Geçen yılın başlarında, iki gazetede kısa aralıklarla iki kısa “haber”
çıktı. İlkinde: “... Bölücülük yaptığı için kapatılan Pontusçu Ogni Dergisi
devşirmeleri... “Laz rock” diye bir kavram icat eden Zuğaşi Berepe
Grubu...”(1) diğerinde: “... Batı, şimdi “Pontus Rum Devleti” için Lazları
kışkırtmaya koyuldu... bölge halkına, “Bu toprakların gerçek sahibi Pontus
Rumlar'ı yani sizin atalarınızdır. Konuştuğunuz dil de Rumca'dır...” diye
propaganda yapılıyor...”(2) diye yazıyordu.
Bazı satırlarını aktardığım bu iki kısa “haber” beni daha önce “Tarih
ve Medeniyet”te yayımlanan bir “Kurban Bayramı tebriği”ni bir kez daha
dikkatlice okumaya sevk etti. Bu “Kurban Bayramı tebriği”ndeki şu cümleler
özellikle dikkat çekiyordu: “... Oradaki Yunanlılara ait bu kültür
temsilcileri gine İ.Ö.ki yıllarda gelerek Karadeniz kıyılarına yerleşerek
yerleşmiş ve bilâhare Pontuslular (Lazlar)'dır... kasaba köylerine
varıncaya kadar. Pontosça (yunanca) isimleri vardır,..”(3)
Aktarılan bu iddialardan şu sonucun çıkarılması kaçınılmazdır: “... Hz.
İsa'dan önceki yıllarda Karadeniz kıyılarına gelerek yerleşen ilk halk
Yunan kültürünün temsilcileri olan Pontuslular'dır; Pontuslular,
Lâzlar'dır; dolayısı ile Lâzlar Yunan kökenlidir...”(4)
Tarihî gerçeklerle çelişkili bu ve benzeri iddialarla, bilerek veya
bilmeyerek, “Pontuslu=Laz/Rum=Laz” ve “Pontusça=Lazca/Rumca=Lazca” gibi,
nihaî amacı önceden pek de “kestirilemeyen” bir kavram kargaşasının yayılmasına
hizmet edilmeye çalışıldığı açıkça hissedilmektedir.
Mahmut Goloğlu’nun, “... Doğu Karadeniz Bölgesinin ve halklarının eski
geçmişleri, bilinerek ya da bilinmeyerek büyük bir bilgisizlik ve karanlık
içinde bırakılmıştır...”(5) tespitinin hâlâ geçerli olduğu, aktarılan
iddiaların “ciddiyeti”nden kolayca anlaşılmaktadır.
Bu makalenin amacı, yeni kavram kargaşaları ve polemikler ortaya
çıkarmak değil, isteyenin kolaylıkla ulaşabileceği kaynaklara dayanarak,
konunun önyargılardan uzak olarak tartışılmasına katkı sağlamaya
çalışmaktır.
“Pontus” Neresidir?
“Pontus”un kelime anlamı konusunda, P. Minas Bıjışkyan, “... Eski çağda
Grekler Karadeniz'e “deniz” manasında olan Pontos adını vermişlerdir...”(6)
; Ömer Asan, “... Pontos, Karadeniz'in adıdır...”(7); M. Goloğlu, “... Pont
ya da Pontos kelimesinin (deniz)den başka anlamı yoktur...”(8)
açıklamalarını getirmektedirler.
Prof. Dr. Orhan Türkdoğan, “... Pontos, şimdiki Trabzon ve Samsun
sahili hinterlandından ibarettir...”(9) ifadesini aktarırken; Stefanos
Yerasimos, bu ifadeyi biraz daha somutlaştırmaktadır: “... Pontus bölgesi
kabaca, Osmanlıların, Gümüşhane, Lazistan, Samsun (ya da Canik)
sancaklarını kapsayan Trabzon vilayetini içine almaktadır... “(l0)
P. M. Bıjışkyan, Ö. Asan ve M. Goloğlu’nun yazdıklarından “Pontus”un
“deniz” anlamına geldiğini öğrenirken, hem bu yazarların kitaplarındaki
diğer bölümlerden hem de O. Türkdoğan ve S. Yerasimos'un ifadelerinden,
“Pontus”un coğrafî bir bölgeyi tanımlamak için de kullanıldığını anlıyoruz.
Diğer ülkelerin Karadeniz ile olan bölgeleri değil de, daha sonra yalnızca
“Osmanlı” sınırlan içinde olan bir bölgeyi tanımlamak için “Pontus”
teriminin kullanıldığı görülüyor. Bunun sebebini, H. Mümtaz
Beyazıtoğlu'nun, bölgeyle ilgili olarak verdiği kronolojideki “... M.Ö.
298-63, Pontus devleti...”(11) açıklamasından anlıyoruz. Buna göre;
“Pontus”un, coğrafi bir bölgeye adını veren bir de siyasî bir anlamı olduğu
ortaya çıkıyor.
Pontus”un taşıdığı bu siyasî anlamla ilgili olarak, yazdıklarından
konuya taraf oldukları anlaşılanların bir itirazlarının bulunmadığı ancak,
“bu coğrafyadaki” siyasî yapının, yani devletin etnik kökeni ve
kesintisizliği veya kesintisizliği konusunda bir “tartışmanın bulunduğu
görülmektedir.
M. Goloğlu’nun yazdıklarından, bu bölgeye ait olarak şöyle bir
kronoloji ortaya çıkmaktadır: “M.Ö. 298- M.Ö. 63: İlk ve tek Pontos
Devleti; M.Ö. 63- 1204: Roma ve ardından da Bizans Egemenliği; 1204-1461:
Trabzon Devleti...”(12). Bu dönemlerle ilgili olarak kısaca şu bilgiler
verilebilir: M.Ö. 298-M.Ö. 63: “... Pontos Krallarının hiç birinin
Yunanlılıkla ilgisi yoktu. Hepsi kendilerini Anadolulu saymışlar,
Anadolunun bütünlüğü ve bağımsızlığı için çalışmışlardır...(13)... Ne
ülkesinin ne halkının, ne de krallarının Yunanlılıkla bir ilgisi
yoktu...”(14); M.Ö. 63-M.S. 1204: “... Pontos devleti yıkılınca hâkimiyet
Romalılara geçmiştir. Ancak, Roma imparatorluğu ikiye bölününce, Pontos
bölgesi Doğu Roma toprakları bünyesinde ele alınmıştır...”(15); 1204-1461:
“... 1204 yılında, İstanbul’un Latinler tarafından işgal edildiği günlerde,
Bizanslı prensler üç ayrı yerde, üç yeni devlet kurdular. Bunlardan biri
(Epir Despotluğu)'nun devamı idi. Öteki (İznik)'de kuruldu ve Bizans
İmparatorluğunun mirasçılığı iddiasında bulundu. Üçüncüsü olan (Trabzon
Devleti) ise, ne bir başka devletin devamı oldu, ne de Bizans
İmparatorluğunun mirasçısı olmak iddiası peşinde koştu... Bizans'daki
olaylara seyirci kaldılar ve Bizans'ın Latin fâtihleriyle dostluk
andlaşması yaptılar...”(16).
