13 Nisan 2022 Çarşamba

“Sinema hayattır, hayatı güzelleştirme, dönüştürme araçlarıdır!”

 


 

 

 “Sinema hayattır, hayatı güzelleştirme, dönüştürme araçlarıdır!”

 

 

(Ön açıklama: Bugünkü misafirim Mesut Kara; sinema yazarı, sanat yönetmeni, editör, ülkemizin çok yönlü bir kültür emekçisi, 1988’de tanıdığım dostum.  Kendisiyle bir söyleşi yaptım. Hayat hikâyesinden, yazdığı dergilerden, makalelerinden, kitaplarından, belgesel filmlerinden ve diğer çalışmalarından konuştuk. 4 IV 2022, Ali İhsan Aksamaz)

 

+

Ali İhsan Aksamaz: Siz de uygun görürseniz, önce sizi okuyucularımıza tanıtmak istiyorum. Bize hayat hikâyenizden bahseder misiniz? Nerelisiniz? Nerede doğdunuz? Şimdi nerede yaşıyorsunuz? Hangi okullarda, ne zaman, nerede öğrenim gördünüz? Türkçe dışında hangi dilleri biliyorsunuz?

 

Mesut Kara: Öncelikle zaman ayırıp benimle söyleşi yapma inceliğini gösterdiğiniz için teşekkür ederim. Okurlarınıza da selamlarımı sevgilerimi iletiyorum.1961 İstanbul Kartal doğumluyum. Kendi yağıyla kavrulan yoksul denebilecek bir ailem vardı. O yıllarda küçük, sevimli bir işçi ve balıkçı kasabasıydı Kartal. Çocukluğum mahalle kültürünün, dostluğun, dayanışmanın, komşuluk ilişkilerinin olduğu radyolu yıllarda “radyo tiyatrosu”, “arkası yarın”lar dinleyerek geçti.  Yaşadığım o masal gibi yıllarda neredeyse her mahallede bir sinema salonu vardı. Küçücük Kartalda bile yazlık ve kışlık salonlarıyla 11 salon vardı 70’li yıllarda. Buna bir de Kartal’a bağlı olan, Maltepe, cevizli ve Pendik’te olan salonları eklersek salon sayısının 20’ye yakın olduğunu söyleyebilirim.

İlkokulda yapılan sağlık taramasında çok zayıf ve bakımsız bulunup bugün yok edilmek istenen tarihi Validebağ Korusu içinde bulunan sanatoryuma yatırılmıştım. Orada bazı akşamlar film gösterimleri yapılırdı, çok eğlendiğimizi, mutlu olduğumuzu anımsıyorum. İlk sinema sevgisi ve ilgisi orada başladı.

Sonrasında babam her hafta izin gününde beni ve annemi sinemaya götürürdü, bu da beni çok etkileyen, mutlu eden bir durumdu. Çocukluk ve gençlik yıllarımda da Kartal’ın, Pendik’in yazlık ve kışlık salonlarında sayısız film izledim. O filmlerin büyülü dünyasında izlediğim yüzlerce unutulmaz oyuncu belleğime kazındı. Onlar film artisti değil de sanki mahalle komşularımızdı. Özellikle yan rol oyuncuları… Çok sahici, içten ve inandırıcıydılar. Onların gerçek yaşam öykülerini o günlerde merak etmeye başlamıştım, izlerini sürme isteği oluşmuştu. Yazmaya, yazdıklarımı yayınlamaya başladığımda ilk onların peşine düştüm. İlk yazılarım ve yayınlanan ilk kitabım “Artizler Kahvesi” daha çok yan rollerde oynayan, adları jeneriklerde, afişlerde yer alamayan sinema emekçilerinin yaşam öyküleri ve sinema serüvenlerini kendi seslerinden aktarmalarla oluştu.

