“Sinema hayattır, hayatı güzelleştirme,
dönüştürme araçlarıdır!”
(Ön açıklama:
Bugünkü misafirim Mesut Kara; sinema yazarı, sanat yönetmeni, editör, ülkemizin
çok yönlü bir kültür emekçisi, 1988’de tanıdığım dostum. Kendisiyle bir söyleşi yaptım. Hayat
hikâyesinden, yazdığı dergilerden, makalelerinden, kitaplarından, belgesel filmlerinden
ve diğer çalışmalarından konuştuk. 4 IV 2022, Ali İhsan Aksamaz)
+
Ali İhsan
Aksamaz: Siz de uygun görürseniz, önce sizi okuyucularımıza
tanıtmak istiyorum. Bize
hayat hikâyenizden bahseder misiniz? Nerelisiniz? Nerede doğdunuz? Şimdi nerede
yaşıyorsunuz? Hangi okullarda, ne zaman, nerede öğrenim gördünüz? Türkçe
dışında hangi dilleri biliyorsunuz?
Mesut
Kara:
Öncelikle zaman ayırıp benimle söyleşi yapma inceliğini gösterdiğiniz için
teşekkür ederim. Okurlarınıza da selamlarımı sevgilerimi iletiyorum.1961
İstanbul Kartal doğumluyum. Kendi yağıyla kavrulan yoksul denebilecek bir ailem
vardı. O yıllarda küçük, sevimli bir işçi ve balıkçı kasabasıydı Kartal.
Çocukluğum mahalle kültürünün, dostluğun, dayanışmanın, komşuluk ilişkilerinin
olduğu radyolu yıllarda “radyo tiyatrosu”, “arkası yarın”lar dinleyerek
geçti. Yaşadığım o masal gibi yıllarda
neredeyse her mahallede bir sinema salonu vardı. Küçücük Kartalda bile yazlık
ve kışlık salonlarıyla 11 salon vardı 70’li yıllarda. Buna bir de Kartal’a
bağlı olan, Maltepe, cevizli ve Pendik’te olan salonları eklersek salon
sayısının 20’ye yakın olduğunu söyleyebilirim.
İlkokulda yapılan sağlık taramasında çok zayıf ve
bakımsız bulunup bugün yok edilmek istenen tarihi Validebağ Korusu içinde
bulunan sanatoryuma yatırılmıştım. Orada bazı akşamlar film gösterimleri
yapılırdı, çok eğlendiğimizi, mutlu olduğumuzu anımsıyorum. İlk sinema sevgisi
ve ilgisi orada başladı.
Sonrasında babam her hafta izin gününde beni ve
annemi sinemaya götürürdü, bu da beni çok etkileyen, mutlu eden bir durumdu.
Çocukluk ve gençlik yıllarımda da Kartal’ın, Pendik’in yazlık ve kışlık
salonlarında sayısız film izledim. O filmlerin büyülü dünyasında izlediğim
yüzlerce unutulmaz oyuncu belleğime kazındı. Onlar film artisti değil de sanki
mahalle komşularımızdı. Özellikle yan rol oyuncuları… Çok sahici, içten ve
inandırıcıydılar. Onların gerçek yaşam öykülerini o günlerde merak etmeye
başlamıştım, izlerini sürme isteği oluşmuştu. Yazmaya, yazdıklarımı yayınlamaya
başladığımda ilk onların peşine düştüm. İlk yazılarım ve yayınlanan ilk kitabım
“Artizler Kahvesi” daha çok yan rollerde oynayan, adları jeneriklerde,
afişlerde yer alamayan sinema emekçilerinin yaşam öyküleri ve sinema
serüvenlerini kendi seslerinden aktarmalarla oluştu.
İlk ve orta öğrenimi Kartal’da tamamladıktan sonra
A. Ü. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde bir yıl Klasik Felsefe (Klasik Yunan
Dili ve Edebiyatı), iki yıl da Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerine devam ettim.
Okulu yarım bırakıp çalışma hayatına başladım. Önceki yıl emekli olsam da o
günlerden bu gün karnımı doyurmak, kiramı ödeyebilmek için çalışıyorum.