Bölgedeki siyasî yapılanmaları kesintisiz bir süreklilik içinde
değerlendiren Ö. Asan’ın genel değerlendirmesi, “... Amasyalı coğrafyacı
Strabon (M.Ö. 63-M.S. 21) Geographika'sında “Pontos Eukseinos'un her
tarafı, keza Propontis ve diğer bir çok bölgeler Miletoslular tarafından
kolonize edilmiştir” diyor. “Büyük bir olasılıkla Miletliler Pontos
kıyılarına geldiklerinde hiçbir zorlukla karşılaşmamış, yerli halklar
tarafından dostça karşılanmışlar… Miletliler Pontos'ta kolonileştiklerinde
yerli kavimleri de aralarında eritmişler, onlara kendi kültürlerini,
dinlerini kabul ettirmişler, Pontos kıyılarında sırayla kentler kurmuşlardı.
Başta Sinop. Amasya, Samsun ve Trabzon olmak üzere irili ufaklı bir çok
yerleşim merkezleri oluştu. Ticarette, bilimde ve sanatla Yunanca egemen
dil oldu... Bu krallığın bir Mithridatlar hanedanı olduğunu biliyoruz.
Hanedanın Pers kökenli olduğu ve Yunanlılarla bir ilgisinin olmadığı
iddiası bazı tarihçilerimiz tarafından öne sürülür. Bu nedenle Pontos
Krallığını Anadolu Millî Devleti olarak kabul ederler. Oysa “Mitridat'ın
Yunanca konuştuğu ve Helenizme tutkun olduğu. Yunan sanatına yabancı
olmadığı heykeltraş Silamion'un eseri olan bir Platon heykelini Atina
akademisine hediye etmesinden anlaşılmaktadır. “...”(17) şeklindedir.
Ancak; bu yazarın yaklaşımı kendi bütünlüğü içinde de çelişkilidir:
“... Mithridates veya Pont Krallığı bir ulusa bağımlı değildi... çok
uluslu, çok kültürlü, çeşitli etnik unsurları içinde barındıran uyumlu bir
devletti. O zamanın hakim dili Yunanca resmî dil, hakim tanrı da
Apollon'du...”(18).
“O zaman” ulus kavramı var mıydı? Çok kültürlü, çeşitli etnik
unsurların hakim dili, resmî dili Yunanca olabilir miydi? Günümüz “ulus
devlet” kavramının bir sonucu olan “resmî dil”, kastedildiği belli olmayan
“o zaman”da Yunanca olabilir miydi?
“Pontus”un Etnik
Yapısı Nasıldı?
Ö. Asan, bölgeyi dönemlere ayırmaksızın bir kesintisizlik içinde ele
almakla yetinmeyip, bölge halklarını da, “... Miletliler Pontos'ta
kolonileştiklerinde yerli kavimleri de aralarında eritmişler, onlara kendi
kültürlerini, dinlerini kabul ettirmiştir...”(19) formülüyle
tekleştirmektedir.
M. Goloğlu, bir çok yazardan alıntılar yaparak bu halklar konusunda
bilgi vermeye çalışmaktadır. Bu halkları şöyle sıralamaktadır: “Halibler,
Haldiler, Kolhlar, Tibarenler, Mosinikler, Makronlar, Driller, Skitenler,
Lazlar.” (20).
M. Goloğlu, bu halklara ilişkin bir de alıntı yapmaktadır: “... Löba
(Lebeau) diyor ki; “Mitridat Pont ülkesine geldiği zaman bu bölgede
oturmakta olan halk üç bölümdü. Birincisi İranlılar ki, bir takım tapınak
kâhinleriyle soylu kişilerden ibaretti. İkincisi Yunanlılar ki, kıyı
illerinin şehirlerinde oturuyorlardı. Üçüncüsü Turanlılar ki, çok eskiden
beri burayı vatanları yapmış olan bölgenin asıl yerli ahâlisi idiler”.
Löba, Pontos halkının genel durumunu böylece Özetledikten sonra. Turanlı
dediği yerli halkın ünlü uluslarını da sıralamakta ve bunların (Alazonlar,
Amazonlar, Beşirler, Busirler, Tibarenler, Tirallar, Halibler, Sanlar,
Katagonlar, Marlar, Makronlar, Mosinekler) olduğunu söylemektedir...” (21).
M. Goloğlu'nun, “ulus” olarak sıraladığı bu halkların taşıdıkları
adlar, dönemlere göre kapsayıcılıkları, süreklilikleri, eşanlamlılıkları ve
kullanıldıkları bölgeler itibarıyla bir belirsizlik göstermektedir (22).
M. Goloğlu'nun, “Pontoslular Kimlerdi?” başlığı altında incelediği
bölge halklarının “Pontusluluğu’nun etnik ayniyetten değil, aynı coğrafî
bölgede yaşamaktan geldiği anlaşılmaktadır. Nitekim P. M. Bıjışkyan’ın,
“Pontuslu” tarifi de etnik anlamda değildir: “... Bu ad (Pontos), denizin
güney sahillerine de şamil olarak bu topraklar dahi aynı adı taşımış ve
sakinlerine Pontoslu denmişti...” (23)
“Pontus” olarak adlandırılan bölgenin ve o bölgede yaşayan halkların
geçmişleri konusunda günümüze kadar sağlıklı bir sonuca ulaşılamadığı, bu
konuya ilişkin “tartışmalar”in hâlâ devam etmesinden anlaşılmaktadır. Bunun
sebebinin, dönem ve etnik yapı farklılığını gözetmeyen monoist yaklaşım
olduğu söylenebilir.
O. Türkdoğan'ın, konunun sonuca ulaştırılmasıyla ilgili yaklaşımı
oldukça önemlidir: “... Tarihî süreç içinde Türk nüfus alanları ile Rum
nüfus potansiyeli karşı karşıya gelmiş bulunmuyordu. Bu Önemli nokta,
kanımca üzerinde durulması gereken hassas dokuyu teşkil etmektedir. Pontos
kimdir? Etnik yapısı nedir? Bunlar inceleme kapsamı içine alınmalı ve
tahlil edilmelidir. Belgelere dayalı, gerçekçi yorumlarla bu bitmeyen kavga
bir çözüme bağlanmalıdır...”(24).
Ö. Asan’ın, “o zaman” dediği, ancak ne zamanı kastettiği müphem bir
zaman kavramıyla, bölge tarihi ve etnik yapısını tekmiş gibi gösterdiği
tezi bir noktada kopukluk arz ediyor. Bu kopukluğu şu ifadesinden de
anlıyoruz: “... iki bin yıl önceki Pontos gerçeği ile bu yüzyılımızdaki
“Pontus” olayını birbirinden kolayca ayırt edebiliriz. Osmanlının son
dönemlerinde ortaya çıkan milliyetçilik akımlarının etkisiyle yeni bir
“Pontus Devleti” hülyalarına kapılan Karadenizli Rumların tarihi
yanılgıları ayrı bir inceleme alanıdır...”(25).
