Laz Kimlik Mücadelesinde İskender Tzitaşi’nin Önemi
Laz kimlik
mücadelesinin başlangıcı, bugünkü bilgilerimize göre, günümüzden yüzyıl
öncesine dayanır. Bu mücadele tarihi içinde karşımıza bayraklaşan iki isim
çıkar. Bunlardan ilki Hopalı Faik Efendi, diğeri ise Искандер
Циташи Теймуразович/ ისქენდერ წითაში/ İskender Ǯitaşi/ İskender Tzitaşi’dir. Hopalı Faik Efendi, Osmanlı Lazistanı’ndan
bir Laz aydınıdır. İskender Tzitaşi ise, Sovyet Lazları Halk Önderi. Her ikisi
de, Doğu Karadeniz ve Güney Kafkasya’nın yerli halklarından Lazların kimlik
mücadelesinde önemli bir yere sahiptir. Ne yazık ki, günümüzde hem Hopalı Faik
Efendi hem de İskender Tzitaşi’nin kişisel bilgilerine (şimdilik) ayrıntısıyla
sahip değiliz.
1993’de yayımlanmaya başladığımız “Ogni Kültür
Dergisi” ile birlikte Laz aydınları olarak, kendi kimlik mücadele geçmişimizle
ilgili olarak da bazı bilgileri aktarmaya başladık. Ne var ki, kimileri Hopalı
Faik Efendi ve İskender Tzitaşi’nin önemini hâlâ kavrayamadı. Bunlar günümüzde
bile Hopalı Faik Efendi ve İskender Tzitaşi’yi görmek istemiyorlar. Bunun
çeşitli sebepleri olabilir. Eğer bu insanlar, Lazların tarihsel yerleşim
birimlerinin eski adlarının yeniden resmiyet kazansın istiyorlarsa; TRT, Lazca
radyo ve televizyon yayını yapsın istiyorlarsa; okullarda anadili dersleri
arasında Lazca da yer almasını istiyorlarsa; üniversitelerde Laz dili,
edebiyatı, tarihi bölümleri açılmasını istiyorlarsa ve en önemlisi de söylediklerinde
samimi iseler, Hopalı Faik Efendi ve İskender Tzitaşi’nin mücadele geçmişine sahip
çıkmalıdır. Bütün bunları söylem, tutum, davranış, ilişki ve çalışmalarıyla da
göstermek zorundadırlar.
Rize- Pazarlı Osman(Topçuoğlu) ve Safiye Topçuoğlu
Kimi Laz aydınlarının ısrarla görmek istemedikleri
yalnızca Hopalı Faik Efendi ve İskender Tzitaşi değil. TKF kurucular komitesi
üyesi Osman Topçuoğlu’nu da, Kadın Emek önderi Topçuoğlu Safiye Hanım’ı da
görmek istemiyorlar. Bunun yerine yalnızca Hasan Helimişi’yi ön plana çıkarmayı
yeğliyorlar. Hasan Helimişi’yi de ön plana çıkartırken, onu yalnızca ‘romantik
bir şair’ olarak lanse etmeyi daha uygun buluyorlar!
Giriş
Burada
anlatacaklarım, bugüne kadar yalnızca benim bireysel bilgi ve ilgi alanımla kısıtlı
kalmamalıydı. Çünkü konu toplumsal bir özellik taşıyordu; yalnızca Laz
aydınlarını da ilgilendirmiyordu. Bu ülkenin bütün aydınlarını, bütün bilim
adamlarını ve bütün politikacılarını ilgilendiren bir konuydu. İskender
Tzitaşi, hep görmezlikten gelindi. Bunda en büyük sorumluluk da günümüz Laz
aydınlarınındır.
Nestor Lakoba ve İskender Tzitaşi
Bugün, benim için hayatımın en önemli günlerinden bir
tanesi. Çünkü Türkiye’de yirmi yıla yaklaşan bir süre önce gündeme getirmeye
çalıştığım İskender Tzitaşi konusunda ilk defa bir toplantı yapılıyor. Şüphesiz
konu kişisel değil, toplumsal. İskender Tzitaşi konusu yalnızca Laz
aydınlarını ilgilendiren bir konu da değil. Konu, entelektüel boyutuyla Laz
aydınlarını, Gürcü aydınlarını ve Abaza- Abhaz aydınlarını da ilgilendiriyor.
İskender Tzitaşi konusu en azından “Soğuk Savaş”ın bittiği 1991’den itibaren
hem Türkiye hem Gürcüstan ve hem de Abhazya’da gündeme getirilmeliydi; olmadı.
Demek ki, resmî ideoloji ve resmî tarih tezleri bu kadar etkili olmuş. İskender
Tzitaşi konusu ancak bugün ve yine ancak bu şekilde gündeme getirilebiliyorsa,
bu resmî ideolji ve resmî tarih tezlerinin hâlâ ne kadar etkili olduğunu
gösteriyor. Oysa bugüne kadar İskender Tzitaşi konusu gündeme getirilmekle
kalmamalıydı. Onun itibarının iadesi için de çabalar harcanmış olması
gerekirdi. Anadil eğitim- öğretiminde “İskender Tzitaşi Modeli” de örnek alınır
hale getirilmeliydi. Bütün bunların olabilmesi için esas rol Laz aydınlarına
düşüyordu. Ancak Laz aydınları “Soğuk Savaş” sonrası ortaya çıkabildikleri için
ve henüz İskender Tzitaşi çizgisinde buluşamadıkları için, konu kolektif
anlamda sahipsiz kalmıştır. Demek ki, resmî ideoloji ve resmî tarih tezlerinin
etkileri Laz aydınlarını hâlâ etkiliyor; korkularını depreştiriyor. Bu durum
aslında Laz aydınlarını açısından utanılacak bir manzaradır.
