26 Eylül 2024 Perşembe

Megrel-Laz Kültüründe Akrabalık, Evlenme ve Cenaze

 

 


 

Megrel-Laz Kültüründe Akrabalık, Evlenme ve Cenaze


I.Akrabalık



Aynı anne ve babadan olan çocuklar hem doğrudan ve hem de bu anne ve babaya akraba olanlarla kan bağıyla akrabadırlar. Megrellerdeki akrabalık kurumu, Gürcülerdeki gibi, bir tek tohumdan gelen kişiler anlamındadır. Burada kan bağı olanların hepsinin ortak bir kökü vardır. Megrelce’deki söylenişiyle bu kök, üzerinden aile ağacının sürdüğü ve dallarına ayrıldığı ჯინჯი / “cinci”dir. Bir Megrele edilebilecek en insafsız beddua სქანი ჯინჯამო გეშალაფედა/ skani jinjamo geşalapeda/ “kökün kurusun”dur. Sadece erkeğin kök olduğu kabul edilir. Bütün akrabaların, tohumundan geldikleri kişi ve aynı kökü taşıyanlarca paylaşılan soyadı çok eski bir akrabalığın belirtisi olarak kabul edilir. Gvari/ გვარი/ soyadı sözcüğü “aynı, denk” anlamındadır. Mogvare/ მოგვარე, bir ikincisine benzeyen aynı addır. Aynı anne ve babadan olmuş, aynı soyadı taşıyanlar iki taraflı mocimalepe/ მოჯიმალეფე/ kardeştirler ve onların oluşturdukları bu grup da, Avrupalıların dediği gibi bir klan, sacimalo/ საჯიმალო/ kardeşlik olarak tanımlanır.

 

Şüphesiz, kardeşler arasında dişi cinsiyetten olanlar, diğer kardeşler için kız kardeştirler ve onlarla evlenilmez. Bu kız kardeşler, gelecekteki eşlerini farklı soyadı taşıyan erkekler arasından seçmelidirler. Yani; bu durumu evrensel olarak kabul edilen terminolojiyle açıklamak istersek, sıkı kurallara bağlı dış evliliktir. Erkeklerin, aynı soyadı taşıyan akraba kızlarla evlenmeleri konusu, akıllarına bile gelmeyecek noktalardandır. Sadece farklı soyadı taşıyan kızlarla evlenebilirler.

 

Evlenme çağına girmiş olan bir Megrel kızı, farklı bir soyadı taşıyan bir erkekle buluşmaktan çekinir ve birbirlerine aşklarını açıklamak durumunda olduklarında bile, onunla tek başına konuşmayı uygunsuz bir davranış olarak değerlendirir. Evleneceği erkekle bir araya gelip konuşmak isteyen kız, ancak kendi akrabası bir kızın da bulunacağı ve konuşmalara aracılık yapacağı bir ortamda görüşebilir. Bu tür görüşmede başka soyadı taşıyan erkek şxvaşturi/ მხვამთური/ yabancıdır. Megrel kızı, kendi köyünden bir başka köye veya farklı soyadı taşıyanların yaşadığı bir köye gittiğinde de aynı dış evlilik kurallarına uyar. Bu tür durumlarda kıza, erkek bir akrabası tarafından eşlik edilir. 10-12 yaşlarındaki erkek çocuk, kızı korumayla görevlendirilir. Bir çift, evlendiklerinde, her ikisinin geldiği aileler karşılıklı akraba olurlar.

 

Bu iki aile akraba olduklarından, Megrel töresine göre; bir kez daha bu iki aileden gençler eş seçemezler, böylesi bir düşünce va şiners/ ვა შინერს/ yasaktır. Evlilik kanın karışmasını denk hale getirir. Akrabalık bağı oluşturmada kadınla birlikte önemli bir rol oynayan erkek, kadının akrabalarına sinca/ სინჯა/ evlât, eniştedir. Kadın ise, erkeğin akrabalarına nosa/ სა/ kız kardeş  yengedir.

Edinme akrabalığa gelince; Megrel bir baba için en ideal hedef kendi kanından çocuklara sahip olmaktır. Onun için, bu dünyada yaşamın temel düşüncesi mirasçısız ölmemektir. Eğer kaderi, ona bu düşüncesine doğal yoldan ulaşmasına olanak tanımazsa, bu eksiği gidermek için evlât edinme yoluna başvurur.

 

Bir Megrel sadece başkalarının erkek çocuğunun evlât edinmez. Eğer akrabalarından biri ölürse onun yerine komşularından birini de akraba olarak edinebilir. Böylelikle ailesinde ortaya çıkan boşluğu, edinme yoluyla doldurabilir. Bir erkek evlât ölen babasının yerine yeni bir babayı; bir kız kardeş yeni bir ağabeyi; bir yeğen yeni bir amcayı edinebilir.

 

Megreller, genelde Gürcüler gibi, çocuksuzluğu büyük bir talihsizlik, ilâhî bir ceza olarak değerlendirirler. Kız olsun, erkek olsun, çocuk sahibi olamamanın çocuksuzluk olarak değerlendirildiğini belirtmemizin gerekli olduğunu düşünüyorum. Ancak erkek çocuk sahibi olamamak da Megreller için çocuksuzluk anlamına gelir. Bir Megrel, kız çocuğu sahibi olmayı çocuksuzluğa denk bir durum olarak değerlendirir: Kız çocuk çizgiyi sürdüremez. Erkeksiz bir evde ocaktaki ateş söner…

 

Bir Megrel ailesinde kadının hiçbir hakkı yoktur, kocası onun güçlü efendisi ve sahibidir. Ailede, erkek bir çocuk doğduğunda, müjdeci, sevinçli haberi ev dışındaki kocaya ulaştırır. Sevinçli baba müjdeciye hediyeler verir; silahlar patlatılır, ailenin bütün bireyleri sevinirler.