Bu kopukluğu neden belirtme ihtiyacı hissediyor? Eğer amacı yalnızca,
“kendisinin dahil olduğu kültürü” ifade etmekse, neden bölgenin tamamını
“Pontus Kültürü” kavramıyla açıklama yolunu seçiyor? Bu kopukluk, tezi
içindeki kesintisizlikle bir çelişki teşkil etmiyor mu?
Yazarın kopukluk arz eden dönemine ilişkin olarak S. Yerasimos şu
tespiti yapıyor: “... Ortodoks Hıristiyan nüfus, 19. yüzyılın başında yeni
bir canlanma sürecine giren kilise ile yeni burjuvazinin birlikte
yürüttükleri çabaların etkisi altına girecek ve kökeni ne olursa olsun
Anadolu'da yaşayan, Türkçe ya da Rumca konuşan bütün Ortodoks Hıristiyanlar
gibi, Yunan ulusuna ait olma duygusunu benimsemeye başlayacaktır.
Osmanlıların dine dayalı eski “millet” yapılarını kendi içinde eriten
milliyetçilik olgusunun inkâr edilemeyecek yükselişi karşısında artık etnik
kökenler tartışmasının fazla bir önem taşımadığı görülmektedir...”(26).
“Pontus Dili” Nedir?
Bölgeyle bağlantılı olarak, diğer bir kavram karışıklığı da konuşulan
dillerle ilgilidir.
M. Goloğlu şöyle yazıyor: “... gerek milâddan önceki yıllarda bilim, sanat ve ticaret yolu ile, gerekse
milâddan sonraki din aracılılığı ile Yunan dilinin Doğu Karadeniz Bölgesine
gelip topluma yayıldığı şüphesizdir ama Yunancanın Doğu Karadeniz Bölgesine
egemen dil olamayıp yerli dillerle karışıp yenildiği, hiç kimsenin ve
özellikle Yunanlıların anlamadığı özel bir dilin meydana çıktığı ve
tarihçilerin bu dile önce (Trabzon Grekçesi) demek istedikleri ve fakat sonunda sadece (Trabzon Dili)
demek zorunda kaldıkları da bir gerçektir...”(27)
Bir dilin, zaman içindeki tabii gelişimiyle ilgili bir yorum konumuz
dışındadır. Ancak, Ö. Asan’ın, çalışmasındaki ifadeler dikkat çekicidir:
“... köyümüzde konuşulan dili sorgulamakla başladım. Köylüler (Erenkoy-Of)
kendi aralarında rumca dedikleri dili konuşuyorlardı... Oysa anadilimiz
rumcaydı...” (28) Yazar, konuştukları dilin Rumca olduğunu belirtmesine
rağmen, kitabında dili, “Pontos Dili Of Diyaleği” başlığı altında
incelemektedir. Yine aynı kitabında, “Rumca-Türkçe/Türkçe-Rumca” bir
sözlüğe bölüm ayırmaktadır. “Bu dil halen Trabzon'da 51 köy ve beş merkezde
konuşulmaktadır.” (29) diye de belirtmektedir.
Yazarın, “bu dil” dediği dil, Rumca mıdır? Pontos Dili midir? Pontos
Dili Of Diyaleği midir?
“Bu dil” hakkında Peter Alford Andrews'ın aktardığı bilgi şöyledir:
“... Pontus Rumcası (Romaikâ), Kapadokya Rumcası ile bazı benzerlikleri
olan arkaik bir lehçe (bugün büyük olasılıkla Türkiye'de
konuşulmamaktadır).” (30)
Bu alıntıdan da kolayca anlaşılacağı üzere, “Pontus”, coğrafî bir
anlamda kullanılmasına rağmen, Ö. Asan’ın dil konusunda, “Pontus”
genellemesi de “anlaşılmazdır”. Halbuki, bölgedeki “...etnik yapıların tek
tek kültürel kimliklerini sorgulama olanağı olmadığı için bize miras kalan
bugünün kültürünü sorguladım. Tüm Karadeniz yerine bir köyü yani kendi
köyümü ve kültürünü Of’a yayarak ele aldım...” (31) itirafında bulunmasına
rağmen, “... Bugünkü Karadeniz kültürünün kökleri Pontus kültüründedir.
Halen konuşulan dil ve aksanlar Pontus Kültürünün kalıntılarıdır...”(32)
diye yazmakta bir çelişki görmemektedir. Farkına varamadığı bu çelişkisini
daha sonra bir dergide şöyle somutlaştırmaktadır: “... Pontos Kültürü bugün
dört dille yaşamaya devam ediyor. Türkçe, Rumca, Lazca ve Ermenice'de...”
(33).
Belirsiz Terimlerin
Kullanımı
Konuyla ilgili çalışmaları olanlar, itidal içindeyken (34), Ö. Asan,
“Pontus”, “Pontus Dili”, “Rumca” vb. terimleri bazen her biri kendi
içlerinde bütünlük ve kesintisizlik arz edecek şekilde; bazen de yine bu
terimleri farklı anlamlar taşır bir şekilde kullanmaktadır. Kitabında,
adını anmaktan özenle kaçındığı M. Goloğlu'nu işine geldiği noktada devreye
sokmakta ve adının önüne de, “TBMM'de Trabzon milletvekili olarak görev
yapmış olan ünlü tarihçi...”
“ifadesini” koymakta bir “çelişki” görmemektedir “(35).
Ö. Asan, “Anadolu tarihini yakından inceleyenler Pontos sözcüğünün bir
milletin adı olmadığını bilirler. Bu sebeple, Pontos milleti/ ulusu diye
bir tanımlama tarih içinde... yapılmamıştır. Dolayısıyla Pontos adlı bir
ırk ya da etnik bir grup yoktur...” (36) diye yazarken, en azından
kitabının önsözünün yazan Prof. Dr. Neoklis Sarris'in, “... Elen
(Rum)...”(37); “... (Pontos elencesi= rumcası)… Pontoscanın... Elenceye
(bugünkü Rumca'ya)...”(38); “... Elence (Rumca)...” (39)“ vb. şekilde
kullandığı terimler bu “konu”ya daha “sağlıklı” yaklaşmaktadır.
Yazar, konuya öbür kıyıdan taraf olanların açıklığını ifade etme
cesaretini gösteremeyerek, N. Sarris’in, “... Türkiyeli bir Elen olarak
selâm sana...” (40) ifadesinde, “...
Türkiyeli bir Elen,..”den kendisini değil, önsöz yazarının kendi kendisini
kastettiği noktasına takılıp kalmaktadır (41). Öyle ya da böyle ne fark
ediyor? Bu noktada, “... okuyalım, tartışalım ve tarihimizle yüzleşme
cesaretini gösterelim.,.”(42) yaklaşımındaki “ciddiyet”in bir anlamı
kalıyor mu? Eğer, “Pontos”a yüklediği anlam, yalnızca “Toros, Trakya vb.”
gibi bir bölge anlamındaysa neden kesintisiz bir çizgide “Pontus”u, “Elen”
Kültürüne mal etme çabası içinde gözüküyor?