Ali
İhsan Aksamaz: Sizi, çeşitli yayın organlarında
yayınlanan makalelerinizden de tanıyorum; ilk aklıma gelenler “Express” ve
“Öküz”. İlk ne zaman yazmaya başladınız? “Express” ve “Öküz” dışında hangi
yayın organlarında makaleleriniz yayınlandı?
Evrensel Gazetesinde yazıyorsunuz. Yazılarınızı beğeniyle okuyorum; bunu
bir sebebi var. Çünkü çalışmalarınızda daha ziyade bilinmeyen, görülmeyen,
hatta görülmek istenmeyen insanları, sanatçıları bizlere tanıtıyorsunuz. Çok
iyi tanıdığımızı sandığımız sanatçıları da bizlere bilinmeyen yönleriyle
tanıtıyorsunuz. Onları, çalışmalarınızla bir anlamda ölümsüzleştiriyorsunuz. Bu
alanda çok değerli çalışmalarınız, kitaplarınız var. Bu alana, bu açıdan
yönelişinizin hikâyesini anlatır mısınız?
“Yazmaya
ortaokul yıllarımda başladım”
Mesut
Kara:
Ortaokul- lise edebiyat öğretmenim yazar- ressam Celal Özcan’ın üzerimde
etkisi, emeği büyüktür. Onun özel ilgisi ve etkisi oldu edebiyatı, sanatı
sevmemde, yazmaya yönelmemde.
Yazmaya ortaokul yıllarımda başladım. “Yitik” adlı
öyküm 1985 yılında Gökyüzü adlı dergide yayınlandı. O günden bu yana, yazmayı,
dergilerde, gazetelerde yazı yayınlamayı sürdürüyorum.
“Ünlem”, “İstanbul
Haber”, “Express, Öküz”, “Merhaba Beyoğlu”, “Fesat”, “Aksak Kurbağa”, “Sanal
Ördek”, “Uç”, “Akşam Gazetesi Sinema Eki: Prömiyer”, “Ünlem”, “Kaçak Yayın”, “Cinemascope”,”
Kasabadan Esinti”, “Tmolos Edebiyat”, “Bekir Abi”, “Delikli Çınar”, “Tiyatro
Gazetesi”, “Sarmal Çevrim” gibi dergilerde yazarlık ve editörlük yaptım. “Birgün
Gazetesi”nde, “Gazete Duvar”, “Gazete Fersude” gibi internet gazetelerinde
yazılarım yayınlandı. Klaros Yayınları’nda 22 kitaplık “Sinema Kitaplığı”
serisinin editörlüğünü yaptım.
Gazete yazarlığını Kasım 2012’den bu yana “Evrensel
Gazetesi”nde daha çok sinema üzerine yazarak sürdürüyorum.
Ali
İhsan Aksamaz: Biliyorum; yayınlanmış birçok
kitabınız var: “Devlet, Toplum ve Sinema”, “Sinema ve 12 Eylül”, “Mülksüz ve
Çıplak”, “Pendik’li Yıllar”, “Benim Sinemalarım”, “Yeşilçam Hatırası”,
“Sinematik Yazıları”, “Hayatımız Sinema”, “Artizler Kahvesi”. Bu kitaplarınız
dışında başka yayınlanmış veya baskıya hazır kitaplarınız var mı? Bu
kitaplarınızın içeriklerinden kısaca bahseder misiniz? İlk kitabınız hangisi?
Ne zaman yayınlandı? Kitaplarınızın okunulurluğundan memnun musunuz? Bir de
“Türk Sinema Tarihi”ne ilişkin bir ansiklopedi çalışmanız olduğunu bir yayın
organında okumuştum. Bu çalışmanız hangi aşamada? Ne zaman yayınlanacak? Başka
müjdeli haberleriniz var mı?