İskender Tzitaşi konusu da, aynı Mustafa Suphi ve
Yoldaşlarının katledilmesi gibi hem eski Sovyetler Birliği ülkelerinde ve hem
de Türkiye’de hâlâ bir tabudur. Zaten TKF ve İskender Tzitaşi konusu, Sovyetler
Birliği ile Türkiye, ya da daha doğru bir deyişle Moskova ile Ankara arasındaki
“derin konulardan” yalnızca bir tanesidir.
İskender Tzitaşi’nin günümüzde bile bir tabu olması,
çizgisinin ne kadar doğru olduğunu gösteriyor. İskender Tzitaşi, Nestor
Lakoba’nın da yoldaşıdır.
Bugün burada İskender Tzitaşi’nin doğum gününü
kutlumak için toplandık.
Kişisel
Çabalar
Lazca benim
anadilim değil, babadilim. Babam, Rize/ Ardeşen Şanguli 1931 doğumlu. Anadili
Lazca olan bir İnsan. Kökeninde Çerkeslik de bulunan annem ise, 1940 İstanbul
doğumlu. Onun anadili ise Türkçe. Ben ise, anadili Türkçe olan bir melezim.
1959 İstanbul doğumluyum. Çok küçük yaşlarımdan itibaren Lazcanın varlığından
haberdarım. Türkçeye ne kadar aşinaysam ve sahip çıkıyorsam; Lazcaya da o kadar
aşina olma çabasındayım ve Lazcaya da o kadar sahip çıkıyorum. Bunda da bir
çelişki görmüyorum. Kimlik ve kişiliğimin gelişmesinde Türkçenin de Lazcanın da
izlerini taşıyorum. Lazcanın anadilim olmadığını belirtmiştim. Gündelik hayata
ilişkin sekiz-on diyalog kuracak kadar Lazca bildiğim çok eski günlerde de;
yüzlerce sayfa Lazca makale yazdığım şu yaklaşık son on yıllık dönemde
de; burada Lazca dersler verdiğim şu yaklaşık altı aylık zaman
dilimi içinde de hep Lazca kaynaklara ihtiyaç duydum. Yirmi yıldır Lazcanın
peşindeyim. Bir yandan Lazcayı öğreniyor; yazıyor, diğer yandan da bu dili
öğretiyorum. Bu zaman zarfı içerisinde öğrenmek istediğim yalnızca Lazca değil.
Aynı zamanda Laz Tarihini öğrenme ve öğretme çabası içinde de oldum.
Ancak hemen belirtmeliyim; 1992 öncesinde Laz tarihini
ve Lazcayı öğrenmeye yönelik çabalarım, bu alandaki şahsî bilgi eksikliğimi
gidermeye yönelikti. Bilenlere, tabii ki öncelikle babama sorarak temel
gündelik Lazca cümleleri öğrenmeye ve küçük bir defterde bunları toplamaya
çalışırdım. Bireysel, çocukça çabalar işte! Bu dönemde dikkatimi bir şey
çekmişti: Ansiklopedilerde Lazlara ilişkin bilgiler çok kısıtlı ve kısaydı.
1992’ye kadar da Lazca hiç bir yazılı metin görmemiştim.
“Lazlar’ın Tarihi” adlı kitap ve yayıncısı Cemal Şener
Burada, 1997 yılının Kasım’ında Çiviyazıları
Yayınevi’nden çıkan “Kafkasya’dan Karadeniz’e Lazların Tarihsel Yolculuğu”
adını taşıyan kitabımdan bir alıntı yaparak esas konumuza girmek istiyorum:
“1992’nin Yaz’ında Kartal’daki bir sokak sergisinde, ‘Lazların Tarihi’ adlı
kitabı görene kadar, doğrusunu isterseniz bu konular hiç de ilgimi bu derecede
çekmiyordu. Böyle bir kitabı görünce gözlerime inanamamıştım. Hemen, kitabı
satın aldım. Misafirlikte olmamıza rağmen, iki saat içinde kitabı okudum.”
Kitap, Lazların Türk kökenli değil, Gürcü kökenli; Lazcanın da bir dil değil,
Gürcücenin diyalekti olduğunu ısrarla ve defaatle vurguluyordu. Kitap,
Lazistan’ın Türkiye’ye değil, Gürcistan’a ait olduğunu da yazıyordu. Lazların
Türk kökenli olmadığını, Lazcanın da Türkçe ile bir alâkası ve bağlantısının
olmadığını biliyordum. Bütün bunları kestirebilecek bilgiye sahiptim. Lazların
Rumlarla ve Hemşinlilerle bir akrabalığının olmadığını ve Lazcanın Rumca ve
Hemşince ile de bir yakınlığının olmadığını biliyordum. Şimdi ise, Lazların
Gürcü ve Lazcanın da Gürcücenin diyalekti olduğu iddiaları o kitapta yer
alıyordu. Eğer polis emeklisi rahmetli Hayri Hayrioğlu, ‘Lazların Tarihi’ adlı
o kitabı Gürcüce aslından faydalanarak Türkçe olarak hazırlamasaydı, ben de
muhtemelen şimdi burada karşınızda olmayacaktım!
İki Öncü:
Hopalı Faik Efendi ve İskender Tzitaşi
Aynı
Dönemde, çok kötü bir tercümeyle yayınlanan ‘Türkiye’de Etnik Gruplar’ adlı
kitap, Hayri Ersoy ve Aysun Kamacı’nın birlikte kaleme aldıkları ‘Çerkes
Tarihi’ adlı kitap ve Kaynak Yayınları’ndan çıkan Hâle Soysü’ nün “Kavimler Kapısı” adlı kitap üzerine
yoğunlaştım. O zamanlar günlük Aydınlık Gazetesi yayınlanıyordu. Bu gazetenin
arşivinde Meriç Özeller adlı çok eski bir arkadaşım çalışıyordu. Onun
yardımıyla ‘Lazların Tarihi’ adlı kitabı Ant Yayınları’ndan yayımlatan Hayri
Hayrioğlu’nun telefon numarasına ulaştım ve kendisiyle bağlantı kurdum.
