“Antik
çağlardan günümüze gelen bu kadim dili yaşatmamız gerekiyor!”
+
(Ön açıklama: Bugünkü misafirim Erol Kant. Erol
Kant, Türkiye’nin aydınlarından; denizci, müzisyen, aşçı, yazar, benim de
dostum. Erol Kant ile bir söyleşi
yaptım. Biyografisinden; doğduğu, büyüdüğü coğrafyanın eski ve bugünkü doğasından,
kendisinin kültürel çalışmalarından konuştuk. Ali İhsan Aksamaz)
+
Ali İhsan Aksamaz:
Siz de uygun görürseniz, önce biyografinizden bahsedin, olur mu?! Nerelisiniz? Kimlerdensiniz?
Köyünüzün adı nedir? Nerede ve ne zaman doğdunuz? Hangi okullarda, nerede, ne
zaman öğrenim gördünüz? Askerlik hizmetinizi nerede tamamladınız? Mesleğiniz
nedir? Şimdi ne iş yapıyorsunuz? Nerede
yaşıyor ve çalışıyorsunuz? Evli misiniz? Çocuklarınız var mı? Türkçe ve Lazca dışında
hangi dilleri biliyorsunuz?
Erol Kant:
Öncelikle sizlere; Laz Kültürünü, Laz aydınlarını tanıtma çabanızdan ve bu
şansı bana da tanımış olduğunuzdan dolayı çok teşekkür ederim.
Ben, Rize-
Pazar’ın Şilerit̆i Mahallesindenim. Her ne kadar şu an
mahalle adı Lazca olarak “Şileyit̆i” olarak bilinse de eski kaynaklarda
mahalle adı “Şilerit̆i” olarak geçmekte. Nikolay Marr’ın “Lazistan’a
Yolcucuk” adlı yöre biyografisinde de bu şekilde dile getirilmiştir.
Mahallemizin Türkçe adı ise “Soğuksu Mahallesi” olup, mahallede birçok yerde
çıkan soğuk sularıyla Türkçe adının da hakkını vermekte. Mahallemizin yerli
ailelerin her birinin bir kabile adı olup, bizim aile de mahallede “İmamağa”
olarak bilinir.
24 XI 1979, Rize doğumluyum. Rize Devlet Hastanesi’nde
doğduğum için nüfus kaydımda Rize olarak yazılmış. Orta ve lise öğrenimimi Rize-
Pazar’da gördüm. Sonrasında Karadeniz Teknik Üniversitesi ve Anadolu Üniversitesi’nde
İktisadi Bilimler İşletme Lisans eğitimleri aldım.
Askerliğimi, eğitim ve kıta görevi olarak, Isparta-
Eğridir, İstanbul- Tuzla, Kahramanmaraş’ta
yedek subay olarak ifa ettim.
Şu an için İstanbul- Şişli’de ikamet etmekteyim. 2007
yılından beri İstanbul’da bir grup şirketin mali işler yöneticiliğini
yapmaktayım.
Türkçe ve Lazca dışında, A2 derecesinde İngilizce
biliyorum. Birçok dilde birçok kelime haznesine sahip olsam da o dillerde
iletişim kurabildiğimi söyleyemem.
Ali İhsan Aksamaz:
Şimdi de doğduğunuz ve büyüdüğünüz coğrafyanın doğasına ilişkin bilgi verin, lütfen! Siz denizcisiniz. O
sebeple de doğduğunuz ve büyüdüğünüz doğayı yalnızca karadan, ormandan ve
yayladan değil, denizden de tanıyorsunuz, öyle biliyorum. Önceki yaşantınızın, çocukluğunuzun,
doğasından bahsedin bize! Çocukluğunuzun doğası nasıldı? Çocukluğunuzdan tatlı
anılarınız var mı?
Erol Kant:
Evet; bahsettiğiniz üzere, denizci bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim ve
genel bir tabirle, “doğduğumda gözlerimi denizde açtım”, denilebilir. Konum olarak Soğuksu Mahallesi, Pazar’ın merkezine en yakın deniz mahallesi.
Mahalle zaten çok eski tarihlerden beri süre gelen deniz ticaretinin ve (Pazar)
Atina Şehri’nin merkezi olma özelliğini
taşımaktadır. Soğuksu Limanı’nın
bu jeopolitik özelliği taşımasındaki
temel neden, bölgede pek
rastlanmayan bir şekilde, Soğuksu Sahili’nin doğal liman özelliğine sahip
olmasından. Rivayet edilen, Argonotlar’ın Kolkhis Ülkesine geldiklerinde
teknelerini sahile yanaştırıp karaya ilk
çıktıkları yerin burası olması; bölgenin doğal liman özelliğinde olması ve
çevresinin dalgayı kesen doğal kayalıklardan oluşmasındandır.
