“Anadili” Üzerine Makaleler (BİR GÜN GAZETESİ/ ARŞİV)
Türkçe Dışındaki “Anadİllerİ”
Türkiye’de, Türkçe’nin dışında
onlarca “anadili” konuşulmaktadır.
Bunlardan bazıları neredeyse bu coğrafyayla aynı yaşa sahip. “CHP’nin
tek parti yönetimi”, ta başından beri bu dillerin varlıklarını tanımaya
yanaşmadı. Bu dillerin gelişmeleri ve kurumsallaşarak sonraki kuşaklara yazılı
olarak aktarılmaları engellendi. Bütün bunların da ötesinde, bu dillerin o
günkü halleriyle bile konuşulmaları bazı dönemlerde yasaklandı. Bu ülkenin
yurttaşlarının “anadilleri”ni geliştirerek gelecek kuşaklara aktarılmasını çok
gören hakîm siyasî anlayış, yabancı
dilde eğitim yapan okulların açılmasını bütün gücüyle desteklemiş ve bunda bir sakınca görmemiştir. Türkçe’yi “doğal
olmayan yollar”la herkesin “anadili” haline getirmeye çalışan anlayış,
Türkiye’de konuşulan diğer “anadiller”in gelişimini engelleyerek yok olma
noktasına getirmekle kalmamış, Türkçe’nin de yabancı diller etkisine girmesine
hizmet etmiştir.
“CHP’nin tek parti yönetimi”,
“anadiller”i Türkçe’den başka diller olan çocukları ilkokula başladıklarında
hiç bilmedikleri veya çok az bildikleri dil olan Türkçe’yle eğitim- öğretime
zorlayarak, onların travmalar geçirmelerine ve ne kendi “anadiller”ini ne de
Türkçe’yi iyi konuşabilen kuşaklar olarak yetişmelerine sebep olmuştur.
Baskıyla kendi “anadili”nden uzaklaştırılan ve çok iyi öğrenilemeyen bir Türkçe
ile büyüyen bu çocukların öğrenmeleri, düşünmeleri; kendilerini, çevrelerini, ülkelerini ve
dünyayı algılayabilmeleri, değerlendirebilmeleri ve toplumsal üretime lâyıkıyla
katılabilmeleri, başarılı ve mutlu bireyler olmaları ve sonraki kuşaklara
rehberlik edebilmeleri ne ölçüde gerçekleşebilirdi! Mayasında bu gibi travmalar olan bir toplumun
bireyleri, kendilerini ifade edemedikleri Türkçe’yi yabancı dillere karşı
kıskançlıkla günümüzde nasıl sahiplenebilirlerdi!
Türkiye’de bugüne kadar,
“anadili” eğitim-öğretimi ve/ veya “anadili”nde eğitim-öğretim tartışmaları ne
yazık ki, sağlıklı olarak tartışılıp çözüm yolları üretilememiştir. Kuşkusuz en
önemli sebep, “CHP’nin tek parti yönetimi”nin “soğuk savaş yılları”nı da
izleyerek günümüze kadar ulaştırdığı yasak ve uygulamalarıdır. “Soğuk savaş
yılları”nın sona ermesiyle birlikte ortaya çıkan nispî özgürlük ortamında da,
“anadili” sorunu sağlıklı olarak
tartışılamamış ve çözüm yolları önerilememiştir. Bunun günümüzdeki bir
sebebi, hâlâ etkili olan “CHP’nin tek parti yönetimi”nin yasak ve
uygulamalarıysa, önemli bir diğer sebep de, konuya bizim olmayan terimlerle
yaklaşılması ve “bir ‘anadili’ne aidiyet
fetişizmi”dir.
Siyasî iradenin 1965’te “İslâm
Azınlık Dilleri” ve günümüzde ise, “Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamlarında
Geleneksel Olarak Kullandıkları Farklı Dil ve Lehçeler” olarak adlandırdığı
Türkçe dışındaki bu “anadiller” ister yüz kişilik bir köyde yaşıyor olsun,
ister çok daha fazla sayıdaki insan tarafından toplu ve dağınık olarak çok daha
geniş yerleşim birimlerinde yaşatılıyor olsun; geliştirilebilmeli ve her türlü
kitle iletişim araçlarıyla gelecek kuşaklara aktarılabilmelidir. Konuya kafa
yoranlar, her “anadili”ne bu anlayışla
yaklaşma sorumluluğunu asla göz ardı etmemelidir.
