Dil, Tarih, Kültür ve Gelenekleriyle Lazlar
Roma
İmparatorluğu döneminde, “Laz” ve “Megrel” terimleri aynı halkı ifade etmek
için kullanılıyordu. Roma/Bizanslıların “Laz” dedikleri halka, kendileri ve
komşuları “Margali/Megrel” diyor. Roma, Pers, Bizans, Arap, Osmanlı ve Rusya
gibi büyük güçlerin Kafkasya ve Doğu Karadeniz bölgelerinde at koşturmalarıyla
başlayan süreçte “Lazlar”, yani “Megreller” ikiye bölündü. Günümüzde Gürcistan
ve Abhazya sınırları içinde kalanlar çeşitli kaynaklarda “Margali, Megreli,
Migreli, Mingreli, Megrelian, Mingrelian, Agrwa” adlarıyla anılırlar. Önce
Osmanlı Ülkesi, şimdi ise Türkiye sınırları içinde kalanlar ise, “Lazi, Laz, Ç̆ani,
Lazian” adlarıyla anılırlar. Birbirlerinden yüzyıllarca ayrı düşmüş olan aynı
halkın Hıristiyan kalanları süreç içinde “Margali/Megrel”; Müslümanlığı
seçenleri de “Lazi/ Laz” adıyla özdeşleşti. Roma İmparatorluğu’nun vasalı olan
devlete Batılılar “Lazika”, kendileri ve komşuları ise “Egrisi” der.
Lazca ve
Megrelce, “Zan dilleri” (Zanuri nena) olarak bilinir; “Güney Kafkasya Dil
Ailesi” içinde tanımlanır. Megreller, yerlisi oldukları Gürcistan’da
“Samargalo/Samegrelo”; Abhazya’da “Gali/Samurzakano” bölgelerinde topluca
yaşar. Lazlar ise, yerlisi oldukları Osmanlı dönemindeki adlandırmayla
“Lazistan Sancağı”nda, bugünkü tanımlandırmayla Rize ve Artvin sınırları içinde
kalan tarihsel bölgelerde toplu olarak yaşarlar. 1920’li yıllarda Türkiye ile
Sovyetler Birliği arasında sınır bugünkü şeklini aldı. Bu sınırla, Müslüman
Lazlar da ikiye bölünmüş oldu. Bazı Laz köyleri, Acaristan
Özerk Cumhuriyeti sınırları içinde kaldı. Bu sınırlar,
daha sonraki yıllarda NATO ile Varşova sınırlarından da biri oldu. Lazlar,
bunun dışında Türkiye’nin batısındaki “93 Harbi muhacir köyleri”nde de toplu
olarak yaşıyor. Lazlar, günümüzde Türkiye ve Gürcistan’a bağlı Acaristan Özerk
Cumhuriyeti dışında, Abhazya ve Rusya Federasyonu’nun çeşitli yerleşim
birimlerinde de yaşar.
*
Bu alanda yaptığım çalışmaları 1993’den 7 Haziran
2004’e ve o tarihten de bugüne kadar olmak üzere iki bölümde
değerlendirebiliriz. Türkiye’nin sosyal gerçekliğini anlamaya ve ona göre bir
hareket tarzı geliştirmeye çalışan bir aydın duyarlılığıyla; ilk dönemde
öncelikli olarak, elimdeki imkânlar dâhilinde Lazların tarihine ilişkin
bilgiler veren makaleler yazmaya ve bu yöndeki makalaleri Türkçe’ye çevirmeye
çalıştım. Yine bu dönemde, Lazlara yönelik çeşitli resmi ideoloji ve resmi
tarih tezlerine karşı makaleler yazdım. Amaç; Lazların kendi başlarına bir halk
olduklarına ilişkin, onların bir tarihleri olduklarına ilişkin ve bunlarla da beraber
Lazların bir kimliği olduğuna ilişkin bilgilerin ilgilenenlere
kazandırılmasıydı.
