Givi
G. Karçava ile söyleşi
Lazca- Lazuri- ლაზური: https://aliihsanaksamaz.blogspot.com/2021/05/givi-g-karcava-kala-interviu.html
Lazca- Lazuri- ლაზური: https://aliihsanaksamaz.blogspot.com/2021/05/blog-post.html
Türkçe- Turkuli- თურქული: https://aliihsanaksamaz.blogspot.com/2021/05/givi-g-karcava-ile-soylesi.html
(Ön açıklama: Bugünkü
misafirim Givi G. Karçava ren. Givi G. Karçava Gürcistan’ın aydınlarından. Ben,
kendisini 2005’ten beri tanıyorum. İnternet vasıtasıyla tanıştık. Türkiye’de,
birkaç kere çeşitli vesilelerle farklı farklı yerlerde karşılaştık. Ancak
çoğunlukla da makale ve konferanslarından tanıyorum. Givi G. Karçava, Lazların
çalışmalarına canla başla destek oluyor. Çünkü Lazcayı da, Lazları da çok
seviyor. Öyle anlaşılıyor. Ben de öyle biliyorum. Yalnızca buradaki Lazlarla
değil, Gürcistan’daki Lazca ile de ilgileniyor. Karşıki Meleni Sarp̆ın
Lazcasıyla da ilgileniyor. Karşıki yaşlılardan da Lazca şarkı ve hikâyeler
derledi. Ben öyle biliyorum. 2006’nın yazıydı, kuzenimle beraber karşıki
Sarptaydım. Yaşlı amcalarla bir kahvede oturuyor ve öteden- beriden
konuşuyorduk. Bu yaşlı amcalar, Givi G. Karçava’dan sitayişle bahsediyorlardı.
Bir yaşlı amca, diğerlerine şöyle sordu: “Bizim niye böyle bir gencimiz yok?” Karşıki
ve bu taraftaki Sarplılar da, bütün Lazlar da Givi G. Karçava’yı iyi
tanıyorlar. Onunla Lazca bir söyleşi yaptım. Lazlardan, Megrellerden,
dillerinden ayrıntılı olarak konuştuk.
Laz ve Megrellerin ortak içeceklerinden, yemeklerinden konuştuk. Çok sesli
müzik geleneklerinden de, müzik
kültürlerinden de konuştuk. Ortak müzik aletlerinden de konuştuk. Ülkelerimizin
güncel iç ve dış politikalarından, uluslararası politikalardan konuşmadık.
Yalnızca kültürel, insanî ve tarihî konulardan konuştuk, bahsettik. Ben Givi G.
Karçava’ya güzel güzel sordum, o da bana
güzel güzel cevaplar verdi. Ali İhsan
Aksamaz)
+
Ali
İhsan Aksamaz: Önce bize biyografinizden bahsedin de,
öyle başlayalım olur mu?! Nerede ve ne zaman doğdunuz? Nerelisiniz?
Kimlerdensiniz? Hangi okullarda öğrenim gördünüz? Şimdi ne iş yapıyorsunuz?
Nerede çalışıyorsunuz? Nerede yaşıyorsunuz? Evli misiniz? Çocuklarınız var mı?
Gürcüce, Megrelce ve Lazcanın dışında başka hangi dilleri biliyorsunuz?
Yayınlanmış kitaplarınız var mı?
Givi
G. Karçava: Sevinç ve iyilikle, Ali bey! Benim hakkımda
konuşmaya başlamadan,
sizin
Lazca için yaptıklarınız ve şimdi de yapıyor olduklarınız için size çok teşekkür ederim. Sizi
yıllardan beri tanıyorum. Yazılarınızı, kitaplarınızı, makalelerinizi okuyorum. Lazcaya çok büyük emekleriniz var, bunu söylemeliyim. Şimdi de, Lazca dijital yayınla meşgul
oluyorsunuz. Bu da çok önemli bir iş. Tanrı, elinizi güçlü
kılsın. Ben,
1984’ün 4 Eylül’ünde Zugdidi’nin İngiri köyünde doğdum. Soyadım Karçava. Karçavalar, Lakada’da, Megrelya’nın yüksek yayla
kesiminde yaşıyorlar, ora
kökenliyim. Çok
hayvanları olan ve hayvancılıkla yaşayan bir ailedenim. Dadyan Hanedanı zamanında,
dedelerimden bazıları yayladan
düzlüğe inmişler ve “Oireme” adlı küçük bir köye
yerleşmişler. “Oireme”, günümüzde İngiri’nin büyük köyüne dahil, bir parçası,
mahallesi gibi. 1950’de dedem Givi Karçava, evinden ayrılmış ve Zugdidi- Anaklia yolu üzerinde bir ev
yapmış. Oraya yerleşmiş. Ben, bu evde
doğdum.
Çocukluğum köyümüzde geçti. Okula da orada gittim. Okulun 10 ve 11. sınıflarını Tiflis’de okudum. Daha sonra Uluslararası Karadeniz Üniversitesine
girdim. Bu üniversitenin Amerikanoloji bölümünden mezun oldum. Sonra 10 yıl Tiflis Havaalanında
çalıştım. Şu anda bir arkadaşımla küçük bir şirketimiz var. Nakliye işi
yapıyoruz. Bir ülkeden diğerine mal taşıyoruz.
Megrelce anadilim. Gürcüce
biliyorum, tabii. Lazca
da öğrendim. İngilizce
biliyorum, Rusça ve biraz da Türkçe de. Türkçeyi iyi konuşamam, ancak bir şey isteyince Türk insanına
meramımı anlatırım. Türkçeyi iyi okuyabiliyorum, yazmayı şöyle- böyle.
Şimdi Tiflis’te yaşıyorum ve bir
çocuğum var.
Kitaplarım var: Antoine de Saint- Exupéry
‘nin “Le Petit Prince/
Küçük Prens” adlı“
eserini Megrelceye 2013’de çevirmiştim. Bu çalışmamı, Laz Kültür Derneği
İstanbulda yayınlamıştı. George Orwell’in “Animal Farm/ Hayvan Çiftliği” adlı
kitabını da Megrelceye çevirdim. Bu günlerde o kitap da Tiflis’te yayınlandı.
Yine çeşitli kitap ve
dergilerde de makalelerim yayınlandı. Başka kitaplar hazırlama düşüncem de var.
Yakın zamanda yayınlanan Megrelce ders kitabının CD’si Natia Poniava ve benim sesimle kayıt
altına alındı. Okuyoruz ve ders veriyoruz.
Ali
İhsan Aksamaz: Siz Megrel ve oradaki- buradaki Laz
yemekleri ve içeceklerine ilişkin de bilgi sahibisiniz. Öyle biliyorum. Şimdi
de Megrel ve Lazların ortak yemek ve içeceklerinden bahsedin, lütfen! Belki de
Lazlar ve Megreller aynı yemekleri yiyorlar. Belki de bu yemeklere aynı adı
vermişler. Belki de aynı yemeklere farklı adlar vermişler, öyle mi?! Ne bileyim
işte?!
Givi
G. Karçava: Çok
şey bildiğimi söyleyemem. Konunun
uzmanı değilim. Ancak bir şeyler biliyorum. Sanırım, Lazlar Hıristiyan
oldukları dönemde çok
daha fazla yemek çeşidine sahiptiler. Fakat Müslüman olduktan sonra mutfaklarından bazı yemek çeşitleri
kayboldu. Örnek vermek gerekirse, günümüzde domuz etinden yapılan yiyecekler
artık Laz mutfağında yok. Fakat bizde var. Yine şarap içen milletin mutfağında belirli yemekler olur, şarap kültürüne uygun
yemekleri olur. Laz mutfağında artık bunlar yok. Lazlarda ve Megrellerde
ortak bazı yiyecekler var:
mç̆k̆idi/
mısır ekmeği (Megrelcesi:
ç̆k̆idi), fasülye
yemeklerin çeşitleri, lâhana yemeklerinin
çeşitleri, papa
(muhallebi) ve bizim gent̆uʒeri dediğimiz şey – ona çok benzeyen lâpa
(ğumu)
vb. yemeklerimiz var. Ğumu, Megrel sofrasının
olmazsa, olmazıdır. Azlağalılar yaptıkları acika da var mutfağımızda, biz Megreller ona “k̆aç̆abe” diyoruz. Sizdeki küme ve pekmezin benzeri bizde de var. Biz Megrellerde
peynirin envaî çeşidi var. Bazı çeşitlerini
tütsüleyip kurutuyoruz. Kurutulmuş peyniri sıcak papanın içine koyuyoruz, hemhâl olana kadar bekliyoruz. Sonra da papayla yiyoruz. Yine, kharço var; inek ve tavuk etiyle yapılıyor – ceviz de katıyoruz ve ğumunun yanında yiyoruz. Başka ne diyeyim, Megrel mutfağı, dünya
mutfakları içinde çok zengin olan mutfaklardan biri. O kadar çok yemeğimiz var ki
saymaya birgün bile yetmez.
Ali İhsan Aksamaz:
Şimdi de ortak içeceklere gelelim, olur mu?! Çok yıllar önce, aşağı yukarı, beş
yüz önce Lazlar ve Megrellerin hangi ortak içecekleri vardı? Şimdi de o
içecekler aynı veya farklı adlarla Lazlarda ve Megrellerde var mı?
Givi
G. Karçava: Yukarıda da belirttiğim üzere, Lazlar ve Megreller, yani Kolhlar, şarap
kültürüne sahipti. Şarabı Rumlar buradan götürüyordu. Şarabın envaî çeşidi
vardı. Megrelyada şarap
ve üzümün çeşitleri bugüne kadar da
üretildi: Çeç̆ipeşi, t̆orok̆uçxi, ç̆itaşi, çeşi, uçaşi,
şxuçeşi, ç̆vit̆iluri, k̆oloşi ve diğer çeşitler. Lazistana İslâmiyet geldikten sonra, şarap
kültürü kalktı, bu kültürden hiçbir şey kalmadı. Ancak Lazistanın köylerinde her
tarafta bulabileceğimiz çok eski şarap küpleri, benim söylediklerimin de delilidir.
Ali
İhsan Aksamaz: Megrellerde, Megrelce adlarıyla
dünyada ünlenmiş hayvanlar da var mı? Öyle duymuşluğum var ancak iyice
bilmiyorum. Meselâ: Megrel atı... Megrellerde böyle başka hayvanlar da var mı?
Dünya çapında, Megrellerin böyle ünlü hayvanlarından da bahsedin, lütfen!
Dünyada öyle ünlü akrepleriniz, yılanlarınız var mı?
Givi
G. Karçava: Evet, tabii. Öyle
çok şey var. Megrelya,
çok nadir endemik hayvan ve bitkilerin
de memleketidir. Bazıları: Megrel atı, kırmızı Megrel
ineği, Megrel keçisi, Megrel arısı, Megrel akrebi (euscorpius
mingrelicus), Megrel yaban arısı (cyamophila
Margalica),
Megrel tatlısu deliklisi
(sigmoilina margalica), Megrel sümüklü böceği (poiretia
mingrelica),
Megrel hamam böceği (pterostichus margalicus do leistus margalicus) , Megrel akrebi (unio mengrelicus), Megrel böceği (calopteryx
mingrelia),
Mergel huşu (betula margalica), Megrel
çan çiçeği (campanula margalica), Megrel meşesi (quercus margalica) ve bunun gibi çok fazla şey. Bu liste çok
daha fazla uzun, tabii.
Ali
İhsan Aksamaz: Lazların geleneksel iki müzik aleti var:
kemençe ve tulum. Megrellerde de geleneksel olarak tulum ve kemençe var mıydı,
var mı? Megrellerin hangi yerel müzik aletleri vardı, var?
Givi
G. Karçava: Megrellerde tulum ve kemençe yok. Bir
zamanlar Megrellerde de tulumun olduğunu söylüyorlar ancak henüz bunun delili
yok. Megrellere
ait müzik aletleri şöyle:
Çonguri, panduri, larç̆emi. Çonguri ve panduri birbirine benziyor, saz, bağlama gibi telli bir müzik aleti. Larç̆emi, bir çeşit flüt,
üflemeli bir müzik aleti. Kargı saplarını bir araya getirerek yapıyorlar.
Günümüzde larç̆emi
yapabilen
ve çalabilen iki kişi kaldı yalnızca.
Ali
İhsan Aksamaz: Megrellerin Paganlık dönemlerinden
kalma gelenekleri de var. Öyle duymuşluğum var. Şimdi adını çok iyi
hatırlamıyorum. Bu adetin adı belki adı “ç̆aç̆atoba”, ne bileyim?! Ağustos
ayında bir gece yarısı ateşle kutlanıyor. Öyle duydum. Biliyorsanız, bu
Paganlık geleneğinden veya Megrellerin diğer Pağanlık geleneklerinden de
bahsedin, lütfen!
Givi
G. Karçava: Megrellerin Paganlık dönemlerinden kalma
çok fazla gelenekleri var. Şöyle diyebilirim: Megrellerin bugünkü kültüründe
Hristiyanlık ve Kolh Paganlığı karışmış halde yaşıyor. “Ç̆eç̆etoba” da onlardan biri – Ağustos ayında, Ağustosu 28’inde, Meryem Ana gününde büyük bir ateş yakıyorlar
ve bu ateşin üstünden bir
o tarafa bir bu tarafa atlıyorlar;
içimizdeki
şeytanları
yakalım da dışarı kovalayalım diye. Benim çocukluğumda, bu
ritüel çok sergileniyordu. Ancak
şimdilerde o kadar pek sergilenmiyor. Başka ne diyeyim. Meselâ, evimizdeki inek
doğurunca, üç gün sonra bu ineğin sütüyle peynir yapıyorlar, mumlar yakıyorlar ve o
mumları ineğin boynuzlarına takıp bu peynirlerle dua ediyorlar. O peynir
yapılana kadar o ineğin sütü ev için kullanılmıyor. Anne ve babam, bugün de bu
geleneğin gereğini yapıyor. Size başka ne diyeyim. Böyle adetlerimiz çok, ancak
hepsini şimdi hatırlıyamıyorum ki. Megrel Paganlığı, vakti zamanında çok
zengindi. Bu inanç sisteminin içinde çok Tanrı ve başka canlılar da vardı: Jini antari, mesepi, zeberde, aguna, galenişi,
cgeraguna, mirsa, oçok̆oçi, t̆qaş mapa, ʒ̆qariş dida ve
diğerleri
Ali
İhsan Aksamaz: Musevilik, Hıristiyanlık, İslâmiyet
gibi dinlerden çok önceki zamanlarda, her halkın bir değil, birden fazla
Tanrısı vardı. Öyle biliyorum. O zaman adet öyleydi. Öyle biliyorlardı. Çünkü
doğanın içinde özgür bir şekilde yaşıyordular. Yaşadıkları yerin dışından pek
haberleri yoktu. Kendilerinin dışındakilerden pek haberleri yoktu.
Dışardakilerin de onlardan haberi yoktu. Aynı Amerika kıtasının yerlileri gibi.
Böyle olunca da her halkın aksaçlıları vardı. Fakat şimdikiler gibi değil.
Aralarında yine siyasî yönetimler vardı. Fakat şimdiki gibi yarı global veya
tamamen global gibi bir yönetim sistemleri yoktu. Doğrusunu söylersek, o
zamanlarda din, şimdiki gibi siyasî bir enstrüman değildi. Öyle biliyorum. Ne
yapayım?! Megrellerin de değişik Tanrıları var mıydı? Ne bileyim?! Rüzgâr
Tanrısı, Deniz Tanrısı, Toprak Tanrısı, Gök Tanrısı, böyle Tanrılar?! Taa o zamanlardan kalan atasözleri,
kelimeleri ve şarkıları var mı Megrellerin?
Givi
G. Karçava: Yukarıda da dediği gibi, Tanrı çoktu. Bizim
“Antari” dediğimiz, Tanrı, Hayvanlar Tanrısıydı. “Zeberde”, Balık yüzlü olan Tanrıydı ve balıkları
ve balıkçıları koruyup kolluyordu. “Mesepi”, meteoroloji Tanrısıydı, denizde yaşıyordu. “Cgeraguna”, bal üreticilerinin; , “ʒ̆qariş
dida”, suların; “Rok̆ap̆i”, Şeytanların en önde gelen büyüğüydü, yüksek
tepelerde oturur; “Aguna”, şarap ve asmaların, t̆qaşi, ormanlar kralı – dışarıdaki hayvanlara yol gösteren
kadın ve daha başkaları. Günümüzde
artık onlardan fazla bir şey kalmadı. Mesalâ, erkek eşler kültü. En küçük erkek çocuk için, ailenin
adını yaşatacak çocuk için bazı köylerde hâlâ “ჸvacişi oxvameri/ kutsanmış taşşak” diyorlar. Yine, Pazartesi günü sakal traş etmek, para vermek, taziyeye gitmek ve buna benze şeyleri yapmak yasak.
Ali
ihsan Aksamaz: Şimdi, siz de isterseniz, Megrel-
Lazların mitolojik anlatımlarıma gelelim, olur mu?! Her halkın mitolojik
anlatımları var. Bu anlatımlar Lazlar da var. Lazların da kutsal veya beddualı
mitolojik karakterleri, figürleri, objeleri ve organları var: “Germak̆oçi”,
“Dundu”, “K̆oncolozi”, “Cazi”, “Şana”, “Ç̆ink̆a”, “Dida Mangisa”, “Qona Dida”,
“Galenişi”, “K̆ik̆ina”, “Mç̆k̆oni”, “Oxvame”, “Ole”, “Qvaci”, “Mjora”, “Tuta”,
“Muruʒxi”, “Runʒxi” ve diğerleri.
Megrellerde de bunun gibi mitolojik karakterler, figürler, objeler ve organlar
var mı?!
Givi
G. Karçava: Tabii, bizde de var.
“Galenişi” bizde de var; “Galenişi Orta” diyoruz. “T̆abak̆onişi Rok̆ap̆i” var, Ç̆ink̆e (Ç̆iç̆k̆e) ren, “Ndii || Ndemi” var, “T̆qaş Mapa” var, “Oçok̆oçi” ren, “ʒ̆qarişi Dida” var, “Mesepi” var, “Dixaş K̆oçi” var, (Megrel Promete) “Aramxut̆u” var, “Antari” var, “Zeberde” var, “Cgeraguna” var, “Osur-T̆opu var, “Torosani” var, “Živava” var, “Solomo” var, “Cege Misaroni” var, “Cege Xangarami” var, “K̆ap̆unia” var, “Alişk̆int̆iri” ve diğerleri de var. (Mç̆k̆onişi
nca)Meşe
ağacı totemi de vardı, tabii.
Mart̆vili kentinde, Ç̆qondidi adlı yerde bir Pagan
Tapınağının (P̆aganist̆uri
Oxvame) olduğu ve Megrellerin
oradaki Meşe ağacına ibadet ettikleri
biliniyor. Bu konularda bilge
insan Nugzar Antelavanın “Kafkasya Halklarının Mitolojisi” adını taşıyan önemli bir bir
kitabı var. O kitapta bu konudaki her şey yazılı.
Ali
ihsan Aksamaz:
Her kültürde olduğu gibi, önceki zamanlarda, Laz kültüründe de “beşik/
onʒ̆eli” çok önemliydi. Beşik yapan ustalar vardı. Beşik kültürü, çok
önemliydi. Bugünkü global kültürde artık yerel beşik kültürümüz kalmadı. Ancak
bu kültür çok önemliydi. Ağacıyla, motifleriyle, sanatıyla, ninnileriyle çok
önemliydi. Beşiğin dili yoktu fakat eski her bir beşik bizimle konuşuyor ve
bize kültür tarihine ilişkin bilgiler veriyor. Bize biraz da Megrel beşiğinin
eski ve bugünkü durumundan bahsedin, lütfen!