Soğuksu Mahallesi, çok büyük bir mahalle olup,
Pazar’ın en büyük köylerinin birkaç tanesini bile içine alabilecek bir yüzölçümüne
sahiptir. Doğu’da Aranaş (Cumhuriyet Mahallesi ) ve Alttaki Hoşneşin (Derviş Mahallesi)
tarafı, kaynaklardan doğan bir dere ile kesilirken, Batı’da ise Hunar (Aktaş
Köyü ) ve Cabat (Sulak Köyü) köylerinden geçip gelen Hunarsu Deresi (Xunari
Tzari) ile bölünmüştür. Mahallenin en yüksek sırtı “P̆op̆o
Sırtı” olup bu alandan birçok köy ve deniz manzarası seyredilebilmektedir.
Belirtiğim gibi,
mahallede bizlere “İmamağa” derler ve mahalle büyükleri, bizim sülaleyi
bu isimle tanır. İmamağa Mevkisi tam da Soğuksu Doğal Limanı’nın üstünde eski
Pazar Devlet Hastanesinin olduğu bölümdür.
İmamağalar 1900’ lü yılların başında, yelkenli ve
kürekli mauna teknelerle Sohum’a tütün işçisi götürüp getirme gibi denizcilik
faaliyetlerini de yürütmekteydiler.
Sonrasında 1. Cihan Harbi patlak verince dedemin kardeşi orada esir
düştü ve yaklaşık 25- 30 sene Türkiye’ye gelemedi. Savaş sonrasında Sovyet Rusya
ile Türkiye Cumhuriyeti arasında yürütülen diplomatik ilişkiler sonucunda,
1940’lı yıllarda Trabzon Limanına oradan eski esirlerini yolladılar. Böylelikle
dedemin kardeşi de yıllar sonra Lazona’ya gelmiş oldu. Dedem ise, 1. Cihan Harbi
patlak verdiği zaman askere alınmış ve Pazar Hemşin Deresi üzerinden Erzurum’a doğru
bir askeri kafileyle gitmişler. Sonrasında dedemin bu yıpratıcı savaştan
dönebilme imkânı maalesef olmadı.
Ailemizin denizle ilişkisi çok eskiye tekabül eder. Bu
bakımdan aileye yeni eklenen bireyler de büyüklerinden her zaman denizciliği
öğrenmişler. Yani aile olarak denizcilik hepimizin genlerine işlemiş.
Benim çocukluğum 1980’li yıllarda Soğuksu Sahili’nde geçti.
O yıllarda Soğuksu’da hiçbir şey şimdiki gibi bozulmamıştı. Sıralı eski
konaklar, eski balıkçı barakaları, tekne yapım atölyeleri, eski tekneler ve
yerli yerinde güzel çakıllıklı bir deniz... Tabii, tüm doğallığıyla Pazar’ın
simgesi olan “Kız Kulesi” de Batı yakamızda…
Denize ve denizciliğe karşı birçok anı hâlâ aklımda;
hiçbir zaman da unutmam. Mahallemizdeki eski geleneklerden biri de “viya”
kültürüydü.
“Viya”, Lazların deniz ata sporlarından; kolayca
betimlemek gerekirse, dalganın kırılma noktasındaki ivmeyi yakalayarak yapılan
bir vücut sörfü. Tabii bazı “viyalama” çeşitleri yerine göre, göğüs tahtası kullanılarak da
yapılırdı. Ama eskiden portatif sörf tahtaları olmadığı ve tahtalar hareket
kabiliyetini düşürdüğü için genelde bu spor çıplak vücutla yapılırdı.
Soğuksu’ya ait “viyalama”
yerleri, Kız Kulesi arkası ve dalga çok büyük ise, Soğuksu Liman Başı “viya”
mevkileriydi. “Viya Dalgası” olduğu zaman, mahalleli erkenden sahile iner,
ortalık bir bayram yerine dönerdi. Bu zevkli sporu yapmaya cesaret edemeyenler
ise, kıyıdan “viya” inenleri izler, onlar kadar olmasa da aynı coşkuyu hissederlerdi. “Büyük dalga viyaları” her zaman mahallenin büyükleri ve “kıdemli
viyacılar”ı tarafından icra edilirdi. Çünkü acemiler ve bu iş için yetersiz
kişiler kaza riski oluşturabiliyordu. Daha tecrübesizler ve gençler ise
dalgaların durulma zamanı olan daha küçük “viyalar”la bu sporu icra edip
kendilerini geliştiriyorlardı. İyi bir viyacı demek iyi bir yüzücü, prestij
sahibi olmak anlamına da geldiği için bu tehlikeli ve eğlenceli spor Soğuksu’da
her zaman rağbet görmüştür.