Soğuk Savaş’ın
bitmesiyle Türkiye’de etnik gruplara ilişkin yayınların sayısında artış oldu
Meriç Özeller, Aydınlık Gazetesi’nin arşivinden bana
birkaç da Lazca metin fotokopisi verdi. Lazca Alfabeyi o fotokopi metinlerde
gördüm; Almanya’da yayınlanmışlar. O fotokopilerden birinde Hopalı Faik
Efendi’ye ilişkin kısa bir bilgi vardı. Bir başka fotokopide ise, İskender
Tzitaşi’den bahsediliyordu. Hopalı Faik Efendi ve İskender Tzaitaşi hakkındaki
bu bilgilerin, Osman T̆amt̆ruli tarafından kaleme alındığı ve 1991’de Kaukasus- Verlag tarafından
Freudenstadt’da yayınlandığı anlaşılan “Nananena” (“Anadili”) başlıklı kitapta
şu ifadeler yer alıyordu:
“Faik̆ Efendişi rt̆u armuşi Lazi, namuk gamiğu Lazuri Svara. Lazuri
na ç̆arumt̆u şeni Sult̆an Abdul Hamidik haya oç̆opu do kodoloxunu cixas. Muşi noç̆arepe iri xolo doç̆ves, gondines. Cixaşen gamaxtuş k̆ule Faik̆ik xolo gyoç̆k̆u do ç̆arumt̆u Lazuri. Lazepeş duşmanepek Faik̆i doyles.”
Lazcasını adı geçen kitaptan aktardığım bilginin
Türkçesi şöyle:
“ Faik Efendi, Lazca kitap çıkartan ilk Laz’dı.
Lazca yazdığı için, Sultan Abdulhamit onu yakaladı ve kaleye hapsetti. Bütün
yazdıklarını yaktılar, kaybettiler. Hapisten çıktıktan sonra, Faik yine başladı
ve Lazca yazıyordu. Lazların düşmanları Faik’i öldürdüler.”
Osman T̆amt̆ruli’nin kitabında İskender Tzitaşi
hakkında verilen bilgi de oldukça ilginçti:
“Sohum’da 1935 senesinde bir okul kitabı Laz dilinde
yayınlanmıştır. Yazarı İskender Tzitaşi idi, Lazların büyük şairi ve bilim
adamı. Stalin’in emri üzerine İskender 1938 yılında öldürülmüştür. Kısa bir
süre sonra Laz halkı Sibirya’ya sürgün edilmiştir. Bununla kültür özgürlüğü
gaddarca son bulmuştur.”
SB’nin çöküş döneminde Batı Almanya’da yayınlanan “Lazuri Alfabe” ve
sonraki diğer yayınlar
Bu bilgiler beni oldukça şaşırtmıştı. Hayri
Hayrioğlu’nun yayınladığı ‘Lazların Tarihi’ adlı kitapta Hopalı Faik Efendi’nin
Osmanlı Lazistan’ındaki mücadelesinden bahsediliyordu. Ancak İskender Tzitaşi’den
tek satır yoktu. Birkaç telefon konuşmamızda bu konuyu Hayri Hayrioğlu’na
çıtlattım. Ancak onun bu konudan bahsetmekten özenle kaçındığını hissettim;
zorlamadım. Yalnızca ‘Lazların Tarihi’ adlı kitap değil, bu kitabı Türkçeye
tercüme eden Hayri Hayrioğlu’nun bazı yaklaşımları da beni ‘Laz ve Gürcü’
ilişkisini araştırmaya sevk etti. Kaynak arayışına giriştim. İşte bu alanda
karşıma büyük bir engel çıktı: Resmî ideolojiler ve resmî tarih tezleri. Ancak
bunlar beni yolumdan alıkoyamadı. Anlaşıldığı kadarıyla geçmişte hem Osmanlı
Lazistan’ında ve hem de Sovyetler Birliği’nde Laz aydınları kimlik mücadelesi
vermişti; bu konuya yönelmeliydim. 1990’lı yılların başı… Zor günlerdi.
İnternet yoktu. Pek kimseyi tanımıyordum.
Lazlar hakkında yazdığım ilk makale olan “Lazlara
Gülmenin Dayanılmaz Hafifliği”, 15 Haziran 1993 tarihinde Özgür Gündem
Gazetesi’nde yayınlandı. İkinci makalem ise, yine aynı gazetede “Yaşadıkları
Coğrafya’nın Otoktonları: Lazlar” başlığıyla 19 Temmuz 1993’de yayınlandı.