7 Haziran 2004 Pazartesi, TRT’nin beş anadilde kısıtlı
da olsa yayına başladığı tarihtir. TRT’nin Lazca’yı görmemezlikten gelmesiyle,
çalışmalarımı esas olarak Lazca’ya, diğer anadillerine yönelttim. Lazca’nın Laz
kimliğinin en önemli yönü olduğu düşüncesiyle, makalelerimin bazılarını da
Lazca yazmaya başladım. Bu alanda yoğunlaştım. Bunun en somut bir ifadesi
olarak da, birkaç arkadaşımla birlikle www.kolkhoba.org adlı internet
sitesinin kuruluşuna destek verdim. Bu sitede; Lazca masal, şiir, şarkı sözü,
bilmece, bulmaca ve atasözlerinin dışında Lazca haber yayını da yapmaya
başladık.
Bir kesim, Türkçe dışındaki anadillerinde çalışmalar
yapılmasına, o dillerle yayın yapılmasına kesinlikle karşı; bunun bölücülük
olduğunu düşünüyor. Bir kesim var; onlar Türkçe dışındaki anadillerin
fetişizmini yapıyor. Bunlar Türkçe dışındaki anadillerinde üretim yapmıyor;
yalnızca, “dilimiz ölüyor, UNESCO da bunu söylüyor,” fetişizmi yapıyor. Her iki
kesim de Türkçe dışındaki anadillerine yanlış yerden bakıyor.
Eğitim-Sen’in
28-29 Haziran 2003 tarihinde Ankara’da yapılan Anadilde Eğitim Sempozyumu
öncesi, İstanbul 8. Şube (o zamanki) başkanı Haldun Özkan ile birlikte ön çalışma
yaparken rahmetli Tarık Cemal Kutlu ile Halıcılar’daki evinde görüşmüştük. Bu
görüşmemizde, söz döndü dolaştı anadili kavramına geldi. Rahmetli Tarık Cemal
Kutlu şöyle dedi: “Bakın, benim anadilim Çeçence, eşimin anadili de Çeçence.
Oğlum Argun Çeçence bilmiyor. Şimdi onun anadili Çeçence mi Türkçe mi?!”
Ortak
anlaşma dilimiz Türkçedir. Günlük hayatın her alanında Türkçe konuşuluyor.
Eğitim-öğretim, radyo-televizyon, yazılı basın her şey Türkçe. Kimsenin
Türkçe’yle bir sorununun olduğunu sanmıyorum. Bunun yanı sıra, sayısını hiç
kimsenin net olarak bilmediği anadilleri de konuşuluyor Türkiye’de. (Burada
kastım, Lozan’da ve ardından da onunla bağlantılı anlaşmalarla “güvence altına
alınan” gayrı-Müslim anadilleri değil). Günümüzde Türkiye’de konuşulan Lazca,
Gürcüce, Arapça gibi Anadolu’nun yerleşik en eski dillerini ve Abazaca,
“Çerkesçe”, Çeçence ve Dağıstan Dilleri gibi Muhacir dillerini hatırlayalım.
Bu dillerin hepsi bizim. Bu dillerimiz yaşamalı, yaşatmalıyız. Geçmişte bir
takım adımlar atılabilirdi. Mesela; 1 Ocak 1929 tarihinde çalışmalara başlayan
Millet Mektepleri ve ardında açılan Köy Enstitülerin’de bu anadilleri de
öğretilebilirdi. Buralardan sertifika, diploma alan eğitmenler, öğretmenler
çalışacakları yörelerin anadilleriyle ilgili çözümler üretilebilirlerdi.
Böylelikle günümüzün pedagojik, psikolojik ve demokrasi sorunları bu şiddette
yaşanmazdı. Sosyal devlet; vergi ödeyen, askerlik hizmetini yerine getiren ve
oy kullanan vatandaşların her türlü farklı özelliklerinin devamı noktasında
pozitif ayrımcı olmalıydı; olmalıdır.