(Ali İhsan Aksamaz, Bir Gün Gazetesi, 29 V 2004)
+
TRT’NİN “ANADİLİ” YAYINLARI
BAŞLIYOR (MU?)
Geçen hafta içinde TRT yönetim
kurulu toplandı. TRT Genel Müdürünün toplantı sonrasında yaptığı açıklamalara
göre; TRT, Türkçe dışındaki “farklı dil ve lehçeler”de yayın hazırlıklarına
başlamış. Basında yer alan haber, TRT’nin “farklı dil ve lehçeler”de yayın
yapılabilmesi için gerekli altyapı çalışmalarının yürütülmesi konusunun TRT
yönetim kurulu toplantısında oybirliğiyle kararlaştırıldığını duyuruyordu. TRT,
Devlet İstatistik Enstitüsü'yle ortaklaşa çalışarak hangi “farklı dil ve
lehçeler”de yayın yapılacağına da karar verecekmiş. DİE, hangi “farklı dil ve
lehçeler”in hangi yörelerde kaç kişi tarafından konuşulduğunu TRT’ye
bildirecekmiş.
TRT’nin, bilgisine başvurarak
yayınlara başlayacağını söylediği DİE, “1965 Nüfus Sayımı”nda, (ki konumuz
bakımından sonucu açıklanan son nüfus sayımdır) Türkiye’de konuşulan dilleri
şöyle sınıflandırıyor:
A.
Türkçe,
B.
“İslâm Azınlık Diller”i: Abazaca, Acemce, Arapça, Arnavutça, Boşnakça,
Çerkezce, Gürcüce, Kürtçe, Kırmanca, Kırdaşça, Lazca, Pomakça, Zazaca,
C.
“Diğer Azınlık Dilleri”: Ermenice, Yahudice, Rumca.
D.
“Anglo Sakson Dilleri”: Almanca, Flamanca, İngilizce,
E.
“Lâtin Dilleri”: Fransızca, İspanyolca, İtalyanca,
F.
“Slav Dilleri”: Bulgarca, Çekoslavakça, Hırvatça, İsveçce, Lehçe, Romence,
Rusça, Sırpça
G. “Diğer Diller”: Bilinmeyen.
DİE’nin “İslâm Azınlık Dilleri”
olarak sınıflandırdığı dillerin dışında da anadillerinin bulunduğunu
belirtmeliyim. Türkiye’deki nüfus sayımlarında hiçbir zaman dikkate alınmayan,
daha doğru bir söyleyişle yok sayılan dillerden benim şu anda hatırladıklarım
şöyle: Pontusça, Hemşince, Ubıkhça, Vaynakhça (Çeçen-İnguşça), Asetince
(Osetçe), Avarca, Lezgice, Kumukça, Gazi Kumukça (Lakça), Dargice,
Karaçay(lı)-Balkarya(lı)ca, Uygurca, Tatarca, Kırgızca, Kazakça, Özbekçe,
Nogayca. Ayrıca aynı kaderi paylaşan Süryanice de unutulmamalı.
“Kürtçe” denilince, DİE’nin 1965’teki
“bilimsel” sınıflandırmasına göre, Kürtçe mi, Kirmanca mı, Kırdaşça mı, Zazaca
mı dikkate alınacak?
DİE’nin, “Diğer Azınlık Dilleri”
başlığı altında sınıflandırdığı dillerde de, yani Ermenice, Rumca ve “Yahudice”
radyo ve televizyon yayınları TRT tarafından yapılacak mı? DİE’nin yine 1965’te
“Yahudice” diye kastettiği “Ladino” muydu,
İbranice miydi? TRT, yayınını hangi “Yahudice” ile yapacak?!