“Laz Enstitüsü kuruluyor” (Aktüel, sayı 66, 8-14 X 1992)
Sonraki süreç içerisinde yalnızca kimi “Laz
aydınlarıyla” tanışmakla kalmadım, kimi “Gürcü aydınları”yla da tanıştım. Bu
tanışmalar beni dehşete düşürdü. Kimi “Laz aydınları” ne kimliklerinin
bilinceydi ne de Hopalı Faik Efendi ve İskender Tzitaşi’yi tanıyor ve önemini
kavrıyorlardı. Basına, “Laz Vakfı, Laz Enstitüsü kuruyoruz” diye açıklamalar
yapanları da tanımıştım. Onlar da Hopalı Faik Efendi ve İskender Tzitaşi’yi
tanımıyorlardı. Böyle olunca da kimlik mücadelesinin önemini kavrayamıyorlardı;
çizgilerini savunamıyorlardı. Laz kimliğinin mücadelesi vermekten çok, köye ve
çocukluklarına özlem duygularıyla hareket ediyorlardı. Aslında bu özlem ve
duygularını dile getirmek için basına “Laz Vakfı, Laz Enstitüsü kuruyoruz” diye
açıklamalar yapmaları gerekmiyordu! Basına çok büyük lâflar etmelerine rağmen,
kimilerinin ne bu büyük lâfların içini dolduracak donanımları ne de medenî
cesaretleri vardı. Bunlar içinden bazıları, “Bizler Kürtler gibi bölücü
değiliz,” de diyorlardı. Nitekim o zamanlar yayınlanan Bugün Gazetesi’nin seri
karşı yayınından sonra çil yavrusu gibi dağılmışlar, değil Laz kimliğini
savunmak; kendi bireysel haklarına karşı basın yoluyla yapılan hakaret ve
saldırıları bile cevapsız bırakmışlardı. Sonraki gelişmelerden kimsenin haberi
yok. Muhataplar, yirmi yıl geçmesine rağmen, hâlâ açıklama yapmadılar.
I993’de
“Ogni Dergisi”ni Çıkartıyoruz!
Bir grup
arkadaş, avukat Ahmet Hulusi Kırım’ın yazıhanesinin arka odasında, “Ogni
Dergisi’ni çıkartmak için toplantılar yapmaya başladık… Derginin fikir babası
ben, isim babası ise Mecit Çakırusta… Sonunda da, tamamı ancak altı sayı
yayınlanabilen “Ogni Dergisi”nin ilk sayısını Kasım 1993’de bin bir zorluk,
endişe ve korkuyla çıkartmaya başladık. Bu süreçte hep Hopalı Faik Efendi ve
İskender Tzitaşi hakkında bilgi ve belge toplamaya çalıştım. Bir gün bir
okuyucudan bir mektup geldi. Bu okuyucu, sonradan dost olacağımız ve Lazca
öğrenme konusunda kendisinden “Mektupla Lazca” dersleri aldığım Munir Yılmaz
Avcı’dan başkası değildi. Munir Yılmaz Avcı, “Ogni Dergisi”nin Mayıs- Haziran
1994 4. Sayısında yayınlanan mektubunda şunları da yazıyordu:
“… Ben
de yıllar yılı boş durmayıp birtakım deneme yazılarımla Lazcayı yaşatmaya
çalıştım. Tabii ki önceleri birtakım semboller kullandım. Daha sonradan Tzitaşi
İskenderi’nin kitabından düzenlediğim alfabeyi ve en son olarak da “Parpali”
adlı dergiden aldığım kendi yazımızı kullanmaya başladım…”
Ardından bir başka mektup da N. Aksoy’dan geldi. Bu
mektup, “Ogni Dergisi”nin 5. sayısında yayımlandı. N. Aksoy, “Ok̆itxuşeni Supara”yı Arhavi ve
Karabük’te kendisinin dağıttığını yazıyordu. Bu kitaba olan ilgim artmıştı.
Nitekim Munir Yılmaz Avcı, mektubunda sözünü ettiği bu “Tzitaşi İskenderi’nin
kitabı”nı “Ogni Dergisi”ne ulaştırdı. Kitap “Ok̆itxuşeni Supara- Majurani Fila”
başlığını taşıyordu. Kitabın bir fotokopisini yaptırdım. Kitabı incelemeye,
okumaya ve anlamaya çalıştım. Kitabın yayımlanış tarihi dikkatimi çekti:
“Sohum- 1937”. Bir ara, aklıma Osman T̆amt̆ruli’nin “Nananena” adlı
kitabının önsözünde yazdıkları geldi. Fotokopileri aradım; buldum. Oysa; Osman
T̆amt̆ruli, 1935 diyordu Lazca kitap için. “Ok̆itxuşeni Supara” adlı Lazca ders kitabının üzerindeki
tarihin yanlış olması ihtimali yoktu. O halde ya Osman T̆amt̆ruli, 1937’yi
yanlışlıkla 1935 olarak yazmıştı ya da 1935 tarihli bir başka kitap daha vardı.
Bedia Leba, halkbilimci Wolfgang Feurstein ile bir
söyleşi yapmış. Bu söyleşiyi 1994 yılında “Ogni Dergisi”nin Temmuz-
Ağustos 5. sayısında yayımladık. Wolfgang Feurstein, söyleşinin bir yerinde
Sovyetler Birliği Lazlarından İskender Tzitaşi ve Hasan Helimişi’nin adını da
anar; önemleri üzerinde durur.
İskender Tzitaşi için ne yapılabilirdi ilk etapta?!
“Ogni Dergisi”nde yayınlanmak üzere bir duyuru hazırladım. Daha doğrusu,
“İskender Tzitaşi 1. Şiir ve Öykü Yarışması” başlıklı bir metin. Bunu açık
söyleyeyim, oldu- bittiye getirdim; iyi de oldu. Gözden kaçmış olmalı ki, 5.
sayıda yayınlandı!