Givi
G. Karçava: Beşik, Megrel kültüründe çok önemli bir simge. Eskiden hepimiz beşikte
büyüyorduk. Ben de ahşap beşikte büyüdüm. Hâlâ da o beşiği saklıyorum. Megrel
ve Lazların, bizim ortak bir bayramımız var: “Onʒ̆eş
meჸunapa / Onʒ̆elişi Ç̆anda/ Beşik Daveti”: Çocuğu olan kız ailesi, damat adayının evine
bir beşik götürüp bırakıyordu.
Çocuğun
beşik yastığının altına da bir makas veya bıçak koyuyorlardı.
Beşiğin
kenarına da çeşitli şekillerdeki deniz taşlarını ve midye kabuklarını
iliştiriyorlardı. Hatırlıyorum,
benim beşiğimde de bunlar asılıydı. Şimdi, bizde de beşik kültürü ortadan
kalktı. Hiç kimse, çocuğunu beşikte uyutmuyor artık. Birkaç sene oluyor, köyün
birinde gördüm; çocuğu
beşiğe yatırmışlardı. Bunu görünce sevindim, hatırlıyorum.
Ali
İhsan Aksamaz: Siz de isterseniz, şimdi de dile,
Lazca ve Megrelceye gelelim! Önceden biliyorduk, şimdi de iyicene biliyoruz;
Lazca ve Megrelce birbirlerine çok yakın iki dil. Megrel alfabesinde kaç harf
var? Megrelcede kaç ünlü, kaç da ünsüz harf var? Megrelce, şimdiye kadar hangi alfabelerle
yazıldı? Megrelgeyi yazmada hangi alfabeler kullanıldı. Megrelceyi yazmak için
en uygun alfabe hangisi ve niçin?
Givi
G. Karçava: Megrel alfabesinde 36 harf
var. Bazı dilbilimciler, eski kitaplarında
Megrelcenin bazı şivelerini şimdi kullanımdan çıkartılmış uzun “a”, “e”, “i” do “u” ile yazıyorlardı, ancak günümüzde o harfler yerine iki harf kullanılıyor.
Megrelce ve Lazca alfabeler arasında şöyle farklılık var: Megrelcede, Lazcadaki “f”; Lazcada da Megrelcede de “ჸ/?
” ve “ჷ/ı ” yok. Megrelce, Gürcü alfabesiyle
yazılıyordu, halen de Gürcü alfabesiyle yazılıyor. Birkaç defa, bazı kitaplarda
Rus ve Latin alfabeleriyle de yazıldı. Ancak bana sorarsanız, Megrelceyi yazmak
için en uygun alfabe Gürcü alfabesidir.
Ali
İhsan Aksamaz: Irkçılık, yeni ve kötü bir hastalık.
Ben öyle biliyorum. Dünyada her alanlarda çok farklı ırkçılıklar mevcut. Diller
alanında da. İster Türkçe, ister Rusça, ister
Gürcüce, ister Megrelce, ister Abazaca; her dil güzeldir. Her dil,
tarihin şahidi. Ben öyle biliyorum. Bu dünyada bizim dört akraba dilimiz
var: Gürcüce, Megrelce, Lazca ve Svanca.
Ancak Megrelce ve Lazca birbirlerine en yakın diller. Bazı dilbilimciler,
“Megrelce ve Lazcanın aynı dilin iki diyalekti olduğunu” söylüyor. Bazı
dilbilimciler, “hayır, hayır, öyle değil, önceden belki öyleydi, şimdi öyle
değil. Günümüzde Lazca ve Megrelce iki ayrı dil,” diyor. Bazı dilbilimciler de,
“hiç öyle şey olur mu, bin sene önce de, şimdi de Megrelce ve Lazca Gürcücenin
diyalektleri,” diyor. Siz bu duruma ilişkin ne diyorsunuz?
Givi G. Karçava: Benim
bildiğim dilbiliminde iki teori var: 1.Dört akraba dil var:
Gürcüce,
Megrelce, Lazca ve Megrelce;
2. Üç
akraba dil var: Gürcüce, Svanca ve
Zanca (Kolhça). Zanca’nın/ Kolhçanın dialektleri: Megrelce ve Lazca. Bu her iki versiyonun ikisi de normal.
Yani akademik
versiyonlar ve dilbilimcilerin de kendilerine
göre delilleri var.
Bana
sorarsanız, Megrelce,
Lazcaya en yakın duran bir dildir, çok benziyor, ancak yine de dildir. İkinci
versiyon daha güzel, daha romantik gözüküyor. Eski zamanlarda bir dilimizin olduğunu
hatırlatıyorlar, ancak
Lazca ve Megrelce için aynı dilin diyalektleri deyince, bu dilin günümüzde de olması
gerekir. Yani o dil bir yerlerde olacak, konuşulacak. O dil mevcut değilse,
diyalekt
süreklilik olacak. Diyalekt süreklilik şöyle: Pazarlı, Ardeşenliyi
anlıyor, Ardeşenli Fındıklılıyı,
Fındıklılı Arhaviliyi,
Arhavili Hopalıyı, Hopalı Çhalalıyı ve Çhalalı Megrelcenin bir diyalektini iyice anlayınca,
işte o zaman bir dil olur. Megrelce ve
Lazcanın benzeşmesi Çhalada
kesiliyor. Çhala
Lazcası, Lazcanın Megrelceye en yakın duran şivesi. Ancak yine de Megrelce ve Lazcanın
Çhala diyalekti içinde benzeme yok. Çhala ve Hopadan Megrelyaya kadar olan bölgede, Aç̆ara ve Guria var ki buralar
Gürcücenin konuşulduğu topraklar. Kanaatime göre, eski zamanlarda, bugünkü Megrelce ve
Lazcanın ortak diyalektleri Aç̆ara
ve Guria topraklarında konuşuluyordu,
dolayısıyla diyalekt süreklilik mevcuttu. Ancak Zan/ Kolh dilinin bağlantısı bu topraklarda kesildikten diyalekt
sürekliliği de kesilmiş oldu. Böylece de Zan/ Kolh dilinden iki dil, Lazca ve Megrelce ortaya çıkmış oldu. Üçüncü versiyon için ne
diyeyim ki, akademik bir yaklaşım
değil, siyasî bir proje; Megrelce yasal bir statü kazanmasın
diye hasta insanların uydurdukları bir proje; başarılı olamaz, öyle bir şey
olamaz.
Ali ihsan Aksamaz: Yirmi yıl oluyor, buradaki Gürcülerin/ Çveneburilerin dergisinde, “Çveneburi” adlı
dergide bir makale okumuştum. Lazcanın,
Gürcücenin diyalektlerinden Aç̆ara-Guria Gürcücesine ne kadar etki ettiğinden
bahsediyordu bu makale. Ancak makalenin yazarı, Aç̆ara-Guriada önceden Megrel-
Lazcanın konuşulduğundan hiç bahsetmiyordu. Bazı Gürcü tarihçileri ve
dilbilimcileri, neden gerçeklerden korkuyorlar? Nasılsa, biz kardeş değil
miyiz?!
Givi
G. Karçava: Evet,
bu doğru bilgi. Bütün bu gerçeklerden bahsetmeyen insanları aklında ve beyninde
sorun var, çarpık
akıllılar. Tarihin en
aydınları ve
büyük tarihçiler, büyük dilbilimcileri bu gerçeği yazıyorlar. Yazmayınca olmaz, çünkü bu gerçek. Bir toprakta, bir köyde
önceki zamanlarda Megrel-Lazca
konuşan halkın yaşamadıysa, oradaki şimdi de bilinen Megrel- Lazca yer adları
nereden ortaya çıktı? Oradaki halkın Gürcücesindeki Megrel- Lazca kelimeler ve
Megrel- Lazca sentaks
nereden çıktı? O topraklarda bir
zaman Megrel-Lazcanın konuşulduğu, şimdi Gürcüce konuşan halkın oraya sonradan ve
yavaş- yavaş geldiği, oradaki halkla
yavaş- yavaş kaynaştığını gerçeğini ispat eder bu durum. Bugünkü Guryalılar, Aç̆aralılar, İmeretliler bu prosesin bir
sonucu. Sizin
dediğniz insanlar irrasyonel korku taşıyorlar. O topraklara sonradan geldikleri
anlaşılmasın diye gerçeklerden bahsetmiyorlar; gerçeği saklamayı tercih
ediyorlar. Ancak bu yaptıkları
doğru değil. Onlara “sonradan gelmiş” denmez. Onların dedeleri oraya
geldiklerinde, orada da Megrel- Lazlar yaşıyordu. Orada yaşayan Megrel-Lazlar
da onların dedeleri değil mi? Bütün
bunlar dün, geçen gün olmadı ki bin sene önce oldu. Ve bunlar bir tarihin bir
bölümünü oluşturdu. Sonradan oralara yerleşenler de oralı, o toprakların
çocukları oldular. Tarihte hep böyledir.
Milletler
gider, gelirler,
göç ederler. Hemşinliler de Lazistana sonradan gelmedir. Macaristanın Macarları da
sonradan gelmedir. Avrupanın milletleri,
Almanlar da sonradan gelmedir.
Türkler
de sonradan gelmedir. Ne yapalım? Bu tarih. Tarih boyunca böyle
şeyler oluyordu ve bu da son derece normal.
Benim, o insanlar için
söyleyeceğim şu: Biz insanlardaki akıl düşünmek içindir; başka da bir işlevi
yoktur. İyi düşünün. Gözünüzle görün. Artık
21. yüzyıl. İnsanoğlu Marsa gidecek. Siz de akılsız egonuzla utanılacak
işler yapıyorsunuz.
Artık
yeter! Artık hiç kimse, 21. yüzyılın gerçek tarihini gizlemeyi
beceremez.
Ali
İhsan Aksamaz: Megrel- Lazca, Sovyetler Birliği’ndeki
en bahtsız dil. Megrel- Laz halkı da, Sovyet yönetimindeki en bahtsız halk.
Nüfusları az değildi. Sovyet iktidarı, Megrel- Lazlardan çok daha az nüfuslu halklara
kültürel otonomi verdi. Fakat Megrel- Lazlara kültürel otonomi vermedi. Bütün
dünyada böyle bir bahtsız halk bulunmaz. Bu iş neden böyleydi?
Givi
G. Karçava: Ne diyeyim. Eski bir söz var: ‘İste ki versin!’ Biz, Lazlar ve Megreller
dilimizin ve kimliğimizin değerini bilmiyoruz, çok kolay kaybediyoruz. Artık Sovyet dönemi değil, demokrasi zamanı. Herşey açık. Ancak ortalıkta dilini yaşatmak isteyen
kaç bilinçli Laz ve
Megrel var? Çok az. Sorun bu. Kendi kıymetini önce sen bileceksin ki, işte
o zaman herkes sana saygı duyacak.
Ali
İhsan Aksamaz: Benim için, dünyanın bütün halkları
aynı değerde ve dilleri de aynı derecede değerli. Kafkasyanın bütün halkları da
öyle. Kafkasyanın her halkı ve dilleri aynı derecede değerli. Benim için onlar
da, onların dilleri de değerli. Çünkü her dil insanlığın şahidi. Bu yüzden de
bir dil ölünce, insanlık da ölür. Ben öyle biliyorum. Tarihin binlerce yıl eski
zamanlarında, şimdiki Gürcüler, Megreller, Lazlar ve Svanların aynı dili
konuştuklarını ve aynı halk olduğunu bazı tarihçiler söylüyor. Siyasî bir
anlayışla değil, insanlık
anlayışıyla soruyorum: Öyle miydi? Siz
ne düşünüyorsunuz? Bu diller ne zaman ayrıştı. Çok eski zamanlara ilişkin bilgi
veren bir kitap var. Öyle biliyorum: “Kartlis ʒxovreba/ Kartlinin Hayatı”. Bu
kitap, bu çeşit tarihlere ilişkin bilgileri bize aktarıyor mu? Dillerimize
ilişkin bilgiler de veriyor mu?!
Givi
G. Karçava: “Kartlis ʒxovreba”, bu dillerin
ayrışmasına ilişkin hiç bilgi vermiyor. Çünkü o kitap yazıldığı zamanda, diller ayrışmıştı. Dört dilin tek
dilden çıktığı yalan değil. Öyle. Gürcistan ve dünyanın büyük dilbilimcileri bu işi
kurcaladılar; öğrendiler
ve öyle yazdılar. Yalnızca bizim dillerimiz değil, her dil öyle değil mi? Meselâ, bugün Türkçe, Türkmence, Azerbaycan Türkçesi, Gagavuzca, Özbekçe ve başka diller yüzlerce yıl önce bir dil değiller miydi? Yine; Rusça, Bulgarca, Sırpça, Çekçe ve diğer
Slav dilleri? Bütün
diller öyle. Bu teori doğru ve ben de öyle
inanıyorum.
Ali
İhsan Aksamaz: Her dilin diyalektleri var. Türkçenin
de diyaletleri var. Rusçanın da diyalektleri var. Gürcücenin de diyalektleri
var. Lazcanın da diyalektleri var. Bu çok
normal. Bu konuya ilişin neler söyleyebilirsiniz? Bu birincisi. Diğeri de var:
Her dilde diğer dillerden ödünç kelimeler var. Günümüzde dünyanın her dilinde
başka dillerden ödünç kelimeler var. Bu da çok normal. Siz ne düşünüyorsınuz?
Givi
G. Karçava: Tabii! Bu çok normal. Bazı insanlar, aklı
olmayan insanlar, bunu ayıp sayıyor. Ancak iş öyle değil. Meselâ, bazı Megrelleri biliyorum, kafalarında akılları yok,
tutmuşlar da etimoloji “çalışıyorlar”. Megrelcede başka
dillerden kelimeler olmasın diye yeni kelimeler uyduruyorlar veya daha ileri
gidenlerde var; Megrelcede
başka dillerlerden hiç ödünç kelime olmadığını, o kelimeleri başka dillerin
Megrelceden aldığını söylüyorlar.
Önceleri böyle adamlarla kavga ediyorduk. Onlara ‘böyle yapmayın, etmeyin’ diyordum
ancak şimdi bıraktım. Bu konuyu şöyle sıralayabiliriz: Bir dilde, komşu
dillerden çok
kelime varsa, bu bize o dili konuşan halkın komşu
halklarla çok aktif ilişkisinin olduğunu gösterir: Alışveriş, gidip
gelmeler, savaşlar, evlenmeler. Amazon Nehri ormanlarının
derinliklerinde yalıtılmış olarak yaşayan küçük halklar var. Onlara ‘uncontacted peoples/ temas kurulmamış halklar’ deniyor; ortalıkta anadan üryan dolanıyorlar, çok ilkel bir hayat
sürüyorlar, kimseyle ilişki kurmuyorlar ve dünyada ne olup bitmiş hiç haberleri
yok. İşte onların dilleri temiz
dillerdir. Ancak onların dillerinde başka dillerden ödünç kelime yoktur, varsa
bile çok azdır. Burada
demek istiyorum ki, bir dilde başka dillerden ne kadar ödünç kelime varsa, o dil
o kadar eski, zengin ve kültür dilidir.
Megrelcenin, çok eski ve zengin bir dil olduğunu bununla da görüyoruz: Dilimizin içinde bir yandan
Ermeniceden, Arapçadan, Farsçadan, Rumcadan, Gürcüceden, Osetçeden, Türkçeden, Abhazcadan, Svancadan ödünç kelimeler
çokça bulunuyor. Öte yandan da Megrelceden Gürcüceye, Abhazcaya, Svancaya, Çerkesceye ve diğer dillere geçmiş ödünç
kelimeler var. Meselâ:
ճանճ
(ç̆anç̆/
sinek) Ermeniceye eski zamanlarda, Megrel- Laz dilinin
dede dili olan Zanca/ Kolhçadan geçmiş bir kelimedir: Biz Megreller bugün de ç̆anci diyoruz, Lazlar ise mç̆aci diyor. Ancak Megrelce “gord-i”, (ağaç kurbağası), Ermeniceden (gort̆)/ “գորտ”-dan ödünç alınmış bir
kelime. Abhazca
ve Svancaya Hıristiyanlığa ilişkin terimler çoğunlukla Megrelceden girmiştir, çünkü eski zamanlarda o
topraklarda Megrelce etkili
bir dildi ve komşu
küçük halklara Hıristiyanlık ve Hıristiyanlık terimleri Megrelceden geliyordu.
Ali
İhsan Aksamaz: Sovyet iktidarının ilk yıllarında,
öyle ya da böyle, Megreller de, Lazlar da az da olsa kültürel otonomiye
sahiptiler. Yanlış değil, doğru bilgi. Kendi dillerinde gazeteleri vardı.
Okulları vardı. Bu gerçek. Bu gerçek, tarihî bir bilgi. Bunu iyi biliyoruz. Bu
tarihe ilişkin size bir şey soracağım. Artık globalizasyon yüzyılı. İnternet,
sınır tanımıyor. Siz ne düşünüyorsunuz? 21. yüzyılda Lazca yaşayacak mı?
Megrelce yaşayacak mı? Size yeni sınırlara ve ayrılıkçılığa ilişkin bir şeyler
sormuyorum. Yine söylemeliyim. Yine de
sorayım. Orada- burada bazı aydınlar, ‘Megrel ve Laz anne- babalar, çocuklarına
Megrelce/ Lazca öğretmediler de o sebeple Megrelce/ Lazca ölüyor’ diyorlar. Bu
söylem yanlış değil mi? Anne- babalar
suçlu, öyle mi? Eski zamanların siyasî iklimi suçlu değil mi? Asimilasyoncu
politikalar suçlu değil mi? Bu suçu anne- babalara yüklemek ayıp değil mi?
Doğal entegrasyondan değil, oradaki-
buradaki devletlerin yanlış politikalarından bahsediyorum.
Givi
G. Karçava: Tabii. Suç yalnızca anne ve babalara yüklenemez.
Onların da suçu var, tabii, Ancak yalnızca onların suçu değil. Onların suçunun ne
olduğunu söyleyeceğim şimdi. Çevremde
insanlar tanıyorum,
Megrelce
ve Lazca için yürekleri acı çekiyor, Lazca ve Megrelceye ilişkin büyük lâflar
ediyorlar, böyle bazı insanlar var. Ancak bu insanlardan çoğu çocuklarıyla
yine de Megrelce konuşmuyorlar. Sebep ne? Sebep sizin dediğiniz
şeyler: Siyasî iklim, asimilasyon
politikaları. Bu yalnızca bizim devletlerimizin sorunu değil, dünyanın sorunu. Ancak Avrupa devletleri
ve halkları anladılar ki dilsel ve etnik zenginlik korkulacak bir şey değil, iyi bir şey. Bir
devletin içinde yaşayan halklar ve diller,
kültürel
çeşitliliği güçlendiriyor.
O
sebepledir ki Avrupa devletleri, kaybolmasın diye
konuşanı az dillere çok para harcıyorlar. Gürcistan da bugüne
kadar Sovyet
düşüncesinin dışına çıkmadı, dil konusunda kim bir şey yapsa, hemen
ayrılıkçılık ve düşmanlık sanıyorlar. Bu işin arkasında da Rusyayı
parmaklarıyla işaret ediyor ve ‘Rusyanın adamı’ diyorlar. Hemen sana Abhazya ve Tskhinval olaylarını hatırlatıyorlar. Bazıları,
‘Megrelce, Svanca ve Lazca diye adlandırılan bir şey yok, yalnızca Gürcüce var,
bunlar Gürcücenin diyalekti,’ diyor.