Devlet bir
TV kanalını tamamen diğer anadillerine ayırmalıdır. Bu TV kanalının saatleri
de Türkçe dışındaki anadilleri arasında adaletli bir şekilde
bölüştürülmelidir. Lazca üzerinden örnek vereyim: Lazca haberler, Lazca
belgeseller, Lazca tartışma programları, Lazca filmler, Lazca çizgi filmleri,
Lazca tiyatro eserleri bu TV kanalında sergilenmelidir. Kültür Bakanlığı yazılı
Laz edebiyatının örneklerini yayınlamalıdır. Lazcanın konuşulduğu yörelerde,
isteyen ana-babaların çocuklarına da Lazca anadil dersleri verilebilecek
şekilde düzenlemelere gidilmelidir. Lazca ad taşıyan yerleşim birimlerinin
adları tekrar resmi olarak kullanılmalıdır. Devlet kurumları; parasal,
akademik, fiziksel kapasite, psikoloji desteği, hiç sakınmadan, cömertçe
vermelidir.
Bugüne kadar “anadil” konusu, yuvarlak laflarla
geçiştirildi. Siz bugüne kadar somut, projelendirilmiş bir talep gördünüz
mü?! Öncelikle “anadili” nedir? Her zaman kişinin, kendi anasından öğrendiği
dil midir?! Olmayabilir! “Anadili” ifadesi kişinin kendi kimliğini ifade etmek
için de kullanılıyor olabilir. Somut örnekten hareket edelim. Bir çocuk,
“anadili”nin Lazca olduğunu söyleyebilir. Ancak tek kelime Lazca bilmeyebilir.
Bir başka çocuk düşünelim. Bu çocuk, kırsal kesimde, köyünde veya Lazcanın
yoğun olarak yaşadığı bir kasabada yaşasın. Gündelik ilişkilerinde de Lazcayı
konuşsun. Ancak Lazca okuma-yazması olmasın. Bu sefer de bir başka çocuk
düşünelim: Bu çocuk, arkadaşlarıyla, dostlarıyla, akrabalarıyla Lazca konuşabilsin,
yazışabilsin. Şimdi bu örneklerdeki Laz çocuklarını ele alalım. Bu somut
durumlara göre, konu tartışılmalı. Şimdi bu üç Laz çocuğunun da Lazca öğrenmek,
Lazca’sını geliştirmek istediğini ve velisinin de bu yönde okula başvurduğunu
düşünün. Ne olacak?! Hangisi için “anadili öğretimi”, hangisi için “anadilde
eğitim” gerekiyor?! Bir de “seçmeli ders” konusu da gündeme gelince, iş daha da
içinden çıkılmaz hâle geliyor. Bence konuyu “anadili öğretimi” veya “anadilde
eğitim” veya benzeri terimlerle tartışmak yersiz. Çünkü ortada somut bir proje,
uygulama, deneyim yok. O halde neye kafa yormalı?! “Anadili” derslerinin okullarda
nasıl uygulanacağına ilişkin somut projeler hazırlamak, öneriler sunmak
gerekir. İlgili vakıf ve dernekler bu konuda yetkilendirilemez mi? Bunlar
okullarla koordineli çalışamazlar mı?! Bütün bunlara kafa yormak lâzım.
Ayrıca; yukarıda üç örnekte sunduğum öğrenci tipine göre nasıl bir program geliştirebiliriz?
Biri anadilini hiç bilmiyor. İkincisi biliyor, ama okuyup yazamıyor. Üçüncüsü
ise, anadilinde okuyup yazabiliyor. Değinilmesi gereken bir konu daha var:
“Anadilde eğitim” denilince kimileri şöyle anlıyor: kitap basılacak, o anadil
derslerinin verileceği okullarda dağıtılacak ve böylece de o kitaplardan
öğretmenler dersleri verecek. Böyle bir şey mümkün değil. Öyleyse bu iş nasıl
olabilir?! Öğrenci velilerinin taleplerine göre, okul idareleri o anadilini
bilen öğretmenlerle veya ilgili vakıf ve / veya derneklerden yardım isteyerek
temin edecekleri “usta öğreticiler”le bu işi başlatabilirler. O anadilini
bilen öğretmen ve / veya “usta öğreticiler”, talepte bulunan öğrencilerin
düzeylerine göre “anadil sınıfları” oluşturabilirler. Bu anadil sınıflarında,
çocukların anadil bilgi düzeyine ve Türkçedeki müfredat programlarına göre,
diğer öğretmenlerle birlikte hazırlayacakları müfredatı uygulayabilirler. İşte
bu iş ancak böyle olur. Şimdi siz bu uygulamaya, “anadili öğretimi” deseniz,
“anadilde eğitim” deseniz ne fark eder. Yine bu çalışma çocukların
anadillerini öğrenmelerine katkı sağlıyorsa, siz buna “seçmeli ders” deseniz ne
olur, demeseniz ne olur?!
