Efsanelerde Livera Geyikleri
Makalemin başlığı, son okuduğum kitabın da adı. Size
bu kitap hakkında bilgi vermek istiyorum. Öncelikle, bu çalışmanın yazarını
size tanıtayım: Yusuf Bulut. Kendisi, 15 Mart 1949 tarihinde, Trabzon- Maçka’da
doğmuş. Livera Köyü’nden. Erzurum Yavuz Selim İlk Öğretmen Okulu’ndan 1969
yılında mezun olmuş. İlk atandığı yer: Yüksekova Yatılı Bölge Okulu. Orada
okuluna öğrenci bulmak ve kaydetmek için köy köy dolaşmış. Kürt
vatandaşlarımızla tanışması da böyle olmuş. Yusuf Bulut, (TÖS) Türkiye
Öğretmenler Sendikası’nın Yüksekova şubesine başkan seçilmiş. 1969’da Türkiye
çapındaki Öğretmen Grevine, bulunduğu yörede önderlik etmiş. Ağalık düzeninin
ne olduğunu da orada görmüş; öğrenmiş. Sınır kaçakçılığının gerçek yüzünü de görmüş.
Devlet ve yöre insanının ilişkilerini de orada yakından öğrenme fırsatı olmuş.
Yusuf Bulut, temel askerlik görevini Amasya’da tamamlamış. Ardından da “er
öğretmen” olarak Ağrı’ya gönderilmiş. Sendikacı olduğunun haberi, kendisinden
önce ulaşmış oralara. 12 Mart 1971 Askerî Darbesi’nden üç gün sonra silahlı
saldırıya uğramış. Verilmiş sadakası varmış ki; ölmemiş. Bu saldırının failleri
yakalanmış. Ne var ki, aynı gün serbest bırakılmışlar. Millî Eğitim
Bakanlığı’nın müfettişi, onu başarısız bulmuş. Siciline “orta” yazmış. Artık
mimlenmiş. Kendisini rahat bırakmayacaklarını da anlamış. Ancak bir yıl daha
Sürmene’de öğretmenlik yapabilmiş. 1973 yılı sonunda görevinden istifa etmek
zorunda kalmış.
Hayata yeniden başlar. Meteliksizdir. Üstelik artık mesleği
bile yoktur. Bir süre kamyon şoförlüğü yapar. 1976 yılında ise, çalışmak üzere
Libya’ya gider. İşçidir. Arap işçilerle birlikte çalışır. Çöldeki bir çimento
fabrikasında iş makinası operatörü olarak çalışmaya başlar. Türkiye’ye
döndükten sonra bir süre yine kamyon şoförlüğü yapar. 1989 yılında, kendi
deyişiyle Türkiye’nin önde gelen holdinglerinden birinde düzgün bir işte
çalışmaya başlar. Orada 15 yıl çalışır. Ardından emekli olur. SSK emeklisidir.
Yazmak, onun için bir tutkudur. Yazıyor. yusufbulut.com.tr. adlı
bir internet sitesi var.
Yusuf Bulut, aynı zamanda benim dostum. Kendisini yaklaşık 2008’den bu yana tanıyorum; görüşüyorum; haberleşiyorum. Bence Yusuf Bulut, isimsiz binlerce kahramandan bir tanesidir. “Soğuk Savaş Dönemi” yapılanmalarının cehenneme çevirdiği ülkemizde; hayatını kaybeden, ocakları sönen, sakat kalan, işsiz kalan binlerce isimsiz kahramandan bir tanesi. O karanlık günlerden geçerek bugünlere ulaşabilen ve yazabilme ve yayınlayabilme cesareti gösterebilen kahramanlardan biridir o…
Yusuf Bulut’un “Efsanelerde Livera Geyikleri” adlı
eserinin ilk baskısı Ocak 2015’te “Heyamola Yayınları”ndan çıktı. Yayın
yönetmeni ise, Ömer Asan. Editörü: Leyla Çelik. Kitabın grafik tasarımı
ise, Murat İlhan’a ait. Salih Şahinler ve İlyas Karagöz, kitabın kaynak
kişileri. Kitabın önsözü, Kudret Emiroğlu’na ait. Arka kapak yazısı ise, Nazım
Esmer’in.
Kitap, şu bölümlerden oluşuyor:” Livera Geyikleri”,
“Sabriye”, “Ayşe”, “Fadime”, “Emriye”, “Gömleksizin Köprüsü”, “Gudul Kalesi ve
Ziya Kayaları”, “Meva”, “Bizim Köyün Kadınları”, “Ayı Dağ”ı, “Yeni Dünyanın
Liveralı Yolcuları”.
Doğrusunu isterseniz, “Efsanelerde Livera Geyikleri”
adlı bu çalışma beni derinden etkiledi. Karadeniz Bölgesi, özellikle de Doğu
Karadeniz Bölgesi hep aynı. Coğrafyası, doğası, üretim, mülkiyet ve paylaşım
ilişkileri aynı. Hele dağ köyleri… Kitaptaki bu hikâyeleri, efsaneleri okurken
kâh dedemi, ninemi hatırladım, kâh o dağ köylerini ve zorlu hayat şartlarını.
Okuduklarım, beni bulunduğum yerden ve içinde bulunduğum zamandan alıp götürdü.
Sisli dağları da aştım adeta. O yağmurlarla ıslandım adeta. Küçük keçilerin
koşuşup melemesini ve çıngırak seslerini ve orman kuşlarının cıvıldamalarını
duydum ardından. Bir sofrada bizimkilerle beraber buldum kendimi. Öyle saf ve
önyargısız. Gülümsüyorlardı bana. Yalnızca bunları değil mezarları da
hatırlattı kitap bana. Sisli dağların beklediği mezarlar.