DİE’nin, özellikle Türkiye’nin
diğer anadilleri konusunda “bilimsel kıstaslar”a uygun olarak çalışmadığı ve
dolayısıyla da bu konudaki verilerinin sağlıklı olmadığı açık. TRT, bu DİE’nin
verilerine göre hareket ederek yayına başlayacak olursa, Türkiye’nin çoğu dili
yine yok sayılmış olmayacak mı?!
TRT’nin Türkiye’nin diğer
anadillerinde yapacağını söylediği televizyon ve radyo programlarının
sürelerinden önce, bu dillerin hangilerinin olacağı ve bu programları hangi
“yetişmiş personel”in hazırlayıp sunulacağı da ayrı bir sorun. Allah’a şükür ki
bir şansımız var! TRT, Hemşince için Ermenistanlı; Pontusça için Yunanlı;
Vaynakhça (Çeçen-İnguşça), Avarca, Lezgice, Kumukça, Gazi Kumukça (Lakça),
Dargice, Karaçay(lı)-Balkarya(lı)ca, Tatarca, Nogayca ve Çerkezce için Rusya
Federasyonundan; Kırgızca için Kırgızistanlı; Kazakça için Kazakistanlı;
Özbekçe için Özbekistanlı; Uygurca için Çinli; Pomakça için Bulgaristanlı;
Acemce için İranlı; Arapça için Suriyeli; Arnavutça için Arnavutluklu; Boşnakça
için Bosna-Hersekli; Kirmanca, Zazaca vb. için
yine Rusya Federasyonundan ve Gürcüce, Lazca, Osetçe ve Abazaca için Gürcistan
lı dilbilimciler ve radyo ve televizyon programcıları istihdam ederek bu sorunu
kısa dönemde çözebilir. Diğer “sorunlu diller” için de bu kısa dönemde benzer
yollar izlenebilir.
Günümüzde anadili sorununun bir
ayağı radyo ve televizyon yayınları ise diğer ayağı bu dillerin eğitim-
öğretimidir. Seksen yıl önce çözümlenebilecek bu anadili sorunu önce yok
sayılmış, sonra çözümü ertelenmiş, şimdi ise uygulamalardan anlaşıldığına göre,
“Avrupa Topluluğu”na hoş görünmek adına bazı ağızlara birer parmak bal
çalınarak geçiştirilmeye çalışılmaktadır.
Diğer yandan sorunun gerçek anlamda çözümü
yolunda adımlar atılabilmesi için, öncelikle bu anadillerle ilgili çalışmalar
yapan vakıf, dernek ve kişilerin katılacağı bir “Türkiye’nin Anadilleri
Kurultayı” düzenlenmelidir. Ardında da bu dillerle ilgili yerli ve yabancı
dilbilimci, eğitimci ve radyo ve televizyon yapımcısı ve sunucularından oluşan
bir “Anadillerini Planlama Kurumu” ihdâs edilmelidir. Bu çalışmaların her türlü
organizasyon ve finansmanı doğaldır ki, Hükümet tarafından karşılanmalıdır.
Özetle; görüldüğü kadarıyla TRT,
Türkiye’nin anadil envanteri konusunda yetkin olmayan DİE’nin vereceği
“bilgiler”e itibar edecek ve bazı “dil ve lehçeler”de televizyon ve radyo yayınları yapacak. Bazı
diller yine yok sayılacak. Bu büyük bir haksızlıktır. İkinci bir engel, bu
radyo ve televizyon programlarını hazırlayacak ve sunacak personelle ilgilidir. Bu sorun bir
haftaya kalmadan, yukarıda belirttiğim ülkelerin bu alanda yetişmiş
personeliyle çözülebilir. Bir üçüncü konu, bu radyo ve televizyon yayınlarının
süresidir. Süre konusunda esnek olunmalıdır. Bir diğer konu yayınlanacak
programların içeriğiyle ilgilidir (bkz.: 25 Ocak 2004 tarih ve 25357 sayılı
yönetmelik).