Ali İhsan Aksamaz:
Daha önceki zamanlarda, çocukluğunuzda, Karadeniz Sahil Yolu yoktu. Rize-
Artvin Havaalanı da yoktu. Karadeniz Sahil Yolu ve Rize- Artvin Havaalanı ile
beraber doğada neler değişti? İnsanlar için faydalı sayılan neler ortaya çıktı?
İnsanlar için zararlı sayılan neler ortaya çıktı? Doğa ve insan neler kaybetti?
Doğa ve insan neler kazandı? Hangisi
diğerinden fazla, kazanç mı, kayıp mı? Ne düşünüyorsunuz? Neler
söyleyebilirsiniz? Özellikle de endemik bitki ve hayvanlar konusunda neler
söyleyebilirsiniz?
Erol Kant:
Coğrafyamızda benim çocukluğumun geçtiği yıllarla şimdiki yıllar arasında
inanılmaz boyutta görsel farklılık söz konusu. Bunun başlıca nedeni ise, yöremizde 1990’lı yılların sonunda başlayan Karadeniz Sahil
yolu ve şimdilerde hizmete giren Rize Havaalanı’nın bu bölgede deniz dolgusuyla
yapılmış olmaları.
Doğayı ve ekolojiyi çok derinden etkileyen bu projeler,
yöre insanınca hep göreceli değerlendirilmiştir. Ben, şahsen, her iki projenin
de belli şekilde yanlış olduğunu düşünen insanlardanım. Ama bu projeleri
gerekçeleriyle açıklamadan, nasıl yanlış olduğunun anlaşılması oldukça zor
olur. Başlı başına uzun soluklu bir konu olan bu durumu, İnşallah başka bir
zaman uzun uzadıya konuşma imkânımız olur.
Kısaca değinmem gerekirse, Karadeniz Sahil Yolu Projesi’nin
oldukça acımasız sonuçları oldu ve
coğrafyaya çok zarar verdi. Bu projenin,
daha çok tünel yönetimi ve yüksek viyadükler kullanılarak yapılması kuşkusuz
daha sağlıklı olacaktı.
Havaalanı Projesi ise, son derece yanlış bir bölge
seçimiyle yapıldı. Hem ekolojik olarak doğaya çok zararı olacak bir balık
yuvalama alanı hem de bölgenin en derin yeri olması sebebiyle dolgu maliyeti
oldukça yüksek olacak bir şekilde tercih edildi.
Bu iki projeyi de yorumlamak biraz hayat felsefesi
gerektiriyor. Eğer 60- 70 senelik ömrünüzü ele alarak ve size vereceği bazı
rahatlıkları düşünerek yorumlarsanız, her ne şekilde olursa olsun, proje için yararlı
diyenler çok olacaktır. Ama toplum ve gelecek kuşak bilinciyle yorumlandığında,
bölgede bir daha geriye dönüşü olmayan hasarlar bıraktığı için oldukça olumsuz
düşünülebilir.
Sahil Yolu, deniz dolgusuyla karaya paralel bir
şekilde olduğu için dağlardan gelen akarsularla denizin birleşmesi oldukça
güçleşmiş ve sahil yolundan sonra coğrafyamızda yıkıcı sel olayları, yol
kopmaları vuku bulmuştur. Bunun yanında yapılan sahil dolgularıyla denize
girilme yerleri yok edilmiş, yöre çocuklarının eskiye oranla yüzme bilme
oranında düşüş yaşanmıştır.
Mahallemizin çocukları eskiden hep aynı şekilde yüzer,
bir yarışma yapılsa, birbirlerini ancak küçük farklarla geçerlerdi. Şimdi ise,
çocuklar arasında büyük derecede yüzme farklılıkları oluşmuş durumda. Hatta
yüzme bilmeyen yöre çocukları bile mevcut.
Bildiğiniz üzere, bölgedeki ilk sahil yolu (eski Susa),
1915- 1917 yılları arasında Çarlık Ordusu tarafından deniz dolgusuna başvurulmadan
yapılmıştı. Yani başka bir bakış açısıyla, işgal eden bir ordu bile doğaya
fazla zarar vermeden yol yapmaya çalışırken, bizler kendi kendimizin kuyusunu
kazarak bir değer oluşturmaya çalıştık.
Şimdi baktığımızda ise, balık
yok, sahil yok, doğallık yok…
Endemik bitki ve hayvanlar konusuna geçecek olursak,
ben bu bakımdan da yaşlı bir yaş grubundayım.