İlk ve orta öğrenimi Kartal’da tamamladıktan sonra A. Ü. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde bir yıl Klasik Felsefe (Klasik Yunan Dili ve Edebiyatı), iki yıl da Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerine devam ettim. Okulu yarım bırakıp çalışma hayatına başladım. Önceki yıl emekli olsam da o günlerden bu gün karnımı doyurmak, kiramı ödeyebilmek için çalışıyorum.

Ali İhsan Aksamaz: Sizi, çeşitli yayın organlarında yayınlanan makalelerinizden de tanıyorum; ilk aklıma gelenler “Express” ve “Öküz”. İlk ne zaman yazmaya başladınız? “Express” ve “Öküz” dışında hangi yayın organlarında makaleleriniz yayınlandı?  Evrensel Gazetesinde yazıyorsunuz. Yazılarınızı beğeniyle okuyorum; bunu bir sebebi var. Çünkü çalışmalarınızda daha ziyade bilinmeyen, görülmeyen, hatta görülmek istenmeyen insanları, sanatçıları bizlere tanıtıyorsunuz. Çok iyi tanıdığımızı sandığımız sanatçıları da bizlere bilinmeyen yönleriyle tanıtıyorsunuz. Onları, çalışmalarınızla bir anlamda ölümsüzleştiriyorsunuz. Bu alanda çok değerli çalışmalarınız, kitaplarınız var. Bu alana, bu açıdan yönelişinizin hikâyesini anlatır mısınız?  

 

 


“Yazmaya ortaokul yıllarımda başladım”

 

Mesut Kara: Ortaokul- lise edebiyat öğretmenim yazar- ressam Celal Özcan’ın üzerimde etkisi, emeği büyüktür. Onun özel ilgisi ve etkisi oldu edebiyatı, sanatı sevmemde, yazmaya yönelmemde.

Yazmaya ortaokul yıllarımda başladım. “Yitik” adlı öyküm 1985 yılında Gökyüzü adlı dergide yayınlandı. O günden bu yana, yazmayı, dergilerde, gazetelerde yazı yayınlamayı sürdürüyorum.

 “Ünlem”, “İstanbul Haber”, “Express, Öküz”, “Merhaba Beyoğlu”, “Fesat”, “Aksak Kurbağa”, “Sanal Ördek”, “Uç”, “Akşam Gazetesi Sinema Eki: Prömiyer”, “Ünlem”, “Kaçak Yayın”, “Cinemascope”,” Kasabadan Esinti”, “Tmolos Edebiyat”, “Bekir Abi”, “Delikli Çınar”, “Tiyatro Gazetesi”, “Sarmal Çevrim” gibi dergilerde yazarlık ve editörlük yaptım. “Birgün Gazetesi”nde, “Gazete Duvar”, “Gazete Fersude” gibi internet gazetelerinde yazılarım yayınlandı. Klaros Yayınları’nda 22 kitaplık “Sinema Kitaplığı” serisinin editörlüğünü yaptım.

Gazete yazarlığını Kasım 2012’den bu yana “Evrensel Gazetesi”nde daha çok sinema üzerine yazarak sürdürüyorum.

Ali İhsan Aksamaz: Biliyorum; yayınlanmış birçok kitabınız var: “Devlet, Toplum ve Sinema”, “Sinema ve 12 Eylül”, “Mülksüz ve Çıplak”, “Pendik’li Yıllar”, “Benim Sinemalarım”, “Yeşilçam Hatırası”, “Sinematik Yazıları”, “Hayatımız Sinema”, “Artizler Kahvesi”. Bu kitaplarınız dışında başka yayınlanmış veya baskıya hazır kitaplarınız var mı? Bu kitaplarınızın içeriklerinden kısaca bahseder misiniz? İlk kitabınız hangisi? Ne zaman yayınlandı? Kitaplarınızın okunulurluğundan memnun musunuz? Bir de “Türk Sinema Tarihi”ne ilişkin bir ansiklopedi çalışmanız olduğunu bir yayın organında okumuştum. Bu çalışmanız hangi aşamada? Ne zaman yayınlanacak? Başka müjdeli haberleriniz var mı?