(1993 Kasım)“Ogni Dergisi”nin 1. sayısı; Mehmedali Barış Beşli, Ahmet Hulusi Kırım ve Ali İhsan Aksamaz (Fotoğraf: Veysel Tekin)
1994 Temmuz veya Ağustos aylarındaydı. “Ogni
Dergisi”ni bir süre yazıhanesinin arka odasında yayınladığımız avukat Ahmet
Hulusi Kırım, o binadan taşınmaya karar verir ve taşınma hazırlıklar yapar. O
taşınma sırasında, arşiv olarak kullandığı bir diğer küçük odanın da kapısı
açıktır. Atılacak kimi eski gazeteler ve evraklar yerlere saçılmış; bir köşede
toplanmış. İşte o atılacakların arasında tesadüfen Lazca bazı metinlerin
fotokopiler buldum. Bu fotokopilerden bir kısmı da Osman T̆amt̆ruli’nin
“Nananena” adlı kitabında sözünü ettiği ve 1935 tarihini taşıyan kitaba, daha
doğrusu “Alboni”ye, yani “Alfabe”ye aitti. Aynı “Ok̆itxuşeni Supara” gibi “Alboni” de
İskender Tzitaşi adıyla yayınlanmıştı. “Alboni”nin atılacak o çöpler arasındaki
fotokopilerini özenle toplamaya, biraraya getirmeye çalıştım. Bulduğum bir
diğer fotokopi ise, 1929’de yine Sovyetler Birliği’nde, Sohum’da yayınlanan “მჭითა მურუნცხი/” “Mçhita
Murutskhi” (“Kızıl Yıldız”) adlı Lazca gazeteye aitti. Düşünebiliyor
musunuz; üzerine titrenmesi gereken bu fotokopiler çöplüğe atılmış?! Lazcanın
geçmişindeki çok önemli bir döneme ilişkin bu çok önemli kitabın önemini
kavramamış olanlar nasıl kimlik mücadelesi yürütebilirdi ki? Nitekim bugün, o
günkü cahiliye zihniyetinin klavuzluğunun sonuçlarını acı bir şekilde yaşıyoruz:
Laz aydınlarının her biri ayrı telden çalıyor!
“Alboni”yi
Yayınlatıyorum
1994
Yaz’ında rahmetli Mehmet Yavuz Türköz ile birlikte Abhazya’ya gittim. Ne yazık
ki, orada ne İskender Tzitaşi ne de diğer kitapları hakkında bilgi edinebildim.
Aldığım tek cevap, “Gürcüler savaş sırasında arşivimizi, kütüphanemizi yaktı,”
oldu.
Abhazya’dan döndükten sonra karar verdim; İskender
Tzitaşi adını taşıyan “Alboni”yi yayınlatacaktım. Konuyu arkadaşlara açtım.
Hiçbiri bu kitabın yayınlanması konusunda yardımcı olmaya yanaşmadı. Ne maddî
ne de manevî destekte bulundular. Pencere Yayınları’ndan, eski arkadaşım
Muzaffer Erdoğdu’ya konuyu açtım. Yayınevi teknik yardımda bulundu. Bütün
masraflarını cebimden karşılayarak ilk baskısı 1935’te Sohumi’de yapılan
“Alboni”nin tıpkıbasımını 1994 yılında İstanbul’da yaptırdım. “Alboni”, 1994
TÜYAP Kitap Fuarına yetişti; Pencere Yayınları standında satışa sunuldu.
“Alboni” özel yayın olarak yayımlandı; bir arka kapak yazısı yazmakla yetindim.
Kitabın yayınlandığını “Ogni Dergisi” 6. sayısından duyurdum. Kitabı
edinme adresi olarak Pencere Yayınları’nın adresini verdim. Dağıtım konusunda
Muzaffer Erdoğdu dayanışma gösterdi. Doğaldır ki, kitap masraflarını çıkarmadı.
Olsun! Önemli olan o zaman diliminde “Alboni”yi yayınlamaktı.
“Alboni”/ Laz Alfabesi; 1935’te Sohum’da, 1994’te İstanbul’da yayınlandı
1935’te İskender Tzitaşi adıyla yayınlanmış olan bu
kitabın, “Alboni”nin tıpkı basımını yaptırmaktaki amacım neydi?! Bir mesaj
vermek istedim. Lazların bir zamanlar Sovyetler Birliği’nde “Kültürel Hakları”
vardı. Bununla Laz kimliğini yok sayan resmî ideoloji ve resmî tarih tezlerine
meydan okumak istedim. İstediğim bir başka şey ise, İskender Tzitaşi ile ilgili
gerçeklerin ortaya çıkması ve bu yolla da diğer eserlerine ulaşmaktı. Bütün
bunlarla birlikte, Laz aydınlarında bu konuda bir duyarlılık oluşmasını da
amaçlıyordum. İskender Tzitaşi, Laz kimlik mücadelesi açısından önemliydi. Kişi
olarak kimliğinin, mücadelesinin ve diğer eserlerinin ortaya çıkartılması
gerekiyordu. Böylelikle Türkiye’deki kimlik mücadelesine katkıda bulunulmuş
olunacaktı. Laz kimliğini Sovyetler Birliği’nde yok sayan resmî ideoloji ve
tarih tezlerini Moskova üretmişti. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla bu
tezleri Tiflis devraldı. İskender Tzitaşi’nin ve mücadelesinin tüm
yönleriyle ortaya çıkarılması hem Gürcistan ve hem de Türkiye’deki Laz kimlik
mücadelesine katkıda bulunacaktı. Lazların Sovyetler Birliği’nde “Kültürel
Haklar”a sahip oldukları dönemdeki bütün ders kitaplarının Türkiye’de
yayınlanması da çok anlamlı olacaktı. “Alboni”den sonra “Ok̆itxuşeni Supara”nın tıpkıbasımını
yaptırmak için çaba harcadım. Ancak onu yapmaya maddî gücüm yetmedi. Bu konuda
destek sağlayacak Laz aydınları henüz ortada yoktu.
Ne İskender Tzitaşi hakkında sağlıklı bilgilere
ulaşabildim ne de diğer eserlerine. Ancak 1995 yılından başlamak üzere,
“Birikim Dergisi”nin 72- 72. “Etnik Kimlik ve Azınlıklar” dosyasına yazdığım
Lazlarla ilgili uzunca makalede olsun, Ünal Cuğ ve Hayri Ersoy’un
yayınladıkları “Alaşara Dergisi”ne yazdığım makalelerde olsun İskender
Tzitaşi’ye dikkat çekmeye çalıştım. “Tarih ve Toplum Dergisi”ne yazdığım
makalelerde de bu konuya dikkat çekmeye çalıştım. “Kafkasya
Yazıları” “Alboni”yi sahiplendi. “Alboni”ye ilişkin ilginç bir tanıklık da
vardır. Özcan Sapan, “Kafkasya Yazıları”nın 1998/ 5. sayısında bir tanıklığı
aktarır: “ნენა ფუთხუნ, ჭარა დოსქიდუნ”/ “Nena Putxun, Çhara Doskidun” (“Söz Uçar, Yazı
Kalır”).