“Cumhuriyet
döneminde Türkiye Sinema Tarihi üzerine bir çalışma içindeyim”
Mesut
Kara:
Mesut Kara olarak yayınlanmış 9 kitabım var. Ayrıca “Mizah, Muhalefet ve
Demokrasi Ekseninde: Komedinin Öyküsü” ve “Sinematik Yazılar adlarıyla da ortak
kitap çalışmalarımız oldu. Bunların dışında içeriğine katkıda bulunduğum 7
kitap yayınlandı.
“Artizler Kahvesi”nden söz etmiştim. Ocak 1999’da
yayınlanan İkinci kitabım “Yeşilçam’da Unutulmayan Yüzler” teker teker arayıp
bulduğum, görüşmeler yaptığım 60’lı yılların başrol oyuncularıyla,
yıldızlarıyla yaptığım söyleşilerden oluştu. Ocak
2006’da yüz yüze tanışma olanağı bulamadığım, önceki dönemin, 50’li, 60’lı yılların
yıldızları, başrol oyuncuları üzerine yazdığım yazıları topladığım “Yeşilçam
Hatırası” yayınlandı. Ekim 2010’da Heyamola Yayınları’nın “İstanbulum” dizisi
kapsamında çocukluk, gençlik anılarımın yer aldığı “Pendikli Yıllar Sinemasal
Anılar” yayınlandı. Sonrasında da sırasıyla “Sinema ve 12 Eylül”, “Mülksüz ve
Çıplak”, “Benim Sinemacılarım”, “Devlet, Toplum ve Sinema”, “Hayatımız Sinema”
adlı kitaplarım yayınlandı. Önümüzdeki günlerde “Sine-Masal Yazılar adlı
kitabım basılacak. Üzerinde çalıştığım, yayına hazırladığım üç ayrı dosya daha
var. İki yıldır da bütün eski-yeni kitaplarım Klaros Yayınlar tarafından
yayınlanıyor.
“Sinema Ansiklopedisi” çalışmamı tek kişinin
üstesinden gelebileceği bir çalışma olmadığı, bir ekip işi olduğu için askıya
aldım… Bunun yerine Cumhuriyet döneminde Türkiye Sinema Tarihi üzerine bir
çalışma içindeyim.
Ali
İhsan Aksamaz: Sizin belgesel filmleriniz de var:
“Fantastik Sineması” ,“Şimdi Geçti Buradan: Işıyarak Yok Olan Aktör Erkan
Yücel”, “Bir Pütün Olarak Yılmaz Güney”, “İki Kalas Bir Heves”, “Çeşme Film
Festivali”. Yeni belgesel çalışmalarınız, yeni projeleriniz var mı? Müjdeli
haberleriniz var mı?
“Yeni
projeler var fakat olanaksızlıklar nedeniyle ertelemek zorunda kalıyorum”
Mesut
Kara:
Yaptığım belgesel film çalışmalarını da şöyle sıralayabilirim:
•
Erkan Yücel Belgeseli - Yönetmen ve Metin Yazarı
•
Fantastiğin Sineması - Yönetmen ve Metin Yazarı
•
Salih Tozan Belgeseli/Yardımcı Yönetmen (Yönetmen Yılmaz Atadeniz)
•
Sami Hazinses Belgeseli/Danışman (Yönetmen Yılmaz Atadeniz)
•
İzzet Günay Belgeseli/Senaryo yazarı
•
Yeşilçam’ın Kötü Adamları/Senaryo Yazarı (Yönetmen Burak Gülgen)
•
Kuşadalı Bir Yurttaş İsmail Dirim -Yönetmen
•
Mavi İnsan Mustafa Veli – Yönetmen
Yeni projeler var fakat olanaksızlıklar nedeniyle
ertelemek zorunda kalıyorum.
Ali
İhsan Aksamaz: Hangi yayın organında okuduğumu şimdi
hatırlayamıyorum; ancak ilk Türk filminin hangisi olduğu konusunda bir
tartışmanın olduğunu hatırlıyorum. Bazıları, Sultan Reşad’ın Rumeli seyahatini
konu alan filmi; bazıları da Ayastefanos’taki Rus Anıtının yıkılışını konu alan
filmi, ilk Türk filmi olarak kabul ediyor diye bir tartışmanın olduğunu
hatırlıyorum. Siz bu konuya nasıl yaklaşıyorsunuz?