Bu
söylemle ne değişir ki?
Dilime
ister diyalekt de, istersen ne dersen de,
o benim için dildir ve
ruhumun, yüreğimin içinde ateş gibi tutuşmuş ve yanıyor. Ben ölünceye kadar da
o ateşi hiçbir şey ve hiçbir kimse söndüremez. Türkiyede de biraz farklı bir durum söz
konusu. Türkiye, Anadoluda yaşayan bütün halkların
değil de yalnızca etnik Türklerin
devleti. Sert bir sistemi olan bir devlet. Türkler bu topraklara geldikleri için onun tarihsel
hatırasını taşıyorlar. Bu sebeple de korkuyorlar. ‘Lazlar, Kürtler, Gürcüler, Rumlar, Süryanilere dil
haklarını verirsek, yarın bizden otonomi talep edecekler, öbür gün de çıkacaklar ve Türkiye parçalanacak’ diye düşünüyorlar.
Onun için de,
bir elle kuşa azar- azar buğday tanelerini
verir gibi millete demokratik açılım yapıyorlar, diğer elle de tüfekle nişan alıp atıyorlar. İnternet çağında insanlardan
hiçbirşeyin saklanılamayacağını bilmiyorlar.
Yine
bir şey var. Sistem ve sistemi destekleyenler, yüreğimizin acısını bilmiyorlar. Birisi, dili için sesini çıkartıyor
ve yüksek sesle taleplerini dile getiriyorsa, dil acısı duyurduğunu düşünmüyorlar; ‘düşman devletler para veriyor da onun için
bağırıyor’ diyorlar. Rusyada Udmurt milliyetinden bir adam vardı; Albert Razini. Bu yaşlı adam, ‘dilimiz
ölüyor, çare bulacağız’ diyerek çeşitli faaliyetler yürütüyordu: Yazıyor, okuyor, faaliyetlerde
bulunuyordu. Yani dilini yaşatmak
isteyen bir insanının yapacağı işleri yapıyordu. ‘ABD ve
Avrupa para veriyor, zenginleşti; düşmanmızdır, Rusyayı parçalamak istiyor’
diye bu adam için neler neler söylüyorlardı. Birgün, 2019’un 10 Eylül’ünde, Udmurtistanın başkenti İjevski
meydanına çıktı. Elinde bir pankart tutuyordu:
“Yarın dilim ölecekse, ben bugünden ölüme hazırım“ diye. Ruslaştırma politikasına karşı, ‘dilim ölürse, ben de
öleceğim’ diyerek benzin
döktü
ve kendisini yaktı. Yani, sistem böyle bir şeyi düşünemiyor; dil acısının ne kadar ağır olduğunu
kimse kavramıyor. Adam,
kendisini yakana kadar kimse onun yürek acısına inanmıyordu.
Ali
İhsan Aksamaz: Siz de iyi biliyorsunuz, aşağı yukarı
1921’den 1991’e kadar Gürcistan, S.S.C.B. devleti içindeydi. O dönemde Abhazya
da Gürcistanın içindeydi. Lazca gazete-ders kitapları 1928’den 1938’e kadar
İskender Tzitaşi’nin adıyla Sohum kentinde yayınlandı. Aşağı yukarı yine aynı
dönemde Gürcistanın başkenti Tifliste de Lazca kitaplar yayınlandı: Arnold
Çikobava’nın “Ç̆anuri T̆ekst̆ebi/ Lazca Metinler” 1929’da ve İoseb Qipşidze’nin
“Lazuri t̆ekst̆epe/ Lazca Metinler” 1939’da başkent Tifliste yayınlandı. Belki
aynı dönemde yayınlanmış diğer Lazca kitaplar da var ancak ben bilmiyorum.
Ancak iyi biliyorum, aşağı yukarı 1940’lı yıllardan 1970’li yıllara kadar
Gürcistanda da, Abhazyada da Lazca kitaplar yayınlanmadı. Akademik
çalışmalardan bahsetmiyorum. “Lazuri T̆ekst̆epe/ Lazca Metinler” gibi
çalışmalardan bahsediyorum. Aşağı
yukarı, 1940’dan 1970’e kadar Lazca kitaplar Gürcistanda neden yayınlanmadı? Bu
işin sorumlusu kim veya kimler? 1970’den sonra Gürcistanda yine Lazca kitaplar
yayınlandı: Guram K̆art̆ozia’nın “Lazuri T̆ekst̆epe/ Lazca Metinler- 1” 1972’de,
İrine Asatiani’nin “Lazuri T̆ekst̆epe/ Lazca Metinler” 1974’de, “Lazuri P̆aramit̆epe/
Lazca Masallar” 1982’de ve Guram K̆art̆ozia’nın “Lazuri T̆ekst̆epe/ Lazca
Metinler- 2” 1993’te yayınlandı, başkent Tifliste. Diğerleri varsa da, ben bilmiyorum. Elimde
yok. Ancak çoğunlukla 1940’dan 1970’e kadar Lazca kitap Gürcistanda
yayınlanmadı. Niçin?
Givi
G. Karçava: Ne diyeyim, sizin ortaya koyduğunuz
bu istatistiğe ilişkin ben hiç düşünmedim. Benim dosyalarımda gördüğüm, 1946, 1947, 1948 ve 1949 yıllarında çıkmış
Megrelce şarkıların notaları var. Yani Megrelce şarkıların sözleri ve
notaları var, onlardan başka bir şey göremedim. Ne diyeyim, haberim
yok. O zamanlarda, akademik çalışmalar vardı: Meselâ, Sergi Jğent̆i’nin “Ç̆anur- Margalurişi fonet̆iği/ Lazca- Megrelcenin
Fonetiği“ 1953’te
çıktı; bu şimdi hatırladığım. Başkaları da var, ancak yıllarını ve adlarını
şimdi hatırlamıyorum. ‘Akademik çalışmaları yayınladık da metinleri
yayınlamayın’ diye bir tamim yayınlandı mı,
öyle bir siyaset mi güdüyorlardı o otuz yıl süresince, bundan hiç haberim yok. Akademik çalışma yayınladılarsa, metin yayınlamak da
akademik çalışma, tabii. Bir dilbilimci bir köye gider ve metinleri halktan derler, sonra da geniş bir
önsözle bu metinleri bir araya getirir. Qipşidze’nin, K̆art̆ozia’nın, Mar’ın, Jğent̆i’nin, Khubua’nın metinleri, hepsi akademik çalışma, bana öyle geliyor. 1940-1970 yılları arasında bir yasağın bulunduğuna ilişkin ne haberim
var, gerçeğini söylersem,
ne
de düşündüm. Megrelce ve Lazca gazeteleri
yasaklamakla Megrelce ve Lazca metinleri yasaklamak aynı şey değil. Öyle olsaydı, haberimiz olurdu. Dolayısıyla da haberimin olmadığı
bir konu olduğu için bir şey diyemem, spekülâsyon yapamam.
Ali
ihsan Aksamaz:
Baltık cumhuriyetlerine ilişkin bilgim yok. Zaten şimdi önemli de değil.
Çünkü Kafkasyadan bahsediyoruz. Ancak 1991’e kadar bütün Sovyet Cumhuriyetleri
vatandaşlarının dilleri Kiril alfabesiyle yazıldı. Fakat Gürcüce, Gürcü alfabesiyle ve Ermenice
de Ermeni alfabesiyle yazıldı. Kremlin iktidarı, bu siyasetiyle neyi
amaçlıyordu. Bu birinci soru. Aynı döneme ilişkin bir başka sorum daha var:
Gürcüce, Sovyetler Birliği döneminde gelişti. 1918’den 1921’e kadar ve 1921’den
1992’ye kadar Gürcistanda Gürcüce eğitim veren kaç tane okul vardı? 1938’e
kadar Abazaca- Abhazca Latin alfabesiyle yazılıyordu. 1938’den 1954’e kadar Abhazca niçin Gürcü
alfabesiyle yazıldı? Ve yine Abhazca neden 1954’den günümüze kadar Kiril
alfabesiyle yazılıyor? Kremlin iktidarı, bu siyasetiyle neyi amaçlıyordu? Siz
bu konuya ilişkin ne düşünüyorsunuz?
Givi
G. Karçava: Gürcüce ve Ermenice, Sovyet dönemine kadar, 15 yüzyıl boyunca Gürcü ve Ermeni alfabesiyle yazılıyordu.
Sovyet
döneminde bu diller hangi alfabeyle yazılacaktı ki? Bu dillerin çok eski yazı
gelenekleri vardı. Kendi
alfabeleri vardı. Bu sebeple de Gürcüce, Gürcü alfabesiyle ve Ermenice de
Ermeni alfabesiyle yazıldı. Sovyet
Yönetimi, yazı geleneği fazla olmayan veya hiç olmayan halklara yeni alfabeler
hazırladı. Bana sorarsanız, bir dil yazılı edebiyatına başlıyorsa, hangi
alfabenin o halkın dili için uygun olduğuna dilbilimciler ve halk beraber
kararlaştıracak. Bir dil için hangi alfabenin uygun olduğunu dilbilimciler
bilir. O halk da bir
veya ikinci bir alfabeyle yazma pratiğine sahiptir; o alfabeye alışkındır. Sovyetler dönemindeki bazı
dilbilimciler, yazılı edebiyatları yeni oluşturulacak sayıca az halkların
alfabelerini seçerken objektif bakış açısıyla hareket ettiler. Ancak bazı
dilbilimciler, siyasî bakış açısıyla hareket ettiler. Yazılı edebiyatı
oluşturulacak bir dilin hangi kültürün, hangi kültürel konjönktürün içinde olduğuna da
bakılarak o dilin yazı sistemi oluşturuldu. Örnek vereyim: Dilbilimciler,
Çeçencenin yazılmasında bugüne kadar üç alfabe kullandığını biliyorlardı: Arap alfabesi, Latin alfabesi ve Kiril alfabesi. Ancak Çeçenistanda 2020’nin Kasım’ında, bir
caminin altındaki yığıntılar arasında
eski bir taş bulundu. Bu taşın üzerinde eski Gürcü
alfabesi Asamtavruli ile Çeçence bir şeyler yazıyordu. Bu metnin dili Çeçence
fakat yazıldığı alfabe eski Gürcü alfabesiydi. Bu örnek bize ne söylüyor? Çeçenler, Hıristiyan
oldukları dönemde dinî metinleri yazmak için Gürcü-Asomtavruli alfabesini
kullanıyorlardı. Ancak sonra Çeçenler Müslüman oldular ve onun için de
dinî metinlerde Arap
Alfabesini kullandılar. Sovyet̆
iktidarı gelince de Çeçen yazılı edebiyatını oluşturmak için Kiril alfabesinin
kullanılmasına kararı verildi. Çeçence için Kiril alfabesini
hazırladılar. Abhaz
alfabesi için ne diyeyim:
Benim
bildiğim, 1938’de bütün Sovyetlerde bir kanun çıktı. Bu kanun, bir özerklik
içinde yaşayan küçük dillerin yazılmasında, bağlı bulundukları o cumhuriyetin devlet dilinin yazılmasında
kullanılan alfabenin kullanılmasına ilişkindi. Bu çerçevede de, Gürcistanda
devlet dili Gürcücenin yazılmasında Gürcü alfabesi kullanıldığı için,
Gürcistana bağlı özerk cumhuriyette konuşulan Abhazcanın yazılmasında da Gürcü
alfabesi hazırlanmaya başlandı. Bu proje; Akaki Şanidze, Simon Canaşia ile Abhaz tarafından Dimitri Gulia ve çevresindekilerin projesiydi. Gürcü alfabesi temelli
Abhaz alfabesi böyle oluştu. Dimitri Gulia, Simon Canaşia ve Akaki Şanidze,
ortak
bir proje ortaya koydular ve kullanmaya
başladılar. 1954’den
itibaren de, Dimitri Gulia’nın, kendisi ve Gürcü Papaz, Davit Maç̆avariani’nin 1892’de beraber
hazırladıkları Kiril alfabesi temelli Abhaz alfabesine dönüldü. Abhazcanın 1938’den itibaren Gürcü alfabesi temelli Abhaz
alfabesiyle yazılması emrini Lavrenti Berianın verdiği ve o ölene kadar
Abhazların o alfabeyi kullanmaya zorlandığı da söyleniyor. Okullara ilişkin bir
bilgim yok; bir şey söyleyemem. Ancak bugün Gürcistandaki mevcut okulların
çoğunun Sovyet döneminde açıldığını söyleyebilirim. Sovyet dönemine kadar
Gürcistanda o kadar okul yoktu. 1918-1921 arasında Gürcistan Demokratik Cumhuriyeti, nasıl okul
açacaktı ki, gece- gündüz dış ve iç sorunlarla uğraşıyordu.
Ali
İhsan Aksamaz: Çok eski tarih bir yandan çok önemli
öte yandan da o kadar da önemli değil. Ben böyle biliyorum ve böyle
söyleyebilirim. Bu, belki de çelişkili bir durum. Ne diyeyim?! Doğrusunu
söylersem, yine de tarih önemli; böyle biliyorum. Şimdi size bir sorum var:
Doğrusunu söylersem, bu soruyu şimdiye kadar Türkiyedeki birçok Çveneburi/
Gürcü aydınına da birkaç defa sordum. Ancak onlar bana cevap vermedi. Niçin,
bilmiyorum. Şimdi o soruyu size sorayım: “Kartvel”, bu terim ne zaman ortaya
çıktı?
Givi
G. Karçava: Ben tarih alanında profesyonel bir kişi değilim. Kendim için okuyorum ve bazı şeyleri de
duymuşluğum var. “Kartvel”, geç zamanda ortaya çıkan bir etnonim. Düşünüyorum
ki, bu, Gürcistanının merkezî vilayeti Kartli’den ve Kartli milletinden geliyor. “Kartveli” ve “Sakartvelo“ 10. yüzyıldan sonra, belki de 11- 12. yüzyıllarda ortaya çıkıyor ve oradan da
bugüne kadar geliyor.
Ali
ihsan Aksamaz: Türk Anayasasının 66. maddesine göre,
Türkiye Cumhuriyetinin her vatandaşı Türktür. Bu tarif etnik değil,
vatandaşlığın siyasî tarifitir. Türk devleti önceden diğer anadillerini
tanımıyordu. Şimdi öyle değil. Yeterli veya değil, Türk okullarında diğer
anadilleri de seçmeli ders oldu.
Gürcistanda da vatandaşlık aynı şekilde mi? Gürcistanın her vatandaşı
“Kartvel” olarak mı adlandırılıyor? Biliyorsunuz, Gürcistanda Ermeniler,
Azerbaycan Türkleri, Süryaniler, Abhaz- Abazalar da yaşıyor. Onlar da “Kartvel”
olarak mı adlandırılıyor? Yoksa yalnızca
Laz, Megrel, Svan ve Gürcüler mi
“Kartvel” olarak adlandırılıyor? Gürcistanın; Abhazcayı, Ermeniceyi, Süryaniceyi,
Azeri Türkçesini tanıdığını biliyorum.
Bu anadillerini konuşan Gürcistan vatandaşlarının bazı kültürel hakları olduğunu
biliyorum. Gürcistan devleti; Megrelce, Lazca do Svancaya da kültürel haklar
verir mi? Ümidiniz var mı? Siz ne düşünüyorsunuz?
Givi
G. Karçava: Gürcistandaki vatandaşlık sizdeki gibi
değil. Sovyet
yönetiminden 1999’a (ya da 2000’e
kadar
olan vatandaşlık durumunu şimdi bu tarihi iyi hatırlamıyorum) herkesin pasaportuna etnisitesi
yazılıyordu. Ermeninin pasaportuna Ermeni yazılıyordu. Azerinin pasaportuna Azeri
yazılıyordu. Böyledi. Sonra bunu kaldırdılar. Şimdi pasaportta yalnızca “Gürcistan vatandaşı”
yazıyor. Bu kanununa ilişkin şöyle denildi: Devletin vatandaşları içinde
farklı etnisitelerden insanlar olur. Ancak hepimiz aynı devletin
vatandaşlarıyız. Bana sorarsanız, bu normal bir kanun. Bu uygulamada yanlış bir şey yok.
Sen Ermeniysen, ol, Gürcistan vatandaşısın. Bu
gerçek. Türkiye gibi, ‘burada yaşayan herkes
Türktür’ gibi, “Gürcistanda yaşayan herkes Kartveldir” diye bir uygulama Gürcüstan
vatandaşları arasında iyi karşılanmazdı .
20 yıldan fazladır bu kanuna
Gürcü milliyetçileri karşı çıkıyor: ‘Pasaportlardan etnisitemizi niye
çıkardılar. Gürcü olduğumuzu neden yazmıyorlar. Eski uygulamaya dönelim, öyle
yazdıralım,’ diye karşı çıkıyorlar.
Gürcistanın bütün
vatandaşları değil, yalnızca Gürcüler, Lazlar, Megreller, Svanlar ve Batslar/ Tuşlar “Kartvel” olarak
adlandırılıyor. Gürcistanın diğer milliyetlerden halkları bunu kabul etmiyor ve
“Kartvel”
olmadıklarını söylüyorlar. Neyseler onu söylüyorlar. Dolayısıyla da Ermeni “Kartvel”dir, Abhaz “Kartvel”dir, Azeri “Kartvel”dir diye kimse kabul etmiyor.
Gürcistan Anayasasında
iki dil, resmî devlet
dili sayılıyor: Gürcüce
ve (Abhazya topraklarında) Abhazca.
Diğerlerinin; Ermenilerin,
Azerilerin ve Osetlerin Anadili hakları var: Anadillerinde gazeteler, okullar, tiyatrolar, devlet televizyonunda
programlar var.
Ancak Gürcistanda Megrelce,
Svanca, Lazcanın hiçbir kültürel
hakkı yok. Yani, devlet; Megrelce, Svanca ve
Lazca gazete çıkarmaya,
radyoya, tiyatroya, okula, televizyonu destek vermiyor.
Megrelce, Svanca ve Lazca bir şeyler yapıyorsan, bunu kendi imkânlarınla
yapacaksın. Devlet
yalnızca Megrelce, Svanca ve Lazca akademik çalışmaları destekliyor.
Ancak, önceden de
söyledim, şimdi de söylüyorum: Zaman geçiyor, insanlar değişiyor. Gürcistanda
da yeni nesil geliyor. Onların bu konulardaki düşüncesi değişiyor. Bugün yalnızca
Megrellerden değil, Gürcülerden de insanlar tanıyorum. Megrelce, Svanca, Lazcaya resmî statü
verilmesi ve okullarda bu dillerin derslerinin okutulması için onlar da bizi
destekliyor. Çıkıyorlar ve devlete baskı yapıyorlar: ‘Bu diller kayboluyor. Bu
dillerin kaybolmaması için bir şeyler yapalım,’ diyorlar. 15-
20 yıl
önce ben bu konularda çok karamsardım. Çünkü 15- 20 yıl önce böyle insanlar
Gürcistanda yoktu. Bugün, yarınki günlerimize daha umutla bakıyorum.
Ali
İhsan Aksamaz: “Migrel/ Mingrel/ Megrel/ Margali”, bu
terim nereden geliyor? Nereden ortaya çıktı? ‘Orgu/ ekmek’den geldiğini duydum.