Hasan
Helimişi, İskender Tzitaşi’ye Karşı Öne mi Çıkartılıyor?!
İskender
Tzitaşi’yi ve mücadelesini, daha doğrusu o dönemki Laz aydınlarının kimlik
mücadelesinin açığa çıkartılması ve o dönemde yayımlanan kitapların edinilmesi
için bireysel değil, kolektif bir çaba gerekiyordu. Ancak o yıllarda Laz
aydınları henüz İskender Tzitaşi’nin önemini kavrayamamıştı. Tam da bu dönemde
Hasan Helimişi gündeme getirildi. Hasan Helimişi’nin adını da Wolfgang
Feurstein’ın söyleşisinden öğrenmiştik. Lazolog İsmail Avcı Bucaklişi, 2000
yılında yayınlanan Mjora Dergisi’nin 1. sayısında bizlere bir sürpriz yaptı ve ხასან ჰელიმიში/ Hasan
Helimişi hakkında ayrıntılı bir makale yazdı: “Romantik Bir Laz Sürgünü:
Helimişi Hasani.” Makale, Hasan Helimişi hakkında oldukça ‘doyurucu’ bilgiye
sahipti. Hasan Helimişi’nin diğerleriye beraber bir resmi de yer alıyordu.
Hasan Helimişi’nin tabloları hakkında 1979’da Rusça olarak yayınlanmış bir
katolog da makaleye eklenmişti. Katoloğu Türkçe’ye Murat Papşu çevirmiş. Mjora
Dergisi’nde Hasan Helimişi’nin iki şiiri de yayınlanmıştı: “Mu P̆at E
Skiri!” ( Ne Yapalım Ey Oğul!”) ve “Onçamure” (“Dibek”).
Hasan
Helimişi, bir grup Laz öğrenciyle
Hasan Helimişi, 1907’de Orta Hopa’da doğmuş; varlıklı
bir ailenin çocuğu. Birinci Dünya Savaşı sırasında muhacirlik yaşıyor. Çok genç
yaşlarda TKF ile tanışıyor; kadroları arasında yer alıyor. 1932’de Sovyetler
Birliği’ne gidiyor. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Halk Eğitim
Komiserliği tarafından Leningrad’daki Ulusal Azınlıklar Okulu’na gönderiliyor.
Dans, müzik, tiyatro gibi dallarda da eğitim alıyor. 1935’de bir tramvay kazası
geçiriyor ve sağ bacağını kaybediyor. Eğitimini tamamlayamıyor. Türkiye’ye de dönemiyor.
Batum’a yerleşiyor. Ancak SBKP’deki tasfiye hareketi Hasan Helimişi’yi de
etkiler. 1938’de tutuklanır. Kısa süre sonra serbest bırakılır. Ancak İkinci
Dünya Savaşı bitiminde bu kez Sibirya’ya, Tomskir’e çoluk çocuk sürgüne
gönderilir. Stalin’in ölümünden dört yıl sonra Batum’a gönderilir. Kuşkusuz
Hasan Helimişi de önemli bir kişiydi. Muhtemelen İskender Tzitaşi’yi tanıyordu
ve yine büyük ihtimaldir ki, diğerleriyle birlikte, Lazların Sovyetler
Birliği’nde “Kültürel Haklara” sahip oldukları dönemde aynı çalışma
grubu içinde yer almıştı. Ancak İskender Tzitaşi katledilmiş, Hasan Helimişi
ise sürgünlere gönderilmişti. Aynı kadrodan Muhammed Vanilişi ise, o dönemde
hiç zarar görmemiş, üstelik önemli kadrolara getirilmişti. Karşıki Sarp’ta
Hasan Helimişi gibi en az bir düzine insan bulunduğuna kuşku yok. Ancak Hasan
Helimişi her nedense ön plana çıkarılır. Bunun da ötesinde, Hasan Helimişi’den
çok daha fazla bir öneme sahip İskender Tzitaşi hakkında hiçbir bilgiye
ulaşılamaz. Adeta Hasan Helimişi kullanılarak İskender Tzitaşi dikkatlerden
kaçırılmak istenir. Bu konuda İsmail Avcı Bucaklişi’nin değil ancak, onu Hasan
Helimişi hakkında bilgi ve belgeye boğanların bir kastı olabilir. Nitekim
Batum’da bir sokağa Hasan Helimişi’nin adı bile verilir; adına müzik
festivalleri, sergiler düzenlenir!
“İskender
Tzitaşi Kimdi? Neden Öldürüldü?”
İskender
Tzitaşi hakkında uzunca da bir makale yazdım. Bu makalemi “Yeni Kafkasya
Gazetesi”nin 36 (1) nolu sayısında 9 Ağustos 2001 tarhinde yayımlandı.
Makalemin başlığı şöyleydi: “Yazılı Laz Edebiyatının Öncüsü İskender Tzitaşi
Kimdi? Neden Öldürüldü?” Bu makaleyle de İskender Tzitaşi’ye ve kimlik
mücadelesine dikkat çekmeye çalışmıştım. Gürcistan ve Türkiye’deki
resmî ideoloji ve resmî tarih tezleri etkiliydi. Laz aydınları da bu tezlere
karşı mücadele edebilecek donanıma hâlâ sahip değildiler. Eğer bugünkü donanım,
cesaret ve kolektif bilinç o zaman olsaydı, bugün Laz kimlik mücadelesi daha başka
bir konumda olacaktı.