“Anadili”
konusu kardeşleşmeye hizmet etmelidir. “Anadili” talebinin sosyal gerçeklikle
gündelik hayatla uyuşur bir yönü bulunmalıdır. İlkokul birinci sınıftan
başlamak üzere öğrencileri ele alalım. Her okuldaki, her sınıftaki öğrencilerin
anadili bilgileri bu anadil dersleri öncesi kuşkusuz farklıdır. Bu sebeple,
ister ilkokul birinci sınıf, ister ortaokul son sınıf öğrencisi olsun,
anadilini hiç bilmeyip de öğrenmek isteyenleri bir sınıfa, bilenleri bir
sınıfa alıp; yani anadili sınıflarına, bu sınıfların somut durumlarına göre
öğretmen veya “usta öğreticiler”in, bölgenin üretim ve turizm özelliklerini de
göz önünde bulundurarak hazırlayacakları anadil müfredatlarına göre bu dersleri
verebilir. Aslında mesele böyle somut olarak ortaya konulduğu ve çözüm
yollarına birlikte kafa yorulduğu zaman, bu uygulamalara “anadil öğretimi” veya
“anadilde eğitim” demek çok önemli değil.
Her kimlik gibi, Laz kimliği de Anayasa ve ilgili
yasalarda güvence altına alınmalı. Değiştirilen Lazca yerleşim adlarına
resmiyet kazandırılmalı. Yol tabelalarında Lazca adlar da yer almalı. Okullarda
toplumsal dokumuzu oluşturan diğer halkların tarihleri gibi Laz Tarihi de
okutulmalı. Okullarda ve isteyenlere Halk Eğitim Merkezlerinde Laz
öğretilmeli. Lazca televizyon-radyo yayınları olmalı.
*
Bu kitabın ilk baskısı 2000 yılında Sorun Yayınları
tarafından yapıldı. Kitap bir süre sonra tükendi. Kitap çok uzun yıllardan
beri aranıp soruluyordu. Ne var ki, aynı yayınevi ikinci baskıyı yapamadı.
Belge Yayınları’ndan gelen teklifle ilk baskıyı gözden geçirdim. Güncellik
özelliğini kaybetmiş bazı yazıları bu baskıya almadım. Bunun yerine, Lazlara
ilişkin güncel konularda yazdığım Türkçe ve Lazca makalelerime yer vermeyi
tercih ettim. Kitaba bir de Lazca şiir bölümü ekledim. Kitapta Lazcaya ağırlık
verdim.
Bu çalışmanın, hem Lazların,
Lazcanın ve Laz Kimliğinin tanınmasına, sahiplenilmesine ve kurumsallaşarak
yaşatılarak geleceğe taşınmasına hem de Türkiye’de yaşayan her dil, kültür,
din ve mezhebin kendi kimlikleriyle özgürce kurumsal olarak kendilerini
geleceğe taşıyabilecekleri, üreteceği ve dostça paylaşacağı kardeşleşmeye ve
Ortak Vatan Emekdaşlığı idealine katkı sağlaması dileğiyle, bilgilenmemde
katkısı ve üzerimde hakkı olan herkese minnattarlığımı ifade ediyorum. (29
IX 2012)
(Kaynak:
Ali İhsan Aksamaz, “Dil, Tarih, Kültür ve Gelenekleriyle Lazlar”, 2. Baskı,
Belge Yayınları, İstanbul, 2014)
https://www.circassiancenter.com/tr/dil-tarih-kultur-ve-gelenekleriyle-lazlar/
https://sonhaber.ch/lazlar/#more
https://aliihsanaksamaz.blogspot.com/2023/11/dogu-karadenizde-resmi-ideolojiler.html