Diğer taraftan, bir kız çocuğu dünyaya geldiğinde durum hemen hemen sessizlikle karşılanır. Megrellerde, birtakım durumlar için bazı deyişler vardır: Herhangi bir işin olumlu gelişiminden diğerleri bilgilendirilmek istendiğinde, boşi re/ ბოში რე/ “erkektir” denir. Eğer herhangi bir durumun olumsuzluğu kastedilmek isteniyorsa, žğabi re/ ძღაბი რე/ “ kadındır” denir.

 

Tanrı’nın kendisine olan cezasını hafifletmek, kötü talihten kaçınmak isteyen Megrel, kendi çocuğu gibi besleyip, büyütmek için bir başkasının çocuğunu skualapa/ სქუალაფა/ evlât edinmeye çalışır. Böylece edineceği evlât, kendisini yaşlılığında koruyacak, bakacak, düşmanlarına karşı savunacak, bütün eziyetlerden ve fakirlikten etkilenmemesini sağlayacaktır. Ölümünden sonra ocaktaki ateş sönmeyecek, adı kaybolmayacak, ruhuyla ilgilenilecek, mezarına ziyaretçileri için yiyecek getirecek birisi olacaktır.

 

Evlât edinme ancak, çocuksuz kadına doğum yapmış izlenimini (dışarıdan kişilere) veren bir gelenek yerine getirildiği zaman meşru sayılır. Kural olarak çok fakir bir anne babanın veya yasak bir aşkın meyvesi evlât edinilir. Evlât edinme töreninden birkaç gün önce, müstakbel anne hamileliğinin son günlerindeymiş gibi davranır. Dışarıdan birisine doğum yapmak üzereymiş izlenimini uyandırmak için karnına bir yastık yerleştirir; yavaş hareket eder, hamileliğin son devresindeki gibi inler ve nefes nefese solur. Komşu kadınlar müstakbel anneye şefkat ve ciddiyetle hürmet gösterirler ve yatağa ne zaman gireceğini sorarlar. En sonunda bir lohusalık dönemi bile olacaktır. Doğum sancısı içindeki kadın yatağa girer ve doğum sırasındaki gibi inler. Ebe, ihtimamla yaklaşır, öğütler verir ve yatıştırmaya çalışır… Bu anda, daha önce edinilen bebek, yastık çıkarıldıktan sonra sarılarak yataktaki anneye verilir. Buna skuaş mitorginapa/ სქუაშ მითორგინაფა/ çocuğu sarmalama denir. O sırada çocuk ağlamaya başlar, herkes, sağlıklı bir erkek evlât sahibi olan anneyi kutlamaya koşar. Doğum yapan anne, birkaç gün daha yatakta kalır. Kendisine, özel olarak hazırlanan ibu/ ტიბუ/ ılık veya hafif sebze, meyve veya et suyu şapırdatarak içmesi için verilir. Yeni anne ve baba, edindikleri çocuğu öz çocuklarıymış gibi besleyip büyütürler. Komşular da durumu olduğu gibi kabullenirler.

 

II. Evlenme



 

Megrelce’de erkeğin evlenmesine çiliş moqonapa/ ჩილიშ მოყონაფა/ “eş getirme” denir. Evlilik töreninde diara/ დიარა denilen bir kutlama yer alır. (Diara/ დიარა diarua/ დიარუა/ ziyafet vermek fiilinden gelir). Müstakbel damat, gelin alma ve düğün ziyafeti gününü belirler ve gelinin anne ve babasını gelini ve çeyizini hazırlayabilmeleri için bilgilendirir.

Megrelya’da düğünler, bir kural olarak, hasat gelirinin tamamlandığı sonbaharda yapılır. Yılın bu devresine Megrelce’de damorçili/ დამორჩილი/ “itaat etmiş” denir. Yani; doğa uysallaştırılır, bunun sonucunda da hasat mümkün olur; toprağı işleyen ve ekenler yazın meşakkatini hasat ederler, sonbaharda Megrel köylüsünün ekonomik durumu daha iyidir. Bu durum düğünlerin bu zaman yapılmasının nedenidir. Düğünler, kural olarak Noel’den sonra, gelen Paskalyadan önce de yapılır. Burada, Kilise’nin Perhiz sırasında evlilik törenlerini yasaklayan etkisi kolayca gözlenir. İlkbahar ve yaz mevsimlerinde düğünler nadirdir, hasadın meyvesi henüz yorucudur ve sonbaharın cömertliği yoktur. Haftanın her günü, kutlamalar için uygun değildir. Bir Megrel, hiçbir şekilde Pazartesi günü düğün kutlaması yapmaz. Bu güne Megrelce’de tutaşxa/ თუთაშხა (tutaş dğa/ თუთაშ დღა/ tuta günü denir. Bu gün Megrel, bir sürgüne bile el sürmez, bu gün sadece tuta/ თუთა/ aya ibadete ayrılmıştır. Megrellerin Paganlık dönemlerine ait inançlarına göre; ay, dünyadaki canlıları koruyan yüce güçler arasında ikinci önemli yeri tutar. Güneşe ibadet için bir gün ayrılır. Bu gün ise Pazar’dır. Megrelce’de pazar gününe caşxa/ ჯაშხა[ bcaş dğa/ ბჯაშ დღა]/ güneş günü denir. Böylece Pazartesi günü aya ithaf edilmiştir