Mesut
Kara’nın katkı sunduğu etkinliklerden bazıları
Mesut
Kara:
Festivallerde, sinemayla ilgili kurumlarda, yayınlarda vb. sinemamızın kabul
gören sembolik doğum tarihi 14 Kasım 1914. Bu tarihte çekildiği söylenen/ kabul
edilen ilk “Türk filmi” Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı. Filmi çektiği
ve “ilk Türk filmi”ne imza attığı söylenen kişi ise Fuat Uzkınay.
İddiaya göre o tarihte yedek subay olan ve öncesinde
Sigmund Weinberg’in yanında sinema aygıtlarını kullanmayı öğrenmiş olan Fuat
Uzkınay, anıtın yıkılışını filme alır. Böylece 14 Kasım 1914’de Fuat Uzkınay
tarafından çekildiği söylenen “Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı” adlı
150 metrelik belge film, ilk “Türk filmi” olarak tarihe geçer. Fakat bu filmi
bugüne dek gören olmamıştır. Filmin çekilemediği ya da çekildikten sonra
yandığı, kaybolduğu yönünde kuşkular vardır.
Bu konuda, sinema tarihçisi Nijat Özön’ün ve Burçak
Evren’in değerli araştırmaları, katkıları olmuştur. Nijat Özön “İlk Türk
Sinemacısı Fuat Uzkınay” (TSD Yayınları, 1970 İstanbul) adlı kitabında bu
kuşkuları dile getirmiştir. Konuyla ilgili birçok makale yayınlayan,
araştırmalarını kitaplaştıran Burçak Evren de kuşkularını ve öncesinde
çekildiği söylenen filmlere yönelik belgelerini bu kitaplarda kaleme alır. Yeni
belgeler sinemamızın “sembolik” doğum tarihini değiştirmese de
bilinmezliklerin, belirsizliklerin aydınlanması açısından önemlidir.
Burçak Evren sözü edilen filmin ilk Türk filmi
olmadığını, filmi, döneminde de (bugün aramızda olmayan onlarca kişiyle yapılan
söyleşiler sonucu) hiçbir kimsenin görmediği belirtiliyor. Burçak Evren’e göre
“En önemlisi; bu film çekilmiş olsa bile ilk film sayılmayacağıdır. Manaki
Kardeşler’i yaşadıkları dönem içinde değerlendirip Osmanlı tebaasından
oldukları gerçeği düşünülürse, onları Türk sinemasının öncülerinden saymak
mümkün olmaktadır. Bu gerçekten yola çıkarak onların 1905’te ilk çektikleri
filmi de (Yün Eğiren Kadınlar) Türk sinemasının başlangıcı olarak kabul etmek
olasıdır.
Yanaki-Milton Manaki Kardeşler’in değil de Fuat Uzkınay’ın
çektiği varsayılan filmin ilk “Türk Filmi” kabul edilmesini ‘sinemayı
millileştirme’ ve sembolleştirme çabası olarak değerlendirmek gerekir.
Ali
İhsan Aksamaz: Türk Sinema Tarihini dönemlere
ayırarak incelemek gerekirse, siz bu dönemlerin başlangıcı olarak hangi olay,
olgu ve süreçleri görüyorsunuz? Türk Sineması, bu dönemlerde hangi ülke
sinemalarından büyük ölçüde ya da kısmen etkilendi? Bu alanda, dönemlerine göre
Türk Sinemasında hangi ekoller ne kadar etkili oldu?
Mesut
Kara:
Nijat Özön, Türk Sineması’nı “İlk Dönem (1914–1923), Tiyatrocular Dönemi
(1923–1939), Geçiş Dönemi (1939–1950), Sinemacılar Dönemi (1950–1970), Genç/ Yeni
Sinema Dönemi (1970–1987)” olarak tanımlar. Tarihlerdeki küçük oynamalar
dışında genel kabul görmüş bir tanımlamadır bu. Farklı dönemlendirmeler de
olmasına karşın genellikle araştırmacılar Nijat Özön’ün tanımını kabullenir.