Araştırmacı-
yazar İrfan Ç. Aleksiva önemli çalışmalar yürüttü
İskender Tzitaşi’nin önemi nereden geliyor? İskender
Tzitaşi, Abhazya ve Acaristan’da yaşayan ve anadilleri Lazca olan çocuklara
anadillerinde öğretim konusunda önemli adımlar attığı ve bununla da yazılı Laz
Edebiyat’ının öncüsü, bayraklaşan bir isim olduğu için önemlidir. 1920’li yılların ikinci
yarısından neredeyse 1937 yılına kadar bu alanda faaliyetlerini yürütür.
İskender Tzitaşi, yalnızca yazılı Laz Edebiyatı’nın öncüsü değil, aynı zamanda
da Sovyetler Birliği Lazlarının yeni ekonomik düzen içinde kolektif
örgütlendirmelerinde de önemli bir öncüdür; Sovyetler Birliği Laz Halk önderidir.
Tabii İskender Tzitaşi bütün bu olumlu işleri tek başına yapmamıştır. Etrafında
Lazlardan ulaşan kuşkusuz bir kadro vardı. Burada akıldan hiç uzak tutulmaması
gereken ise, onun kompartiyalı olduğu ve Sovyet yönetimi tarafından da
desteklendiğidir. Yukarıda belirttim; daha önceki kıt bilgilerlerimle İskender
Tzitaşi’nin kimliğine ilişkin bir makale yazdım. Daha doğrusu, konuyu
irdelemeye çalıştım. Kendisini ve dolayısıyla mücadelesini gündeme getirmeye
çalıştım, günümüz Laz kimlik mücadelesinde bir model olarak kabul edilmesini
istiyordum. Bugün artık, o makalemi yazdığım bilgi dağarcığımın çok üzerinde
bir bilgiye sahibiz. İskender Tzitaşi ve yaptıkları hakkında. İrfan Ç.
Aleksiva, çalışmalar yürüttü ve İskender Tzitaşi ile ilgili bilgileri bizlere
ulaştırdı.
Günümüzde
Lazca Öğretimi ve Lazca İle Eğitim
Burada 2012
içinde İrfan Ç. Aleksiva’nın desteğiyle açığa çıkan ve Türkiye’de yayınlanan
iki kitabın adını anmadan geçemeyeceğim: ოხესაფუში სუფარა/ “Oxesapuşi Supara” ( Lazca “Matematik
Kitabı”) ve ჩქუნი ჭარა- ალბონიში სუფარა/ “Çkuni Çhara- Albonişi
Supara” ( “Yazımız- Alfabe Kitabı”). İskender Tzitaşi adıyla 1930’lu yıllarda
Sohum’de yayınlanan ders kitaplarından yalnızca ikisi bunlar. 1994’te
tıpkıbasımını yaptırdığım “Alboni” ve şu anda internet ortamında bulunan ოკითხუშენი სუფარა- მაჟურანი ჶილა/ “Ok̆itxuşeni Supara- Majurani fila” ile
birlikte İrfan Ç. Aleksiva’nın yayınlanmasına katkıda bulunduğu diğer iki kitap
Lazcanın yetmiş sene önce eğitim ve öğretim dili olduğunu göstermektedir. Bu
yönüyle de İskender Tzitaşi’nin eğitimciliği günümüze de önemli bir örnek
teşkil etmektedir. Günümüzün Laz aydınlarının İskender Tzitaşi’den öğrenecekler
çok şey var. İskender Tzitaşi’nin önemi yeni yeni kavranıyor ve eserleri de
yeni yeni burada yayımlanıyor. Yalnızca yayınlanan eserleri değil, aynı zamanda
da İskender Tzitaşi’nin yazdığı mektuplara da ulaşıyoruz. Artık İskender Tzitaşi’nin
üzerindeki sis perdesi de kalkıyor. Sovyet Ansiklopedisi’ne yazdığı “Lazlar ve
“Lazca” maddelerinden de haberdarız artık. Bütün bu bilgilerin açığa çıkmasına
öncülük eden İrfan Ç. Aleksiva’ya çok şey borçluyuz.
Burada eğitim emekçisi ve yazar Hasan Uzuhasanoğlu’nu
da anmak gerekiyor. Kendisi bu öğretim yılında anadil sınıfı açılması için yöresinde
çaba göstermiştir. Velilerin dilekçe vererek okullarda Lazca anadil dersleri
açılması konusunda duyarlılık göstermelerine önderlik etmiştir. Nitekim anadil
sınıfı açılması için yeterli sayıda dilekçe verilmiş ancak henüz müfredat hazır
olmadığı için Lazca anadil dersleri bu yıl verilememiştir. Ümit ederiz, Laz
aydınları son deklerasyon konusunda gösterdikleri hassasiyeti “Lazca Anadili
Müfredat” konusunda da gösterirler de, müfredatı M. E. B Talim Terbiye
Kurulu’na sunarlar ve takipçisi de olurlar. Ancak bu bir veya iki kişinin
imzasıyla değil bu konuya kafa yoran bütün Laz aydınlarının imzasıyla
gerçekleştirilmelidir. Yılmaz Avcı ve ben standart A1 ve A2
formatında Lazca bir müfredat programı hazırladık…“Lazca Anadil Dersleri
Sınıfları”,yalnızca Lazların tarihsel olarak yaşadıkları yörelerdeki okullarda
değil, Batı’daki “Muhacir Köyleri”nde de, İstanbul’da da açılmalıdır;
açılabilir. Bunun için Laz aydınları, şapkalarını önlerine koyup düşünmelidir.
Çeşitli kurumlarda Lazca ders verenler de aralarındaki
iletişimi geliştirmelidir. Birbirlerinin ne yaptığından haberdar olmalıdırlar.