 

Her yeni ay dolayısıyla veya Megrelce’deki söyleniş anlamıyla, “ayın seyahatinden dönüşüyle” bir Megrel aya saygı ve itaatini pekiştirir. Yeni ayı kim görürse diğerlerine sevinçli haberi verir. Herkes kımıldamadan durur ve aya bakar, onu selâmlar ve elleriyle öpücükler gönderir. Bazıları ona altın ve gümüş paralarını gösterir, kılıçlarını kınlarından çıkartarak dua şeklinde “Tuta axali, ğoront, si gamaxari!…/ თუთა ახალი, ღორონთ, სი გამახარი!.../ Ey yeni Ay, Tanrım, beni mutlu et!…” temennisinde bulunur. Bazıları da ayın ışığını yansıtarak, ayın ışık saçan parıltısıyla dişlerini korumasını, onların kararmamasını diler. Pazartesi günü, bir Megrel hiçbir şey yapmaz; kimseye hediye vermez ve ne borcunu öder, ne de ödünç verir, elinden hiçbir şeyini çıkartmaz. “Eğer Pazartesi günü elimden bir şeyi çıkarırsam kaderim ve şansım gidecektir,” diye düşünür. Yıkanmak ve tırnak kesmek bugün kesinlikle yasaktır. Bir Megrel, başına herhangi bir talihsizliğin geleceği korkusuyla Pazartesi günü yola adım atmaz, ama daha önce başlamış olduğu bir yolculuğa devam edebilir. Bundan başka, ne kadar dehşetli bir susuzluk çekerse çeksin, nehir kaynağından su içmez: bu günde Ay, nehirleri zehirli kurbağalarla doldurur ve bu nehirlerin sularını ayın gününde oruç tutmayanlara ve seyahat edenlere murdar hale getirir. Megreller, günümüzden çok önceleri Pazartesi günleri oruç tutar ve et yemiyorlardı. Megreller kendilerine ibadet nesnelerini hatırlatan isimlere çok sevgi duyarlar. Megrel erkekleri sıklıkla şu isimlerle çağırılırlar: Ututia/ უთუთია, Tutaşxia/ თუთაშხია. Kadın ismi ise თუთა/ Tuta’dır. (Tutaşdğa/ თუთაშდღა: Ay günü),

 

Megrel geleneğine göre, düğünün va şiners/ ვა შინერს/ uygun olmayan günü, haftanın ikinci günü olan obişxa [obiş dğa]/ ობიშხა [ობიშ დღა]/ “Cuma”dır.  (Obi / ობი/ yağmur Tanrısı). Antik zamanlarda bu gün haftanın yedinci günüydü ve Atalarımızın, diğer Tanrılardan daha fazla ibadet ettikleri Tanrı için büyük bir tatildi. Bu Tanrı, hasat ve bitkiler için genelde böylesi önemli ve gerekli yağmuru gönderendi.

Düğünden birkaç gün önce müstakbel damat, akrabalarına düğün ile ilgili bilgi verir. Diğerlerine haber verme işini maginapali/ მაგინაფალი/müjdeci üstlenir ve yaya olarak civarda yaşayanlara bu haberi ulaştırır. Uzakta yaşayanlara ise atıyla gider ve onların da düğüne katılmalarını ister. Kural olarak düğüne etkili insanları da davet ederler. Daha çok misafir, düğünün etkisini herkes üzerinde hissettirir. Bu uygulama, aynı soyadını taşıyanlara daha fazla meşruiyet kazanılmasına yardımcı olur. Böylece herkes, düğüne katılmasının neşeli bir görevi olacağını düşünür. Davet edildiği halde gelmeyenlerin davranışları damada karşı aşağılayıcı olarak kabul edilir.

 

Bir Megrel, düğünün mümkün olduğu kadar debdebe ve kutlamayla geçmesini sağlamaya çalışır. Düğünde en az 100-200 kişi bir araya gelir. Bu tür durumlarda komşular, düğünde servis için görev üstlenirler, şüphesiz bunun için ücret talep edilmez. Kendilerini damat ailesinden biri yönlendirir. Her şeyden önce şepa/ შეფა/ sepetçi söğüdünden bir çadır kurulur ve üzeri samanla kaplanır. Şepa, mapa/ მაფა/ kral olarak adlandırılan damat için hazırlanan özel bir yerdir. Mapa kraldır; ordunun başıdır; diğerleri arasında farklı bir yeri olan kişidir; yüce güç bahşedilendir. Buradan hareketle, gayet doğal olarak, gelin de kraliçe olarak adlandırılır. Şepa’nın içine iki sıra birbiriyle bağlantılı masalar konur.  Şepanın dip tarafında kral tahtına benzer bir yükseklik hemen göze çarpar. Burası “kral” ile “kraliçe”nin oturacakları yerdir. Avlu, mutfak olarak kullanılır; gökyüzünün altında bir ateş yakılır. Üzerine büyük bakır düğün kapları yerleştirilir. Bunların içlerinde düğün için kesilen boğa, koyun, domuz etleri pişirilir. Burada mısır lapası da pişirilir. “Kral” ilk olarak lâyıkıyla, kendisine eşlik edecek ve gelin getirmesine yardımcı olacak sağdıçları seçer;  maqare/ მაყარე, 10-15 genç erkekten oluşan bir gruptur. Hepsi baştan aşağı silahlıdır. Çok eski zamanlarda sağdıçlar, “kral”ın farklı bir soyadından bir kızı kaçırmasında kendisine yardımcı olmakla görevlendirilirlerdi.