Anadilde radyo ve televizyon
yayınları ve anadilde eğitim-öğretim ve/veya anadili eğitim-öğretimine ilişkin
bütün bu ve şu anda akla gelmeyen benzeri sorunlara ancak “Anadillerini
Planlama Kurumu” gibi demokratik yapılı bir kuruluş çözümler üretebilir. Ayrıca
Sovyetler Birliği ve “Avrupa Topluluğu”nun bu konudaki birikim ve uygulamaları
engin bir kaynaktır. Bunlardan da faydalanılmalıdır. Bu çalışmalara katılacak
kişilerin, her anadiline aynı mesafede duracak ve milliyeti değil, emek ve
yurttaşlık bağlarımızı ön plana çıkaracak tiynetteki kişilerden oluşması bir
diğer önemli noktadır.
(Ali İhsan Aksamaz, Bir Gün Gazetesi, 8 VI 2004)
+
Asparagas Bir Haber
14 Haziran 2004 tarihli
Ortadoğu Gazetesi’nde, “Lazlar’ın Lazca
yayın isyanı” başlıklı bir “haber”
yayınlandı. En temel Türkçe imlâ kurallarından bile bîhaber bir şahısın yazdığı
“haber”, öncelikle Türkçe’siyle insanı çileden çıkarıyor. Örneğin, satır sonuna
gelen “tepkiler” kelimesi, “tepkil-er” şeklinde bölünüyor. Bazen “ana dil”, bazen “anadil” deniyor. Bu şahıs, “yaşayan”
da diyemiyor, bunun yerine “yaşaylan”
demeyi tercih ediyor! Önce, ”…
istemiediklerini …” diye yazıyor. Hatasını görüyor ve düzeltmeye çalışıyor.
Bu sefer de “… istemidiklerini…“ diye
yazıyor. Yani bir türlü “…istemediklerini…” diyemiyor. “Anadilini kaybeden…” yerine
de “Ana diline kaybeden…” diyor.
İlkokul birinci sınıfın ilk
döneminde öğretilen imlâ kurallarını dahî
bilmeyen bir şahıs, nasıl muhabir veya gazeteci olabilir?!
Bir bakıyorsunuz,
Laz ve Lazca gibi terimler bir tırnak içinde, bir olduğu gibi yazılıyor.
“Haber”i yazan şahıs, “Laz kökenli
vatandaşlar” mı desin,“Laz
vatandaşlar” mı desin, “Lazlar”
mı desin pek karar veremiyor! “Doğu
Karadeniz’de yaşayan…” ifadesinin “Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yaşayan…” ifadesiyle farklı anlama geldiğinin de
farkında değil!
Ortadoğu Gazetesi’nin bu “haber”ini
işin ehilleri incelerse, daha nice Türkçe imlâ hatası bulacaklarına kuşku yok.
Bu gazetenin, Türkçe ve Tarih bilgisinin yanı sıra aritmetik ve coğrafya
bilgisinin de pek zayıf olduğu görülüyor. 8. ve 9. sayfaların yerlerini
karıştırıyor; “Rize”nin “Hemşin ilçesi”nin nerede olduğunu da bilmiyor!
Ortadoğu Gazetesi, Türkçesi
oldukça kıt bir şahıs tarafından masa başında ve pek acemice uydurulduğu belli
olan bu asparagas haberi, Lazların kanaatlerini dile getiriyormuş gibi servis
ediyor. Ancak, “şekil şartları”na uymayı unutuyor! “Haber”i yazan muhabir belli
değil! Üstelik, bu belli olmayan “muhabir”in, konuştuğu kişi veya kişiler de
nedense yine belli değil! Hem belli olsalar ne fark eder ki?!
Bir an için, bu “haber”e inanalım
ve gerçekten de, (bazı “Kürt” ve “Çerkesler”in istemediği gibi) bazı Lazların
da kendi anadillerinde TRT’nin yapacağı yayını istemediğini kabul edelim. Böyle
bir durumdan, bütün Lazların aynı kanaatte olduğu sonucu nasıl çıkartılabilir
ki?! Bir referandum mu yapılmıştır?
Türkiye’de yaşayan Lazların tamamı bir referandumda, TRT’nin Lazca yayın
yapmasına “hayır” mı demiştir? Yapılmayan referandumların sonuçlarını, işine
geldiği şekilde ilân etme yetkisini Ortadoğu Gazetesi nereden alıyor?