 

 


“Cumhuriyet döneminde Türkiye Sinema Tarihi üzerine bir çalışma içindeyim”

 

 

Mesut Kara: Mesut Kara olarak yayınlanmış 9 kitabım var. Ayrıca “Mizah, Muhalefet ve Demokrasi Ekseninde: Komedinin Öyküsü” ve “Sinematik Yazılar adlarıyla da ortak kitap çalışmalarımız oldu. Bunların dışında içeriğine katkıda bulunduğum 7 kitap yayınlandı.

“Artizler Kahvesi”nden söz etmiştim. Ocak 1999’da yayınlanan İkinci kitabım “Yeşilçam’da Unutulmayan Yüzler” teker teker arayıp bulduğum, görüşmeler yaptığım 60’lı yılların başrol oyuncularıyla, yıldızlarıyla yaptığım söyleşilerden oluştu.   Ocak 2006’da yüz yüze tanışma olanağı bulamadığım, önceki dönemin, 50’li, 60’lı yılların yıldızları, başrol oyuncuları üzerine yazdığım yazıları topladığım “Yeşilçam Hatırası” yayınlandı. Ekim 2010’da Heyamola Yayınları’nın “İstanbulum” dizisi kapsamında çocukluk, gençlik anılarımın yer aldığı “Pendikli Yıllar Sinemasal Anılar” yayınlandı. Sonrasında da sırasıyla “Sinema ve 12 Eylül”, “Mülksüz ve Çıplak”, “Benim Sinemacılarım”, “Devlet, Toplum ve Sinema”, “Hayatımız Sinema” adlı kitaplarım yayınlandı. Önümüzdeki günlerde “Sine-Masal Yazılar adlı kitabım basılacak. Üzerinde çalıştığım, yayına hazırladığım üç ayrı dosya daha var. İki yıldır da bütün eski-yeni kitaplarım Klaros Yayınlar tarafından yayınlanıyor.

“Sinema Ansiklopedisi” çalışmamı tek kişinin üstesinden gelebileceği bir çalışma olmadığı, bir ekip işi olduğu için askıya aldım… Bunun yerine Cumhuriyet döneminde Türkiye Sinema Tarihi üzerine bir çalışma içindeyim.

Ali İhsan Aksamaz: Sizin belgesel filmleriniz de var: “Fantastik Sineması” ,“Şimdi Geçti Buradan: Işıyarak Yok Olan Aktör Erkan Yücel”, “Bir Pütün Olarak Yılmaz Güney”, “İki Kalas Bir Heves”, “Çeşme Film Festivali”. Yeni belgesel çalışmalarınız, yeni projeleriniz var mı? Müjdeli haberleriniz var mı?


 

“Yeni projeler var fakat olanaksızlıklar nedeniyle ertelemek zorunda kalıyorum”

 

Mesut Kara: Yaptığım belgesel film çalışmalarını da şöyle sıralayabilirim:

• Erkan Yücel Belgeseli - Yönetmen ve Metin Yazarı

• Fantastiğin Sineması - Yönetmen ve Metin Yazarı

• Salih Tozan Belgeseli/Yardımcı Yönetmen (Yönetmen Yılmaz Atadeniz)

• Sami Hazinses Belgeseli/Danışman (Yönetmen Yılmaz Atadeniz)

• İzzet Günay Belgeseli/Senaryo yazarı

• Yeşilçam’ın Kötü Adamları/Senaryo Yazarı (Yönetmen Burak Gülgen)

• Kuşadalı Bir Yurttaş İsmail Dirim -Yönetmen

• Mavi İnsan Mustafa Veli – Yönetmen

Yeni projeler var fakat olanaksızlıklar nedeniyle ertelemek zorunda kalıyorum.

Ali İhsan Aksamaz: Hangi yayın organında okuduğumu şimdi hatırlayamıyorum; ancak ilk Türk filminin hangisi olduğu konusunda bir tartışmanın olduğunu hatırlıyorum. Bazıları, Sultan Reşad’ın Rumeli seyahatini konu alan filmi; bazıları da Ayastefanos’taki Rus Anıtının yıkılışını konu alan filmi, ilk Türk filmi olarak kabul ediyor diye bir tartışmanın olduğunu hatırlıyorum. Siz bu konuya nasıl yaklaşıyorsunuz?  