Bu tür kız kaçırmalar günümüzde sadece evlenilecek kızın kendisinin, anne ve babasının karşı çıkmaları halinde görülür. Fakat sağdıçlar, evlilik için kız tarafından bir sorun bulunmadığından da, her iki tarafın bilgisi dâhilinde, kasıtlı bir gösteriş sergilerler. Kızı zorla kaçırıyorlarmış gibi, hareket ederler. Eğer kız, kaçırılıyormuş gibi evinden alınmazsa, Megrel’in gözünde kurallara uygun bir tutum sergilenmiş olmaz.

 

Genelde düğün kutlaması bir gece devam eder ancak ertesi güne de sarkabilir. Bu, damadın ekonomik durumuna bağlıdır. Kutlamanın sonunu beklemeden, bütün kadehler içildiğinde, yeni evlilere “dinlenin” denir. Onları ilk gece için ayrı olarak düzenlenmiş yerde yatırırlar. Bu yere amkhara/ ამხარა denir. Amkharaya, gelin ve damattan başka kimsenin girmesine izin verilmez. Gelinin nedimesi ve diğer kadınlar gelinle ilgilenme ihtiyacı hissederler. Bir yolunu bulup onu amkharaya girmesi için ikna etmeye çalışırlar. Kendisine sıkıcı sorular sorulduğu doğrudur ama kendisi cesaretle ve utanmadan uygun cevaplar verir. Herkes sevinerek hem geline ve hem de gelinin annesine övgüler yağdırır.

 

Kadın, kocasının ailesine bakire olarak gelmediğinde ve bu durum, gelişinin ilk gecesinde ortaya çıktığında, gözler önüne serilecek olan tablo oldukça farklıdır.  Damat ve damat tarafı, kızın anne ve babası ile aynı soyadı taşıyanlar, kendilerine bakire olmayan bir gelin gönderdikleri için, kızın anne ve babası tarafından utandırıldıklarına hükmederler. Bakirelik, evlenilecek kızda aranılan ilk koşuldur. Evlilik dışı cinsel ilişki kesin olarak yasaktır ve kınanır. Bir kadın sadece kendi meşru eşine aittir. Bakire olmayan veya hamile olan müstakbel anne, bu günahını saklamak ve kendisini yasak aşkın meyvesinden kurtarmak için her çareye başvurur. Bu çareler sıklıkla ölüme neden olur. Böylesi bir günah, takdir edilebileceğiniz gibi, köyde zor saklanır; evlenmek zorunda olan böyle bir kadın, köy ozanlarının destanlarına konu olur. “Suçlu olanın”, annesinin ve genel olarak ailesinin suratına kapılar kapatılırken, herkesin dedikodu konusu haline gelirler.

 

Bakireliğini yitiren veya tecavüze uğrayan kadın, iyi bir adamla evlenme şansını tümden kaybeder. Eğer fakir, malsız, mülksüz, muhtaç bir köylü, kızın anne ve babasının malı, mülkü ve kızın çeyizi ortaya konularak kandırılabilirse, bakire olmayan bir kızın evliliği gerçekleşebilir. Bu durumda olan kadınlar genelde, mümkün olursa, kendilerini dul erkeklere veya yaşlı adamlara teklif ederler. Gelinin bakireliği, bir düğünün gerçekleşmesinin ana koşulu olarak kabul edildiğinden, evlilik kutlaması iffetsiz kadınlar için kısa tutulmak zorundadır. Bu durumda müstakbel gelinin nedimeleri en az sayıya indirgenir veya bazen hiç nedimesi olmaz. Davetliler az sayıdadır. Bakire olmayan kızlarını evlendirecek olan anne ve baba, bazen kızlarının bu durumunu bilmiyormuş gibi yaparlar. Böyle bir durumda müstakbel koca, evliliği mutlaka bitirmek zorundadır. Onu boşama ve tekrar anne ve babasının evine göndermek durumundadır. Toplum, küskün kocanın bu davranışını doğru bulur ve kızlarıyla ilgilenmeyen ve onu korumayan anne ve babasını kınar.

 

Evlilik yükümlülüğünü yerine getiremeyen erkeğin durumu oldukça farklı bir konudur. Yaygın bir Megrel deyişinde olduğu gibi, “Kaleyi ele geçiremeyen bir koca”, sürekli veya geçici olarak cinsel yetersizlikle yüz yüzeyse bu durum, her zaman, büyünün veya kem gözün sonucu olarak değerlendirilir. Böylece, kocanın cinsel iktidarını tekrar sağlamak için her türlü önleme başvurulur. Örneğin kaynatılmış hayvan hayası ile beslenir. Erkeğin böyle bir durumu söz konusu olduğunda, karısı onu beklemek zorundadır. Memnuniyetsizliğini belirtemez ve boşanamaz. Megrel geleneği, bu durumdaki kadını yeterince korumaz. Onun bütün yapabileceği, ister istemez anne ve babasının evine kaçmaktır.

