaplarımıza girip bakabilirler, o ödemeler nereden yapılmış, kaynağı ne kolayca öğrenebilirler. Bu durum, hiç kimse tarafından veya Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından desteklenmediğimizin ispatıdır. En açık delil de seçim sonuçlarıdır. Ben, İstanbul ikinci bölgeden 6510 oy aldım ve kazanamadım ama, bu oyla Adalet Kalkınma Partisi’nin bir milletvekiliğini kaybetmesine yol açtım. Oy pusulasında Ak Parti hanesi, adımın yazılı olduğu hanenin hemen üstünde olduğu için hem bana, hem Adalet Kalkınma Partisi’ne evet dendiği için Ak Parti’nin bir sürü oyu iptal oldu.  Sosyal medyada bunu ifade eden yazılar da yer aldı. Gerekirse onları da gösteririm. AK Parti’nin İstanbul ikinci bölgeden bir milletvekili daha çıkarabilmesi için 2300 oya ihtiyacı varken,  ben 6510 oy aldım. Benim yüzümden iptâl olan oylarının sayısını bilemiyorum. Ayrıca, Çoğulcu Demokrasi Partisi, Kayseri'de de Adalet Kalkınma Partisi'nin bir milletvekili kaybetmesine yol açtı. Orada 2000 küsur oya ihtiyacı vardı, Emine Arslandok, çok fazlası oy aldı, biliyorsunuz. Adalet Kalkınma Partisi,  bir üçüncü milletvekilliğini de Samsun'da kaybetti, 300-400 oy farkla ki, buna Samsun adayımız Saim Sezgin Bey’in aldığı oylar sebep oldu. Kendisi de, Adalet Kalkınma Partisi’nin bir milletvekili çıkarmasını engellemiş oldu. Özetle; Adalet Kalkınma Partisi bizim yüzümüzden üç milletvekili kaybetti. Kim kazandı?  Milliyetçi Hareket Partisi, Samsun’da ve Kayseri’de bu milletvekilliklerini kazandı; İstanbul ikinci bölgede ise, CHP adayı kazandı. Bu illerden aday olmasaydık, büyük ihtimaldir ki, bu üç milletvekilliği de Ak Parti çıkartacaktı. Yani; Adalet ve Kalkınma Partisi, kendisine bu milletvekilliklerini kaybettirecek ÇDP’yi ve adaylarını destekledi,  öyle mi?! ÇDP etrafında bir şaîya oluşturmakiçin, bilindik ezber klişe lâf ve sloganlarla bizleri itham etmek ayıptı. Bunu yapan kimi arkadaşlar şimdi düşünmeli. ÇDP’nin program ve tüzüğünü okumalıydılar en azından.
Son sözüm: Kimlik mücadelesine devam… Türkiye’nin Birinci Meclis ruhuna ihtiyacı var. Bütün tabular yıkılmalı. Ethem Bey’e yapılan haksızlıklar düzeltilmeli; itibarı iade edilmeli. Türkiye gerçek anlamda demokratikleşmeli ve çoğulculaşmalı. Dinimiz ve Mustafa Kemal’in oy devşirmekte bir enstrüman olarak kullanılmasından vazgeçilmeli. Ali Şükrü Bey cinayetinden başlamak üzere bütün siyasî cinayetler açığa çıkartılmalı. Seçim barajı indirilmeli. Her siyasî görüş ve rengin kendisini Meclis’te kendisi temsil edebilmesi için  Siyasî Parti Kanunu ve Seçim Kanunu’nda iyileştirilmeler yapılmalıdır. Devlet, milletinin bütün renkleriyle barışmalıdır.
Kimlik mücadelesi siyasî bir konu ve siyasî platformda mücadele vermek gerekiyor. Meclise girmek istememiz, egomuzu tatmin için değil, rengimizi oraya taşımak ve çoğulcu demokrasiye katkı sağlamak içindi. Eğer 25. dönemde milletvekili seçilebilseydim, hem bir Laz inadı hem de bir Çerkes zerafetiyle TBMM’de farklı bir renk oluşturmaya çalışacaktım. Adaylığımdan sonra facebook arkadaşlarımın sayısı çok arttı. Bunların tamamına yakını Çerkes dostlar. Paylaşımlarıma destek gösterdiler. ÇDP’nin İstanbul’daki kuruluş toplantısına katıldım. Kısa bir konuşma yaptım. Arkadaşlarla birlikte Ayşe Pişkin’in seçim kampanyası için Düzce’ye;  Saim Sezgin’in seçim kampanyası için Samsun’a;  Aydın İlhan’ın seçim kampanyası için Bursa’ya ve Faruk Arslandok’un seçim kampanyası için Ankara’ya gittim. Güzel anılarla döndüm. Bu güzel insanları selâmlıyorum… Meydanlarda açtığımız stantlarda da ilginç anılarımız oldu… “TRT-Çerkesçe” ve “TRT-Lazca” için ve diğer konularda ortak hareket etmek için ciddî bir platform oluşturulmalı… BM- UNESCO’nun “21 Şubat Anadil Günü”nü ve o tarihte toplantılar yaparak kendilerini sorumluluktan kurtulmuş hisseden aydınlarımızı da çok garipsiyorum doğrusu.  Sesimi duyurdunuz  teşekkür ederim .

Murat Özden: Açıklamalarınız için ben teşekkür ederim Sayın Aksamaz. (11 Temmuz 2015; İstanbul – Kadıköy)

+