Türk sineması tarihinde dönemlendirmeyi yeniden tanımlamak gerektiğini
düşünenler de vardır. Bu satırların yazarına göre de 1950–1970 arasını Yeşilçam
dönemi diye tanımlamanın daha uygun olduğu düşünülmektedir. Bu dönem de kendi
içinde bölümlenebilir. Örneğin Bülent Görücü’nün “Yeni Film” dergisinde
önerdiği “1950–1960: Ticari Yeşilçam sinemasının başlangıç ve gelişim yılları”,
“1960–1970 Yeşilçam sinemasının doruk yılları / Yeşilçam-dışı sinema
arayışları” biçiminde tanımlanabilir sinemamızın bu dönemi. 70’leri, 80’leri ve
90 sonrası dönemi yeniden yorumlamak/ tanımlamak gerekmektedir.
Sinemacılar döneminde belli bir sinema dili
oluşturma arayışları gelişir. Bu isimlerin en önemlileri arasında Lütfi Ö.
Akad, Metin Erksan, Atıf Yılmaz, Osman Seden, Memduh Ün, Halit Refiğ ve Yılmaz
Güney vardır. Bu yönetmenler Yeşilçam sinemasının popüler, ticari yanına
filmler yapsalar da asıl arayışlarını Yeşilçam dışı bir sinemaya yöneltirler.
Başlangıçta Batı etkisinin, Batılı Sinema dilinin önemli etkileri görülse de
zaman zaman Yeşilçam’ın ticari ilişkilerine yenik düşseler de kendi
üsluplarını, ulusal bir sinema gerçekleştirme isteklerini oluşturmada önemli kırılma
noktaları yaratırlar.
27 Mayıs 1960 yılında yapılan askerî müdahale
sonrası kabul edilen yeni anayasanın getirdiği kısmî özgürlük ortamı sinemaya
da yansır. Toplumsal gerçekçi filmler yapılmaya başlanır bu dönemde.
Toplumcu gerçekçiliğin ilk örneği de Metin Erksan’ın
yönettiği “Gecelerin Ötesi” (1960) dir. 1960-65 arasında yapılan köy gerçeği
öyküleri ve toplumsal gerçekçi başyapıt filmlerin etkisi ve izi bugünlere kadar
yansır.
“Gecelerin Ötesi” (Metin Erksan, 1960), “Yılanların
Öcü” (Metin Erksan, 1962), “Şehirdeki Yabancı” (Halit Refiğ, 1962), “Susuz Yaz”
(Metin Erksan, 1964), “Kızgın Delikanlı” (Ertem Göreç, 1964), “Karanlıkta
Uyananlar” (Ertem Göreç, 1964), “Hızlı Yaşayanlar” (Nevzat Pesen, 1964) ve
“Bitmeyen Yol” (Duygu Sağıroğlu, 1965) filmlerini 60’ların ilk yarısında
yapılan toplumsal gerçekçi filmlerin önemli örnekleri olarak sıralayabiliriz.
“Ulusal Sinema Hareketi”nin, Sinematek Derneği’nin etkileri, katkıları
önemlidir. “Genç Sinema Hareketi” önemli bir çıkıştır. 1970-80 arasında Yılmaz
Güney’in etkisi büyüktür.
Mesut
Kara, Yeşilçam’ın emektarları ile
Ali
İhsan Aksamaz: Türk Sinema Tarihi’nin, bugüne kadar
sağlıklı olarak mercek altına alınabildiğini düşünüyor musunuz? Türk Sinemasını
başlangıcından bugüne her yönüyle tanıyor muyuz? Bir Türk filmleri arşivimiz
var mı? Türk Sinemacılığının, kendi tarihine lâyıkıyla sahip çıkıp, çıkmadığı
konusunu da değerlendirir misiniz? Bunun sebeplerine ilişkin neler söylemek
istersiniz?