 

 III. Cenaze

 



“Ruh ağızdan çıktığında” insan ölür veya Megrelce’deki söylenişiyle “doğuru”. Hasta kişi ölür ölmez, marʒ̆k̆inali/ მარწკინალი/ “giydirici” gelir. Usta bir marʒ̆k̆inalinin görevi şudur: Ölen kişinin yüzünde ortaya çıkan, ölüyü, büyük ölçüde yaşayan canlıdan farklı kılan, ölümün ürkütücü belirtilerini ortadan kaldırmak. Ruh, insanı terk ettiği andan itibaren, yaşayanlar için çok korkunç bir manzara da ortaya çıkmış olur. Ölenin çevresindekiler için bu korkunun algılanması ne kadar güçlüyse, ölen kişinin yüzü de o kadar buruşuktur. Ve işte bu marʒ̆k̆inali/ “giydirici”, ölen kişinin önce gözlerini, ağzını kapatır, ayaklarını düzeltir, ellerini çapraz olarak göğsünün üzerine koyar ve saçını, sakalını ve bıyığını tarar.

 

Bu arada, ailenin başına gelen bu talihsizliğin belirtisi olan kadın feryatları ve erkek inlemeleri köyde yankılanır. Kadın, erkek komşular taziyelerini sunmak, “ağlamacılara” katılmak için koşarlar. Kadınlar, tırnaklarıyla yanaklarını ve çıplak göğüslerini yolarlar ve kan akıtırlar. Saçlarını başlarını yolarlar. Kadınların, kederlerini dışa vurmadaki samimiyet genelde, ölenin kendilerine olan kıymet ve yeri doldurulmazlığına bağlıdır. (Gürcüce’de gadat̆ireba/ გადატირება/ [gamot̆rili გამოტირილი] Bu, ginongara/ გინონგარა/ “ölü için ağlama”dır; henüz ceset soğumadan yerine getirilen bir görevdir. Bunu, gömülme zamanında anne-baba ve akrabalar tarafından ölene gösterilecek olan saygı izler. Hemen hemen bütün komşular aynı derece saygı gösterirler. Aralarında, ağlama ve ölenin yeterince itibarla gömülme işlemlerini üstlenecek olan kişileri seçerler. Her şeyden önce ölenin vücut ölçüsünü alırlar. Orada hep beraber baltayla biçerek ahşaptan tabutunu yaparlar. Ağlama gününü ve öleni toprağa vermeyi biraz daha geç belirlemek istediklerinde, cesedin çürümemesi için hava geçirmeyecek bir şekilde cesedi düzenlerler. Ancak cesedi tabuta koymadan önce su ile yıkarlar ve beyaz bir kefene sararlar. Oşureti/ ოშურეთი/ Ruhlar Dünyasında, ölenin ruhunun nereye gideceğini, herkesin önünde beyazlar içinde, yıkanmış ve kefenlenmiş olarak belirtebilmesi düşüncesiyle bu şekilde hareket edilir. Cenazenin olduğu avluda, sepetçi söğüdünden bir çadır kurulur. 200 kişiyi alabilecek büyüklüktedir. İçeride, ölüye ağlamak için gelenlere misafirperverlik gösterilir.

 

Kural olarak ağlamak ve öleni toprağa vermek için ölümden sonraki dördüncü veya beşinci gün belirlenir. Bu günün belirlenmesi, ölen kişinin yakınlarının ne kadar uzakta bulunduklarıyla bağlantılıdır. Herkesin gelebileceği ve ağlamaya katılabileceği bir gün belirlenmelidir. Akrabaları toplanana kadar, cenaze toprağa verilmez. Eğer bütün akrabaları cenazesine gözyaşı dökmezse ölenin ruhu oradan ayrılmayacaktır.

 

Uzak akrabalar ve dostlar, ağlama ve gömme günüyle ilgili olarak teker teker ziyaret edilir ve üzücü haber kendilerine ulaştırılır. Haber, bir aracı vasıtasıyla ulaşır. Bu talihsiz haberin verilmesine şeʒxadapa/ შეცხადაფა ve haberi verene de “şemaʒxadapali/ შემაცხადაფალი” denir. Eski zamanlarda çok değişik haberciler vardı. Onların oluşturdukları grup, yanlarına ölen kişiye ait bazı eşyaları alırlardı; kılıç, kama, sadaklarda oklar veya elbisesinden bir parça. Ölenin yakınlarından birinin evine yaklaştıklarında kara haberciler, yüksek sesle ağlamaya başlayıp o civarda yaşayanlara kara haberci olarak geldiklerini hissettirirler. Eve girer girmez belden yukarısını soyunurlar; göze çarpan bir yere ölenin kişisel eşyalarını koyarak, bunların hemen yakınındaki toprak döşemeye otururlar. Ev sahipleri de belden yukarılarını soyunurlar;  ayakkabılarını çıkarırlar ve böylesi bir durumda işaret alarak adlandırılan, öleni oradakilere hatırlatacak olan eşyaların çevresinde oturarak, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlarlar. Ağlama kesildiğinde, kara haberciler, ölen kişi için ağlamaya hangi gün gidileceğini onlara bildirir. Ancak şeʒxadapa/ შეცხადაფა/ haber, günümüzde daha kolayca tamamlanmaktadır; kara haberci, siyah mühürlü yas kartını zarfsız olarak getirerek verir.