Demokratik bir hakkın kullanımını önlemek için “haber” yapmak yakışıyor
mu? Bu tavır gazeteciliğe de, meslek
ciddiyetine de, hukuka da aykırı değil mi?
Gazete, bir yandan TRT’nin yetkililerine, “Bakın, Lazlar, anadillerinde TRT’nin yayın yapmasına karşı” demeye
çalışırken, diğer yandan da, (“Soğuk Savaş yılları”nın alışkanlığıyla olacak)
Lazlara aklınca aba altından sopa göstermek istiyor.
Lazca sadece
“haber”de belirtilen yörelerde konuşulmuyor. Lazca, "Doksanüç
Harbi"nden (1877-1878) sonra Osmanlı yönetimi dışında kalan topraklardan
göç ederek Akçakoca, Karamürsel, Sapanca, Düzce, Yalova vb. muhacir yerleşim
merkezlerinden oluşan “diaspora”da yaşayan Lazlar tarafından da konuşulmaktadır.
Gazete,
DSP-MHP- ANAP Hükümetinin yaptığı kısmî demokratik düzenlemelerin ardından, AKP
Hükümetinin kısıtlı da olsa TRT’de anadil yayınlarını başlatmasını
hazmedemiyor. Lazların, TRT’de Lazca, “Kürtçe” ve Çerkesçe yayınlara karşı
oldukları yalanını da yazarak, farklı anadilleri olan insanlar arasına aklınca
nifak tohumları ekmeye ve birbirlerine karşı kışkırtmaya çalışıyor.
Ortadoğu Gazetesi, Mustafa
Kemal’in, 1 Mayıs 1920’de Meclis’te
yaptığı konuşmayı hatırlasın : “ ...
Burada maksut olan ve meclis-i alinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir.
Yalnız Çerkes değildir. Yalnız Kürt değildir.
Yalnız Laz değildir. Fakat
hepsinden mürekkep anasır-ı İslâmiyedir, samimi bir mecmumadır.
Binaenaleyh bu heyet-i aliyenin temsil
ettiği, hukukunu, hayatını,
şeref ve şanını kurtarmak için azmettiği emeller, yalnızca bir unsur-u İslâma münhasır
değildir. Anasır-ı İslâmiyeden mürekkep
bir kitleye aittir. ”
Nazım Hikmet’e de kulak versin;
“Arheveli İsmail“in şahsında, Lazların Kurtuluş Savaşı’na katkılarını şöyle
anlatıyor:
“ ...
Ve çok uzak
çok uzaklardaki
İstanbul limanında
gecenin bu geç vakitlerinde
kaçak silâh ve
asker ceketi yükleyen Laz t
a k a l a r ı
hürriyet ve
ümit
su
ve rüzgârdılar.
... “
Türk Dil
Kurumu, Basın Konseyi, Gazeteciler Cemiyetleri ve Hukuk Kurumları, bu “haber”
karşısında sessiz kalmamalı; Türkçe’yi imlâ hatasız yazamayan, demokratik bir
hakkın kullanımını önlemek için aklınca asparagas haber yapan, oldukça gecikmiş
ve kısıtlı da olsa yurttaşlarına anadillerine ilişkin “kültürel haklar”
sağlayan Anayasa ve yasaların ilgili maddelerini açıkça ihlâl eden Ortadoğu
Gazetesi’nin dikkatini çekmelidir.
(Ali İhsan Aksamaz, Bir Gün Gazetesi, 22 VI
2004)
+
Osmanlı’nın SON DÖNEMİNDEKİ Sİyasî Parti
Programlarında ANADOLU’nun Anadİllerİ
Eğitim Sen, tüzüğünün 2. maddenin
“b” şıkkında yer alan, “ (Eğitim Sen) …
bireylerin anadillerinde öğrenim
görmesini ve kültürlerini geliştirmesini savunur.” ifadesinden dolayı
yargılanıyor. Bu gelişme beni, bu sendikanın 1997’de yayınladığı kitaptan, çok
önceden aldığım notları tekrar gözden geçirmeye sevk etti. Bu notları, Eğitim
Sen ve “anadil” konusu güncel olduğundan sizlerle de paylaşmak istedim.