Daha önceden bölgede üretilen puro tütünü 1987- 88 yıllarından sonra
üretilmemeye başlandı. Bu bakımdan, o zaman çocuk da olsam, tütüncülüğün bütün
aşamalarını az çok hatırlıyorum. Bu konuyla ilgilenenler varsa, “Uncire” adlı
Lazca Edebiyat Dergisi’nin 1. sayısında yayımlanan genişçe yazımı
okuyabilirler. Bunun yanında, hepimizin bildiği gibi mısır, yöremizin önemli
bitkilerindendi. Her köyün de bir su değirmeni mevcuttu. Değirmene gidip gelme
anılarımı da hiçbir zaman unutamam.
Endemik hayvanlar, coğrafyamızda az çok yaşamlarını
sürdürüyorlar ama eskiye oranla sayılarının çok olduğunu söyleyemem. Deniz üzerinden gittiğimiz için kara
hayvanlarından çok, denizde yaşayan balık türlerindeki azalmaya değinmek
isterim.
Derelerde taşların altında, alabalığın yediği Lazca
adı “Mğork̆o” olan bir böcek var. Bu böcek doğal
alabalığın tükettiği temel besin maddesidir. Bu böceğin tükenmesi demek
alabalığın da yaşamını sürdürememesi anlamına gelir.
Aslında denizlerde de durum farksız değil. Denizle karanın
birleşim çakıllarında “Mğok̆u” denen eğrimsi bir
böcek yaşar. Gece birçok balık sahile kadar inip bu böcekleri besin olarak
toplar. Aynı zamanda dalgalar bu böcekleri havalandırır ve sonrasında kıyıya
yakın yerlerde birçok balık çeşidi de bu böceklerle beslendirdi. Kıyıya dolgu yapılınca,
kıyı sahil çakıllıkları da kapandığı için ne bu böcek yaşam alanı bulabildi ne
de kıyıda bu böcekle beslenen balıklar yeterli sayıda çoğalabildi. Tabii bu
durum bazı balık türlerinin azalmasında veya kaybolmasında tek başına bir neden
olmayıp, bir kaç önemli nedenin içerisinde yer alır.
Yöremizde kaybolma riski barındıran balık türleri ise
şu şekilde: Yeşili Azmarida (Yeşil İzmarit ), Moruna (Morina Balığı ), Yelkenli
(Kırlangıç Balığı ), Mersini ( Mersin Balığı) , Saç̆
/ Suvak̆i
(Kalkan Balığı), Koteği (Minakop)
Ali İhsan Aksamaz:
Eski Lazlar, “Taş Kültürü”ne sahipti ve taş ile kayaları da çok seviyorlardı. Yalnızca eski Lazlar değil, deniz ile yaşayan her
eski halk, taş ve kayaları seviyordu. O
sebeple de her taş ve kayaya birer isim vermişler. Her taşın, her kayanın bir
adı vardı. Her taş ve kaya, kendi adıyla tanınıyordu. Her bir yer de o taş ya
da kayaya yakınlığıyla da tanınıyordu:
Kvamxari”, “Kvaoʒ̆ide”, “Kvaçeçme”, “Kvaç̆ağana”,
“Kvaxexi”, “Kvamçire”, “Kvat̆axeri”, “Kvaonçamure”,
“Kvaxerxi”, “Kvamurgi”, “Kvadidi”, “Kvanoğamisa”, “Kvaç̆aç̆i”,
“Kvamʒ̆ǩili”,
“Kvagamarderi”, “Kvaǩunʒ̆uli”,
“Kvanusa”, “Kvakçe”, “Kvaxule”, “Kvanç̆areri”,
“Kvamç̆ita”,
“Kvamʒxeni”,
“Kvaʒiʒilona”,
“Kvamangana”, “Kvaburç̆uli” ve diğerleri. Karadeniz Sahil Yolu ve Rize-
Artvin Havaalanıyla böyle ne kadar taş ve kaya kaybolmuş; adlarını biliyor
musunuz, hatırlayabiliyor musunuz? Şimdi yerlerinde görebildiğimiz taş ve
kayalıkların adlarını verebilir misiniz?
Erol Kant:
Evet, çok haklısınız; bizim inanılmaz bir taş sevgimiz vardı ve bu taşlara
sanki canlıymış hassasiyetiyle yanaşıyorduk.
Hasan Helimişi’nin “Kvaomxaze”ye yazdığı içten şiirin de bu duyguyu yoğun
olarak barındırdığını düşünüyorum.