Sonunda ölen için ağlama günü gelip çatmıştır. Köylülerden oluşan koro, ზარი/ zari olarak bilinen, korku, talihsizlik anlamına gelen cenaze ağıdını seslendirir. Zari sözsüz olarak söylenir, sadece uzun uzun ვოი, ვოი/ voi, voi sesleri işitilir. Davet edilen ağlamacı kapıda görünür görünmez, elbise asmak için kullanılan ağaca gider, şapkasını ve çoban pelerinini, silahını çıkartır ve hepsini bu ağaca asar. Bundan sonra gömleğinin ve fanilasının düğmelerini, tokalarını açar. Şimdi göğsü kısmen görülür bir durumdadır. Karşılaştırma yapılabilecek çok kısa bir zaman önce, ağlamacılar bellerinden yukarısını soyunurlar ve ayakkabılarını çıkarırlardı. Üç- dört kişi sıraya girer girmez, koro zariye başlar. Ağlamacılar, her iki elleriyle alınlarına vururlar. Tabutun bulunduğu evden “voi, voi” haykırışları yükselir. Tabuta doğru yönelenler diz çökerek, ölen kişinin iyi davranışlarını ve yiğitliklerini anlatırlar. Kendileri için böyle bir kaybın ne kadar talihsiz ve ızdırap verici olduğunu anlatırlar. Ağlayıcılar, ölüye ağlarken göğüslerini de yumruklarıyla döverler. Yine aynı şekilde, böyle durumlarda yaslı olarak adlandırılan, ölenin anne, baba ve akrabalarına mengara/ მენგარა/ taziyelerini sunarlar. Ağlayanın her iki yanında bulunanlar, ağlayanın kendisini fazla hırpalamamasına ve ağlayıcının tabutun yanına serbestçe girip çıkmasına yardımcı olurlar. Bu sırada ikinci koro, ikinci grup ağlayıcıları getirir ve böylece tören devam eder.

Bir Megrel, ağlama anında, ölen kişinin ruhunun tabutun yanında bulunduğuna ve ağlamak için gelenleri gözlediğine inanır. Şüphesiz ruh, komşular ve tanıdıklar bu görevlerini lâyıkıyla yerine getirmediklerinde ve uygun bir şekilde ağlamadıklarında huzura ermez.

 

Tabutun etrafında samimi olarak, kendisinin ölümüne ve bu dünyadan ayrılarak ruhlar diyarına gitmesine ağlayan insanları gördüğünde memnun olur. Megrelce mangarali/ მანგარალი/ ağlamacı sözcüğünün sevgi gösteren, merhametli duygular anlamı taşıması gayet doğaldır. Bir anne, çocuğuna her zaman çkimi mangarali/ ჩქიმი მანგარალი/ ağlayıcım diye hitap eder. Bu tür ifadeler bir gelenek olduğundan anne, çocuğunun kendisi öldüğü zaman ağlaması gerektiği arzusunu taşır. Bir halk şiirinde, Megrellerin ağlama kuralına nasıl önem verdikleri açıkça belirtilir. Bu kıtada, büyüğü bir sevdiğine şöyle seslenir:

 

“Dobğurada, domingari [დობღურადა, დომინგარი/ ölürsem, bana ağla],

gomintxori sapule [გომინთხორი საფულე/ Bana bir mezar kaz),

skani skvami xe-k̆uçxit [სქანი სვამი ხე-კუ ჩხით/  güzel ayakların ve ellerinle),

dixa komnmoç̆abule [დიხა ქომნმოჭაბულე/ (toprak serp üzerime).”

 

Akrabalar uzak köylerden siyah elbiseleri içinde ağlamak için gelirler. Zariyi söyleyecek olan koroyu da yanlarında getirirler. Kara şeritlerle bezenmiş büyük bir mum önlerinde taşınır. Eğer gelen akraba kadınsa, samimi davranır ve farklı köylerden geçerken feryat eder. Zariyi söyleyenler de kendisine eşlik eder. Böylece herkes, onların ağlamaya gittiklerini anlar. Akraba ne kadar uzakta yaşarsa yaşasın, insanlar ölen akrabası için ağlamaya katılmak zorundadır. Herhangi bir nedenle ağlamaya gününde gidemeyen olursa, ağlamadan sonra gidip ölenin işareti üzerine ağlayacaktır. Bu nedenle, bir divan üzerine ölen kişinin elbisesi serilir. Sanki cenaze oradaymış gibi ağlanır. Ölenden arta kalan veya onu hatırlatan nesneye nişani/ ნიშანი/ işaret denir.

Bir koca, eşini kaybettiğinde, ağlama gününde, onun için bir matem çadırı kurulur.  Koca, bir köşeye yerleştirilir. Buraya Gürcüce’de sabneleti/ საბნელეთი/ karanlık yer denir. Dul koca, aklı başından gitmiş ve tarifsiz acılarla dolu yüzüyle bu çadıra gelir. Bu şekilde, kendisinin de o günden itibaren artık karanlıkta bir ölü olduğunu, güneş ışığına lâyık olmadığını gösterir. Ağlayıcılar, ölen için ağladıklarında, çadıra giderek dul kocaya taziyelerini bildirirler. Bazen tabuttan belirli bir uzaklıktaki bir divan üzerine hem ölen kadının ve hem de dul kocasının elbiselerini yayarlar. Biri ölen kadını, diğeri ölen kocasını ifade eder. Ağlayıcılar, ölen kadına ağladıklarında, o işarete gider ve her ikisine de ağlarlar. Törenin bu bölümü, kadının ölümünün kocasının da ölümü anlamına geldiğini betimler. Bu sırada, kocanın kendisi orada bulunanlar tarafından ölümün, ortadan kalkmanın ve tükenmenin gerçek hayalini görebilmeleri için gizlenir.