Şu sözlerine katılmamak mümkün değil: “Bilimsel bir çalışma veya
araştırma yaparken, konunun politik bir gündem oluşturup oluşturmayacağı
veya istismar edilip edilmeyeceği gibi sübjektif durumlar, ilim adamını
veya araştırmacıyı ilgilendirmez...”(43). Ancak; “... Tüm Karadeniz yerine
bir köyü yani kendi köyümü ve kültürünü Of a yayarak ele aldım...”(44)
ifadesi, bu söyledikleriyle çelişiliyor mu? Günümüzde bir köyde kullanılan
bir dil ve o köyün kültürü, bütün bir bölgenin, “bilinmeyen zamanlar”dan
beri etnik yapısını ve kültürel özelliklerini yansıtabilir mi? Bir köy
temel alınarak yapılan böylesi bir çalışma genellendiğinde “bilimsel”
olabilir mi? Yapılan “bu çalışma”yla, “Bir düşünce özgürlüğü öncüsü ve
“savaşçısı”(45) unvanına lâyık görülen yazar, dilini “konuştuğu” insanların
“kimliğini” savunmaktan vazgeçerek, “Pontos” diye bir ırk olmadığını
ısrarla belirtmesine rağmen, komşularına, “kendisine göre” bir anlam
yüklemeye çalıştığı muğlak(!) “Pontuslu Kimliği”ni empoze eder bir misyon
üstlenmiş gözükmektedir.
“Pontus” terimi, çeşitli dönemlerde yüklenen anlamlarıyla günümüzde
kullanılmamaktadır. Yabancı dillerdeki anlamı Karadeniz'dir. Etnik bir
anlamı yoktur.“Pontuslu” olarak kastedilenler olsa olsa, mübadelede göç
edenler, eski Sovyet coğrafyasında yaşayanlardır. “Rumca” konuşanları ifade
etmek için kullanılmaktadır. “Pontusça” ise, bu anlamda “Rumca” ile
eşanlamlıdır (46).
“Laz” Teriminin
Kaynaklarına ilişkin Görüşler
Evliya Çelebi, “...Gezgi dağı da Trabzon'un doğu tarafında olduğundan
halkına Gezgi Kavmi sözünden galat olarak Lazki derler- Bazıları K ile Y'yi
hafifletmek için atarak, Laz Kavmi derler”(47) şeklinde bir açıklama getirirken, İslâm
Ansiklopedisi, “....Katip Çelebi ve Evliya Çelebi Kafkasya has adlarındaki
ses benzerliklerine aldanıp (Viven de Martin de böyle yanılmıştır.) Lezgi
ve Laz kelimelerinin aynı olduğunu ileri sürmüşlerdi...”(48) diye
yazmaktadır.
Prof. Michael E. Meeker, S. Deligiorgis'in anlattıklarını şöyle aktarmaktadır:
“... Laz terimi Rumlar tarafından, hiçbir şekilde Türkler ya da Lazlarla
ilgili olarak düşünülmez, tam tersine, onun özellikle, Rumca bir terim
olduğu öne sürülür. Laz'ın “Yaşasın Yunanistan'ın bozuk bir söylenişi
olduğu inancı vardır ve Pontus Rumlarının Türklere direnmesi
onurlandırılır. Etimoloji, atalardan aktarılan bir rivayetle ilişkilidir:
Sözde Türkler, Pontus Rumlarının bir kuşağında bütün erkeklerin dillerini
kesmişler. Bu, onların Rumcadaki kötü aksanını (Yaşasın Yunanistan'ın tuhaf
söylenişinde olduğu gibi) doğurmuştur...”(49).
Laz sözcüğünün, kesik dille söylenen “Yaşasın Yunanistan” sloganının
Rumcası olduğu iddiası her ne kadar demogojik bir açıklamayı
çağrıştırıyorsa da, ileriye dönük amaçlara da hizmet etmek noktasından
hareketle çok sonradan ortaya atılmış bir iddia olduğu anlaşılmaktadır.
Zaten kaynağın da belirttiğine göre; bir rivayettir (50). İslâm
Ansiklopedisi ise şöyle yazmaktadır: “... Lazoinin malûm olan en eski
yerleri Lazos şehri yahut eski Lazika'dır ki, Arrianus buranın mukaddes
limanın (Noworossisk) tahminen 124 km cenubunda, Pityus'un 185 km
şimalinde. Yani Tuapse civarında bulunduğunu söyler... Arrianus (2. asır)
zamanında, Lazoi Suhum’da oturmakta idi...”(51).
B. Ömer Büyüka, “Lazlarla ilgili adların hepsi Abhazca'dır... bu adın
anlamı Abhazca'da hem Mavi Gözlü, az-gözcüsü, as-sınır koruyucu hem de
Az-Dahili, As-dahili, Aslara dahil olan, aslardan olan demektir. Bu adın bu
manadan birine göre söylenmiş olduğu anlaşılıyor...”(52) diye bir yaklaşım
sergilemektedir.
M. Fahrettin Kırzıoğlu, “... Laz adı ise, Kafkaslar bölgesindeki birçok
coğrafya ve kavim hatta kişi adları başındaki seslinin yutulmuş biçimiyle
söylenen adlar gibi, aslında başındaki seslinin yutulmuş biçimiyle söylenen
adlar gibi, aslında başında bir sesli bulunan Alaz (Alas) idi. Buna, iki
ırmağa da adını veren Alaz'lar anlamındaki Alazon'dan öğreniyoruz...”(53)“
derken; Bilge Umar, “Gördüğümüz üzere Aiazia, Alazonia ve Alazon'iar Mysia
yöresi tarihsel coğrafyasının adlarıdır. Hal böyle iken F. Kırzıoğlu'nun
Alazon'ları Laz'lara eşitlemesi neye dayanmış olabilir, bilemiyorum...”(54)
diye yazmaktadır.
V. Minorsky, N. Mar’rın, “Halys ismini, “nehir” anlamına gelen Laz
kelimesi ile izah ettiğini” belirtmektedir.”(55)
W. E. D. Allen; “Gürcülerin, Lazların yaşadıkları yerleri Ç'aneti ve
insanlarını da Ç'ani olarak adlandırdıklarını” belirterek, “Ç'aneti'nin
Svan Dilinde Lazan anlamına geldiğini”(56) açıklamak tadır. Allen ayrıca,
“Lazlara oldukça benzer bir dilleri ve fiziksel özellikleri olan
Megrellerin, komşuları Svanlar tarafından Çan-ar olarak
adlandırıldıklarını”(57) da yazmaktadır.
Andrew Mango, Hıristiyanlığın “Pontuslu”lara Lazca tebliğ edildiğini
belirtmektedir.(58)
M. Burhan Oğuz ise şunları söylemektedir: “... Bu ad ilk Hıristiyanlık
devrinden beri Karadeniz'in doğu körfezinin ülke ve insanlarıyla
irtibatlandırılmıştır...”(59).