Sözünü ettiğim kitap İsmail
Aydın’ın bir çalışması ve “Eğitim Sen Yayınları Güncel Sorunlar Dizisi”nden
yayınlandı. “Siyasî Parti ve Hükümet Programlarında Eğitim- Öğretim &
Öğretmenler (1908- 1997)” başlıklı bu çalışma Cumhuriyet öncesi bazı siyasî
parti programlarında “anadili” konusuna ilişkin yaklaşımlarını da aktarıyor.
“Anadili”nin pek açık bir tanımının yapılmamış olduğu bu siyasî parti
programlarda şu terimlerle karşılaşıyoruz: “Kavim dili”, “azınlık dili”,
“yöresel dil”, “diğer halkların kendi dilleri”, “yörenin dili”, “yöredeki nüfus
çoğunluğunun dili”, “yörenin anadili” vb. Yine bu siyasî parti programlarında,
“anadili” eğitim-öğretiminin mi, yoksa
“anadili”nde eğitim-öğretimin mi
hedeflendiğinin açık olmadığını da
görüyoruz. Bu siyasî partiler, programlarında
ister “anadili” eğitim- öğretimini, ister “anadili”nde
eğitim-öğretimini kastetmiş olsunlar,
bütün bunları hangi personelle ve kendilerini yetiştirecek hangi kurumlarla
yapacaklarını da yine belirtmiyorlar. İsmail Aydın’ın bu çalışmasının yanı
sıra, ilk baskısı Doz, ikinci baskısı Çiviyazıları Yayınları’ndan çıkan Fuat
Dündar’ın “Türkiye Nüfus Sayımlarında
Azınlıklar” başlıklı kitabının anadil konusuna ilgi duyanlara önemli katkılar
sunacağını da belirtmek isterim.
İttihat ve Terakki Fırkası’yla
başlayalım. Bu partinin 1909 Programının 9. maddesi şöyle diyor: “Özgür eğitim-öğretim partimizin ilkesidir.
Osmanlı vatandaşı özel okul açmakta, öğrenim görmede özgürdür. Osmanlı
ülkesindeki tüm okullar devletin gözetim ve denetiminde olacaktır.
Uygulayacakları programlarda birliktelik Maarif Bakanlığınca sağlanacaktır.
İlkokul parasız ve zorunludur. Anaokullarında Türkçe öğretim yapılırken
ilkokullarda eğitim her kavmin kendi dilinde yapılacaktır. İlkokulların
masrafları ile öğretmenlerin maaşları yöre ve cemaatlere ait olacaktır. Devletin
eğitim gideri olarak topladığı vergiler mahalli bütçelere devredilecektir…”
İttihat ve Terakki Partisi’nin
1913 Programının 41. maddesi de şöyle diyor:
“Eğitim görmek her Osmanlı vatandaşının hakkıdır. Özel ve Cemaat Okulları
devletin gözetim ve denetimine tabidir. Devlet okullarında ilköğretim zorunlu
ve parasızdır. Türkçe resmi dil olarak
okutulurken, her azınlık kendi diliyle de eğitim verebilir…”
1908’de kurulmuş olan “Osmanlı
Ahrar Fırkası”nının Programın 19.
maddesi konuya şöyle yaklaşıyor:
“İlköğretim zorunludur. Bütün genel ve özel okullarda eğitim dili Türkçe’dir.
Yöresel dil ikinci planda yer alacaktır.”
1909’da kurulmuş olan Osmanlı
Demokrat Fırkası Programının 9. konuya şöyle yaklaşıyor: “Ayrılıkçı
girişimleri taşımamak koşuluyla ilkokullarda yöresel dil (Anadili)
kullanılacaktır...”
1910’da kurulmuş olan Ahali Fırkası programının 16 maddesi konuya
şöyle yaklaşıyor: “Devletin resmî dilinin
Türkçe olması nedeniyle okul ve medreselerde Türkçe eğitimine devam
edilecektir. Devletin resmî dininin İslam olması nedeniyle de Arapça öğretimine
özel önem verilecektir. Diğer halkların dillerinde eğitim yapmaları
serbesttir.”