Öyle mi?! ‘Megrel de/ Margali de’,
‘eken’den/ ‘ekici’den geliyor diye
duydum. Öyle mi? ‘Ma- rg(-v)ali’, ‘ekici’den geliyor, öyle mi?
Givi
G. Karçava: ‘Margali’nin/ ‘Megrel’in ‘ekmek’ten
geldiği söylemek çok ilkel bir etimoloji yaklaşımı. ‘Margali’, ‘Egrisi’den geliyor. ‘Margali’nin Gürcüce karşılığı ‘M-egr-el-i’, ‘Egr-is’te yaşayan ve bu kelime ‘Egr-i’ milletini işaret ediyor. ‘Margali’nin de aynı şekilde olduğunu düşünüyorum: ‘M-arg-al-i’. Yani, ‘Arg-is’te yaşayanlar. Eski zamanlarda Megreller/ Margallar topraklarına ‘Arg-‘ dedilerse, ‘M-arg-al-i’, yüzde yüz oradan geliyor. Abhazlar bugün bile, biz Megrellere/ Margallara ‘агыруа || Aгруа(Agჷrua || Agrua)’ diyorlar. Ermeniler, ‘Egrisi’ye ‘եգեր (Eger)’ diyorlarmış ve ‘Egrisi’de yaşayan Margal-Lazların ataları da “sեգերաց (Egeraʒ)”. Yani, ‘M-egr-el-i’/ ‘M-arg-al-i’, ‘Agrua’ ve ‘Eger-aʒ’ın semantiği aynı. Bütün bu tanımlamalar aynı yapıya sahipler. Svanlar, Megrel’e/ Marga’la ‘imızan’ diyorlar. Megrellere/ Margallara ‘Zanar’, Megrelceye de ‘Luznu’ diyorlar. Dilbilimciler de, bu adı buradan aldılar ve Lazca ile Megrelce
için aynı varsayımsal adı kullandılar: “Zanuri”.
Ali
ihsan Aksamaz: En büyük Gürcüce sözlükte “Kartvelist”
diye bir kelime var mı? Varsa bu kelime bize neyi anlatıyor? Bu kelime nereden
kaynaklanmış? Megrelce, Lazca, Svanca ve Gürcü için “Kartveluri nenape/
Kartvelgil dilleri” terimini kullanmak uygun mu? Uygunsa, neden, uygun değilse,
neden? Siz ne düşünüyorsunuz?
Givi
G. Karçava: “Kartvelist”
diye bir kelime Gürcüce hiçbir sözlükte yer almaz. Gürcücede böyle bir kelime
yok. Ben, bu kelimeyi, Türkiyedeki Laz aydınlarının uydurduğunu biliyorum.
“Kartveluri nenape/ Kartvelgil
Dilleri”ne ilişkin ne diyeyim - hoşumuza gitsin veya gitmesin, bu
ifade günümüzde artık akademik bir terim.
Yalnızca
Gürcistanda değil, dünyanın dilbilimcileri, bu ifadeyi
kullanıyor. “Kartvelologia”
(“Kartvelology”, “Kartvelian Studies”) diye dilbilimsel bir disiplin de var. Amerikanın, Avrupanın, Asyanın
üniversitelerinde ve diğer üniversitelerde
böyle fakülteler var ve oralarda
Gürcüce, Megrelce, Lazca ve Svanca öğretiliyor.
“Kartveluri nenape/ Kartvelgil
dilleri” tarifini kullanmak doğru mu, değil mi? Bu zor bir soru. Bana sorarsanız, Megrel ve Megrelce, Laz ve Lazca veya Svan ve Svanca terimi “Kartvel” teriminden çok daha eski. “Kartvel” kelimesi ortaya
çıkana kadar o terimler kullanılıyordu.
Bu
halklar ve dilleri yukarıda dediğim şekilde adlandırılıyordu. Ancak sıra, bu dillerin sınıflandırmasına ve
adlandırılmasına gelince, dilbilimi bir karar verecekti. O dönemde, Gürcüce,
Megrelce, Lazca ve Svancanın dil ailesinin adlandırılmasına ilişkin birçok
alternatif vardı: “Yafetik Diller”, “Güney Kafkasya
Dilleri”, “Gürcüceye
Akraba Diller”, “İber-Kafkas Dilleri”, Paleo-Kafkas Dilleri” ve diğerleri. Bunların içinden “Kartveluri nenape/ Kartvelgil
dilleri” terimi bu dört dil için en uygun bulundu. Akraba bu dört halka ortak
ad olarak “Kartvel”
denildiği için, bu akraba dört dile de
“Kartveluri
nenape/
Kartvelgil Dilleri” denildi. Bu terimleri bazıları beğeniyor, bazıları
beğenmiyor. Bugün bu böyle. Ben, bu soruyu bana sormanızın sebebini anlıyorum.
Laz aydınlarınının bu terimlerin kullanılmasına karşı çıkmalarını da iyi
anlıyorum. “Kartveluri nenape/ Kartvelgil
dilleri” terimini kullanmamalarını da anlıyorum. Ancak ben, konuyu olduğu gibi
söylüyorum. Bugün bu akademik bir terim. Meselâ, “Türkik Diller” terimi de
öyle. Çoğu kişi bu terime karşı çıkıyor. “Biz Türk değiliz. Neden bizim
dilimizi bu şekilde adlandırıyorlar,” diyen ve benim tanıdığım Özbekler, Kazaklar, Nogaylar, Kalmuklar ve diğer
kimseler var ve bu tarife karşı çıkıyorlar.
Yalnızca
bu dil ailelerinin adlandırılmasında değil, diğer dil ailelerinin
adlandırılmasında da benzer durumlar söz konusu. Meselâ
Danimarkaca ve İskoççaya ilişkin de duyduklarım var. Dil
ailelerinin Germanik olarak anılmasına karşı çıkıyorlar. Myanmarlılar/Birmanlar ve Tibetliler
de,
dil ailelerine “Çin-Tibet dil ailesi”
denilmesine karşı çıkıyorlar. Öyle duydum. Dolayısıyla da
söyleyeceğim, bu adlandırma yalnızca bizim sorunumuz değil, dünyanın her
yerinde bu sorun mevcut. Bu sorunu halletmenin yolları da var. Dünyanın dibilimcileri
oturacak ve konuşacaklar. Ortaya konulan karşı çıkışları ve
delilleri önemli
ve doğru bulurlarsa, bu alanlarda gerekli değişiklikleri yapacaklar. Neden
olmasın?!
Ali
İhsan Aksamaz: Şimdi de Kâzım Koyuncudan bahsedelim.
Kâzım Koyuncu hem Türkiye hem de Gürcistan halkları için çok önemli bir kültür
köprüsüydü. Şimdi de öyle. 33 yaşındaydı, daha çok gençti; Kötü hastalıktan vefât etti. Allah rahmet etsin! Kâzım Koyuncu, kısa
yaşadı ancak Lazların, Megrellerin, Gürcülerin ve bütün halkların kardeşliği
için çok iyi çalışmalar yaptı. Sevgi diliyle güzel mesajlar verdi. Ben böyle
biliyorum. Siz de Kâzım Koyuncunun cenaze merasimine katıldınız. Öyle
biliyorum. Hem Kâzım Koyuncunun misyonu hem de cenaze merasimine ilişkin neler
söyleyebilirsiniz?
Givi
G. Karçava: Kâzımımız için o kadar çok şey söylendi, o kadar çok
şey yazıldı ki, ben fazla bir şey söyleyemem. Kâzım, yalnızca bir şarkıcı değildi. Kâzım, kültür devrimi yapan bir insandı. Lazların uyanmasına büyük
katkısı olan bir insandı. Kâzım, Memedali Barış Beşli ile beraber, önce köylerde yaşlılarınn söyledikleri
ve artık unutuluyor olan Lazca
şarkıları toparladılar, can ve hayat verdiler. Gençlerin hoşlandığı rock ve pop tarzıyla onlara
hitap ettiler. Milleti
kültürlerine
döndürdüler. Kâzım, büyük bir sembol. Barışın, kültürel çeşitliliğin,
dilin güzelliğinin, kimlik devriminin bir sembolü. Kâzım ölmeseydi, daha da büyük işler
yapacaktı, ben
böyle inanıyorum.
Kâzım Koyuncunun cenazesindeydim. O zaman 21 yaşında bir çocuktum. Harbiye ve Taksimden cenazesi geçerken, dükkânların hoparlörlerini dışarıya
çevirip de Megrelce şarkılarını
çaldıklarını görünce şok oldum. Binlerce insan dışarı çıktı. Kâzımı milletin nasıl seviyor
olduğunu görünce, Kâzımın değerini o zaman daha fazla
anladım. https://www.youtube.com/watch?v=ze5skz3cp-A
https://www.youtube.com/watch?v=qRJaL2un6pU
Ali
İhsan Aksamaz: 1990’lı yılların sonuna kadar buradaki
Laz aydınlarının Helimişi Hasanın varlığından, hayatından ve çalışmalarından
haberleri yoktu. Karşıki Sarpın büyükleri buradaki Lazlara, Helimişi Hasanı
tanıttılar. Helimişi Hasan neden önemli?
Givi
G. Karçava: Lazca yazan her insan
önemli. Ancak Hasan Helimişi, Türkiyeden Gürcistana kaçıp
geldiği, yerleştiği ve burada da çok acılar çektiği için de önemli. Yine de
kültürü için durmadan çalıştığı için önemli. O zaman Türkiyede yeni
uyanan Laz
hareketi, Lazca şiirlerini, tiyatro eserini, tablolarını; böyle bir hazineyi başka bir ülkede
bulunca, tabii çok kıymet verdi. Diğer yandan Hasanın Lazcası çok güzel. Güzel Lazcayla Lazların hayatını
bizlere anlatıyor. Bana sorarsanız, Lazların hayatını
bugüne kadar o derece güzel kimse anlatamadı. Tabloları da çok değerli.
Tablolarıyla da Lazların hayatlarını olduğu gibi bize aktarıyor.
Ali
İhsan Aksamaz: Siz de biliyorsunuz, Stalin iktidarı Helimişi Hasanı iki defa sürdü. Ancak
Helimişi Hasan, Kruşçef için kötü, Stalin için iyi şeyler yazıyor. Böyle bir
şiiri de var. Neden? Siz ne düşünüyorsunuz?
Givi
G. Karçava: Doğrusunu söyleyeyim, o şiiri bilmiyorum. Belki okumuşluğum vardır. Helimişinin kitabı, “Mu p̆at e skiri/ Ne yapalım evlât”; 2006’da yayınlanınca aldım ve baştan sona okudum. Ancak kitaptaki her
şiiri şimdi hatırlamıyorum. Öyle bir
şiiri olsa da, şaşırmam. Çünkü Stalin
iktidarında farklı yerlere sürdükleri, acı çektirdiği insanlar yine de Staline övgüler düzdü. Böyle insanlar çok fazla. Bunun
sebebini çok kolay açıklayabiliriz. Stalininin Bolşeviki rejimi, insanların canını çıkartıyordu, ayaklar altında
eziyordu, acı çektiriyordu. İnsanlar
korkuyordu, ‘bari canımızı kurtaralım’ diye böylece sisteme dalkavukluk
ediyorlardı. Sovyetler zamanında yaşayan ve böyle yapan çok fazla şair
ve yazar biliniyor. Bugün bu insanlara, bazıları ‘neden korkuyorlardı, sisteme
karşı neden çıkmadılar’ diye eleştiri yöneltiyor. Nasıl yapacaklardı? Ben, ölümden korkmayan insan tanımıyorum. Şimdi
onlara o eleştirileri yöneltenler, onların yerinde olsaydılar, onların ne
yapacağını şimdi kimse bilmez.
Kruşçefe niçin ve nasıl hakaret ediyor, bilmiyorum. Ancak Gürcistanda
Kruşçefi sevmediklerini biliyorum. 1961’de Tifliste Kruşçefi öldürmek maksadıyla terörist bir eylem hazırlandı. Ancak KGB zamanında duydu ve
eylemcileri yakaladı. Kruşçef
de Gürcistanı ve halkını sevmiyordu, tabii. Helimişinin de benzer bir sebebi olacak ki, hakaret etmiş olsun. Ben böyle inanıyorum. Ancak ben o işin sebebini ayrıntısıyla bilmiyorum.
Ali
İhsan Aksamaz: Siz yine sorayım; bir şiir var: “Lazım,
Laz- Kartveli, Ç̆ani!” Bu Helimişi Hasanın şiiri mi? Yoksa ölümünden sonra,
onun adıyla mı yazılmış?
Givi
G. Karçava: Helimişinin şiirine ilişkin ne diyeyim.
Buradakiler, o şiiri gerçekten de Helimişinin yazdığını söylüyorlar. Oradaki
Lazlarsa, ‘öyle bir şeyi Helimişi yazmazdı, uydurmadır’ diyorlar. Bu, bana
spekülâsyon geliyor. Helimişi, neyi yazacaktı, neyi yazmayacaktı, biz onu bilemeyiz.
Onu yalnızca rahmetli Hasan bilir. Bu konuyu halletmenin bir yolu var.
Helimişinin yazdığı kâğıtlar mevcut. Oraya baksınlar görecekler. Bununla da
spekülâsyon bitmiş olur.
Ali
İhsan Aksamaz: Eski zaman Lazlarının çok eski ve güzel
bir sözleri var: “Dünün güneşiyle bugünün çamaşırı kurutulmaz!” Ancak ben yine
de size sorayım da, siz de kısa kısa cevap verin. Biraz da İsak̆i Jvania ve
İskender Tzitaşiden, onların kültürel çalışmalarından bahsedin, lütfen!
Givi
G. Karçava: İskender Tzitaşi ve İsak̆i Jvania, Laz
ve Megrel dillerinin tarihinde ağırlığı olan insanlar. İskender Tzitaşi,
Lazcanın gelişmeşi, köy dili durumundan çıkıp modern- standart bir kent dili
durumuna getirmek için çok büyük bir iş yaptı. İsak̆i Jvania için de böyle bir
şey söyleyebiliriz; 1930’lu yıllarda Megrelceyi basın yoluyla halka ulaştırdı,
dilin standart bir hale getirilmesi için çok çalıştı. İsak̆i Jvania’nın yanı
sıra Bolşeviklerle benim bir davam var. Bolşevikler ve onların yaptıkları işler
insanlık adına fenama gidiyor. 1918-1921 yılları arasında Gürcistanın birinci
Sosyal-demokrat Cumhuriyeti vücut buldu. O kadar demokrat bir devletti ki,
bugünkü bazı Avrupa devletlerinin bile o kadar demokratik anayasa ve kanunları yoktu. Bu devleti,
Megreller de kurdu ve bu devlet için Megreller de savaştı. Meselâ, Daniel
Pipia, benim için en büyük şair, Sosyal-demokrat Cumhuriyet için Bolşevik
Rusyaya karşı diğerleriyle birlikte devrim yapıyordu. Daniel Pipiayı da
öldürdüler. Mezarının yerinin nerede olduğu bugün bile bilmiyoruz. Dediğim
gibi, bu gerçekten de demokratik, halkın devletiydi. Bu devletteki Megrelce
yayın hakkına ilişkin size bir bilgi daha vereceğim. Bu devlet 1918’de kuruldu.
O zamanlar bir grup vardı, Megrellerin kültürel grubu; “Mapalu” adını
taşıyordu. Birisi, o zamanın gazetelerinde “Mapalu“ya karşı bir makale yazdı. Onlara,
Megrel dilinin hakları için çalıştıklar için, ‘bunlar ayrılıkçı’ diye suç attı.
1919 yılındaki Demokratik Gürcistan Cumhuriyetinin adliyesi, bir duruşma yaptı
ve “Mapalu”nun Megrelce için yaptığı
çalışmaların ayrılıkçılık olmadığını ilân etti ve “Mapalu” grubuna isnat
edilmek istenen suçu reddetti. Her açıdan, her bakımdan çok demokratik ve güzel
olan bu devleti 1921’in 25
Şubatında (100 yıl önce) Bolşevik Rusya işgalle
ele geçirdi ve çok insanı öldürdü. Rus Bolşeviklere yerli Bolşevikler de destek
oluyordu ve onlardan biri de İsak̆i Jvania idi. Demokratik devlete karşı
partizanlık yapıyordu. Bu durum, İsak̆i Jvanianın biyografisinde hiç
temizlenmeyecek bir leke. Bolşevik iktidar onu, kendi işleri için önce iyice
kullandı. 1937’de de gerçek bir Bolşevik olan bu insanı ‘sağcıların terörist
çetesinde gizlice çalışıyor’ diye yakaladılar ve öldürdüler. Bolşevizmi buydu
işte. İnsanları kullanıyor, sonra da öldürüyordu. Ancak, dediğim gibi, bu
İsak̆i Jvanianın siyasî tarafı; bir şey yapamayız, ancak Megrelce için yaptıkları
açısından değeri benim için fazladır. Büyük bir iş yaptı ve bize büyük bir
miras bıraktı.
Ali
İhsan Aksamaz: Şimdi de size Gürcistan Demokratik
Cumhuriyetine ilişkin sorularım var. Gürcistan
Demokratik Cumhuriyeti yaşasaydı, Megrellere de, Lazlara da, Svanlara da,
Abhazlara da ve diğer halklara da
anadilleriyle kültürel otonomi verecekti, öyle mi?! Gürcistan Demokratik
Cumhuriyetinin toprağı nerede başlıyor ve nerede bitiyordu? Gürcistan
Demokratik Cumhuriyetini hangi devletler tanıdı?
Givi
G. Karçava: Gürcistan
Demokratik Cumhuriyeti yaşasaydı, kime ne vereceğini şimdi kimse bilmez. Yaşamayan bir devlet ve yapılmamış işler konusunda spekülâsyon yapamam. Ancak bu devlet gerçekten de demokratik bir devletti, bugünkü Batı Avrupada olan devletler gibi. Devletin 1921 anayasası gibi demokratik bir anayasa şimdi de çoğu
devlette yok. Mesalâ, bu anayasanın 129. maddesi şöyle diyordu: “Herkes anadiliyle yazma, konuşma ve yayın
hakkına sahiptir”. Bunun
dışında, anadili konusunda çok şey söylüyordu 1921 anayasası ve insanlara geniş
ve büyük haklar veriyordu. Dediğim gibi, 1919’da Gürcistan
Demokratik Cumhuriyeti adliyesi bir duruşma yaptı ve Megrellerin kültürel grubu
“Mapalu”ya ilişkin, “bu grubun yaptığı
kültürel çalışmalar devlet için zararlı ve tehlikeli değildir” diye bir karar
verdi: “Bu, örgütlenme ve gösteri hakkıydı”. Bu da, bize o
cumhuriyetin ruhunu gösteren önemli bir örnek.