 

Ağlamacılar ağlamayı bitirdikten sonra, 20-30 kişilik gruplar halinde yas yemeğini yemek üzere çadıra davet edilirler. Kendilerine ekmek, mısır ekmeği, fasulye, balık, zeytin, yeşillik (turp) ve şarap ikram edilir. Yemek yenirken, her ağlamacı ölenin ruhu için, bir işaret olarak dolu bir bardaktan bir damla şarabı ekmeğin üzerine döker ve sanki ölen kişi geliyor ve ekmeği yiyor, şarabı içiyormuş gibi bir sahneyi betimler. Erkekler bir tarafta, kadınlar diğer tarafta oturur.

Ağlamacılar, her biri durumuna göre, ginaporali/ გინაფორალი/ “örtme için” denilen bir çeşit parasal değeri olan nesneleri getirirler ve bunlar yazma bilenler tarafından bir kâğıda not edilir. “Ginaporali” Gürcüce’de “örtme için düzenlenmiş” anlamına gelir. (Ölen kişinin masraflarını kapamak için, borçlu olanlarca verilir). Eskiden her ağlamacı beraberinde yiyecek ve önceden hazırlanmış erzak getirirdi; pişmiş mısır ekmeği, haşlamak üzere fasulye, şarap, ceviz, soğan. Böylelikle cenaze sahibi masraf yapmaz ve bu dönemi sıkıntısız geçirirdi. Ancak bu gelenek bugün (19. yüzyılın Samargalo/ სამარგალო/Megrelyasında) karşılıklı yardımlaşma özelliğini kaybediyor ve ticarî bir hal alıyor. Ölen kişinin yaslıları mümkün olduğu kadar az para harcamaya ve “örtü, kapama” adı altında daha fazla para almaya çalışmaktadırlar.

 

Bir Megrel nerede ölürse ölsün, akrabaları cenazesini istirahat için evine getirmek, ağlamak ve ata toprağında gömmek zorundadırlar. Bu gelenek, bazen büyük yanlış anlamaları ortaya çıkarmaktadır. Özellikle, bir kişi şehirde öldüğünde orada gömülür. Akrabaları da cenazeyi kendi köyünde toprağa vermek için mezarından çıkarırlar. Ancak ölünün mezarını açmak için yerel yönetimden izin, yönetimin emirlerine göre çeşitli formaliteleri yerine getirmeyi gerektirir ve bu da zaman alır. Bir Megrel, yasaların isteklerine, kendisine kuşaklar boyu ulaşan geleneklerden daha az önem verir; gizlice mezarı kazar ve cenazesini oradan çıkarır. Cesedi keserek parçalara ayırır, böylelikle cenazeyi gizlice taşıması daha kolay olur. Son olarak, cesedi çürümeye ve kokmaya karşı tuzlar ve küfesine koyarak kendi köyüne götürür. Orada açık olarak ağlar ve toprağa verir. Böylece dürüstçe, cenazesine karşı görevini yerine getirmiş olur. Eğer cenaze kendi köyüne gömülmezse ruhu huzura ermemiş olur.

 

 

Tedo Sakhokia/ თედო სახოკია (1868- 1956)

 

(Megrel etnograf Tedo Sakhokia'nın 19. yüzyıla ait yayınlarından seçmeler, “Aspects of Mingrelian Culture” başlığı altında Londra Üniversitesi, School of Oriental and African Studies öğretim görevlisi ve “Caucasian Perspective Dergisi”nin editörü Sayın B. George Hewitt tarafından yayıma hazırlanmıştır. Bu çalışmasını, daha İngilizce olarak yayımlanmadan önce tarafıma göndermek nezaketini gösterdiği için teşekkür ediyorum. Tedo Sakhokia’nın bu makalesi özetlenerek Türkçe’ye çevrilmiştir.)

 

Bir Megrel cenazesinden eski bir ağıt (zari) kaydı:



 

[Kaynak: Tedo Sakhokia, (İngilizceden çeviren: Ali İhsan Aksamaz), “Megrel-Laz Kültüründe Akrabalık, Evlenme ve Cenaze”, Tarih ve Toplum Dergisi, Sayı 140, Ağustos 1985, İletişim Yayınları, İstanbul/ “Kafkasya’dan Karadeniz’e Lazların Tarihsel Yolculuğu”, 1. Baskı, Çiviyazıları Yayınevi, İstanbul, 1997]

 

 