 

Mesut Kara’nın katkı sunduğu etkinliklerden bazıları

 

 

Mesut Kara: Festivallerde, sinemayla ilgili kurumlarda, yayınlarda vb. sinemamızın kabul gören sembolik doğum tarihi 14 Kasım 1914. Bu tarihte çekildiği söylenen/ kabul edilen ilk “Türk filmi” Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı. Filmi çektiği ve “ilk Türk filmi”ne imza attığı söylenen kişi ise Fuat Uzkınay.

İddiaya göre o tarihte yedek subay olan ve öncesinde Sigmund Weinberg’in yanında sinema aygıtlarını kullanmayı öğrenmiş olan Fuat Uzkınay, anıtın yıkılışını filme alır. Böylece 14 Kasım 1914’de Fuat Uzkınay tarafından çekildiği söylenen “Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı” adlı 150 metrelik belge film, ilk “Türk filmi” olarak tarihe geçer. Fakat bu filmi bugüne dek gören olmamıştır. Filmin çekilemediği ya da çekildikten sonra yandığı, kaybolduğu yönünde kuşkular vardır.

Bu konuda, sinema tarihçisi Nijat Özön’ün ve Burçak Evren’in değerli araştırmaları, katkıları olmuştur. Nijat Özön “İlk Türk Sinemacısı Fuat Uzkınay” (TSD Yayınları, 1970 İstanbul) adlı kitabında bu kuşkuları dile getirmiştir. Konuyla ilgili birçok makale yayınlayan, araştırmalarını kitaplaştıran Burçak Evren de kuşkularını ve öncesinde çekildiği söylenen filmlere yönelik belgelerini bu kitaplarda kaleme alır. Yeni belgeler sinemamızın “sembolik” doğum tarihini değiştirmese de bilinmezliklerin, belirsizliklerin aydınlanması açısından önemlidir.

Burçak Evren sözü edilen filmin ilk Türk filmi olmadığını, filmi, döneminde de (bugün aramızda olmayan onlarca kişiyle yapılan söyleşiler sonucu) hiçbir kimsenin görmediği belirtiliyor. Burçak Evren’e göre “En önemlisi; bu film çekilmiş olsa bile ilk film sayılmayacağıdır. Manaki Kardeşler’i yaşadıkları dönem içinde değerlendirip Osmanlı tebaasından oldukları gerçeği düşünülürse, onları Türk sinemasının öncülerinden saymak mümkün olmaktadır. Bu gerçekten yola çıkarak onların 1905’te ilk çektikleri filmi de (Yün Eğiren Kadınlar) Türk sinemasının başlangıcı olarak kabul etmek olasıdır.

Yanaki-Milton Manaki Kardeşler’in değil de Fuat Uzkınay’ın çektiği varsayılan filmin ilk “Türk Filmi” kabul edilmesini ‘sinemayı millileştirme’ ve sembolleştirme çabası olarak değerlendirmek gerekir.

 

Ali İhsan Aksamaz: Türk Sinema Tarihini dönemlere ayırarak incelemek gerekirse, siz bu dönemlerin başlangıcı olarak hangi olay, olgu ve süreçleri görüyorsunuz? Türk Sineması, bu dönemlerde hangi ülke sinemalarından büyük ölçüde ya da kısmen etkilendi? Bu alanda, dönemlerine göre Türk Sinemasında hangi ekoller ne kadar etkili oldu?    