Abhazların, Gürcistan Demokratik Cumhuriyeti içinde otonomileri vardı. Önce, Bolşevik Abhazların bir grubu, ‘biz bu devletin dışında kalacağız’ diyerek bu devlete karşı silaha sarıldılar. Ancak Gürcistan Demokratik Cumhuriyeti, onları yendi
ve kaçırttı. Ancak otonomi konusunda “hayır” demişliği
yok. 1920’de Abhazlara geniş otonomi verdiler. Abhazların dışında
“Zakatalaşi Okrugu”nda, Hıristiyan ve Müslüman Gürcüler yaşıyor, etnografik adı “Hereti” ve “Saingilo” olan bölgede, bunların da otonomisi vardı. Bu toprağı Stalin, Azerbaycana verdi
ve bugün Azerbaycanın sınırları içinde. Bugün burada yaşayan halkların (Gürcüler, Avarlar, Tsakhurlar, Tabasaranlar, Udiler, Lekler ve diğerlerinin) otonomisi yok. Yine bir otonomi daha vardı: Müslüman Gürcistan (Samuslimano Sakartvelo). Bunun içinde Mesheti, Aç̆ara, bugünkü Artvin, Kars ve Ardahan ile Lazistanın bir bölümü yer alıyordu. O dönemde sonraki günlerde neyin ve nasıl olacağını
kimse bilmez. Bu devlet
üç yıl yaşadı, sonra Bolşevik Rusyanın işgaliyle son buldu; sosyal-
demokrat hükümet sürüldü, kalanlar
hapishanelere dolduruldu veya öldürüldü. Böylece de bu yeni devlet ortadan kaldırıldı. Ancak, bana sorarsanız, bu devlet yaşasaydı, devletin içindeki diller ve kültürler açısından daha iyi bir
durumun olacağına inanıyorum.
Devletin toprağı, haritada
görebildiğiniz gibiydi. Yani, Milletler Cemiyeti, bu haritada olduğu gibi Gürcistanı tanıdı. Ancak, Gürcistan Demokratik Cumhuriyetinin sınırları
konusunda, kimin ne iddia ve davası olduğuna ve sınırlarının nerede başlayıp ve
nerede bittiğine dair ayrıntılı bilgi çoğu kitap ve makalede mevcut. 1921’de bu devlet ortadan kaldırıldıktan sonra, Bolşevikler, haritada görülen toprakların çoğunu Ermenistana, Azerbaycana, Turkiyeye ve Rusyaya
bölüştürdüler. Gürcistanı, bugün biliyor olduğumuz sınırlar içinde
bıraktılar.
Ali
İhsan Aksamaz: 1918’den 1921’e kadar, Gürcistan
Demokratik Cumhuriyetinin bir bayrağı vardı. Bu bayrak 1990’dan 2004’e kadar da
kullanıldı. Öyle biliyorum. Bu bayrağı ilk olarak Leninin Bolşevik iktidarı
değiştirdi, sonra da Saakaşvili iktidarı. Böyle biliyorum. Neden?
Givi
G. Karçava: Bayrak konusu şöyle: 1918’de İak̆ob Nikoladze ve İoseb Şarlemanın dizaynıyla Gürcistan Demokratik Cumhuriyetinin bayrağı çizildi ve teşkil edilmiş oldu. 1921’de Gürcistan
devleti, Bolşeviklerin eliyle ortadan kaldırılınca, Bolşevikler,
S.S.C.B. içindeki devletlerin ve
halkların millî sembollerini yasakladı ve her cumhuriyete yeni
bayraklar yaptı. 1991’de S.S.C.B. yıkıldıktan ve Gürcistan yine bağımsız
olduktan sonra, 1918-1921 bayrağı yeniden kullanıldı. 2003’teki “Gül Devrimi”nden sonra, Saakaşvili hükümeti, “biz yeni bir formasyondaki bir devletiz, bize
yeni semboller gerekiyor,” dedi. Böylece de, çok eski ve tarihî bir bayrağı seçtiler. Şimdiki bu
bayrak, Ancelino Dulçerinin 1339 yılına ait haritasında ve Prançesk̆o do Domenik̆o Pitziganilerin 1367 yılına ait haritasında yer alan Gürcistan Kırallığına ait. Benim bu konuda bildiğim bu kadar.
Ali
İhsan Aksamaz: Ben
tarih öğretmeni değilim ancak tarihten yeterince bilgim var. Bir
halkın tarihi yalnızca o halkın tarihi değil, başkalarının da tarihidir.
Başkalarının tarihi de o halkın tarihidir. Biraz uzun olacak, beni bağışlayın!
Siz de biliyorsunuz, (1914- 1918) Birinci Büyük Savaş sırasında, büyük
devletler iki düşman paktın içindeydi: Büyük Britanya, Çarlık Rusyası, Fransa
ve İtalya ilk paktın içindeydi. Almanya İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan ve
Osmanlı Devleti de ikinci paktın içindeydi. Çok kanlı bir savaştı. Milyonlarca
insan öldü. Farklı sebeplerden Çarlık Rusyası
Milleti ayaklandı. Sonunda da 1917-Şubat Devrimiyle Çarlık Rusyası yıkıldı.
Kerenski, iktidara geldi. Kerenski iktidarı da, çarlık iktidarının savaş
politikalarını devam ettirdi; halk da, askerler de bu durumdan hiç memnun
değildi. Millet aç, susuz ve hastaydı. İnsanlar sürekli ölüyordu. Rus
Devletinin otoritesi yoktu. Her alanda kaos çıktı. O sırada Lenin sürgündeydi;
İsviçrede yaşıyordu. Lenin, Barış politikalarını destekliyordu. Leninin barış
programı vardı. “Hele, bir vatanıma gideyim, milletim açlık, susuzluk,
hastalıktan; vatanım da savaştan kurtulsun. Biz Rusyada iktidara gelince, bu
savaştan çıkacağız,” diyordu Lenin. Hergün böyle yazıyor ve böyle de
konuşuyordu. Savaş zamanıydı. Bu sebeple de bir yerden diğerine gitmek
imkânsızdı. Leninin, İsviçreden Rusyaya gidecek gücü yoktu. Almanya
İmparatorluğunun istihbarat elemanları, Lenine hiç belli etmeden onu izliyor ve
hakkındaki bilgileri de üstlerine iletiyorlardı. Almanya İmparatoru, barış
sözünü duyunca çok sevindi. Sonunda da Almanya İmparatorluğunun yardımıyla,
Lenin gizlice Rusyaya gitti. Ancak Leninin bu yardımdan hiç haberi yoktu.
Lenin, Ekim Devrimiyle iktidara geldi. Kerenski, Rusyadan kaçtı. Rusyada şimdi de iç savaş
çıkmıştı. Bu fırsatla, Kuzey Kafkasyada Kuzey Kafkasya Dağlı Halkları
Cumhuriyeti ve Güney Kafkasyada da Güney Kafkasya Demokratik Federal
Cumhuriyeti/ Güney Kaflasya Seymi kuruldu. Günümüz Rusya Federasyonunun cumhuriyetlerinden
Karaçay-Çerkesya, Kabardey-Balkarya, Çeçenistan, İnguşya, Kuzey Osetya ve
Dağıstan Kuzey Kafkasya Dağlı Halkları Cumhuriyeti içindeydi. Günümüzün Gürcistanı, Ermenistan ve Azerbaycan da
Güney Kafkasya Demokratik Cumhuriyetinin/ Güney Kafkasya Seyminin içindeydi.
Önce Güney Kafkasya Demokratik Federal Cumhuriyeti/ Güney Kafkasya Seymi
dağıldı. Sonuçta da üç devlet ortaya çıktı: Gürcistan Demokratik Cumhuriyeti,
Ermenistan Demokratik
Cumhuriyeti ve Azerbaycan Demokratik
Cumhuriyeti. Daha sonra yerli Bolşeviklerin yardımıyla da Moskovaya bağlı Kızıl
Ordu, Kuzey Kafkasyayı da, Güney Kafkasyayı da ele geçirdi. Lenin iktidarı ile
Mustafa Kemal Paşa iktidarı bugünkü sınırları çizdi. Lenin, dediği gibi yaptı.
Leninin jeopolitikadan haberi vardı. Mustafa Kemal Paşanın da jeopolitikten
haberi vardı; o da istediğini yaptı. Bunlar günümüzün gerçekleri. Kuzey
Kafkasya Dağlı Halkları Cumhuriyetini de, Güney Kafkasya Demokratik Federal
Cumhuriyetini de/ Güney Kafkasya Seymini de, sonraki Gürcistan Demokratik
Cumhuriyetini de, Ermenistan Demokratik
Cumhuriyetini de ve Azerbaycan Demokratik
Cumhuriyetini de uluslararası siyasî konjönktür yarattı. Ancak bu devletleri
Lenin ve Mustafa Kemal Paşa, el- ele vererek ortadan kaldırdılar. Bu da gerçek.
Çok uzun oldu, beni bağışlayın! Şimdi de size sorayım: Güney Kafkasya
Demokratik Federal Cumhuriyeti/ Güney Kafkasya Seymi neden dağıldı? Güney
Kafkasya Seymi yaşasaydı, bugünkü Kuzey ve Güney Kafkasya hangi durumda
olacaktı? Siz ne düşünüyorsunuz?
Givi
G. Karçava: Lenin ve Atatürkün, büyük jeopolitik işlerde rolü olduğunu
biliyoruz. Onlar da çeşitli
süreçlere müdahalede
bulunuyorlardı; bu daha gerçek. Ancak, bana sorarsanız, Güney Kafkasya devletlerini Lenin ve Atatürkün yarattığı ifadesi doğru değil.
Güney Kafkasya Seymi neden dağıldı? Ben, bu tarihi iyi biliyorum ve sebeplerini
de söyleyebilirim dersem,
bu
yalan olur. Bu
işlerin, arşivlerdeki belgelerinden haberdar uzmanları var. Bunlar benim alanım
değil. O kadarını bilmiyorum. Ancak bu konuya ilişkin bildiğim ve düşündüğüm
şu: Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistanın önde gelen partileri, 1917- Kızıl Devriminden sonra, Kızıl Rusyaya karşı birlikte
durmanın daha pragmatik bir davranış olacağını düşündüler. Dünyanın gözünde bu birlik etkili
olacaktı. Yalnızca Rusya değil, Türkiyenin de tarihsel Ermeni ve Gürcü topraklarında gözü vardı. Brest-Litovsk̆ antlaşmasıyla, Lenin; Kars, Batumi ve Ardahan vilâyetlerini Türkiyeye
verecekti ancak Güney Kafkasya komiserliğiyle karşılıklı
anlaşmış değildi; onlar bunu kabul
etmiyordu. Türkler
askerle girdi ve Batum, Mesheti ve Guriada durdu. Yani, bana sorarsanız, Güney Kafkasya Seyminin kuruluş
sebebi buydu. Neden dağıldı?
Çünkü
bu yapının daha büyük pragmatik, siyasî ve kültürel sebepleri yoktu. Meselâ, günümüzün Avrupa Birliği devletlerinin söz birliğine
vardıkları ve bu birlik içinde nasıl yaşayacakları gibi bir kararlılık
Kafkasyada yoktu. Güney Kafkasya devletleri, ‘beraber olalım’ diye birbirlerine
yanaştılar. ‘Yukarıda Rusya, aşağıda Türkiye bizi ezecek’ diye birlikte
durdular. Ancak bu sebep yeterli olmuyordu.
Kendi
aralarında da toprak paylaşımı konusunda anlaşmazlıkları vardı. Meselâ 1918’de Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan bağımsız olduktan
sonra, Ermenistan Gürcistan içinde Ermenilerin
yaşadığı toprakları alacağını söyleyerek Gürcistani işgale yeltendi; asker
gönderdi ancak yenildi ve dönüp gitti. Yine, aynı sebeple 1918-1920 arasında Azerbaycan ve Ermenistan büyük savaşa tutuştu.
Sonunda da Rusyanın Kızıl Ordusu geldi ve ikisinin de topraklarını ele geçirdi.
Ayrıca Güney Kafkasya Seymi içindeki bu üç devletin içinde milliyetçi
hareketler çok güçlüydü. Hepsi de ulusal bir devlet kurma sevdasındaydılar. O
sebeple de Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycanın büyük bir devlet içinde yan
yana yaşamaları hayaldi. Bana sorarsanız, Kafkasya devletlerinden bir devlet oluşturma
fikri hoşuma gitmiyor. Avrupa Topluluğu veya ona benzer bir şekilde siyasî
birlik olmaz. Herbirinin kendi eyaleti olacak, her biri kendi kültür ve dilini
koruyacak ve büyük komşularına ve onların çıkarlarına karşı bir şemsiye altında
dururlarsa, bu iyi olur. O zaman bu durum Kuzey Kafkasya halklarına da ümit
verecek. Kuzey Kafkasya
milletlerinin tek kurtuluş yolunun
Gürcistan
olduğunu düşünüyorum. Gürcistan,
güçlü ve demokratik bir devlet olursa, Avrupa Birliğine katılırsa, NATO askeri Gürcistana yerleşirse,
Kuzey Kafkasya halklarının da bağımsızlık şansı olur. İsterlerse, tabii.
İstemezlerse, bugünkü gibi Rusyanın
içinde olacaklar. Yalnızca
onların değil, bütün Kafkasya milletlerinin barışı, aralarındaki kavgaları
bitirmenin yolunun da bu olduğunu düşünüyorum. Rus
şemsiyesinden çıkmak, Rus oyunlarından kurtulmak
ve birbirleriyle diz- dize konuşmak. Kafkasya bölgesindeki anlaşmazlıklar yalnızca bir aktör
için, Rusya için iyidir. Bu bölgedeki
anlaşmazlıklar olduğu
sürece, bu
bölgenin devletleri ve halkları birbirlerini yediği sürece burada barış olmaz.
Barış olmayan yerde de,
ekonomi
gelişmez. Benim bu konuda söyleyebileceğim bu kadar.
Ali
İhsan Aksamaz: Siz de isterseniz, biraz da Nugzar Dzodzuadan
bize bahsedin, lütfen! 1989’dı, Nugzar Dzodzua, Abhazya televizyonunda,
Megrellerin dilini korumaya ilişkin bir konuşma yaptı. Ancak bizim bazı
akılsızlar ona reaksiyon gösterdiler. Biliyorsunuz, bu, Abhazya felâketinden
önceydi.
Givi
G. Karçava: Nugzar Dzodzuayı yıllar önce sizden duydum. O kişinin neler
dediğine ilişkin ben bir şey bilmiyorum. Video kaydını
göremedim. O kişiyi de tanımıyorum. Sağ mıdır, değil midir, onu da bilmiyorum. Dolayısıyla
da bilmediğim bir konuda bir şey söyleyemem. Bir yerlerde videosu varsa veya Abhazya televizyonuna çıktığı zaman yaptığı konuşmanın yazılı
kayıtları varsa, lütfen onları bana da gönderin de, benim de elimde olsun da
ben de okuyayım.
Ali
İhsan Aksamaz: Biraz da Gürcistanın Megrellerinden
bahsedelim, olur mu?! Gürcistanın hangi bölgelerinde yaşıyorlar? Evet,
Megreller Gürcistanın her kentinde yaşıyorlar. Bunu sormuyorum. Tarihsel ve
toplu olarak nerede yaşıyorlar? Bunu soruyorum? Lazlar da öyle. Lazlar da
Gürcistanın her kentinde yaşıyorlar. Öyle biliyorum. Ancak günümüzde Lazlar
Gürcistanın bir köyünde toplu olarak yaşıyorlar. Yalnızca karşıki Sarpta toplu
olarak yaşıyorlar. Çok yıllar önce, 150- 200 yıl önce diyeyim, buralı Lazlar,
şimdiki Abhazyaya, o zamanın Çarlık Rusyasının toprağına, para kazanmak için gidiyorlardı.
Öyle biliyorum. 19. yüzyılda buradan Abhazyaya gitmiş ve yerleşmiş göçmen işçi
Lazların 20. yüzyıl başındaki sayısı az değil, çoktu. Öyle biliyorum. Abhazya
Lazlarının orada köyleri de vardı. Lazların oradaki köylerine ilişkin bilginiz
var mı? Oradaki Lazların eski ve şimdiki nüfuslarına ilişkin de bilginiz var
mı? Oradaki Lazların soyadlarını biliyor musunuz? Stalin iktidarının yanlış
politikaları sebebiyle, Abhazyada çok Laz kalmamıştı. Oradan yine Türkiyeye
gelmiş Lazların Abhazyada toprak- ev- tarlaları vardı. O gelen Lazlardan
bazılarının ellerinde, Abhazyadaki toprak- ev- tarlalarına ait tapu- belgeler
hâlâ mevcut. Lütfen, Abhazya Lazlarına ilişkin de bilgi verin!
Givi
G. Karçava: Megreller, eski zamanlarda şimdikinden daha büyük topraklarda yaşıyorlardı. Bugünkü Batı Gürcistan ovası tamamen
Megrellerin yani,
Megrel
Lazlarındı. Bu
durumu, bu toprakların eski yer adları bize açıkça gösteriyor. Bugün artık oralarda Megreller
yaşamıyor, ancak köy, mahalle, nehir, tepe, tarla adları günümüzde
de Megrelce. Guria, İmereti ve Aç̆ara topraklarından
bahsediyorum. Bu vilâyetlerde bugüne kadar yaşayan Megrel- Lazca adlarından bazılarını sıralıyorum: Cixaişi, Didi Cixaişi, Qumuri, Dixaşxo, Oragve, Oragveti, Oxoce, Oçxamuri, K̆int̆rişi, Oğaskura, Çxenişi, Noğa, Obuci, Rondişi, K̆inçxa, K̆inçxaperdi, Lepilie, Suxça, K̆ont̆uati, Dobiro, Kvaqude, Oç̆opa, Onç̆eişi, Geguti, Opurçxeti, Opşk̆viti, Cimast̆aro, T̆qaçiri, Kvilişori, Gadidi, Oncoxeti, Ç̆qvişi, T̆obanieri, Mikeleponi, Sk̆anda, Ç̆anç̆ati, Ç̆inati, Ç̆anieti, Ç̆qonagora, Xacalia, Cixeti, Çkuni, Ompareti, Ormeti, Cixanciri, K̆vaç̆alati, Melekeduri, Žimiti, Cumati, Kakuti, Onç̆iketi, T̆obaxça, K̆vabğa, Zeniti, Ç̆axati, K̆ondidi, Sk̆ura, K̆irnati, Maradidi, Sk̆urdidi ve diğerleri. Hepsini şimdi hatırlayamıyorum.
Ancak burada yazdıklarım, bu bölgedeki yer adlarının yalnızca yüzde biri. Ancak bugün Megreller oralarda yaşamıyor. Megreller, yine Abhazyada yaşıyorlar. Abhaz milliyetçi ideolojisi, “Megreller bu topraklarda hiç
yoktu, onları buraya Lavrenti Beria yerleştirdi,” diyor. Bu yalan. Türkiyenin Lazları da bunu bilsin,
yalnızca Abhaz resmî propagandasına kulak
vermesinler. Lavrenti
Beria
döneminde Abhazyaya yerleşen
Megreller de var, tabii. Ancak Megreller tarih boyunca hep
Abhazyada Abhazlar ve Svanlarla beraber yaşıyorlardı. Abhazlar ve Svanlar
Abhazyanın yüksek kesimlerinde yaşıyorlardı; Abhazya ovası deniz
kıyılarında Megreller vardı.