[Önerilen OkumalarAhmet Tevfik (Büyük Hasan Rıza Paşa Zâde), (Yayına Hazırlayan: İrfan Çağatay) “Sevgili Vatandaşlarım Lazlara Ricâ-yı Mahsûsum ve Târihten Şânlı İki Sahîfe”, Lazi Kültür Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 2014; A. İ. Kiziria (Çeviren: Candan Badem), “Zan Dili”, Ogni Kültür Dergisi, Sayı 4, İstanbul, 1994; B. G. Hewitt ve Z. K. Khiba, (Çeviren: Ali İhsan Aksamaz), “Megrelce Bir Masal: Kuzey Rüzgârı ve Güneş”, Kafkasya Yazıları, Sayı 5, Çiviyazıları Yayınevi, İstanbul, 1998; George Hewitt, (Çeviren: Ali İhsan Aksamaz), “Güney Kafkasya ve Megrel- Lazlar’ın Kültürel Hakları”, Aylık Sosyalist Kültür Dergisi Birikim, Sayı 85, Birikim Yayıncılık, İstanbul, 1996/ sonhaber.ch/circassiancenter.com.tr;  Bakur Gogokhia: “Kimliğin en büyük nişanesi dildir!”, 29. XI. 2018, sonhaber.ch/ gurcuhaber.com/ circassiancenter.com.tr; Giga Kavtaradze: “Hayat yalnızca para ve yemek değil!”, 16. I. 2021, sonhaber.ch/ gurcuhaber.com/ circassiancenter.com.tr; “Gürcistan’da ilk Megrelce dergi “Skani სქანი yayımlandı”, 13. V. 2020, lazca.org; “Hayvan Çiftliği” Megrelce olarak yayınlandı”, 16. XI. 2020, sonhaber.ch/ circassiancenter.com.tr/ gurcuhaber.com; Givi G. Karçava: “Megrel mutfağı, dünyanın çok zengin mutfaklarından biri!”, 27. IV. 2021, sonhaber.ch/ gurcuhaber.com/ circassiancenter.com.tr; Givi G. Karçava: “Bir dilde başka dillerden ne kadar çok ödünç kelime varsa, o dilin o kadar eski,  zengin ve bir kültür dili olduğunu anlayabiliriz!”, 6. V. 2021, sonhaber.ch/ gurcuhaber.com/ circassiancenter.com.tr/ hyetert.org; Givi G. Karçava:  “Kâzım, kültür devrimi yapan bir insandı!”, 13. V. 2021, sonhaber.ch/ gurcuhaber.com/ circassiancenter.com.tr; Givi G. Karçava: “Kardeşliği canlandırmak istiyorum!”,  22. V. 2021, sonhaber.ch/ gurcuhaber.com/ circassiancenter.com.tr; “İlk Gürcüce- Megrelce Sözlük Yayınlandı”, 11. I. 2021, sonhaber.ch/ circassiancenter.com.tr/ gurcuhaber.com;  “Kâzım Koyuncu AK̆A T̆V’de”, 09. VIII. 2023, sonhaber.ch/ circassiancenter.com.tr; Jean Chardin, (Editör: Stefanos Yerasimos, Çeviren: Ayşe Meral),  “Chardin Seyahatnamesi/ İstanbul, Osmanlı Toprakları, Gürcistan, Ermenistan, İran”, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2014; Jean Chardin, (Çeviren: Hüseyin Göçmen),  “Megrelya Seyahati (1672)”, Lazika Yayın Kollektifi, İstanbul, 2016; Gogita Çitaia: “Tarihimiz övünülecek zenginlikte”, 5. VIII. 2021, sonhaber.ch/ gurcuhaber.com/ circassiancenter.com.tr; İuri Ğvincilia: “Dilimizin adını duymak bile istemiyorlar!”, 31. VII. 2021, sonhaber.ch/ circassiancenter.com.tr; Joakim Enwall, (Çeviren: Ali İhsan Aksamaz), “Qazaqişi Gazeti”, Ogni Kültür Dergisi, Sayı 5, İstanbul, 1994/ Alaşara Dergisi, Sayı 9-10, Nart Yayıncılık, İstanbul, 1995- 1996/ sonhaber.ch/ circassiancenter.com.tr; “Megrelce dergi çıktı: “Skani”/ “სქანი”,16. V. 2020, sonhaber.ch/ circassiancenter.com.tr/ gurcuhaber.com; “Megrelce Televizyon- AK̆A T̆V Bir Yaşında!”, 20. VII. 2023, sonhaber.ch/ circassiancenter.com.tr; “Kâzım Koyuncu “AK̆A T̆V”de”, 9. VIII. 2023, sonhaber.ch/ circassiancenter.com; Kolkhuri podkast editörü (Lado Tskhakaia): “Kaç bin yıllık dil yavaş yavaş yok olma noktasında!” , 28. I. 2021, sonhaber.ch/ circassiancenter.com.tr; Laşa Kodua, “Lazca dildir; başka bir dilin lehçesi değildir”, 26. IX. 2019, sonhaber.ch/ circassiancenter.com.tr; “Megrelistan’da üç gün”, 29. VIII. 2023, sonhaber.ch/ circassiancenter.com.tr; Natia Poniava: “Biz Gürcistan’da, siz Türkiye’de dilimizi yaşatalım; bunu yapabiliriz!”, 23. II. 2021, sonhaber.ch/ gurcuhaber.com/ circassiancenter.com.tr; Natia Poniava: “Ana dilimiz kaybolursa, kimliğimiz de yavaş yavaş kaybolacak!”,  03. XI. 2023, sonhaber.ch/ circassiancenter.com.tr; Nodar Lomouri, (Çeviren: Ali İhsan Aksamaz), “Egrisi/ Lazika Krallığının Tarihi”, Ogni Kültür Dergisi,  Sayı 5, Temmuz-Ağustos 1994, İstanbul; “Sovyet Lazları Halk Önderi İskender Tzitaşi ve Solun Ezberini Bozan Mektupları”, 5. XII. 2013, sonhaber.ch/ gurcuhaber.com/ circassiancenter.com.tr; თედო სახოკია, "ეთნოგრაფიული ნაწერები”, საქართველოს სსრ განათლების სამინისტრო, თბილისი “ 1956;  Zaal Calağonia, “Yaşasın dillerimiz Lazca ve Megrelce!”, 28. VI. 2022, sonhaber.ch/ gurcuhaber.com/ circassiancenter.com.tr; ვისწავლოთ მეგრული! /Megrelce Öğrenelim!”, 17. II. 2021, sonhaber.ch/ circassiancenter.com.tr]

 aksamaz@gmail.com