Yöre eskiden,
şu anki Zelek (Balıkçıköy) ile Ğeba (Hemşin Deresi mevkii) arasında görülmemiş
derecede kayalık bir yapıya sahipti. Bu kadar yoğun kayalık, Karadeniz Sahil
kesiminde neredeyse hiçbir yerde mevcut değil. Bu kayalıklar, balıklar için bir
resif oluşturuyordu. Bu resiflerde birçok balık sürüsü barınıyor ve
ürüyordu. Çünkü bu gölgede denizin
üstünde gördüğümüz kayalıkların dışında, denizin altında da devam eden
kayalıklar mevcuttu. Maalesef 1970’lerde ilk dolgular başladı ve Pazar şehir
merkezinden Pazar eski PTT önüne kadar olan yerde ilk dolgular yapıldı.
Sonrasında Soğuksu Limanı döküntüsü yapıldı ve epeyce kayalık daha kapandı.
Bunun sonunda 1996 yılından 2022 yılına kadar Karadeniz Sahil Yolu nedeniyle
onlarca deniz kayamız, taşımız kapandı ve en son havaalanı ise, kalan tüm
kayaların % 90’ını barındırdığı yüzlerce
popülasyonla maalesef kaybettik.
Geçmişten bugüne bildiğim ve dolgu altında kalan taş
ve kayaların Lazca isimleri şöyle:
P̆alamani, Cevasili, K̆uk̆uli,
Hamamli, Çoşeli, Midyali, P̆alamut̆i
,Uça Kva, Ç̆ikç̆k̆i,
Kvamçire, Poxona , P̆ap̆usva
, Sum Kva , Oxori Oği, Tzari Oği, Kvambaxu, Todoxori, Veyisi Duzi …
Ali İhsan Aksamaz:
Siz denizcisiniz. Uzun yıllardan beri bu işi yaptığınızı biliyorum.
Çocukluğunuzda Karadeniz’de kaç çeşit balık görülüyordu? Karadeniz’de şimdi kaç
çeşit balık görülüyor? Endemik balıklar var mıydı? Şimdi de endemik balıklar
var mı?
“LAZCA GÖNÜLLÜSÜ İNSANLARA ÇOK BÜYÜK
GÖREVLER DÜŞÜYOR”
Erol Kant:
Evet, uzun süredir Lazona’da tamamen ikâmetgâh etmesem de denizciliği ve
balıkçılığı hiçbir zaman bırakmadım. Sık sık da memlekete gider, denize
açılırım. Karadeniz, bulunduğu enlem ve
suyunun yapısı gereği çok çeşit balık yapısını bulundurmaz; yine de Karadeniz’de
35- 40 bilindik balık çeşidi görülür. Bu balıkların çoğu endemik balıklar olup,
bazen Marmara Boğazını geçip gelen ziyaretçi balıklar da olabiliyor. Son
yıllarda en çok rastladığım, değişik su balığı, Ege’de ve Marmara’da olan
“Mırmır” balığının Karadeniz Kumsal bölgelerinde görülmesi.
Şu an yöremizde en sık rastlanan endemik balıklar;
hamsi, kefal, mezgit, istavrit, sargan, ispari.
Ali İhsan Aksamaz:
Siz iyi bir aşçısınız. Çeşitli yiyecekler yapabilirsiniz. Geleneksel Laz
yemeklerini yapabilirsiniz. Öyle biliyorum. Doğru biliyor muyum? Biraz da
aşçılığınızdan bahsedin, olur mu?!
“UNCİRE’DE ESKİDEN YÖREDE ÜRETİLEN PURO
TÜTÜNÜ KONUSUNU YAZDIM”
Erol Kant:
Doğrusu benim aşçılık durumum biraz da Karadeniz ritüel yemeklerini çok
sevmemden kaynaklı. Bu tatlardan hiçbir zaman vazgeçemediğimden dolayı bazı
Karadeniz yemeklerini kendim öğrendim ve iyi derece yapabiliyorum. Ama yine de
söylemem gerekir ki benim aşçılığım Laz yemekleriyle sınırlı.
Bu yemekler; karalâhana (sarma, ezme, açık sarma, pancar),
sebzeli hamsi, turşu kurma ve kavurma, hamsili ekmek, muhlama, minci t̆ağaneri
vs.
Tabii bu yemekleri yapabiliyor olmamın sırrı, annemden
aldığım bilgiler ve bu yemekleri yapabilmek için memleketten getirttiğim
olmazsa olmaz malzemeler.
Ali İhsan Aksamaz: Müzisyensiniz. Enstrüman da çalıyorsunuz. Şarkılar
icra ediyorsunuz; Lazca şarkılar söylüyorsunuz. Megrelce şarkılar söylüyorsunuz.
Çonguri çaldığınızı biliyorum; doğru
biliyor muyum? Başka hangi enstrümanları çalıyorsunuz? Başka hangi dillerde
şarkılar söylüyorsunuz?