Birbirlerinden öğrenecekleri çok şey var. Bütün bunları neredeyse otuz yıllk
tecrübe ve birikime sahip bir yabancı dil öğretmeni olarak söylüyorum. Örnek
vermek gerekirse, Kocaeli’de kurulu Sima Laz Vakfı’nda Lazca dersleri veren
Munir Yılmaz Avcı ile dayanışma gösteriyoruz. Munir Yılmaz Avcı, bir anlamda
bana danışmanlık yapıyor. Ne zaman başım sıkışsa, onu hemen yanında görüyorum.
Burada verdiğim dersler, Aka-der yetkililerinin talebi üzerine ders materyali
olarak yayınlanacak.
İskender Tzitaşi’nin çizgisine yaklaştıkça, Laz
aydınlarının dayanışma göstererek kolektif bilinçle Laz Kimliğini yaşatma
mücadelesini güçlendirdikleri görülmektedir. Ondan uzaklaştıkça da Laz kimliği,
Laz dili ve bunlar için mücadeleden uzaklaşılmakta konu, ego tatmin aracı
olarak kullanılmaktadır. İşte bu sebepledir ki, TRT 2004’te Lazca radyo- televizyon
yayını yapmadığı zaman da, bu öğretim yılında Lazca okullarda seçmeli ders
olamadığında da Laz aydınları varlık gösteremediler. Laz aydınlarının öncelikle
yapmaları gereken, ego ve siyasî yaklaşımlarını bu konuda bir yana bırakarak,
bir araya gelerek kimlikleri için neler yapmaları, neleri yapabilecekleri
konusunda birlikte çalışmalarıdır.
İskender Tzitaşi Abhazya ve Acaristan Lazları Halk
önderidir. 1930’lu yıllarda haksız yere tasfiye edilmiş ve katledilmiştir.
Artık itibarı iade edilmelidir. Bu konuda hem Tiflis’e hem de Sohum’a görev
düşmektedir.
Laz Kimliğini yaşatma mücadelesi son derece ciddî bir
konu. Laz kimliğini yaşatma denilince de öncelikle İskender Tzitaşi çizgisinde
buluşmak gerekir. İskender Tzitaşi, Lazca gibi anadillerinin kozmopolit kent
hayatında nasıl yaşayacağına ilişkin olarak bizlere seksen yıldan beri ışık
saçmaya hâlâ devam ediyor.
Geçmişte hem Türkiye’de hem de Sovyetler Birliği’nde
Lazca ile eğitim vermek gerekiyordu. Bu kısmen kısa bir süre Sovyetler
Birliği’nde uygulandı. Türkiye’de ise, Lazca hiçbir zaman güzel günler görmedi;
yok edilmeye çalışıldı. Günümüzde ise, Lazcayı hem öğretmek hem de Lazca ile
eğitim- öğretim yapmak gerekiyor. Bu konuda çaba göstermesi gerekenler ise, Laz
aydınlarıdır. Bütün bunlar iki-üç kişinin altından kalkabileceği işler değil;
kişisel donanım, cesaret ve kolektif duruş ve bilinci gerektiriyor. Bu
konularda Laz aydınları, küçük burjuva kendini beğenmişlikleri ve dar grupsal
taassubu terk edip ciddî işleri birlikte yapmanın yollarını aramalıdırlar.
Yoksa tarih onları lânetliyecektir. İzlenecek çizgi bellidir, kuşkusuz İskender
Tzitaşi’nin çizgisi.
Katılım ve katkılarınız için teşekkür ederim. (14
Nisan 2013 Pazar günü Kadıköy Aka-der’de “Lazuri Mektebi” tarafından
düzenlenen “İskender Tzitaşi’den Bugüne Lazca Eğitimi” başlıklı
paneldeki sunum metnimdir. Ali İhsan Aksamaz/ yusufbulut.com, 14 IV 2013)
İskender Tzitaşi Paneli’nden görüntüler (Lazuri Mektebi/ Aka- der, Kadıköy,
14 IV 2013)
(İskender
Tzitaşi ile İlgili Önerilen Okumalar: Ali İhsan Aksamaz (1997): “Kafkasya’dan Karadeniz’e
Lazların Tarihsel Yolculuğu”, Çiviyazıları Yayınevi, İstanbul; Ali İhsan
Aksamaz (2000): “Lazlar”, Sorun Yayınları, İstanbul; Ali İhsan Aksamaz (2011):
“Laz Aydınları ve Sorumluluk”, Sorun Yayınları, İstanbul; Ali İhsan Aksamaz
(2011): “Doğu Karadeniz’de Resmî İdeolojiler Kuşatması”, Belge Yayınları,
İstanbul; Ali İhsan Aksamaz (2012-13): “Makaleler”, lazca.org, yusufbulut.com; İskender Tzitaşi (1994): “Alboni” (“Alfabe”), (Tıpkıbasım, yayına
hazırlayan: Ali İhsan Aksamaz, İstanbul; İskender Tzitaşi (2012): “Oxesapuşi
Supara” (“Lazca Matematik Kitabı”), (Tıpkıbasım, sözlük; yayına hazırlayan:
İrfan Ç. Aleksiva), Geoaktif Yayınları, İstanbul; İskender Tzitaşi (2012):
“Çkuni Çhara- Albonişi Supara” (“Yazımız- Alfabe Kitabı”), (Tıpkıbasım,
sözlük; yayına hazırlayan : İrfan Ç. Aleksiva), Laz Kültür Derneği, İstanbul)
https://sonhaber.ch/laz-kimlik-mucadelesinde-iskender-tzitasinin-onemi/
http://www.circassiancenter.com/tr/laz-kimlik-mucadelesinde-iskender-tzitasinin-onemi/