1864-1867 yılları arasında Çarlık Rusyasının, Türkiyeye ve Suriyeye sürdüğü Abhazlar arasında Megreller de vardı. Bazıları Abhazlaşmış ve Müslümanlaşmış, bazıları da Abhazların köylerinde
yaşıyordu. Orada
Gürcüler de vardı, Lazlar da. Abhazyadan o zaman gelen muhacirlerin listeleri mevcut. Bu listelerden bazı Megrel, Gürcü ve Laz adlarını da size okuyacağım şimdi: Ç̆itanava, Lomia, K̆ik̆naže, Tintoğli, Lazoğli, Sabek̆ia, Xalvaşi, Ç̆k̆adua, Gabelia, Gergalia, Tordua, Bedia, Paçulia, Lagvilava, Rgvalia, Kutelia, Çxaçxalia, Lazaria, Pilia, Bagatelia, Gvaramia, Cocua, Cincia, K̆obaxia, K̆vek̆vesk̆iri, Malania, Xaxubia, Gunia, Toria, Ç̆olok̆ua, K̆iria, Cincolia, Bamburaže, Logua, Kardava, Sekania, ʒaʒua, P̆ap̆ava, Vardania, Xorava, Çkot̆ua, Çangelia, Bocgua, Ark̆ariže, Koriže, Qurdgelia, K̆uk̆ava, Saria, Uçana(va), Mixelia, Marxolia, Mat̆ua, Kantaraia, Saçinaia, Kvaçaxia ve diğerleri. Bunlar Turkiyeye, Suriyeye, Ürdüne ve diğer
yerlere
sürülmüş muhacirlerin
soyadı. Karçavalar da varmış Türkiyede, öyle duymuşluğum var. Vaziyet böyle. Dediğim gibi, Abhazyada halklarımız hep beraber
yaşıyordular. Ancak 1993’den sonra Abhazyadan Megreller sürüldü ve 1998’de yalnızca Gal/ Samurzaqan vilâyetine
döndüler. Böylece
bir zamanlar, o
topraklarda yaygın olarak yaşayan
Megreller, günümüzde iki nehir
arasında, yani
İngiri ile ʒxenʒ̆qari
arasında yaşıyorlar şimdi.
Abhazyada Lazlar da vardı, Tabii. ʒxara, Şubara, Pşaltiluği adlı köylerde, Oçamçirede ve Sohumda yaşıyorlardı. Sonra, Stalin iktidarının politikalarıyla, başka halklarla beraber Orta Asyaya sürdüler. Bu, siyasî bir anlaşmaydı. Çok kötü bir anlaşma. Sınır yakınında yaşayan veya Türkçe
konuşanları veya Türkçe bilmeyen milletleri 1944’de aldılar ve Orta Asyaya yerleştirdiler: Axalʒixuri Türklerini, Müslüman Gürcüleri, Hemşinlileri, Kürtleri, Terekemeleri ve bazı Lazları da sürdüler. Çeçenler ve İnguşları
da sürdüler. Lazlar, Çeçenler ve İnguşlar,
Stalin
öldükten sonra ülkelerine döndüler. Axalʒixuri
Türkleri ve Müslüman Gürcüler sürüldükleri
yerde kaldı. Abhazya Lazlarından bazılarının adlarını biliyorum, tabii: Tamazoğli, İak̆uboğli, Ç̆anoğli, Poʒxoroğli, Xazirişi, K̆alat̆aloğli ve diğerleri. Bunlar bugün de Abhazyada yaşıyorlar, ancak çoğu Lazlığını
bilmiyor, Lazca bilmiyorlar ve Abhaz olduklarını söylüyorlar. Bundan başka, Lazlar Zugdidi Vilâyetinin bir köyünde, Anak̆liada, sahil kesiminde
yaşıyorlar. Onlar
da Lazcayı unuttular; 1900’lü yıllarda doğanlar
Lazcayı biliyordu. Ancak bugün onlardan kimse Lazcayı bilmiyor. Megrelce
konuşuyorlar ve kendilerini de Megrel sayıyorlar. Bunların soyadları da şöyle:
Reizoğli, Tik̆anoğli, Maç̆axeloğli, Odabaşoğli, Kvaxuloğli ve diğerleri.
Ali
İhsan Aksamaz: Abhazyanın bazı Abhaz ve Megrel
aileleri aynı soyadını taşıyor. Belki de aynı soyadlı Abhazlar ve Megreller
Gürcistanın diğer bölgelerinde de yaşıyorlar. Bilmiyorum. Ne bileyim?! Fakat bazı Abhaz ve Megrel
aileler aynı soyadını taşıyor. Bunu biliyorum. Bu durum ne zaman ve nereden
ortaya çıkmış? Dede ve babamın doğduğu köyün adı Şanguli. Abhazyada Şangulia
soyadlı Abhaz ve Megrel aileler de var. Öyle biliyorum. Nereden ortaya çıkmış
bu durum? Siz biliyor musunuz?
Givi
G. Karçava: Şangulia soyadına ilişkin bilgim yok. “Şangu”, Megrelce
bir üzüm asması çeşidinin adı. Megrelcede “Şangua” ve “Şangulia” esmer insana deniliyor. Abhazcada bir anlamı var mı,
bilmiyorum.
Megrellerin ve Abhazların aynı soyadları var, evet. Megrellerin içinde Abhaz soyadı taşıyan insanlar
var. Yani Megrelleşmiş Abhazlar: Şxvaʒabaia, Laʒuzbaia, Xint̆k̆baia, Butbaia ve diğerleri. Fakat Abhazların içinde Abhazlaşmış Megreller daha çok. Benim bildiğim, Abhaz
milletinin yüzde altmışı Megrel soyadı taşıyor. Abhazlaşmak ve Megrelleşmek
eski zamanlarda normal olaylardandı: Biz komşuyduk ve aynı toprak üzerinde yaşıyorduk, birbirimizle evleniyorduk, birbirimize
çocuklarımızı büyüttürüyorduk (bu
geleneğe “morduoba” diyorlardı). Bundan dolayı da böylece Abhazlaşıyorduk ve Megrelleşiyorduk. Böyle şeyler yalnızca Abhazlar ve Megreller içinde
değil, başkalarıyla da oluyordu. Meselâ, Megrelyada Megrelleşmiş Svanlar çok. Damadım Svan. Dedesi, Megrelyaya köyünden inmiş ve
çocukları Megrelleşmiş. Megrelyada Guryalılar, İmeretililer, Aç̆aralılar da var, hepsi
Megrelleşmiş. Yani eski zamanlarda insanlar birbirlerini ayrı
görmüyorlardı. Çünkü aralarında kardeşliği dayanan kültürel bir
hayat vardı. Megrel, çocuğum Abhazca öğrenmesin, Abhazlaşmasın diye düşünmüyordu. Abhaz da öyle.
Benim soyadımı taşıyan Abhazlar da var, Karçavalar. İnternetten onlardan birini tanıdım, konuştum. Abhaz olduğunu söylüyordu ancak
Abhazcayı iyi bilmiyordu, Megrelceyi
de iyi bilmiyordu. Benden, kendisiyle Rusça konuşmamı istiyordu. Sonra beni davet etti. Bana, “sınırı geçebilirsen
gel, misafirim ol,” dedi. Dedesinin çok mutlu olacağını söyledi. Ben de,
“dedenle de Rusça mı konuşacağım?” diye sordum. “Hayır,” dedi, “tabii, ben
Abhazca bilmiyorum. Dedem de
Abhazca bilmiyor. O Megrel. Yalnızca Megrelce konuşuyor,” dedi. Tabii, ben
şaşırdım. “Deden Megrel, sen Abhazsın. Hiç öyle nasıl olur?” dedim. “Sonra böyle oldu. Ne yapayım,” diye bana kısa bir
cevap verdi. Ben böyle insanları da tanıyorum. Megrelce soyadı taşıyor, aynı aileden bir kardeş kendisini Abhaz sayıyor,
diğeri Megrel olduğunu söylüyor. Yavaş yavaş, Sovyet döneminde Abhazlaşmak
bir siyasî uygulama haline geldi. Bir yandan yalan propaganda yapılıyordu ve Megreller ile Abhazlar birbirlerine karşı kışkırtıyorlar, bölüyorlar, “siz
farklısınız, düşmansınız,” diyorlardı. Her iki kesimde de yalan tarih yazılmaya
başlandı. Yalnızca Abhaz tarafından değil, bizim taraftan da yalan yazmış
olanlar var. Sonra da propaganda, görevini lâyıkıyla yerine getirdi ve
insanları birbirlerine karşı kullandılar.
Şimdi, soyadı Megrelce olan
Abhazlar, bunu söylemeye razı olmuyorlar, utanıyorlar. Bazıları, Megrelden geldiklerini beğenmiyorlar. Onun için de, soyadlarının Megrelce olmadığı göstermek için bir
şeyler uydurup yazıyorlar. Bu komik. Yıl 2021.
Başka bir zaman. Başka bir dünyada yaşıyoruz. Milliyetçi ve şovenist düşünceyi terk etme zamanı artık. Adamın soyadı; Ç̆itanava, Ç̆k̆adua, P̆ap̆askiri, K̆ut̆alia. Dolayısıyla da soyadım
Megrelce değil diye nasıl söyleyecek? “Ç̆k̆adua” soyadına nasıl bir köken bulacak? “Ç̆k̆adu”, Lazca “mç̆k̆adu”. Siz de biliyorsunuz. “Ç̆k̆adu[v]a”, eski bir soyadı. Bu soyadını taşıyan Svanlar da var. Fakat Megrel olduklarını biliyorlar
ve inkâr etmiyorlar. Hopada, Peroniti köyünde de varmış bu soyadı: Mç̆k̆adular, Mç̆k̆aduoğli diyorlarmış. Abhaz Ç̆k̆adualar da var,
fakat bazıları “soyadımızdaki “Ç̆k̆adu” ve Megrelcedeki “Ç̆k̆adu” aynı değil,” diyorlar. Bu ayıp ve artık bu davranışı sonlandırma zamanı. Sen Abhaz olacaksın, bu sorun değil, kimi istersen o
olacaksın, ancak kendi geçmişini inkâr etmek iyi bir davranış değil. Zugdidide onca Rum aile yaşıyor, ayrıca Ukraynalılar var, Çerkesleri de biliyorum orada. Onlar Megrel, belki de benden daha iyi Megreller. Ancak nereden geldiklerini hepsi biliyor, geçmişlerinden utanmıyorlar.
Abhaz soyadları için şöyle söyleyebilirim: Abhaz soyadları geleneksel olarak şu soneklerle
biter: “-ba” (Tarba, Ç̆anba, K̆ap̆ba), “-pş” (Bagapş, T’rapş), “-ipa” (İnal-ipa). Megrel soyadları da geleneksel olarak şu soneklerle biter: “-ia” (Pilia, Gunia, Baramia), “-aia” (Sanaia, Xelaia, Gergaia), “-ava” (Karçava, Luk̆ava, P̆ap̆ava), “-u[v]a” (Kortu[v]a, Çuxu[v]a, T’ibu[v]a), “-skiri” (P̆ap̆askiri, K̆vek̆veskiri, ʒ̆uleiskiri), “-ç̆k̆ori” (Gegeç̆k̆ori, P̆aç̆k̆oria, Vadaç̆k̆oria). Her Megrel soyadı, Megrelyanın bir köyünde, “Cincixat̆i”de mevcut, “Cincixat̆i” denilen
soyadı ikonunun yer aldığı kilise. Her yıl oraya gidiyorlar ve dua ediyorlar. Soyadımın „Cincixat̆i“sı Megrelyanın ormanlık “Lekarçe” adlı bir köyünde. O köye Megrel Karçavalar, Guryalı ve Meskhi Karçavalar geliyorlar ve dualarının pagan
adetlerine göre yerine getiriyorlar. Abhaz Karçavaların da yüreği
var, ben biliyorum. Ancak
onların içinden bazıları,
“Biz Megrel değiliz, biz Karçava değil, “Karaçay”dan gelmeyiz, “Karaçay” Türklerindeniz, Megrel Karçavalar ile bir akrabalığımız yok,” diyorlar.
Yani, siyasî propagandanın yaptığı işte böyle oluyor. Adam kökenini inkâr ediyor ve dedesinin Megrel olduğunu söylemektense, Türk
olduğunu söylemek hoşuna gidiyor.
Ne diyeyim, uzun
yazdım, fakat bu sorun, yüreğimiz ağrıttığı için böyle
oldu. Ben Abhazları çok seviyorum. Abhaz
dili ve kültürünü de çok seviyorum. Ortak tarihimizi seviyorum ve bu kardeşliği
canlandırmak ve köprüler kurmak istiyorum. Aklımızı ortadan kaldıran,
hafızamızı silen ve bize birbirimizi öldürten yıllar artık geride kaldı. Şimdi
barışın, sevginin, birbirimize kulak vermenin, birbirimizin acısını paylaşmanın, birbirimizin ortak menfaatlerini için birlikte
çalışmanın vakti artık. Abhazların gündelik hayatı, kültürü, düğünü, taziyesi, ekmesi- biçmesi, oyunları, sofrası aynı Megrellerinki gibi, Abhazlara bizden yakın olan hiç kimse yok. Bizler
aynı şekilde düşünüyoruz.
Ali
İhsan Aksamaz: 2008 miydi, 2009 muydu, şimdi iyi
hatırlamıyorum. Diğerleriyle beraber siz bir dergi yayınlamıştınız. Başta aşağı
Megrelceydi. Adı “Mapşalia/ Bülbül” idi. Gürcistandaki bazı kimseler size
reaksiyon gösterdiler. Size bölücülük yapmamanızı söylediler. Öyle hatırlıyorum
şimdi. Neydi? Niçin size reaksiyon gösterdiler? Şimdi de “Skani/ Senin” adlı
dergiyi çıkartıyorsunuz. Bu dergi de baştan aşağı Megrelce. Şimdi de oradaki
bazı insanlar size yine reaksiyon gösteriyor mu? Yine reaksiyonla karşılaşıyor
musunuz?
Givi
G. Karçava: O
günleri gayet iyi hatırlıyorum, tabii. Abhazyadan sürülen bir Megrel şair vardı, Ramaz K̆up̆rava. 2010’da vefât etti; Tanrı
rahmet etsin. Çok
iyi bir adamdı; bize
çok güzel şiirler ve makaleler bıraktı. Hatırladığım, 2005’te birbirimiz tanıdık ve iyi birer
dost olduk. Sonra,
Ramaz, bir gün bana “bir
Megrelce gazete çıkartalım,” dedi. Ben de kabul ettim. Paramız yoktu, bilgisayarımız yoktu, hiçbirşeyimiz yoktu. Ben o zaman öğrenciydim. Ramaz, Birleşmiş Milletlerin Abhazyadan
mülteci gelenler için yaptığı baraka bir evde yaşıyordu, fukaraydı. Gazetenin bir
sayısını çıkartmak için bize 200
Lari gerekiyordu. O
zamanın parasıyla bu para 100-
120 dolar
kadardı. O
kadar paramız yoktu. Oturduk ve makaleleri elimizle yazdık, bir araya getirdik. Ramaz, bir kız tanıyordu;
makaleleri ona verdi, “bunları bana bilgisayarda yazılı hale getir,” dedi. Kız da, makaleleri bilgisayarında
yazdı. Başka biri, derginin mizanpajını yaptı, parasız. Matbaaya verdik, 100 müydü, 200 müydü, hatırlamıyorum. Böylece “Mapşalia/ Bülbül” yayınlandı. Reaksiyon gösteren çok
kişi oldu. 1930’lu
yıllarda çıkan gazetelerden sonra, bu ilk Megrelce gazeteydi. 21. yüzyılın ilk Megrelce gazetesi sayılıyordu.
Ultra milliyetçiler,
“Bunlar
ayrılıkçı, Gürcistanın düşmanı, Rusların
işini yapıyorlar,” diye bize saldırdılar. Ramaz, o adamlarla bir
sıkıntı yaşamış. Şöyle demiş: “Bu dergisini fikir babası benim. Herşeyi
ben yaptım. Givi
G. Karçava, bilgisayar kullanmayı bildiği için ondan yardım
istedim, o da yalnızca bu konuda bana yardımcı oldu. Artık o çocuğun yakasından düşün, peşini
bırakın.” Ben bunu sonradan duyunca kızdım,
“niçin bana söylemedin,” dedim. Ramaz
da bana, “Ben zaten yaşlı bir adamım, artık hayatım bitti
sayılır, ne olacaksa, bana olsun. Birşeyden korkmuyorum. Ancak sen daha gençsin.
Üniversitede okuyorsun. Sana
saldırırlarsa, adını bölücüye çıkartırlarsa,
bu
senin ilerki hayatında sana zarar verecek. Seni çıkacağın yolda
engelleyecek,”dedi. Ramaz
K̆up̆rava, beni bu anlayışıyla
bir belâdan kurtardı. 2010’da
Ramazın evi yandı, iki küçük çocukla
sokakta kaldı. Ardından da yüreği dayanmadı; vefât etti. Ramaz, böyle büyük bir
adamdı.
Bugün, baştan aşağıya
Megrelce bir dergiyi, “Senin/ Skani”yi
çıkartıyoruz.
Kötü tepkiler var, tabii, ancak o “Bülbül /Mapşalia”yı çıkarttığımız yıldaki
kadar değil. İnsanlarımız gelişti. Yeni kuşak geliyor. Onlar, dünyaya daha
başka bir gözle bakıyor. Meselâ, 2005’de Megrelce gazeteye ilişkin
yorumların yüzde sekseni olumsuzsa, bugünkü yorumların yüzde sekseni olumlu. Megrelce gazeteden
korkan insanların çoğu da, bunun bir sorun olmadığını, bir devlet
içinde bir başka dilin de yaşama hakkı olduğunu anladılar. Ultra milliyetçiler de var,
tabii, onlar bir yere gitmedi,
ancak
o kadar güçleri yok.
Ali
İhsan Aksamaz: 1930’lu yıllarda da, Sovyetlerin kısa
bir döneminde de baştan aşağı Megrelce gazeteler yayınlanıyordu orada. Megrelce kitap ve broşürler de yayınlanıyordu
o zamanlarda. Ancak Megrelce yazmak ve yayınlamak kısa süre sonra yasaklandı.
Öyle hatırlıyorum. Sovyet iktidarı önce neden Megrel yazılı edebiyatına destek
verdi ve sonra da Megrelce yayınları niçin yasakladı? Ne kadar sürdü bu kötü
durum? Sovyet iktidarı Abhazya Lazlarına da önce dilleri konusunda destek oldu,
sonra da Lazca yayınları yasakladı. En sonunda da Sovyet iktidarı, Lazları
Abhazyadan Türkiyeye kaçırttı. Bazı Lazları Kazakistana veya Sibiryaya sürdü. Niçin? Ne suçları vardı? Müslümandılar da
onun için mi? Siz o kara günlere ilişkin ne düşünüyorsunuz?
Givi
G. Karçava: Eski olaylara ilişkin ne diyeyim. Benim
bildiğim, o zaman öyleydi. Önce hak
verdiler, sonra da ayrılıkçılığa
yol açacak diye Megrelce-Lazca gazeteleri kapattılar. İsak̆i Jvania, sapına kadar Bolşevik bir insandı; iyice
kullandılar, sonra da ‘sağcı oldu, teröristlerle işbirliği
yapıyor’ iddiasıyla öldürdüler. Sovyetlerin
Bolşevik iktidarı, işte böyle
bir şeydi: Dalkavuk, sahte ve parazit, otoriter bir devlet.
Ali
İhsan Aksamaz: Megrelcenin yaşaması yalnızca Megrelce
için değil, Lazca için de çok önemli. Megrelce ölünce, Lazca da ölecek; Lazca
ölünce, Megrelce de ölür. Böylece de yalnızca kardeşliğimiz değil, insanlık da
ölür. O sebeple de Megrelcenin yaşaması çok önemli. Biraz da “Megrelce
Vikipedia”dan bahsedin, lütfen! Bu proje ne zaman, nereden ortaya çıktı?