Erol Kant:
Evet, Lazca- Megrelce ve az da olsa bazı Gürcüce şarkıları çalıp söylüyorum.
Müzik, hayatımın her zamanında olmuştu. Yolda yürürken de şarkılar mırıldanan
insanlardanım. Ama hiçbir zaman bir enstrüman tecrübem olmamıştı. Sonra otantik Laz Müziğine heves ettim. Bunun
için de Gürcü “pandurisi”ni öğrendim. Pandurinin ses dinamiği, Laz Müziğine oldukça uygun olduğu için birçok
Lazca şarkıyı kolaylıkla icra edilebiliyor.
Bahsettiğiniz “çonguri” ise, “panduri”den biraz daha büyük ve icra
edilmesi biraz daha zor bir enstrüman. Şu ana kadar “çonguri”yi tecrübe
etmişliğim hiç yok.
Ne yazık ki farklı başka bir enstrüman çalamıyorum. “Panduri”yi
de kendi çapımda Laz şarkılarını söyleyebilmek için öğrendim. Belki ilerde zaman ayırıp farklı bir enstrümanı
da öğrenebilme imkânım olur. Müzik her zaman yaşantımın içerisinde olacak.
Ali İhsan Aksamaz:
Lazca makale ve şiirler de yazıyorsunuz. Lazca çalışmalarınızdan da bahsedin
bize, lütfen! Lazca söyleşiler de yapıyorsunuz. Biraz da bu kültürel
çalışmalarınızdan bahsedin, lütfen!
Erol Kant:
Doğrusu Lazca’nın her alanında olmak isteyen bir insan olduğum için bazı konularda
sosyal medya üzerinden bilgilendirme yazılarım oldu. Bunların birçoğu,
insanlara bilgi verme amaçlı yazılar olduğu için de okuyanlardan genelde
oldukça iyi dönüşler alıyorum.
Lazca şiirlerim
de mevcut. Yanılmıyorsam 25- 30 tane
olması gerek. Bunların birçoğu yayınlanmamış. İleride Lazca yazınsal çalışmalara
yoğunlaşmak istiyorum. Ama henüz bunun için erken olduğunu düşünüyorum.
Ali İhsan Aksamaz:
“Meta/ Facebook”ta kültürel bir sayfanız var. Öyle biliyorum. Sayfanızın adı: “Lazuri Nena;Visinapamt, Vixap̆art,Vilak̆irdamt, Bip̆aramit̆amt, Bğarğalupt”. Kültürel çalışmalar,
klipler yayımlıyorsunuz. Sayfanızı ne zaman açtınız?
“SOSYAL MEDYANIN LAZCAYA FAYDASININ OLDUĞUNU
DÜŞÜNÜYORUM”
Erol Kant:
Sosyal Medya’nın Lazca’ya çok büyük faydasının olduğunu düşünen insanlardanım.
Şöyle ki Gürcistan’da yaşayan Laz ve Megrel kardeşlerimiz dâhil olmak üzere birçok
Laz ile sosyal medya vasıtasıyla bağlantı kurma imkânını bulduk. Ben birçok hususta çeşitli yörelerden Lazlar
ile iletişim kurarak birçok bilgi edindim. İsmini duyduğum ama tanışma imkânı
bulamadığım rahmetli Münir Yılmaz Avcı amcamız bunların en değerlilerindendi.
Kendisinden birçok bakış açısı edindiğim, Lazca gönüllüsü o büyük insan
maalesef şu anda aramızda değil.
Evet, şu anda aktif, “Lazuri Nena;Visinapamt, Vixap̆art,Vilak̆irdamt, Bip̆aramit̆amt, Bğarğalupt” adlı
grup sayfasında bazı kültürel çalışmaları paylaşarak insanlara yardımcı olmaya
çalışıyorum. Daha öncesinde, arkadaşlarımın açtığı “Lazca”, “Lazuri Nena” ve “Lazuri
Cumaloba” adlı sayfalarda da yıllarca paylaşımlar yaptım.
Ali İhsan Aksamaz:
Korona virüs zamanından önce, gençlerle piknikler düzenliyordunuz, kültürel
çalışmalar yapıyordunuz. Korona virüs günlerinden sonra da yine o kültürel
çalışmaları yapacak mısınız?