Laz sözcüğünün başlangıçta çok değişik etnik unsurları ifade ettiği,
ancak zaman İçinde, ifade ettiği insan topluluklarının daraldığı söylenebilir.
Türk Ansiklopedisinin, “... Bugün kendilerine Laz adını veren ve Lazca
konuşan küçük bir topluluk Hopa-Pazar ilçelerinde yaşamaktadır...” (60)
şeklinde ifade ettiği insanlara Gürcüler ve Ruslar, Ç'ani demektedir (61).
Bugün Türkiye'de Laz denildiğinde, Türk Ansiklopedisi'nin tanımını yaptığı
insanlar akla gelirken, Gürcüstan ve Abhazya'da Müslüman Ç’aniler ve
Hıristiyan Megreller anlaşılmaktadır(62).
B. Oğuz'un aktarmaları oldukça açıktır: “...Kelime, çoğu zaman, değişik
dil konuşan değişik toplumları içine toplama sonucuna götürmüş: bu itibarla
Laz mutlaka belli bir etnik veya linguistik grup olarak mütalaa
edilmemelidir. Gerçek Lazlar, mahsusî bir ırk teşkil edip Karadeniz
kıyılarının doğusunda Pazar (Atina) ilçesi ile Çoruh nehri arasındaki sahada
bulunurlar. Dilleri Gürcüstan Megrelya lehçesine çok yakından bağlı olup
esas Gürcüce ve yine bu ülkenin Svan dili ile de münasebeti vardır...”(63).
“…O devirlerde “Laz” tabiri, yabancıların dilinde Pont halklarını
topluca ifade ediyor, yerlilerce ise, tamamen Bizans'lılaşmış, Grekçe
konuşan Pontik'liler (Rhomaioi)'lerden tefrik edilmek üzere yeterli
derecede Bizans kültürü almamış, Lazoi'leri işaret etmek için
kullanılmıştır. Bugün buna benzer bir durumu görmek mümkündür...”(64).
Lazlar Kimdir?
Şemseddin Sami şunları yazıyor: “Karadeniz'in cenub-şarkisi sevahilinde
(Güney Doğu kıyılarında) memalik-î Osmaniye'nin (Osmanlı ülkesinin) Trabzon
vilayetinde ve Rusya devletine tâbi (bağlı) Batum cihetinde (yöresinde)
sakin (oturan) bir kavim olup, esasen akvam-ı Kafkasiye'den (Kafkas
kavimlerinden) olmakla, Gürcilerle (Gürcülerle) karabet-i cinsiyeleri (soy
akrabalıkları)vardır.
Lazlar simaca tamamiyle ırk-ı Kafkasiyeye mensup (Kafkas ırkından)
olup, kafaları büyük ve armudî (armut biçiminde), alınları vasi (açık),
burunları düz ve bazen azıcık kemerli, saçları ekseriya kestane veya
kumral, gözleri elâ veya mai (mavi) ve kametleri mevzun (boyları ölçülü) ve
meşy (yürüyüş) ve hareketleri levendanedir (hızlıdır). Kendileri cesur ve
cest (atak) ve çalak (çevik), çalışkan ve zeki ademler (kişiler) olup, harp
esnasında yağmaya meyilleri varsa da, işte pek namuslu ve sadık ademlerdir
(kişilerdir). Gemicilikte maharetleri dahi meşhur olup, Osmanlı
donanmasının en iyi neferat (askerler) ve zabitanı (subayları)
bunlardandır...”(65).
Lazlardan, adlarıyla ilk bahseden Plinius'tur (66). M. Arrianus,
Ptolemeus, Priskos, Prokopius, Agathias, Menandros ve Theophanes gibi
birçok yazar Lazlardan, Lazların komşuları ve Roma/Bizans ve Pers
devletleriyle olan ilişkilerinden bahseder (67).
6. yüzyıl Bizans tarihçisi Prokopius, “... eskiden kullanılan Kolh
adının, Laz adıyla yer değiştirdiğini”(68) belirtirken, çağdaşı Agathias
da, “... çok eski çağlarda Lazlara Kolh”(69) denildiğini yazmaktadır.
Kolh ülkesi anlamına gelen “Kolheti” hakkında, B. Umar. “Anadolu'nun
kuzeydoğu ucu da dahil olmak üzere, Doğu Karadeniz kıyıları...”(70); Hayrı
Ersoy ve Aysun Kamacı, “Kolkhide kültür alanının sınırları Batıdaki Psov
nehri, Kuzeyde Kafkas sıra dağları, Doğuda Suram etekleri, Güneyde ise
Karadeniz'i izleyerek Trabzon'a uzanır...(71) demektedir.
Kolheti adından ilk kez M.Ö. 8. yüzyıla ait Urartu Yazıtları'nda
bahsedilmiştir(72).
M. Goloğlu, Lazlar hakkında şunları yazıyor: “... Milâdın birinci
yüzyılı içinde, Roma İmparatoru Avgustos ile Neronun hükümdarlıkları
arasındaki zamanda, Kafkaslardan batıya doğru, kıyı boyunca, yeni ve büyük
bir göç oluyor, Lazlar Doğu Karadeniz Bölgesine gelip yerleşiyorlar...
İşte, büyük ihtimalle, birinci yüzyılın ilk yarısında Lazların bu göçleri
karşısında ülkesini savunamayacağını anlayan Polemon II, milâdın 63.
yılında hükümetini Romalılara teslim etti. Doğu Karadeniz Bölgesi de
Roma’nın yeni bir
vilâyetinin içine girdi ve bu
vilâyete Pontos Polemonyakos Vilâyeti dendi...(73).
Lazika (Egrisi) Krallığı Nerede Kuruldu?
M. F. Kırzıoğlu bu konuda
şunları yazıyor: “... İslâmlığın çıkışından beri yazılı kaynaklar, “Laz”
adlı boyun, şimdiki Çoruk ırmağı batısında ve Karadeniz kıyısındaki
ormanlık ve balkanlık dar bir bölgede yaşadığını gösterir, İslâmlık
çıkmadan 150 yıl önceleri ' bunlar, Çoruk ağzı ile, Abaza-Megrel sınırını
ayıran Engür-Suyu arasındaki kıyılarda ve içeride Faş/Riyon ırmağı
boylarında, Roma imparatorluğuna bağlı bir “Lazik Kırallığı” kurmuş olarak
yaşıyorlardı...”(74)
Gürcü (75) ve Abhaz-Abaza kaynaklarında Egrisi Krallığı(76), Roma ve Bizans kaynaklarında Lazika Krallığı
olarak geçen krallık hakkında Fahrettin Çiloğlu şu bilgileri veriyor: “...
2. yüzyılda Batı Gürcüstan'da yerel siyasal birimler kesin biçimini aldı.
Lazika, Apsilia (Apşileti) ve Abasgia (Abhazya) prenslikleri ortaya çıktı.