Mesut Kara: Nijat Özön, Türk Sineması’nı “İlk Dönem (1914–1923), Tiyatrocular Dönemi (1923–1939), Geçiş Dönemi (1939–1950), Sinemacılar Dönemi (1950–1970), Genç/ Yeni Sinema Dönemi (1970–1987)” olarak tanımlar. Tarihlerdeki küçük oynamalar dışında genel kabul görmüş bir tanımlamadır bu. Farklı dönemlendirmeler de olmasına karşın genellikle araştırmacılar Nijat Özön’ün tanımını kabullenir. Türk sineması tarihinde dönemlendirmeyi yeniden tanımlamak gerektiğini düşünenler de vardır. Bu satırların yazarına göre de 1950–1970 arasını Yeşilçam dönemi diye tanımlamanın daha uygun olduğu düşünülmektedir. Bu dönem de kendi içinde bölümlenebilir. Örneğin Bülent Görücü’nün “Yeni Film” dergisinde önerdiği “1950–1960: Ticari Yeşilçam sinemasının başlangıç ve gelişim yılları”, “1960–1970 Yeşilçam sinemasının doruk yılları / Yeşilçam-dışı sinema arayışları” biçiminde tanımlanabilir sinemamızın bu dönemi. 70’leri, 80’leri ve 90 sonrası dönemi yeniden yorumlamak/ tanımlamak gerekmektedir.

Sinemacılar döneminde belli bir sinema dili oluşturma arayışları gelişir. Bu isimlerin en önemlileri arasında Lütfi Ö. Akad, Metin Erksan, Atıf Yılmaz, Osman Seden, Memduh Ün, Halit Refiğ ve Yılmaz Güney vardır. Bu yönetmenler Yeşilçam sinemasının popüler, ticari yanına filmler yapsalar da asıl arayışlarını Yeşilçam dışı bir sinemaya yöneltirler. Başlangıçta Batı etkisinin, Batılı Sinema dilinin önemli etkileri görülse de zaman zaman Yeşilçam’ın ticari ilişkilerine yenik düşseler de kendi üsluplarını, ulusal bir sinema gerçekleştirme isteklerini oluşturmada önemli kırılma noktaları yaratırlar.

27 Mayıs 1960 yılında yapılan askerî müdahale sonrası kabul edilen yeni anayasanın getirdiği kısmî özgürlük ortamı sinemaya da yansır. Toplumsal gerçekçi filmler yapılmaya başlanır bu dönemde. 

Toplumcu gerçekçiliğin ilk örneği de Metin Erksan’ın yönettiği “Gecelerin Ötesi” (1960) dir. 1960-65 arasında yapılan köy gerçeği öyküleri ve toplumsal gerçekçi başyapıt filmlerin etkisi ve izi bugünlere kadar yansır.

“Gecelerin Ötesi” (Metin Erksan, 1960), “Yılanların Öcü” (Metin Erksan, 1962), “Şehirdeki Yabancı” (Halit Refiğ, 1962), “Susuz Yaz” (Metin Erksan, 1964), “Kızgın Delikanlı” (Ertem Göreç, 1964), “Karanlıkta Uyananlar” (Ertem Göreç, 1964), “Hızlı Yaşayanlar” (Nevzat Pesen, 1964) ve “Bitmeyen Yol” (Duygu Sağıroğlu, 1965) filmlerini 60’ların ilk yarısında yapılan toplumsal gerçekçi filmlerin önemli örnekleri olarak sıralayabiliriz. “Ulusal Sinema Hareketi”nin, Sinematek Derneği’nin etkileri, katkıları önemlidir. “Genç Sinema Hareketi” önemli bir çıkıştır. 1970-80 arasında Yılmaz Güney’in etkisi büyüktür.

 

 


Mesut Kara, Yeşilçam’ın emektarları ile

 

Ali İhsan Aksamaz: Türk Sinema Tarihi’nin, bugüne kadar sağlıklı olarak mercek altına alınabildiğini düşünüyor musunuz? Türk Sinemasını başlangıcından bugüne her yönüyle tanıyor muyuz? Bir Türk filmleri arşivimiz var mı? Türk Sinemacılığının, kendi tarihine lâyıkıyla sahip çıkıp, çıkmadığı konusunu da değerlendirir misiniz? Bunun sebeplerine ilişkin neler söylemek istersiniz?