Mesut
Kara:
Türk Sinema Tarihi üzerine yazmak, araştırmalar yapmak bilgi ve belge eksikliği
nedeniyle oldukça güçtür. Başlangıcından itibaren belgesi olmayan sinemamızın,
yazarı da araştırmacısı da olması gerektiği kadar olamamıştır. Buna bir de
belge biriktirme geleneğinin eksikliği eklendiğinde, -tıpkı yıllarca yapılan
Yeşilçam sineması gibi- karanlıkta el yordamıyla, kişisel çabalarla tarih yazma
güçlüğü ortaya çıkmaktadır. Yeterli yazılı belge, araştırma olmaması,
tanıklıkların kayda geçmemesi, arşivlerin tutulmaması, anıların yazılmaması,
var olan belgelerin kişisel arşivlerde bulunması, araştırmacıların,
tarihçilerin, akademisyenlerin kullanımına açık olmaması bilimsel araştırmaları
daha da güçleştiren bir durum oluşturmaktadır. Yeterli olmayan az sayıdaki
belgeye ulaşmaktaki güçlük, kaynakların ve kişisel çabaların yetersizliği
birçok olumsuzluğu da beraberinde getirir. Zaman içinde, belgeye dayanmayan
kulaktan dolma bilgiler, aynı kaynaktan çoğaltılan eksik ya da yanlış bilgiler
genel doğrulara dönüşür.
Sinemamızın kendiliğinden, karanlıkta el yordamıyla,
deneme yanılma yöntemiyle oluşması-gelişmesi yapılacak araştırmalar kadar,
yorumlamayı da güçleştirmektedir. Başlangıcından bu yana belli bir kuramsal
desteğin olmaması, eleştirel katkıdan, destekten çok devletin ve kültür çevrelerinin
olumsuz yaklaşımları, köstekleri de (sansür, baskı, küçümseme vb.) sinemamızın
gelişmesine olumsuz etki yaptığı gibi, bugün değerlendirmelere, yorumlamalara
kolaylık getirebilecek doğru kurumsallaşmayı, sektör olabilmeyi de olumsuz
etkilemiştir.
Ali
İhsan Aksamaz: Kuşkusuz Batıda endüstrinin
gelişmesine paralel olarak film çekiminde ve üretiminde kullanılan araçlar da
gelişti. Batıda gelişen bu araçlar, geçmişte eş zamanlı olarak ülkemizde de
kullanılabildi mi? Bu konuyu geçmişi ve bugünüyle değerlendirir misiniz?
Mesut
Kara:
Yeşilçam dönemi sineması olanaksızlıklar içinde, devletin ağır sansür baskısına
rağmen, sinema emekçilerinin emeği ve “yaratıcılıklarıyla” kendi kendini var
eden bir sinemaydı. Teknik olanaklardan yoksundu. 1990- 2000 sonrası oluşan
yeni sinema gelişen teknolojik olanaklardan da yararlanarak, kendini yenileyip,
dönüştürerek filmler yapmayı sürdürüyor. Daha gerçekçi, daha hayatın içinden…
Ali
İhsan Aksamaz: Bir filmin ortaya çıkmasında çok
çeşitli evrelerde çok farklı kişilerin emeği var. Her bir filmin de bir mesajı
var. Bu mesajın izleyiciye ulaşması ve etkili olmasında en büyük sorumluluk
senaristte mi, yönetmende mi, oyuncularda mı, prodüktörde mi?
Mesut
Kara:
Sinema bir ekip ve para işi. Kolektif bir çaba gerektiriyor. Öncelikle iyi bir
fiti\ proje ve bunun senaryoya aktarılması gerekiyor. Sonra bu projeyi
başarıyla hayata geçirecek, oyuncu yönetiminde de başarılı iyi bir yönetmene
ihtiyaç var ve bütün bunları gerçekleştirmek için bu projeye para yatıracak bir
yapımcı olması gerekiyor. Bu ayaklardan biri eksik olsa film aksar ya da
gerçekleştirilemez. Yönetmen sineması\ Auteur sineması da denilen yeni dönem
sinemasında genellikle kendi senaryolarını filme aktaran yönetmenler filmin de
yapımcısı konumundalar.