1911’de kurulmuş olan Hürriyet ve İtilâf Fırkası ise, programının
20. maddesinde şunları yazıyor:” Köy
okullarında ve genel olarak ilkokullarda eğitim yörenin diliyle (anadilde)
yapılacaktır.
1912’de kurulmuş olan ve kurucuları arasında Türkçü (Turancı) görüşleriyle bilinen Yusuf
Akçora’nın da bulunduğu Millî Meşrutiyet Partisi, programının 33. maddesinde şu
görüşlere yer vermektedir: “… Bütün ilkokul, ortaokul ve İlköğretmen
okulları özel kanunlarla il Genel Meclislerine devredilecektir.
İlköğretim parasızdır. Zorunlu ilköğretimin fiili olarak
uygulanılmasına çaba gösterilecektir.
Her nahiye merkezinde ilkokul binalarının önem sırasına göre
yapılmasına öncelik verilecektir. Yöredeki ilköğretim o yöredeki nüfus
çoğunluğunun diliyle yapılacaktır.
Ancak devletin resmî dili olan Türkçe de bu okullarda mutlaka
öğrenilecektir. İlk ve ortaokullara öğretmen yetiştiren Darülmuallimler ihtiyaç
ölçüsünde açılacaktır.”
1918’de kurulmuş olan Teceddüt
Fırkası, programının 113. maddesinde konuya ilişkin yaklaşımını şöyle ifade
ediyor: “Devlet ilkokullarında resmî dil
öğretimi zorunlu olmakla birlikte yörenin anadilinde öğretim yapılacaktır.”
“CHP’nin tek parti yönetimi”,
ulusal sanayinin kapitalist üretim ilişkileri ve kurumlarını geliştiremedi.
Yerel üretim ilişkilerini tasfiye edemedi. Yerel üretim ilişkilerinin ortaya
çıkarmış olduğu ve beslediği dilsel ve kültürel farklılıkları “doğal” bir yok
oluş sürecine sürükleyemedi. Bunun yerine dilsel ve kültürel farklılıkları
doğal olmayan bir yolla, yani resmî ideoloji ve tarih tezleriyle ortadan
kaldırmaya çalıştı. “CHP’nin tek parti yönetimi” ve “Soğuk Savaş yılları”
boyunca Türkiye’nin “çok dilli” bir ülke olduğu gerçeği kabullenilmek
istenmedi. Türkçe’nin resmî dil olmasının yanında, “konuşanları sayıca (daha)
az diller” veya “yerel diller”in de varlıklarını sürdürebilmeleri ve
kurumsallaşmalarının, “uluslaşma” önünde bir engel teşkil etmeyeceği görülmedi.
Üstelik bazı dönemlerde, bu anadillerin konuşulmalarına yönelik baskılar bile
uygulandı.
Eğitim Sen’in,
Türkiye’nin diğer anadilleri konusundaki bu anlamlı mücadelesi, herkesi
düşündürmeli ve birlikte bu anadilleri için somut adımlar atılması için bir
fırsat olarak değerlendirilmelidir. Eğitim Sen de, TRT’nin yayın yapmadığı
diğer anadillerinde de yayın yapılması için kampanyalar açmalı, bu dillerde
sözlük ve çocuklar için masal kitapları hazırlanması için gönüllü çalışma
grupları oluşturmalıdır.
(Ali İhsan Aksamaz, Bir Gün
Gazetesi, 23 VI 2004)
(Önerilen Okumalar:
Ali İhsan Aksamaz, “Tengiz Abuladze’nin Pişmanlığı”, Çveneburi Kültürel Dergi, Sayı
52- 53, Nisan- Eylül 2004/3, İstanbul; Ali İhsan Aksamaz, “Yine Geldi 21 Şubat/ Xolo Komoxtu 21
K̆undura”, 21 II 2012, yusufbulut.com/ suryaniler.com/ circassiancenter.com.tr/
sonhaber.ch; Ali İhsan Aksamaz, “Laz
Kültürüne ilişkin makaleler (Özgür Gündem Gazetesi/ ARŞİV)”, 09 XI 2022, circassiancenter.com.tr/sonhaber.ch)