Bunlardan Lazika giderek güçlendi ve 4. yüzyılda neredeyse bütün Batı
Gürcüstan'ı denetimi altına aldı; Apsilialılara, Abasglara ve Svanlara boyun eğdirdi. Lazika Krallığı
doğrudan Kolha'nın (Kolheti) mirasçısıydı...”(77)
Nodar Lomouri'nin tespiti, “... 5. yüzyıldan başlamak üzere Lazika
Krallığı önemli ölçüde gücünü geliştirdi. Bu durum herşeyden önce, bölgesel
genişlemesinde görülür... Lazika Krallığı'nın gelişmesi, Bizans
İmparatorluğunun çıkarlarını tehdit etmiyordu. Doğu ileri karakollarının
Persler, Gothlar ve daha sonra da Hunlar tarafından bertaraf edilmesi,
Lazika'yı doğuda Bizans için dayanılması gereken bir “müttefik” konumuna
getirdi.
Ancak Lazika'nın gelişmesinde, Bizans'ın gerilemesi kısmen etkili
olmuştur. Üçüncü ve dördüncü yüzyıllarda Bizans İmparatorluğu kendi
sorunlarını kendi başına çözememekteydi. Lazika krallarının bağımsızlık
yönelimleri ve bölgesel yayılmasını kabullenmek zorundaydı. Bu durum, MS'ki
ilk yüzyıllarda doğuda başlamış olan Roma güç kaybının mantıkî bir
sonucuydu...”(78) şeklindedir.
G. Amıcba, Bizans-Lazika anlaşmazlığı konusunda şöyle yazıyor: “... 5.
yüzyılın ortalarında Doğu Egrisi ve onu destekleyen Abhaz etnik kökenli
halklar Anti-Bizans hareketlere başladılar... Bunun üzerine Bizans
yöneticileri asker... çıkardılar. Bu mücadelede Abhaz etnik kökenli halklar
Egrisi'nin yanında yer aldılar...
Savaş Bizans'ın istediği gibi bitmişti ama Bizans durumdan oldukça
tedirgin olmuştu. Çünkü Abhazlar'la Laz kökenli halkların bu savaşta omuz
omuza savaşması Bizanslılara uzun vadede problemlere neden olabilecek bir
durum olarak görünmeye başlamıştı. Onları birbirlerinden koparmaları hatta
gerektiğinde birbirleri ile savaştırmaları gerekiyordu. Bu yaklaşımların
sonucu olsa gerek, 6. yüzyılın ikinci yarısında Apsilyalılar'la
Abazgialılar'ın Eğrisi birliğinden ayrılmaya karar verdiklerini
görüyoruz...(79)
8. yüzyıla gelindiğinde artık Lazika (Egrisi) Krallığı ortadan kalkmış,
onun eski yönetim alanında Abhazya Krallığı ortaya çıkmıştı. (80)
Lazika Krallığı'nın Rioni havzasının güney kesimi, 5. ve
6.yüzyıllardaki Bizans-Pers savaşları nedeniyle, Laz nüfusunun tamamına
yakınını yitirmişti. Bu yüzden, Arap istilâlarından etkilenen Gürcüler,
Kartli (İberya/ Bugünkü Doğu Gürcüstan)'den kitlesel olarak göç ederek,
bugün Batı Gürcüstan olarak bilinen Lazika
Krallığı yönetsel alanına da yerleştiler. Böylece günümüzde
Müslümanları Laz, Hıristiyanları Megrel olarak adlandırılan Megrel-Lazlar
arasında Gürcülerden oluşan ve yine günümüzde Gurya/Acara olarak bilinen
tampon bölge oluştu. (81)
“Lazia Tema'sı” ve
“Lazistan Sancağı” Nedir?
1204'te kurulan ve 1461'e kadar yaşayan Lazia Teması(82), bölgenin
Osmanlı yönetimine girmesinden sonra da değişik bir adla devam etti.
1519'da Trabzon, Batum'un da dahil edilmesiyle ayrı bir eyalet haline
getirildi”(83). Bu bölgeyi 1640'ta dolaşmış olan Evliya Çelebi, eyaletin
beş sancağı bulunduğunu yazar: Canik, Trabzon, Gönye (Gonio), Aşağı Batum
ve Yukarı Batum. Lazistan Sancağı'nın merkezi Gönye idi. Kazaları ise,
Atina, Sumla, Viçe ve Arhavi idi. Koch, 15 Laz derebeyliği sayar: Atina (Pazar,
iki), Bulep, Arteşin, Viçe, Kapiste, Arhavi, Kisse, Hopa, Makrial, Gonio,
Batum, Maradit, Perlevan ve Çat derebeylikleri.
“...Acara bölgesi... Aşağı Guria ile birlikte 1851'de, yeni kurulmuş
olan Lazistan sancağına bağlandı...”(84)
1877-1878 (93) Osmanlı-Rus Harbi sonucu, Batum'un Rusların eline
geçmesiyle birlikte, Lazistan Sancağı'nın merkezi Rize'ye taşındı.(85)
Sonuç
Yukarıda zikredilen terimlerin, ifade ettikleri yapıların ortaya
çıktıkları kabul edilen zamandan günümüze kadar olan zaman dilimleri
içinde, daralan veya genişleyen anlamlar taşıdıkları görülmektedir. Bu
yapıları her bakımdan homojen görmek veya göstermek ve dönem
farklılıklarını; üretim ilişkilerini ve “millet”in tanımlanmasında önemli
bir faktör olan “din”i göz ardı etmek konuyu daha da içinden çıkılmaz ve
spekülasyonlara açık bir hale sokmaktadır.
O. Türkdoğan'ın, “... Doğu Roma imparatorluğunun hâkim olduğu
topraklara-bilindiği üzere- Romania; halkına da Romais denilmişti. Araplar
ise bu sözü Rum şeklinde belirtiyorlardı. Arif Müfit Mansel'e göre, Rum
deyiminin bugünkü ile hiçbir ilgisi yoktur…”(86) ve “... Patrik Eren Erol... bir milyondan
fazla Türk Ortodoksunun Lozan antlaşmasıyla-gaflet ve ihmalle-Yunanistan a
gönderildiğine işaret etmektedir...”(87) ifadeleri oldukça dikkat
çekicidir.
“... Yaşayamamak, yani kendini ifade edememek...”(88); “... Ezelden
beri bir takım önyargılara sahip olan belli çevreler böylesi bir çalışmayı
“Türkiye'nin bütünlüğünü bozmaya yönelik” olarak değerlendireceklerini
biliyorum...”(89); “... tarihi tahrif etmek suçtur, düzenbazlıktır...”(90)
diye yazanların, “... Miletliler Pontos'ta kolonileştiklerinde yerli
kavimleri de aralarında eritmişler, onlara kültürlerini, dinlerini kabul
ettirmişler,... Ticarette, bilimde ve sanatta Yunanca egemen dil oldu...”