Ali
İhsan Aksamaz: Başlangıcından bugüne Türk filmlerini
yıllarına, türlerine, konularına, başka ülkelerden taklit olup olmadıklarına,
başrol oyuncularına göre sınıflandırdığınızda, karşımıza genel olarak nasıl bir
tablo çıkıyor? Bu tablodan ortaya çıkan sonuç, Türk sinemacılığının bilinçli
bir tercihi mi, 1945 sonrası “yeni dünya düzeni”nin Türk Sinemacılığına bir
dayatması mı, yoksa her ikisi de mi?
Mesut
Kara:
Sinema her
sanat dalından, tiyatrodan, müzikten, özellikle de edebiyattan ve başka ülke
sinemalarından, yararlanır. Sinemamız da başlangıcından bu yana tiyatrodan,
yerli-yabancı edebiyattan ve başka ülke sinemalarından etkilenerek,
yararlanarak, taklit ederek, uyarlayarak filmler üretti. Yalnızca ülke edebiyatından söz edersek 1917
tarihli “Pençe” filminden bugüne dek, “122 edebiyatçımızın eserlerinden
senaryolaştırılan filmler, 445 kez uyarlanarak, beyaz perdeye aktarılmıştır.
Başka ülke sinemasından 203 film uyarlanmış, taklit
edilmiş, kopyalanmış ya da yeniden üretilmiş.
Türk sinemasında Yeşilçam dönemi yıldız sinemasıydı
ve oyunculara göre filmler yapılıyordu. Yeşilçam’da her konuda, her türde
filmler üretildi. Yeşilçam sineması, -dönemin ana akım sineması- sistemin
kendini yeniden üretmesine, kalıcı ve uzun soluklu olmasına hizmet ediyordu. Bu
anlamda toplumu “afyonluyordu.” Dayatmadan çok bir tercih ve çaresizlikti,
savrulmaydı, tecimseldi.
Ali
İhsan Aksamaz: Zaman ayırdığınız ve sorularımı
samimiyetle cevapladığınız için teşekkür ederim. Sizi daha fazla meşgul etmek
istemiyorum. Şimdilik başka sorum yok. Ancak sizin okuyucularımıza iletmek
istediğiniz başka mesajlarınız varsa, lütfen onları da aktarın. Size
sağlıklı, yeni eserler üreteceğiniz uzun
bir ömür dilerim. Sağlıcakla kalın.
Mesut
Kara Bana böyle önemli sorularla güzel bir söyleşi
olanağı verdiğiniz zaman ayırdığınız ve güzel dilekleriniz, için çok teşekkür
ederim.
Sanat\ sinema hayattır, hayatı güzelleştirme,
dönüştürme araçlarıdır. Hayatın içinde olalım. Selam ve sevgiyle…
Mesut Kara ve
dostlarının 1997 yılında birlikte çıkardığı, kendisinin de yazdığı ve sayfa
tasarımlarını, grafikerliğini yaptığı mizah dergisi: “Fesat”
+
(Önerilen
okumalar: Adnan Tönel, “2. Çeşme
Film Festivali’nin Ardından”, 5 VI 2012,
birgun.net; Cemal Berktaş, “Bir Mesut
Kara Söyleşisi”, 26 V 2020, cemalen.com;
Korkut Akın, “Devlet, Toplum ve Sinema Adlı Kitabının Yayını Vesilesiyle
Mesut Kara Röportajı”, 4 IV 2020, Kitap Eki Dergisi, Mart 2020/
sadibey.com; Mesut Kara, “Erkan Yücel ve
Sinema”, 1 XII 2012, evrensel.net; Mesut Kara, “Bir Pütün Olarak Yılmaz Güney”,
17 XI 2012, sinematikyesilcam.com)
https://sonhaber.ch/mesut-kara-sinema-hayattir-hayati-guzellestirme-donusturme-araclaridir/