Mesut Kara: Türk Sinema Tarihi üzerine yazmak, araştırmalar yapmak bilgi ve belge eksikliği nedeniyle oldukça güçtür. Başlangıcından itibaren belgesi olmayan sinemamızın, yazarı da araştırmacısı da olması gerektiği kadar olamamıştır. Buna bir de belge biriktirme geleneğinin eksikliği eklendiğinde, -tıpkı yıllarca yapılan Yeşilçam sineması gibi- karanlıkta el yordamıyla, kişisel çabalarla tarih yazma güçlüğü ortaya çıkmaktadır. Yeterli yazılı belge, araştırma olmaması, tanıklıkların kayda geçmemesi, arşivlerin tutulmaması, anıların yazılmaması, var olan belgelerin kişisel arşivlerde bulunması, araştırmacıların, tarihçilerin, akademisyenlerin kullanımına açık olmaması bilimsel araştırmaları daha da güçleştiren bir durum oluşturmaktadır. Yeterli olmayan az sayıdaki belgeye ulaşmaktaki güçlük, kaynakların ve kişisel çabaların yetersizliği birçok olumsuzluğu da beraberinde getirir. Zaman içinde, belgeye dayanmayan kulaktan dolma bilgiler, aynı kaynaktan çoğaltılan eksik ya da yanlış bilgiler genel doğrulara dönüşür.

Sinemamızın kendiliğinden, karanlıkta el yordamıyla, deneme yanılma yöntemiyle oluşması-gelişmesi yapılacak araştırmalar kadar, yorumlamayı da güçleştirmektedir. Başlangıcından bu yana belli bir kuramsal desteğin olmaması, eleştirel katkıdan, destekten çok devletin ve kültür çevrelerinin olumsuz yaklaşımları, köstekleri de (sansür, baskı, küçümseme vb.) sinemamızın gelişmesine olumsuz etki yaptığı gibi, bugün değerlendirmelere, yorumlamalara kolaylık getirebilecek doğru kurumsallaşmayı, sektör olabilmeyi de olumsuz etkilemiştir.

Ali İhsan Aksamaz: Kuşkusuz Batıda endüstrinin gelişmesine paralel olarak film çekiminde ve üretiminde kullanılan araçlar da gelişti. Batıda gelişen bu araçlar, geçmişte eş zamanlı olarak ülkemizde de kullanılabildi mi? Bu konuyu geçmişi ve bugünüyle değerlendirir misiniz?   

Mesut Kara: Yeşilçam dönemi sineması olanaksızlıklar içinde, devletin ağır sansür baskısına rağmen, sinema emekçilerinin emeği ve “yaratıcılıklarıyla” kendi kendini var eden bir sinemaydı. Teknik olanaklardan yoksundu. 1990- 2000 sonrası oluşan yeni sinema gelişen teknolojik olanaklardan da yararlanarak, kendini yenileyip, dönüştürerek filmler yapmayı sürdürüyor. Daha gerçekçi, daha hayatın içinden…

Ali İhsan Aksamaz: Bir filmin ortaya çıkmasında çok çeşitli evrelerde çok farklı kişilerin emeği var. Her bir filmin de bir mesajı var. Bu mesajın izleyiciye ulaşması ve etkili olmasında en büyük sorumluluk senaristte mi, yönetmende mi, oyuncularda mı, prodüktörde mi?

Mesut Kara: Sinema bir ekip ve para işi. Kolektif bir çaba gerektiriyor. Öncelikle iyi bir fiti\ proje ve bunun senaryoya aktarılması gerekiyor. Sonra bu projeyi başarıyla hayata geçirecek, oyuncu yönetiminde de başarılı iyi bir yönetmene ihtiyaç var ve bütün bunları gerçekleştirmek için bu projeye para yatıracak bir yapımcı olması gerekiyor. Bu ayaklardan biri eksik olsa film aksar ya da gerçekleştirilemez. Yönetmen sineması\ Auteur sineması da denilen yeni dönem sinemasında genellikle kendi senaryolarını filme aktaran yönetmenler filmin de yapımcısı konumundalar.