(91); “... Her ne hikmetse bu neşeli insanlar (Lazlar) kazandıkları
şöhretle Karadeniz'in bir zamanlar Lazistan olarak anılmasını sağlamış, bu
söylentiyi günümüze kadar taşımışlar. Oysa tarihîn hiçbir döneminde
Karadeniz'e egemen bir Laz krallığı kurulmamış, böyle bir tanımlamayı
gerektirecek bir nüfus yoğunluğu da saptanmamış. Bazı Romalı tarihçilere
atfen ileri sürülen Laz Krallığı hakkında günümüze somut hiçbir kanıt
ulaşmamış...”(92) gibi “büyük lâflar” etmeleri de tam bir tezattır.
M. Goloğlu'nun tespiti bugün de geçerlidir (93). Baştaki alıntılarda
ifade edilmek istenenlerle(94), Ö. Asan’ın çeşitli makalelerinde
dillendirmeye çalıştığı bilgiler (!) aynı “resmî ideoloji ve tarih”e hizmet
etmektedir.
“Pontus” denilen bölgede çeşitli dönemlerde ortaya çıkmış siyasî
yapıları zaman, mekân, etnik yapı vb. gözetmeksizin bir kesintisizlik ve
homojenlik içinde değerlendirmek, Doğu Karadeniz'de ortaya çıkmış Lazika
(Egrisi) Krallığı ve sonradan oluşturulan Lazia Teması ve Lazistan
Sancağı'nı yok saymak tarihî ve sosyolojik gerçeklerin inkârı anlamına
gelmektedir.
Ortaya konulmaya çalışıldığı üzere, bugün “Pontuslu/ Rum” terimleriyle
ifade edilen insanların, Laz olarak ifade edilen insanlarla;
“Pontusça/Rumca” olarak ifade edilen dilin Lazca ile bir akrabalığı
bulunmamaktadır.
Aslında “konu” gayet açıkken, “özgürlük savaşçıları”, asparagas haber
yazanlar ve benzerlerinin, Lazları ve Lazcayı yok sayma noktasında
buluşmaları; Lazları “Rum” ve Lazcayı “Rumca” olarak gösterme çabaları
düşündürücü bir durumdur.
Şüphesiz Rum olmanın veya Rumca konuşmanın olumsuz bir tarafı yoktur.
Ancak, binlerce yıllık sosyolojik gerçeklerin farklı anlamlar yüklenen
kavramlarla çarpıtılması dikkat çekicidir.
DİPNOTLAR
1. Öncü Gazetesi, 26 Ocak 1999.
Ogni Dergisi, “Pontusçu” değildi ve kapatılmadı.
2. Asabi Gazetesi, 2 Şubat 1999.
3.Tarih ve Medeniyet, Sayı 42, s. 45, Eylül 1997.
4. H. Mümtaz Beyazıtoğlu, Tarih ve Medeniyet, Sayı 42, s. 44, Eylül
1997.
5. Mahmut Goloğlu, Anadolu'nun Millî Devleti PONTOS, s. xııı, Ankara,
1973.
6.P. Minas Bıjışkyan, Hrand D. Andreasyan (çev.), Pontos Tarihi, s. 15,
İkinci Baskı, Çiviyazıları, İstanbul, 1998.
7. Ömer Asan, Pontos Kültürü, s.53, Belge Yayınları, İstanbul, 1996.
8. M. Goloğlu, a.g.k, s. 74.
9. Dr. Orhan Türkdoğan, Etnik Sosyoloji, s. 230, Timaş Yayınlan,
İstanbul, 1997.
10. Stefanos Yerasimos, Milliyetler Ve Sınırlar, Balkanlar, Kafkasya ve
Orta-Doğu, s. 352, İletişim Yayınlan, İstanbul, 1994.
11. H. M. Beyazıtoğlu, a.g.d.
12. M. Goloğlu, a.g.k.
13.M. Goloğlu, a.g.k., s. 102.
14. M. Goloğlu, a.g.k., s. 103.
15. O. Türkdoğan, a.g.k., s. 230.
16.M. Goloğlu, a.g.k., s. 149.
17. Ö. Asan, a.g.k., s. 7,9.
18. Ö. Asan, a.g.k., s. 21.
19. Ö. Asan, a.g.k., s. 9.
20. M. Goloğlu, a.g.k., s. 81-101.
21. M. Goloğlu, a.g.k., s. 78.
22. Bkz.: M. Goloğlu, a.g.k., s. 81-101.
23. P. M. Bıjışkyan, a.g.k., s. 15.
24. O. Türkdoğan, a.g.k., s. 234.
25. Ö. Asan, a.g.k., s. 20.
26. S. Yerasimos, a.g.k., s. 353.
27.M. Goloğlu, a.g.k., s. 104.
28. Ö. Asan, a.g.k., s. xxıı.
29. Ö. Asan, Yeterince tartışılmamış bir konu. Tarih ve Medeniyet, Sayı
47, s. 48, Şubat 1998.
30. Peter Alford Andrews, Mustafa Küpüşoğlu (çev.), Türkiye'de Etnik
Gruplar, s. 204-205, Ant/Tümzamanlar Yayıncılık, İstanbul, 1992.
31.Ö. Asan, a.g.k., s. xxııı.
32. Ö. Asan, a.g.k., s. 21.
33. Ö. Asan, Pontos Kültürü, Radikal Gazetesi Pazar Eki (Kitap
Tanıtımı), Sayı 3.
34- O. Türkdoğan, a.g.k., s. 234.
35.Ö. Asan, a.g.m., s. 47, Tarih ve Medeniyet, Şubat 1998.
36. Ö. Asan, a.g.m.
37. Bkz.: Ö. Asan, a.g.k., s. xv.
38. Bkz.: Ö. Asan, a.g.k., s. xvı.
39. Bkz.: Ö. Asan, a.g.k., s.xvıı.
40. Bkz.: Ö. Asan, a.g.k., s. xıx.
41. Ö. Asan, a.g.m., s. 47, Tarih ve Medeniyet. Şubat 1998.
42. Ö. Asan, a.g.m., s. 48, Tarih ve Medeniyet. Şubat 1998.
43. Ö. Asan, a.g.m., s. 47, Tarih ve Medeniyet, Şubat 1998.
44. Ö. Asan, a.g.k., s. xxuı.
45. Bkz.: Ö. Asan, a.g.k., s. xıx.
46. P. A. Andrews, a.g.k., s. 204-205, 252.
Ö. Asan'ın, özellikle Stalin
döneminde ağır baskılara uğrayan kültürel hakları ellerinden alınan
“Pontuslular”a (Rumlara) hiç değinmemesi oldukça ilginçtir. Bu konuda bkz.:
Vlasis Agtzidis, The Persecution of Pontic Greeks in the Soviet Union,
Journal of Refugee Studies, Vol. 4, No 4,1991.
47. Evliya Çelebi Seyahatnamesi. Cilt 1-2, s. 452, Üçdal Neşriyat,
İstanbul.
48. İslam Ansiklopedisi, Cilt 7, s. 26/a, Maarif Basımevi, İstanbul,
1957.
49. M. E. Meeker, The Black Sea Turks, s. 332, International Journal of
Middle East Studies, Sayı 2, Cambridge. 1971.