Givi
G. Karçava: Doğru söylüyorsunuz. Megrelce ve Lazca
birbirine bağlı ve biz birbirimize yapışığız, tek yüreği olan Siyam ikizleri gibiyiz: Biri ölünce, diğeri de
hemen ölür. O
sebeple de birbirimize umutla bakıyoruz. Lazların başarısı, bizim
başarımız, bizim başarımız Lazların başarısı. Megrelce Vikipedia
projesi 2007’de doğdu. Gürcüce Vikipedianın editörlerinden biri, beni uzaktan
tanıyordu, Megrelcenin
emektarı olduğumu biliyordu. Bir gün bana yazdı: “Böyle- böyle yapalım, Megrelce Vikipedia
projesine
hayat verelim,” dedi.
Böylece
başladık. Megrelce Vikip̆edia inkübatör içindeydi. Oradan düzeltiliyordu,
eklemeler yapılıyordu. Sonra, ben bu işi
yalnız başıma yaparken, tanıdığım,
tanımadığım insanlara söyledim. Bir grup kuruldu. Giga
Kavtaradze, Giorgi Gaxaria, Data Mania, Giorgi Kantaria ve diğerleri çok
çalıştı. Bir sürü makale yazdılar. Sonra, 2011’de Vikip̆edianın merkezi, Megrelce redaksiyonu örgütledi ve inkübatör dışına çıkardı. Bugün, Megrelce Vikipedia, Kafkasya dilleri Vikipediaları listesinde beşinci sırada: Devlet dilleri olan Azerbaycan Türkçesi, Gürcüce, Ermenice ve Çeçenceden sonra Megrelce geliyor.
O diller devlet dilleri ve onların Vikipedialarında 50-100 kişi çalışıyor.
Megrelce Vikipediayı 2-3 kişi yönetiyor fakat
yine de güçlü. Ben,
o yıllarda Lazca Vikipedia projesini de inkübatörde kurdum. Laz aydınlarına kaç defa
söyledimse de, hiç
biri bana kulak vermedi. Hâlbuki,
“proje hazır, girin de çalışın, projeyi makalelerle doldurun. Sonra da kendi
adıyla örgütleyelim,” dedim. Ancak
kimse bir şey yapmadı. Bu sebeple bugün yüreğim hâlâ yanar.
Ali
İhsan Aksamaz: Şimdi de derginiz “Senin/ Skani”den
bahsedin bize, lütfen! “Megrel Dil Derneği”nden bahsedin! Megrelceyi yaşatmak
amacıyla koronavirüs günlerinde neler yapıyorsunuz?
Givi
G. Karçava: 2020 Martının 20’sinde, ben ve Giga Kavtaradze, çok uzun zamandan beri içimizde ukde olan bir şeyi
yerine getirdik ve “Megrel Dil Derneğini” kurduk. Günümüzde kültürel
işler yaparken,
dernek
insana gerekiyor. Derneği
kurduk ve Megrelceyi seven insanlara, Megrelce için bir
şeyler yapacak insanlara haber verdik. Onları dernekte bir araya topladık.
İlk yaptığımız iş de dergimiz “Senin/ Skani”yi çıkartmak oldu, baştan aşağıya
tamamen Megrelce bir dergi. Megrelceyi yaşatmak için, Megrellere anadilleriyle
haber vermek için. Giga
Kavtaradzenin şiir kitabını yayımladık. George Orwell’in “Hayvan Çiftliği”ni yayımladık. Başka projelerimiz de var, tabii. Ancak Koronavirüs günleri bize çok eziyet çektirdi.
İşlerimizi kaybettik. Şimdi de kötü durumdayız. O sebeple de aklımızda olan diğer kitapları ve diğer şeyleri
yayınlamaktan biraz uzak duruyoruz. Fakat bu kötü durum değiştikten sonra, derneğin yeni bir güç ve
yeni bir ruhla çalışacağına inanıyorum.
Ali
İhsan Aksamaz: Günümüzde, Türkiyede birisi, Lazlardan
bahsedince, Gürcistanın Megrelleri de değil, yalnızca bizdeki ve sizdeki Lazlar
anlaşılıyor. Biz biliyoruz ki, Roma-Bizans tarihçileri, kitaplarında Lazlardan
bahsediyor; bunlar bugünün Lazları değil, o zamanın “Megrelleri”ydi. Yine biliyoruz ki 6. yüzyılın Megrelleri ve
Lazları, aynı kökenli, aynı dilli halktı. Tarih içinde Lazlar ve Megrellerin
tek bir siyasî iradesi yoktu. Ancak vardılar. Yine de varlar. Megrel- Laz-
Ç̆anilerin çok eski ortak tarihlerinden de bahsedin, lütfen!
Givi
G. Karçava: Bu son derece normal bir durum. Megrel- Lazların, tarihte farklı farklı
adları vardı. Bazen adımız
Kolh, bazen Egrisli, bazen Laz ve bazen de Megreldi. Sonra bölündük, siz o tarafta biz bu tarafta kaldık.
Fakat bu etnonimlerin tarihî hafızası bizlerde yine de kaldı. Meselâ, Bir
Megrele, Lazın adını söyleyince, kim ve ne olduklarını hemen anlatır. Birisi, bana
bunun tarihî bir hafıza olmadığını, Gürcistanda mekteplerde okuttukları için
Megrellerin bunu bildiğini söyledi. Evet, bizim okullarımızda Kolhların kim olduklarını, Lazların ve Megrellerin kim olduklarını, nerede yaşadıklarını, eskiden hangi devletlere sahip
olduklarını öğretiyorlar. Fakat Türkiyedeki okullarda bütün bunları kimse
öğretmiyor, öğretmiyordu; Lazlar yine de Megrelin adını biliyorlar. Ben
Lazistanda çok gezdim. Siz de biliyorsunuz, yaşlı
teyzeler ve amcalarla konuştum. Onlardan etnografik
malzemleri derleyip kayıt altına aldım. Megrelin kim olduğunu onlara sorduğumda hepsinin
haberi vardı. “Biz Megrellerden gelmeyiz, bizim eskilere Megrel deniyordu.
Buralarda Megreller oturuyordu,” şeklinde bana anlatımlarda bulunuyorlardı.
Bugün de öyle. İşte bu tarihî hafıza. Bu bize neyi gösteriyor? Bu
bize, eskiden aynı halk olduğumuzu ve birbirimizden ayrıştıktan sonra da bir
halk olarak kaldığımızı gösteriyor.
Ali
İhsan Aksamaz: Megreller yalnızca Abhazyada
değil, Megrelyada da çok çok eziyet
çektiler. Edvard Şevardnadzenin iktidarı da, Megrellere çok eziyet
çektiriyordu. Bu zalimliğin sebebi neydi?
Megrelleri, bir yandan fiziksel olarak ortadan kaldırıyorlardı, diğer
yandan da Megrelceyi ortadan kaldırıyorlardı. Neden?! Acaba bütün dünyada bu
kadar sahipsiz ve bahtsız bir halk bulunur mu?
Givi
G. Karçava: Bu çok zor bir olay. Bu, Rusyanın provakasyon plânıydı. Şevardnadzeyi Gürcistana
Rusya gönderdi. Gamsahurdiayı iktidardan düşürdükten sonra, Rusya, Şevardnadzeye destek verdi. Meselâ, 1993’de Rus amiral Balt̆ininin askerleri, Paşı ele geçirdiler ve Şevardnadzeye yardım etmek için Megrelyaya girdiler. Bir yandan da, hapishanelerden
suçluları tahliye ettiler ve Abhazya ve Megrelyaya gönderdiler. Zviad Gamsahurdia Megreldi ve bütün
Megreller kendisini desteklediği için Megrelyaya büyük eziyet çektirdiler. O
zamanların söylemi şöyleydi: “Zviad Megrel. Megreller, Zviadı destekliyor. Zviadı, köylerinde
barındırıyorlar. Merkeze karşı çıkıyorlar. Megrellere
gereken cevap verilecek.” İşte bu sebeplerle Megrelyaya girdiler ve millete çok
eziyet çektirdiler. Onların
içinde bazı Megreller de vardı. Bunu illâ Söyleyeceğim: Bu bizim
halkımızın, devletimizin ayıbı. Gürcistan tarihindeki en büyük kara leke.
Sonra, eziyet çektirenlerden çoğunu hapislere attılar yine de. Çoğunu
öldürdüler veya öldü. Bu suçlulardan bazıları sonraki yıllarda çıktı ve
“bize kötü bu işleri yaptılar, o kötülükleri yanlışlıkla yaptık. Bizi affedin,”
dedi. Gerçekten de kötü günlerdi. Ben çocuktum. Hatırlıyorum. Megrelleri ve
Megrelyayı niçin dışladıklarını anlamıyordum. Bizden ne istediklerini bilmiyordum. Bunların,
Abhazyaya savaşmaya giderken, Megrelyada insanlara neden eziyetler
çektirdiklerini, neden yakıp- yıktıklarını ve insanları neden öldürdüklerini
anlamıyordum. Bu büyük bir cinayetti, büyük.
Ali
ihsan Aksamaz:
Gürcü Kilisesi, Laz Hıristiyan Şehitler için bir ikon ihdas etti. Yine
Gürcü Kilisesi, 12 Mayısı da Laz Hıristiyan Şehitler günü olarak duyurdu. Her
12 Mayısta Gürcistan Milleti, Gürcistanın bütün kiliselerinde Laz Hıristiyan
Şehitlere dua ediyor. Mamula Osmanidze Tandilava da bu dinî ayini bir kitapta
duyurdu. Bazı Laz aydınları, da bu olup
bitenlere reaksiyon gösteriyor: “Bu yalan bir haber. Gürcü Kilisesi yalan
söylüyor ve Kartvelistlik yapıyor. “ O, ‘Dudi k̆vata/ Baş kesimi’ değil, ‘Mtuti
k̆vata/ Ayı merdiveni’. Bu kelime oyunu,” diyorlar. Bu olay nedir? Siz biliyor
musunuz?
Givi
G. Karçava: Bunu
ben de sizden, Lazlardan öğrendim. Hopada bu konuyu sorduğum herkes, o yerin “Mtuti k̆vata/ Ayı merdiveni” adını
taşıdığını söylüyor; “Dudi k̆vata/ Baş kesimi” diye bir yeri duymuşluğumuz hiç
yok,” diyorlar. Laz
şehitlere
ilişkin Gürcü Kilisesi şunları söylüyor: “Bazı Lazların Hıristiyan
olduklarını belirten bazı eski kayıtları ve belgeleri bize getirdiler. Orada
Türklerin 300 Lazı İslâm dinine girmeye davet
ettikleri ancak onların bu daveti kabul etmedikleri için hepsinin başının
kesildiği ve dereye doldurulduğu yazıyor.
Bu
nehir de “Dudi K̆vata/ Baş kesimi” yeri
adını taşıyor.” Gürcü Kilisesi, bunları söylüyor. Ancak benim
o kayıt ve belgeleri görmüşlüğüm yok. O kayıt ve belgeleri gören kimseyi de
tanımıyorum. Gürcü Kilisesinin bugünkü yönetimi, propaganda yapıyor olabilir.
Çünkü Gürcü Kilisesinin bugünkü yönetimi, propaganda yapmanın ve yalan
konuşmanın üstâdı. Ancak onların dediği o belgeler gerçekten de var mı, yok mu,
ben bilmiyorum.
Benim objektif bakış açıma göre, onların dediği o
belgeler ellerinde mevcut olsaydı, şimdiye kadar dünya- âleme ilân ederlerdi.
Benim bu konuda
bildiğim bir bilgi var: Büyük dilbilimci ve Megrelce ve Lazcanın büyük dostu İoseb Qipşidze, 1917’de Lazistandaki Lazlardan bilgi ve
metinler derlemişti. Azlağalı bir Laz olan 45 yaşındaki Abdullah Aşıkhasanoğlundan da “Lazistanın Tarihi” başlıklı bir metni Orta Hopada 1917’nin 22 Ağustosunda derlemiş. O
metinde Abdulah, genç bir Laza
ilişkin, P̆et̆ro Xeʒiaya ilişkin bilgi
veriyor. Türk Paşanın gelip onlara Müslüman olmalarını
söylediğini, papazlara
ceza verdiğini ve kaldırdığını, Amasyadan hocalar gönderdiğini vb. şeyler
söylüyor bu Abdulah. Aynı
kitapta, Arhavili bir dede de bir bilgi
veriyor. Kendi çocukluğunda, 80 yaşındaki bir ninenin
gizlice oxvameye/
tapınağa gittiğini, Müslüman olan çocuğun bu durumu
fark ettiğini ve inkâr etmediğini söylüyor. Diyeceğim şu: Lazların eskiden Hıristiyan
olduklarını ve Türkler bu toprakları ele geçirince de Müslüman olduklarını
herkes biliyor. Tarihte
çok kötü şeyler de oluyordu ve İslâmiyeti kabul ettirmek için
bazılarının kafası kesiliyordu ve eziyet çektiriyorlardı. Buna da şaşırmam. Din
çok güçlü bir siyasî silâhtı. Bugün de öyle. Zamanında Tanrı adına çok kötü ve korkunç işler
yapılıyormuş. Ancak bir şey
söyleyince delilin de olacak, yoksa olmaz. Lazlarla ilgili de,
dedelerinin diniyle
ilgili de spekülâsyon yapılması benim hoşuma gitmiyor. Evet, Hıristiyandılar ve
bugün de Müslümanlar.
Şimdi
ne yapalım?! Sorun
nerede? Sorun yok. Sorun Hıristiyanlık ve Müslümanlık değil. Neyi
istiyorsan ona inan, istediğini
ol, istediğin gibi ol. Bir şey değişmez. En önemli şey insanlıktır, akıldır, kültürdür ve dildir. Bu kadar!
Ali
İhsan Aksamaz: Size çok teşekkür ederim. Başka sorum
yok. Ancak sizin başka söyleyecekleriniz varsa, lütfen onları da söyleyin.
Sakalınız yere erişsin!
Givi
G. Karçava: Ben de size çok
teşekkür ederim. Bu
röportajı okuyacak herkese selâmlarımı gönderiyorum. Lazlarımın yoluna kurban gideyim. Siz de bu iyi çalışmalarınıza devam edin,
durmayın.
+
(Önerilen
okumalar:“Abhazya Parlamentosu’nun Açıklaması”, Kafkasya Yazıları, Sayı 6,
Çiviyazıları Yayınevi, İstanbul, 1999; Adile Abbasoğlu (Çeviren: Oktay Çkotua),
“Unutulmaz Anılar”, As Yayın, İstanbul, 2008; A. İ. Kiziria (Çeviren: Candan
Badem), “Zan Dili”, Ogni Kültür Dergisi, Sayı, 4, İstanbul, 1994; Ahmet Mican
Zehiroğlu, “Antik Çağlarda Doğu Karadeniz”, Çiviyazıları Yayınevi, İstanbul,
2000; Ali İhsan Aksamaz, “Kafkasya’dan Karadeniz’e Lazların Tarihsel
Yolculuğu”, Çiviyazıları Yayınevi, İstanbul, 1997; Ali İhsan Aksamaz,
“Dil-Tarih-Kültür- Gelenekleriyle Lazlar, 1. Baskı, Sorun Yayınları, İstanbul,
2000; 2. Baskı, Belge Yayınları, İstanbul, 2014; Ali İhsan Aksamaz, “Doğu
Karadeniz’de Resmî İdeolojiler Kuşatması”, 1. Baskı, Sorun Yayınları, İstanbul,
2003; 2. Baskı, Belge Yayınları, İstanbul, 2012; Ali İhsan Aksamaz, “Laz
Aydınları ve Sorumluluk”, Sorun Yayınları, İstanbul, 2011; Ali İhsan Aksamaz,
“Lazlar- Lazca/ Laz Kimliği”, Sorun Yayınları, İstanbul, 2013; : Ali İhsan Aksamaz,
“Lazuri Nenaşi Geç̆k̆apuli
Dersepe/ Laz Dili Temel Dersleri”, 1. Baskı, Lazika Yayın Kollektifi, İstanbul,
2013; 2. Baskı, Belge Yayınları, İstanbul, 2016; Ali İhsan Aksamaz, “Şangulişi
Skiri/ Şanguli’nin Evlâdı: Faik Aksamaz”, Çıkrık Yayınları, İstanbul, 2020; Ali
İhsan Aksamaz (/Faik Ateş), “Lazca ve Megrelce Arasındaki İlişki”, Ogni Kültür
Dergisi, sayı 1, İstanbul, 1993; Ali İhsan Aksamaz (/Lot̆i K̆olxurişi, “Gürcü
Aydınlarına (!) Kolay Sorular”, Ogni Kültür Dergisi, Sayı 4, İstanbul, 1994/
kolkhoba.org; Ali İhsan Aksamaz, “(23- 28 Temmuz) 1994 Abkhazya- (21- 28
Ağustos ) 2005 Gürcistan Notları”, (Yayınlanacak); Ali İhsan Aksamaz,
“Peacock’un Karşılaştırmalı Kafkas Dilleri Sözlüğü/1887”, Alaşara Dergisi, sayı
4, Nart Yayıncılık, İstanbul, 1995; Ali İhsan
Aksamaz, “Lazlar”, Aylık Sosyalist Kültür Dergisi Birikim, Sayı 71- 72, Birikim
Yayıncılık,İstanbul, 1995/ birikimdergisi.com; Ali İhsan Aksamaz, “Türkiye’de
Bir Kafkasya Dili: Lazca”, Alaşara Dergisi, Sayı 7-8, Nart Yayıncılık,
İstanbul, 1995/ Sima Dergisi, Sayı 1, Sima Laz Vakfı Yayını, Ofset Hazırlık:
Nart Yayıncılık, Baskı: Livane, İstanbul, 2000; Ali İhsan Aksamaz, “Aynı Tarih
ve Aynı Kültürün Dili Zanca’nın Günümüzdeki İki Diyalekti: Lazca ve Megrelce”,
Kafkasya Yazıları, sayı 6, Çiviyazıları Yayınevi, İstanbul, 1999; Ali İhsan
Aksamaz (/ Fehime Yazıcı), “Gürcü Alfabesi ve Gürcü Edebiyatının Kaynakları ve
Gürcüce’ye Akraba Dillerin Durumu”, Tarih ve Toplum Dergisi, Sayı 199, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2000/ sonhaber.ch, 5 V 2020; Ali İhsan Aksamaz, “Laz
Kültürel Kimliğini Yaşatma Çabaları” (Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce, Cilt 4,
Milliyetçilik (s. 924-926), İletişim Yayınları, İstanbul, 2002; Ali İhsan
Aksamaz, “Yerel Diller/ Anadillerini Yaşatmak mı Öldürmek mi? (Birinci ve
ikinci bölüm), Sima Dergisi, Sayılar 5- 6, Sima Laz Vakfı Yayını, Fotosan
Ofset, İzmit, 2003; Ali İhsan Aksamaz, “Anadili Yönetmelikleri ve Gerçek”, Sima
Dergisi, sayı 7, Sima Laz Vakfı Yayını, Fotosan Ofset, İzmit, 2005; Ali İhsan
Aksamaz, “Şu Bizim Sahipsiz Lazca”, 29 V 2009, circassiancenter.com; Ali İhsan Aksamaz,
“Yazılı Laz Edebiyatının Öncüsü İskender Tzitaşi”, demokrathaber.com, 26 VIII
2011; ალი იჰსან აქსამაზ, "ლაზური ლექსები (და ზღაპრები)", აია,
2(17), გამომცემლობა
"ეგრისი",
თბილისი,
2013; Ali İhsan Aksamaz, “Misak-ı Millî’nin Lazları”, (5 I 2017)/ “Lazlar”,
circassiancenter.com; Ali İhsan Aksamaz, “Dünden Bugüne Lazca Gramer ve Sözlük
Çalışmaları”, sonhaber.ch, 28 II 2020/ circassiancenter.com; Ali İhsan Aksamaz,
“Megrelce dergi çıktı: “Skani”/ “სქანი”; sonhaber.ch,
16 V 2020/ circassiancenter.com; Ali İhsan Aksamaz, “Kazimişi Oropa/ Kazım’ın
Sevdası”, sonhaber.ch, 24 V 2020; Ali İhsan Aksamaz, “Sovyetler Birliği’nin
Milliyetler Politikası ve Kafkasya”, Tarih ve Toplum Dergisi, Sayı 199,
İletişim Yayınları, İstanbul, 2000/ sonhaber.ch, 31 V 2020; Ali İhsan Aksamaz, “İçindekilerle Ogni
Dergisi (1993- 1994)”, sonhaber.ch, 12 XI 2020/ circassiancenter.com; Ali İhsan
Aksamaz, ‘Hayvan Çiftliği’ Megrelce olarak yayınlandı”, sonhaber.ch, 16 XI
2020/ circassiancenter.com ; Ali İhsan Aksamaz, ‘სქანი’/
Skani’nin 3. sayısı yayınlandı, sonhaber.ch/ circassiancenter.com, 30 XI 2020; Ali İhsan Aksamaz, “İlk Gürcüce-
Megrelce Sözlük Yayınlandı”, sonhaber.ch, 11 I 2021/ circassiancenter.com; Ali
İhsan Aksamaz, “8 Mart’ı Hatırlarken…”, sonhaber.ch, 11 III 2021; Ali Fuat Cebesoy,
“Moskova Hatıraları (21 11 1920- 2 6 1922), Vatan Neşriyatı, İstanbul, 1955;
“Atatürk’ün Bütün Eserleri (30 Cilt)”, Kaynak Yayınları, İstanbul; “Atatürk’ün
Millî Dış Politikası (1919- 1923)- 1”, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,
1981; Bakhur Gogokhia, “Kimliğin en büyük nişanesi dildir!”, sonhaber.ch, 8 II
2021/ gurcuhaber.com; “Bakü 1920/ Birinci Doğu Halkları Kurultayı”, Koral
Yayınları, İstanbul, 1975; Bayram Ali
Özşahin, “Kapitalizm her şeyi aşındırıyor, öğütüyor, eritiyor ve kaybediyor”,
14 VIII 2019, circassiancenter.com; B. G. Hewitt ve Z. K. Khiba (Çeviren: Ali
İhsan Aksamaz), “ Megrelce Bir Masal: Kuzey Rüzgârı ve Güneş”, Kafkasya
Yazıları, sayı 5, Çiviyazıları Yayınevi, İstanbul, 1998; Çağlayan Şişman/ Ali
İhsan Aksamaz, “M. Recai Özgün: Okulda Lazca Konuşanlarla Mücadele
kolundaydım”, Yeni Kafkasya Gazetesi, Sayı 8, İstanbul, 2003; Datua Biskaia,
“Kartvelist Nedir?”, chkineburi.wordpress.com, 11 XI 2014; “Demokratik Gürcüler
Platformu’ndan Nevzat Kaya’nın Röportajı”, (Ali İhsan Aksamaz, “Laz Aydınları
ve Sorumluluk”, Sorun Yayınları, İstanbul, 2011); Emre Ata Lyoizişi, “Megreller
ve Megrelya Sorunu”, kolkhoba.org; Erkan Karagöz, “Güneybatı Kafkas Demokratik
Cumhuriyeti/ Kelebek Ömürlü Cumhuriyet 1917- 1919”, Kişisel Yayınlar, İstanbul,
2020; Erol Kılıç Kutelia, “Her Anadili Kutsaldır!”, sonhaber.ch, 6 III 2021;
Faruk Benli, “Mamoylar Aile Tarihi”, Kendi Yayını, Gurup Matbaacılık, Ankara,
2005; Fuat Dündar, “Nüfus Sayımlarında Laz, Gürcü Çerkes ve Abaza”, Kafkasya
Yazıları, Sayı 1, Çiviyazıları Yayınevi, İstanbul, 1997; Fuat Dündar, “Kafkasya
Hakkındaki Yasaklı Yayınlar (1920- 1944)”, Kafkasya Yazıları, Sayı 2,
Çiviyazıları Yayınevi, İstanbul, 1997; Fuat Dündar, “Türkiye Nüfus Sayımlarında
Azınlıklar”, Çiviyazıları Yayınevi, İstanbul, 1999; Gazi Mustafa Kemal, “Nutuk/
Gazi Mustafa Kemal tarafından 1927”, 11.
Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012; Gençağa Karafazlı/ H. Fehmi Demir,
“Lazlardan, Laz Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı istemi”, evrensel.net, 30 VIII
2012; George Hewitt (Çeviren: Ali İhsan Aksamaz), “Güney Kafkasya ve Megrel-
Lazlar’ın Kültürel Hakları”, Aylık Sosyalist Kültür Dergisi Birikim, Sayı 85,
Birikim Yayıncılık, İstanbul, 1996; Giga Kavtaradze, “Hayat yalnızca para ve
yemek değil!”, sonhaber.ch, 16 I 2021/ gurcuhaber.com/ circassiancenter.com;
Givi Karçava, “Gomʒxaderi İzmoce I- II- III”, Skani Nena, sayılar 2, 3, 4, Laz
Kültür Derneği Yayını, İstanbul, 2009- 2010; Givi G. Karçava, “Megrel mutfağı,
dünyanın çok zengin mutfaklarından biri!”, sonhaber.ch, 27 IV 2021/ circassiancenter.com/ gurcuhaber.com;
Givi G. Karçava, ““Bir dilde başka dillerden ne kadar çok ödünç kelime varsa, o
dilin o kadar eski, zengin ve bir kültür dili olduğunu anlayabiliriz!”,
6 V 2021, sonhaber.ch/ circassiancenter.com/ gurcuhaber.com; Givi G. Karçava,
“Kâzım, kültür devrimi yapan bir insandı!”,13 V 2012, sonhaber.ch/
circassiancenter.com/ gurcuhaber.com; Givi G. Karçava, “Kardeşliği canlandırmak
istiyorum,” ???????, sonhaber.ch/
circassiancenter.com/ gurcuhaber.com; Gülcan Yüksel Asılyazıcı, “Dört elle
Lazca için savaşan biri olup çıktım!”, sonhaber.ch, 29 III 2021/
circassiancenter.com/ gurcuhaber.com;
Güngör Şenkal, “Halk Ekini İçinde VIII/ Bölünmüş Aşklar Toplamı”, Kurşun
Kalem Dergisi, Sayı 26, İstanbul, 2013; Haldun Özkan, “Erkan Temel: “Ortak
Paydamız Lazcadır”, Jineps Gazetesi, İstanbul, 1 VII 2006; Hasan Oral, “Sima Laz Kültür ve Dayanışma Vakfı Anayasa Teklifi Metni”,
slideshare.net; Hasan Uzunhasanoğlu, “Lazca, bir
diyalekt (ağız, şive) değil, bir dildir!”, sonhaber.ch, 8 I 2021/ circassiancenter.com;
Hüsnü Gürbey- Mahsuni Gül, “Millî Emniyet Hizmeti’nin Ekalliyetler Raporu”,
Kürt Tarihi Dergisi, Sayı 39, İsmail Beşikçi Vakfı Yayını, İstanbul, 2020; İbrahim Sırrı Topçuoğlu, “Savaş Yarası- 1, 2 (Anı)”,
Kendi Yayını, Güryay Matbaası, İzmir, 1975;
İbrahim Sırrı Topçuoğlu, “Türkiye’de İlk Sendika Sarıkışla’da/ 1932”,
Öncü Kitapevi, İstanbul, 1975; İbrahim Sırrı Topçuoğlu, “Neden 2 Sosyalist
Partisi-1946/ TKP Kuruluşu ve Mücadelesinin Tarihi- 1, 2, 3”, Kendi Yayını,
İstanbul, 1976; İbrahim Sırrı Topçuoğlu, “Savaş ve Dostluk/ Türk- Sovyet
İlişkileri”, Kendi Yayını, İstanbul, 1979; İsmail Avcı Bucaklişi, “Lazlar Üzerine
Kartvelist Tezler”, kolkhoba.org; İsmet Bozbağ, “Atatürk’ün Sofrası”, Emre
Yayınları, İstanbul, 1995; İsmet Konak, “Mustafa Suphi’nin Rus İç Savaşındaki
Rolü”, ayrintidergi.com.tr, 1 XI 2017; Joakim Enwall (Çeviren: Ali İhsan
Aksamaz), “Qazakişi Gazeti”, Ogni Kültür Dergisi, Sayı 5, İstanbul/ 1994/
Alaşara Dergisi, Sayı 9-10, Nart Yayıncılık, İstanbul, 1995- 1996; Josef Stalin (Çeviri: Muzaffer Erdost),
“Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu”, Sol Yayınlar, Ankara, 1994; Kâzım Karabekir, “İstiklâl Harbimiz”, Yapı Kredi
Yayınları, İstanbul, 2019; “Kolkhuri Podkast Editörü ,“Kaç bin yıllık dil
yavaş yavaş yok olma noktasında!”, sonhaber.ch, 28 I 2021/ circassiancenter.com; Laşa
K̆odua, “Biz Megreller de Lazız!”, shangulishialiihsanaksamaz.blogspot.com, 27
IX 2019/ circassiancenter.com; “Lazlar da anadilde eğitim istiyor”,
hurriyet.com.tr, 9 IX 2002; Lord Kinross, “Atatürk: Rebirth of
a nation”, Weidenfeld and Nicolson, 1965; “Mahkemeye göre
‘Laz’ kelimesi amaç dışı”, demokrathaber.org, 23 XII 2012; Mamula Osmanisže Tandilava, “Dudik̆vata” (Tea K̆alandia,
“Lazuri T̆ekst̆ebi, Tbilisi, 2008; “მაფშალია/
Mapşalia” (Megrelce Dergi), sayı 1, Zugdidi; M. Mahzun Doğan, “Faruk Benli:
Lazca, celiyrum demek değil!”, Siyah Beyaz Gazetesi, 19 II 1997; Mecit
Çakırusta, “Dilini, kültürünü, kimliğini kaybettikten sonra geriye korkacak ne
kalır?”, Laz Kültür Dergisi Tanura, Sayı 1, Lazika Yayıncılık, İstanbul, 2011; Melahat Bul, “Lazca ile Mücadele Kolu Başkanlığından Laz Kültürünün
Araştırılmasına Uzanan Bir Yol: M. Recai Özgün”, Mjora Dergisi, Sayı 1,
Çiviyazıları Yayınevi, İstanbul, 2000; Murat Ersoy, “İki Dünyalı Köy: Sarp&
Sarpi”,
Sima Dergisi, Sayı 3, Sima Laz Vakfı
Yayını, Fotosan Ofset, İzmit, 2001; Murat Ersoy, “Sarpi’de K̆olxoba Festivali Sima Dergisi,
sayı 7, Sima Laz Vakfı Yayını, Fotosan Ofset, İzmit, 2005; Murat Murğulişi,
“Lazcayı Sahiplenmek”, Papirus Edebiyat Dergisi, sayı 14,
İstanbul, 2015; Musa Oğuz Cedeşi, “Anadilimiz Lazca
Kayboluyor”, akcakocatv.com, 30 XII 2015; Musa Karaalioğlu, “Ağlamayana Süt
Vermezler!”, sonhaber.ch, 29 IV 2020/ circassiancenter.com; Mustafa
Kolat, “Kimliğimiz Ölüyor, Dillerimiz Ölüyor!”, gurcuhaber.com, 23 IV 2020/ circassiancenter.com;
M.I. Isayev, “National Languages in the U.S.S.R/ Problems and Solutions”, Progress Publishers,
Moscow, 1977; Nâsır Yüceer, I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusunun Azerbaycan ve Dağıstan
Harekâtı, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara, 1996;
Nikita Kruşçev, “Kruşçev’in Anıları- 1 ve 2” (Çeviren: Mehmet Harmancı),
Milliyet Yayınları, İstanbul, 1971; Nikita Sergeevich Khrushchev/ Edward
Crankshaw, “Khrushchev Remembers”, Book Club Associates, London, 1971; Nodar
Lomouri (Çeviren: Ali İhsan Aksamaz), “Egrisi/ Lazika Krallığı’nın Tarihi”,
Ogni Kültür Dergisi, Sayı 5, İstanbul, 1994; M. V. Glenny, “The Anglo- Soviet
Trade Agreement, March 1921”, Journal of Contemporary History, Vol. 5, No 2,
Sage Publications, Inc., London, 1970; Nugzar Dzhodzhua (Çeviren: Ali İhsan
Aksamaz), “Ben Bir Megrel’im”, Ogni Kültür Dergisi, Sayı 6, İstanbul, 1994/
kolkhoba.org/ circassiancenter.com; Nursel Tozkoparan, “Birol Topaloğlu:
“Lazlar hep yok sayıldı”, haber7.com, 3
II 2011; Orhan Bayramin, “Laz Edebiyatı 1996’dan fersah fersah ileride!”,
sonhaberch, 16 III 2021/ circassiancenter.com; Osman Kuyumcu P̆izma, “Dil
Ölürse İnsanlık Ölür”, lazca.org, 19 VII 2013; Önder Acar, “Oçamçire’deki Laz
Okulu’nda da öğrenim görmüş anneannem!”, gurcuhaber.com, 9 IV 2020/
circassiancenter.com; Paul Dumont, “Bolşevizm ve Doğu”, Aylık Sosyalist Kültür Dergisi, Sayı 61,
Birikim Yayınları, İstanbul, 1980; Ronald Wixman (Çeviri: Ali İhsan Aksamaz),
“Sovyetler Birliği’nde Etnik Kimlik”, Kafkasya Yazıları, Sayı 7, Çiviyazıları
Yayınevi, İstanbul, 1999; “Radio Kolha’nın Redaktörü Mişa
Numanişi, Tbilisi’de Ali İhsan Aksamaz İle Bir Söyleşi Yaptı”, Çveneburi
Kültürel Dergi, Sayı 58- 59, İstanbul, 2006; Rasim Yılmaz,
“Türkiye Lazları ve Laz Kültürü”, 08haber.com, 19 V 2017; Ruşen Çakır, “Laz Kültürel Rönesansının eşiğinde”, Cumhuriyet Kitap Eki,
Sayı 131, İstanbul, 1992; Sabri Gürses- Özgür Erdem, “Sultan Galiyev/ Bütün Eserleri”,
İleri Yayınları, İstanbul, 2006; Sami Avcı, “Atalarımızın Yaşadığı
Topraklar ve Soyağacımız”, Kendi Yayını, Ankara, 2013; Selma Koçiva (/ Bedia
Leba), “Halkbilimci Wolfgang Feurstein’la Söyleşi”, Ogni Kültür Dergisi, Sayı
5, İstanbul, 1994; Sefer E. Berzeg, “Kuzey Kafkasya
Cumhuriyeti/ 1917- 1922 1-2-3”, Birleşik Kafkasya Derneği Yayını, İstanbul,
2003, 2004, 2006; “Sima Laz Vakfı Lazca
eğitim istedi”, kocaeligazetesi.com.tr, 30 IV 2016;“Sima Vakfından Lazca eğitim
talebi”, marmaragazetesi.com, 2 V 2016; Stefanos Yerasimos, “Milliyetler ve
Sınırlar”, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994; Stefanos Yerasimos, “Kurtuluş
Savaşı’nda Türk- Sovyet İlişkileri (1917- 1923)”, Boyut Yayın Grubu, İstanbul,
2000; Selçuk Duman, “Güney Azerbaycan Türklerinin Demokratik Hak ve Özgürlük
Mücadelesi,” Berikan Yayınları, İstanbul, 2017; Süleyman
Nuri, “Uyanan Esirler/ Çanakkale Siperlerinden TKP Yönetimine”, Tüstav
Yayınları, İstanbul, 2002; Süleyman
Sefer Cihan, “Balkan Savaşı ve 1913 Batı Trakya Türk Cumhuriyeti”, Yeni Batı
Trakya Dergisi Yayınları, İstanbul, 2012; Şehzat Ayartepe, “Lazların
Tarihçesi”, Karadeniz Haber Gazetesi, İstanbul, 1 XII 1976/ “Lazların Etnik
Kökeni”, Ogni Kültür Dergisi, Sayı 4, İstanbul, 1994; Şemseddin Sami
(Çevriyazı: Fahrettin Çiloğlu), “Kâmüs- ul Alâm’da Lazlar ve Lazistan”, Ogni
Kültür Dergisi, Sayı 2, İstanbul, 1994; Tirebolulu H. Alparslan, “Trabzon İli
Laz mı? Türk mü?”, 1. Baskı, Başak Matbaası, Giresun, 1923/ Tarih ve Toplum Dergisi, Sayı 138, İletişim
Yayınları, İstanbul, 1995/ (Yayına Hazırlayan: İrfan Ç.Aleksiva), “İki Osmanlı
Aydınının Kaleminden Lazlar ve Lazistan”, Heyamola Yayınları, İstanbul, 2020;
Tanıl Bora, “Mustafa Suphi”, birikimdergisi.com, 27 I 2021; Tariel Putkaradze,
“Türkiye’de Okullarda Seçmeli Ders Olan Lazca Hangi Alfabe Kullanılarak
Öğretilmelidir?”, gurcu.org; 31 V 2013; Tayfur Sökmen, “Hatay’ın Kurtuluşu İçin
Harcanan Çabalar”, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1992; Tedo Sakhokia
(Çeviren: Ali İhsan Aksamaz), “Megrel-Laz Kültüründe Akrabalık, Evlenme ve
Cenaze”, Tarih ve Toplum Dergisi, sayı 140, İletişim Yayınları, İstanbul, 1995;
Teodar Swietochowski (Çeviren: Nuray Mert),
“Müslüman Cemaatten Ulusal Kimliğe Rus Azerbaycan’ı/ 1905-1920”, Bağlam
Yayınları, İstanbul, 1988; Turhan
Öztürk,“Rizeli Aksamaz’ın Dilekçesi İşleme Koydu/ TBMM Lazca Yazılan Dilekçeyi Ek
Olarak Kabul Etti”, Star Gazetesi, 16 XII 2006; Ümit Bayazoğlu, “Sıkıcı bir Laz
fıkrası”, EP/ Ekonomi Politika, Sayı 31, İstanbul, 1993; Vercihan Ziflioğlu,
“Üniversitede Lazca talebi”, aljazeera.com.tr, 17 IV 2014;Yaşa Tandilava, “Müze
tarihtir!”, sonhaber.ch, 24 I 2021/ circassiancenter.com/ gurcuhaber.com;
Yılmaz Avcı, “Türkçe’yi Nasıl Öğrendik?”, Yeni Kafkasya Gazetesi, Sayı 3,
İstanbul, 2002; Yılmaz Avcı ve Ali İhsan Aksamaz,
“Navamiçkinan Tere K̆olxeti/ Bilmediğimiz Ülke: K̆olxeti (Anı)”,
Sima Dergisi, sayı 8, Sima Laz Vakfı Yayını, Fotosan Ofset, İzmit, 2009;
Vladimir İlyiç Lenin (Çeviri: Muzaffer Erdost), “Ulusların Kaderlerini Tayin
Hakkı”, Sol Yayınlar, Ankara, 1992; William Eagleton Jr., “The Kurdish Republic
of 1946”, Oxford University Press, 1963)