Erol Kant:
Evet, yaklaşık 8- 9 tane Laz ritüelleri içeren piknik düzenledik. Bunların çoğu
İstanbul- Heybeliada’da oldu. Ama bazı piknikleri de İzmit- Kartepe, Düzce-
Akçakoca, Bolu-Yedigöller gibi değişik yerlerde düzenledik. Piknikler; Laz yemek
ritüelleri, Lazca destan- şarkı ve Horon (Tulum) eşliğinde oluyordu. Hiçbir katılım ücreti gerektirmeyen
bu etkinliklere oldukça da talep oluyordu. Maalesef korona virüs sonrası, bu
pikniklerin yerine daha az katılımlı bazı kamplar yapmaya başladık. Ortam ve
imkân müsait olursa, ilerleyen zamanda yine bu tür organizasyonlar yapmak
isterim.
.Ali İhsan Aksamaz: Siz de isterseniz, artık
söyleşimizi sonlandıralım. Başka sorum yok. Ancak sizin söyleyecek başka
sözünüz veya mesajlarınız varsa, lütfen onları da söyleyin! Bu söyleşi için
size çok teşekkür ederim. Ailenizle birlikte her zaman güzellikler görün!
Sakalınız yere erişsin!
Erol Kant:
Başta da belirttiğim gibi, zor bir görev üstleniyorsunuz. Laz Dili ve Laz
Kültürü’ne hizmet edip aynı zamanda bu hizmet içinde olan insanları da
tanıtıyorsunuz. Bu bakımdan bizler size ne kadar teşekkür etsek azdır.
Laz Kültürü bir farkındalık işidir. İnsanların bazıları
bu kültürel çalışmalara hep kuşkuyla bakıyor ve
“Bu işleri fazla kurcalıyor. Acaba arkasında başka işler mi var?” diyor.
Kendim ve tanıdığım birçok Laz Kültür Emekçisi adına diyebilirim ki: “Yok
kardeşim, içimizde dilimizin, kültürümüzün yaşamasından başka bir gaye yok!”
Her ne kadar son 30 yıldır yapılan çalışmalarla Lazca
yazınsal kaynaklar çoğalsa da Laz Dili konuşulurluğunu yitiriyor. Zaman geçtikçe
dili anlayıp konuşamayan gençler çoğalıyor ve ne yazık ki böyle giderse, artık
gençlerimiz konuşamadığı gibi Lazcamızı anlayamayacak da.
Antik çağlardan günümüze kadar gelen bu kadim dili bir
şekilde yaşatmamız gerekiyor. Bunun için
de biz Lazca gönüllüsü insanlara çok büyük görevler düşüyor. Lütfen, çocuklarımıza küçük yaşlardan itibaren bu
doğrultuda telkinlerde bulunalım ve Lazca’ya duyarlı bireyler yetiştirelim.
Kalın sağlıcakla…
EROL KANT İLE ALİ İHSAN AKSAMAZ,
DOSTLARIYLA BİR TOPLANTIDA (22 VI 2013, GEOAKTİF YAYINLARI, GALATASARAY)
+
(Önerilen söyleşiler: Bayram Ali Özşahin: “Kapitalizm her şeyi aşındırıyor, öğütüyor, eritiyor, kaybediyor!”, 14 VIII 2019, circassiancenter.com.tr/ gurcuhaber.com; Besim Özel: “Köyümüzde Lazca türküler söylenirdi”, 11 IV 2022, sonhaber.ch/gurcuhaber.com; Cemil Telci: “Çay Üreticileri de Özel Şirketlerin İnsafına Kaldı!”, 19 VI 2021, sonhaber.ch/ circassiancenter.com.tr; Cihangir Bilgin: “Anadolu’da yaşamış ozan ve aşıkların divanını okudum!”, 11 XII 2021, sonhaber.ch/ gurcuhaber.com/ circassiancenter.com; Cihangir Bilgin: “Kendi kültürümüze ve anadilimize dair tek kalem oynatmamak çok zoruma gitmişti!”, 12 XII 2021, sonhaber.ch sonhaber.ch/ gurcuhaber.com/ circassiancenter.com; Cihangir Bilgin: “Batum, Tiflis, Rustavi’de arşiv çalışmaları yaptım!”, 14 XII 2021, sonhaber.ch sonhaber.ch/ gurcuhaber.com/ circassiancenter.com; Cihangir Bilgin: “Lazca mücadelemize devam edeceğiz!”, 16 XII 2021, sonhaber.ch sonhaber.ch/ gurcuhaber.com/ circassiancenter.com; Demir Akın: “Ne Kadar Çok Dil, O Kadar Çok Zenginlik!”, 30 