Ali İhsan Aksamaz: Başlangıcından bugüne Türk filmlerini yıllarına, türlerine, konularına, başka ülkelerden taklit olup olmadıklarına, başrol oyuncularına göre sınıflandırdığınızda, karşımıza genel olarak nasıl bir tablo çıkıyor? Bu tablodan ortaya çıkan sonuç, Türk sinemacılığının bilinçli bir tercihi mi, 1945 sonrası “yeni dünya düzeni”nin Türk Sinemacılığına bir dayatması mı, yoksa her ikisi de mi?

Mesut Kara: Sinema her sanat dalından, tiyatrodan, müzikten, özellikle de edebiyattan ve başka ülke sinemalarından, yararlanır. Sinemamız da başlangıcından bu yana tiyatrodan, yerli-yabancı edebiyattan ve başka ülke sinemalarından etkilenerek, yararlanarak, taklit ederek, uyarlayarak filmler üretti.  Yalnızca ülke edebiyatından söz edersek 1917 tarihli “Pençe” filminden bugüne dek, “122 edebiyatçımızın eserlerinden senaryolaştırılan filmler, 445 kez uyarlanarak, beyaz perdeye aktarılmıştır.

Başka ülke sinemasından 203 film uyarlanmış, taklit edilmiş, kopyalanmış ya da yeniden üretilmiş.

Türk sinemasında Yeşilçam dönemi yıldız sinemasıydı ve oyunculara göre filmler yapılıyordu. Yeşilçam’da her konuda, her türde filmler üretildi. Yeşilçam sineması, -dönemin ana akım sineması- sistemin kendini yeniden üretmesine, kalıcı ve uzun soluklu olmasına hizmet ediyordu. Bu anlamda toplumu “afyonluyordu.” Dayatmadan çok bir tercih ve çaresizlikti, savrulmaydı, tecimseldi.

Ali İhsan Aksamaz: Zaman ayırdığınız ve sorularımı samimiyetle cevapladığınız için teşekkür ederim. Sizi daha fazla meşgul etmek istemiyorum. Şimdilik başka sorum yok. Ancak sizin okuyucularımıza iletmek istediğiniz başka mesajlarınız varsa, lütfen onları da aktarın. Size sağlıklı,  yeni eserler üreteceğiniz uzun bir ömür dilerim. Sağlıcakla kalın. 

Mesut Kara Bana böyle önemli sorularla güzel bir söyleşi olanağı verdiğiniz zaman ayırdığınız ve güzel dilekleriniz, için çok teşekkür ederim.

Sanat\ sinema hayattır, hayatı güzelleştirme, dönüştürme araçlarıdır. Hayatın içinde olalım. Selam ve sevgiyle…

 


Mesut Kara ve dostlarının 1997 yılında birlikte çıkardığı, kendisinin de yazdığı ve sayfa tasarımlarını, grafikerliğini yaptığı mizah dergisi: “Fesat”

+

(Önerilen okumalar:  Adnan Tönel, “2. Çeşme Film Festivali’nin Ardından”,  5 VI 2012, birgun.net;  Cemal Berktaş, “Bir Mesut Kara Söyleşisi”, 26 V 2020, cemalen.com;  Korkut Akın, “Devlet, Toplum ve Sinema Adlı Kitabının Yayını Vesilesiyle Mesut Kara Röportajı”, 4 IV 2020, Kitap Eki Dergisi, Mart 2020/ sadibey.com;  Mesut Kara, “Erkan Yücel ve Sinema”, 1 XII 2012, evrensel.net; Mesut Kara, “Bir Pütün Olarak Yılmaz Güney”, 17 XI 2012, sinematikyesilcam.com)

 

aksamaz@gmail.com

 

https://sonhaber.ch/mesut-kara-sinema-hayattir-hayati-guzellestirme-donusturme-araclaridir/

 http://www.circassiancenter.com/tr/sinema-hayattir-hayati-guzellestirme-donusturme-araclaridir/