50.Nitekim, giriş bölümünde sözünü ettiğimiz iki “haber” bizi haklı
çıkarmaktadır. “Kurban Bayramı tebriği” de...
51.İslam Ansiklopedisi, a.g.y.
52. B. Ömer Büyüka, Kafkas Kaynaklarına Göre İlk Yaratılışlar/İlk
İnsanlık /Kafkas Gerçekleri. Cilt 2, s. 23, İstanbul, 1986.
53. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Lazlar /Ç anarlar, VII. TTK. Cilt 1, s.
429, Ankara,1972.
54. Bilge Umar, Türkiye'de Tarihsel Adlar, s. 47, İnkilap Kitapevi,
İstanbul,1993.
55. İslam Ansiklopedisi. a.g.y.
56. W.E.D. Allen, The March-Lands of Georgia, s. 138. Geographical
Journal.Sayı 74,1929.
57. W.E.D.Allen, a.g.y.
58. Andrew Mango, Discovering Turkey, s. 39, BT Batsford Ltd., 2.
Baskı, Paperback, London, 1973.
59. Burhan Oğuz, Türkiye Halkının Kültür Kökenleri-1, s. 201, İstanbul
Matbaası, İstanbul, 1976.
60. Türk Ansiklopedisi. Cilt 22, s. 498, Millî Eğitim Bakanlığı,
Ankara, 1975.
61. A. Bryer, Some Notes on The Laz and Tzan, s. 174, Bedi Kartlisa,
Revue deKartvé1ologie, Volume XXl-XXII, No. 50-51, Paris, 1966.
62. News from the Georgian Republic, Sayı 2, s. 11, Swedish-Georgian
Society, Stockholm. December 1991,
63. B.Oğuz,a.g.y.
64. B.Oğuz, a.g.k., s. 201.
65. Şemseddin Sami, Fahrettin Çiloğlu (çevriyazı, sadeleştirme),
Kâmus-ül Alâm'da Lazlar ve Lazistan, Çveneburi Kültürel Dergi, Sayı 2-3,
Mart-Haziran 1993.
66. P. A. Andrews, a.g.k., s. 312.
67. M. F. Kırzıoğlu, a.g.y.
68. Şalva Tevzadze, Çveneburi Kafkasoloji Dergisi, Sayı 4, Stockholm,
1977.
69. Ş. Tevzadze, a.g.y.
70. B. Umar, a.g.k., s. 453.
71. Hayri Ersoy-Aysun Kamacı, Çerkeş Tarihi, s. 23, Tümzamanlar
Yayıncılık ,İstanbul, 1992.
72. Encyclopedia Americana, Cilt 7, s. 219.
73. M. Goloğlu, a.g.k., s. 109-110.
74. M. F. Kırzıoğlu, a.g.y.
75. Fahrettin Çiloğlu, Gürcülerin Tarihi, s. 37, Ant Yayınları,
İstanbul, 1993.
76. Gerg Amıcba. Hayri Ersoy (çev.), Ortaçağ'da Abhazlar, Lazlar, s. 7,
Nart Yayıncılık, İstanbul. 1993.
77. F. Çiloğlu, a.g.y.
78. Nodar Lomouri, History of the Kingdom of Egrisi/Lazika, From its Us
toThe fıfth century, Bedi Kartlisa, Sayı 26, Paris. 1969.
79. G. Amıcba, a.g.k., s. 14.
80. F. Çiloğlu, a.g.y.
81. Peter Gold, Frank J. Gillis, Indiana University, Archives of
Traditionai Music Folklore Institute, Bhomington. USA.; Hayri Hayrioğlu
(çev.), Yüzyıl Önce Ç'aneti, Ogni Kültür Dergisi, Sayı 1, Kasım 1993,
82. Bkz.: Alexandre Toumarkine, Les Lazes én Turquic, s. 108, Les
Editions ISIS. İstanbul, 1995.
83. V, Minorsky, Lazlar, İslam Ansiklopedisi, Cilt 7, Maarif Basımevi,
İstanbul,1957.
84.F. Çiloğlu, a.g.k., s. 79.
85. Hans Vogt, Caucasian Languages. Collier's Encyclopedia, Cilt 5, s.
578/a,Macmillan Educational Company. New York, 1985; T. Halasi-Hun, A.H.
Kuipers, K. H. Menges, Peoples and Languages of Caucasus, s. 13-14,
Mouton/Co., Printers, The Huge, The Netherlands, 1959; İsmail Avcı
Bucaklişi/ Hasan Uzunhasanoğlu, Lazuri-Turkuli Nenapuna (Lazca-Türkçe
Sözlük),Akyüz Yayıncılık, İstanbul, 1999; Yrd. Doç. Dr. Metin Erten, Lazca-Türkçe,Türkçe-Lazca
Sözlük. Anahtar Kitaplar, İstanbul, 2000.
86.O. Türkdoğan, a.g.k., s. 230.
87. O. Türkdoğan, a.g.k., s. 236.
88. Ö. Asan, a.g.k., s. xıı.
89.Ö. Asan, a.g.k., s. xxıv.
90. Ö. Asan, a.g.k., s. 28.
91.Ö. Asan, a.g.k., s. 9-10.
92.Ö. Asan, Karadeniz'in Atmacaları Lazlar, Gezi Traveler, Sayı 3,
Aralık 1997.
Dergi, yazarın gezi notları arasına sıkıştırdığı bilgiler(!)den dolayı
okuyucularının yoğun tepkisiyle karşılaştığında, tarafımdan bilgi aldı.
Ancak son söz yine aynı yazara söyletildi (bkz.: Gezi Traveler, Sayı 4
(Tartışma, s. 145). Ocak 1998.
Yazar, günümüzde oldukça yaygınlık kazanan ve Sovyetler Birliği sonrası
hızla sirayet eden “entelektüel cambazlık” hastalığına düçâr olmuş
gözüküyor. Bu hastalığın en belirgin özelliği, “resmî ideoloji ve tarihe”
karşı çıkıyor gözüküp “resmî ideoloji ve tarihlere” hizmet etmektir. Bu
hastalığa düçâr olanlara “düşünce özgürlüğü öncüsü ve savaşçısı” da
denilmektedir.
Yazar, en azından Georg Ostrogorsky'nin Bizans Devleti Tarihi adlı
kitabını “görseydi” (çev.: Prof. Dr. Fikret Işıltan, Türk Tarih Kurumu,
Ankara, 1986), “büyük lâflar” edemeyecekti!
93. M. Goloğlu, a.g.k., s. xııı.
94. Bkz.: 1, 2 ve 3 no'lu dipnotlar.
(14- 20 Şubat 1999)
Yazan : Ali İhsan AKSAMAZ, “Dil-Tarih-Kültür-Gelenekleriyle Lazlar”,
1. Baskı (Sayfa: 60-78), Sorun Yayınları, İstanbul, Haziran 2000; 2. Baskı Baskı (Sayfa:
93-113), Belge Yayınları, İstanbul, Ocak 2014.
|