XI 2018, circassiancenter.com.tr; Ergün Konakçı: “Vatandaşların Eğitim ve Kültür İhtiyaçları İçin Çeşitli Faaliyetlerde Bulunmak Siyasî Bir Eylem Değildir!”, 24 VIII 2019, circassiancenter.com.tr; Fatma Başural: “Anadilimizi, Kültürümüzü, Geleneklerimizi Bilelim!”, 1 XII 2018, circassiancenter.com.tr; Gülcan Yüksel Asılyazıcı: “Dört Elle Lazca İçin Savaşan Biri Olup Çıktım!”, 29 III 2021, sonhaber.ch/ gurcuhaber.com/ circassiancenter.com.tr; Hasan Uzunhasanoğlu: “Lazca, Bir Dialekt (Ağız, Şive) Değil, Bir Dildir!”, 21 VIII 2019, sonhaber.ch/ circassiancenter.com.tr; İnci Derya Turna, “Anadilimiz ve Köklü Güzel Kültürümüz Yok Olmasın!”, 11 IX 2019; sonhaber.ch/circassiancenter.com.tr/ gurcuhaber.com; Kemal Özbıyık: “Büyükler Bir Araya Gelmezsek Dilimiz de Ölecek!”, 30 XI 2018, circassiancenter.com.tr; Maksut Kesici: “Lazca Eğitim Görebilseydim, Türkçeyi Güzelce Öğrenebilseydim, Böyle Zor Bir Hayatım Olmayacaktı!”, 25 XI 2018, circassiancenter.com.tr; Mircan Kaya: “Çocuklara Ninnilerimizi Duyurmak İstiyorum!”, 11 V 2020, sonhaber.ch/ circassiancenter.com.tr; Murat Karadeniz: “Gazete Noğa’yı Tamamen Lazca Yayınladık!”, 18 II 2022, sonhaber.ch/ circassiancenter.com; Musa Karaalioğlu: “Ağlamayana Süt Vermezler!”, 29 IV 2020, sonhaber.ch/ circassiancenter.com.tr; Orhan Bayramin: “Laz Edebiyatı 1996’dan Fersah Fersah İleride!”, 15 III 2021, sonhaber.ch/ gurcuhaber.com/ circassiancenter.com/ simavakfi.org; Osman Şafak Büyüklü: “Lazlar, Çalışmalarını Büyük Bir Kolektif Ortamın İçinde Yapmalı!”, 21 VIII 2019, circassiancenter.com; Önder Acar: “Oçamçire’deki Laz Okulu’nda da Öğrenim Görmüş Anneannem!”, 11 X 2019, circassiancenter.com/ gurcuhaber.com; Özlem Şendeniz Konuşuyor, 10 II 2020, circassiancenter.com.tr; Rıdvan Özkurt Anç̆aşi: “Çoğunlukla Aşk, Doğa, İnsana İlişkin Şiirler Yazıyorum!”, 04 II 2022, sonhaber.ch, circassiancenter.com.tr/ gurcuhaber.com; Ruhan Odabaş, “Yitmek Üzere Olan Dilimizi Yaşatabilme Çabasındayım!”, 3 VII 2021, sonhaber.ch, circassiancenter.com.tr; Sabri Aslışen: “Yüksek Yerleşim Yerlerinde Saha Çalışması Yapmak da İstiyorum!”, 9 VIII 2019, circassiancenter.com.tr /ardeseninsesi.com/ ardesenkulturdernegi.com.tr; Sami Fitoz, “Çocuklarımızın Anadilimizi Öğrenmesini İstiyorurum!”, 7 X 2019, circassiancenter.com; Selma Koçiva: “Son Aktif Yıllarımı Laz Edebiyatına Vermek İstiyorum!”, 24 II 2021; sonhaber.ch/ gurcuhaber.com/ circassiancenter.com/ turklaz.com/ avrupaforum4.org; Yılmaz Erdoğan: “Bizimkiler Sohum’a Yerleşmiş!”, 22 XI 2018, circassiancenter.com.tr; Yılmaz Avcı, Ali İhsan Aksamaz, (Redaktör): “Navamiçkinan Tere: K̆olxeti/ Bilmediğimiz Ülke: K̆olxeti (Anı)”, Sima Dergisi, Sayı 8, Sima Laz Vakfı Yayını, Fotosan Ofset, İzmit, 2009; Yılmaz Erdoğan: “Ogni Kültür Dergisi” ikinci çocuğum olarak kucağımdaydı!”, 7 VI 2022, sonhaber.ch/ circassiancenter.com/ gurcuhaber.com)
https://sonhaber.ch/antik-caglardan-gunumuze-gelen-bu-kadim-dili-yasatmamiz-gerekiyor/
+
https://www.youtube.com/watch?v=KsbS3qzAGbg
https://www.youtube.com/watch?v=Y1_qsNSteKU
https://www.youtube.com/watch?v=RPDSzJU5n1Q
https://www.youtube.com/watch?v=zAPFW6hkI48
https://www.youtube.com/watch?v=BI9IT-mAwbI