Akan suyun şırıltısı hâlâ kulağımda, orman
bitkilerinin, çiçeklerinin kokusu hâlâ burnumda sanki. Sonra derinden ve çok
eski zamanlardan belli belirsiz bir çan sesi duydum sanki. Kitap, kadınların
bilge, direngen, üretken, fedakâr hallerini yeniden hatırlattı bana. Hep önde
ancak hep acı çeken kadınları, genç kızları da tanıdım kitapta; fakir ama asil.
Sessiz çığlıklarını duydum kitabı okudukça.
Kitaptaki her hikâye, efsane Doğu Karadeniz’in
doğasına; suyuna, toprağına, kuşuna, böceğine, sebzesine, meyvesine, acısına,
yasına, sevincine ama çoğunluklu da yaşam coşkusuna tanıklık ediyor; bize
aktarıyor. Karadeniz’in çok yakın geçmiş bir zamanda sinesinde barındırdığı
Hıristiyan ahalisinin de sessiz çığlıklarını aktarıyor hikâyeler, efsaneleriyle
bu kitap. Sonra yine de bir kemençe sesi duyuluyor. Yüzlerce insan horona
durmuş sislerin ötesinde. Delirmiş olmalılar, hiç durmuyorlar. Yusuf Bulut’un
eserindeki her hikâye, her efsaneyle geçmişe dönüyor insan.
Hikâyelerde, efsanelerde hep kadın var, genç kızlar
var. Onların hayatları var. Üreten, fedakâr insanlar. Bir o kadar da acı çeken
kadınlar. Yan yana Müslüman ve Hıristiyan Karadeniz kadınları. Komşu kadınlar.
Taa eski zamanlardan.
Kitaptaki her hikâye ve efsaneyi beğeni ile okudum;
beni derinden etkiledi. Kitabı okurken, eski Trabzon; kent merkezi, köyleri
canlandı hafızamda. Neden bilemiyorum. Yalnızca Trabzon’u değil Batum’u da,
Sohum’u da hatırladım. Zugdidi’yi de. Sumela’nın eski halini de düşündüm.
Vadilerde yankılanan çan sesleri geldi birden kulağıma. Tanıdık bir melodi
gibi. Sonra daha birkaç yıl öncesinde Sumela’da ibadetleri bir bürokrat kadın tarafından
engellenen Hıristiyanları da hatırladım. Daha sonraki yıllarda Patrik 1.
Bartholomeos’un Sumela’da yönettiği ayinleri düşündüm. Dağ, tepe aşarak
yürüyüşü de geldi gözümün önüne. Bahşis verdiği kemençeciler de.
Günümüzde cami olan, Livera’nın kilisesini ve muhtar
Ğorğor Şalvadaris’i hep hatırlayacağım. 24 Şubat 1923 tarihini de…. İki
sevgilisi olan İrina’yı da. Sevgililerinden biri kıskanç bir ayı, diğeri ise,
Levent Orhan olan İrina’yı da hep hatırlayacağım. Liveralı Şahin, Liveralı
Pilipos ve Liveralı Şahin Pilipos ya da Liveralı Pilipos Şahin. Mübadele ve
çekilen acılar. Selimiye Kışlası’ndan da geçen hiç bilinmeyen insan hikâyeleri.
Yusuf Bulut’un “Efsanelerde Livera Geyikleri” isimli
eseri; Doğu Karadeniz coğrafyasına, geçmişteki Hıristiyan ve Müslüman
ahalisinin hayat hikâyelerine ilgi duyan herkese okumalarını öneririm.
Emperyalizm, emperyalizm ile işbirliği yapan siyasîler bir yana, onlarla işimiz
olmaz. Çünkü onların en büyük kötülük yaptıklarından bir tanesi de Doğu
Karadeniz’in halkıdır. Duygu yüklü bu güzel çalışmayı okuyunca ne demek
istediğimi daha iyi anlayacaksınız muhakkak.
Böyle bir eseri kültür hayatımıza kazandıran Yusuf
Bulut’u tanıdığım için kendimi şanslı addediyorum. Bazılarının hiç bilmediği,
bilenlerin ise, unutmaya yüz tuttukları gerçekleri yeniden gündeme getirdi.
İmzalayıp adresime kadar gönderdiği bu güzel eser için kendisine bir defa da
huzurunuzda teşekkür ediyorum.
https://yusufbulut49.blogspot.com/search?q=Ali+%C4%B0hsan+Aksamaz
Yusuf Bulut [1949- 2017]
SUNUŞ [İnsan Ne Diye İneğe Tapar]
Yusuf Bulut, bu kitabına
benden bir sunuş yazısı istemiş olsaydı, hiç kuşkusuz aşağıdaki satırları kaleme
alma ihtiyacı hissetmeyecektim. Yalnızca kitabının içeriğine ilişkin
değerlendirmelerimi sizlerle paylaşacaktım. Ne yazık ki 2017 yılından bu yana Yusuf
Bulut aramızda değil. Onun için de kendisiyle olan anılarımdan bahsetmekle
yetineceğim.
Zaman
zaman kitaplığımı çeşitli nedenlerle elden geçiririm. Her defasında da Yusuf
Bulut’un “Efsanelerde Livera Geyikleri” adlı kitabıyla göz göze gelirim.
İmzalayıp ev adresime posta ile gönderme nezaketi gösterdiği bu kitabı, bana kendisini
hatırlatır. Anılarımız gözümün önünden bir film şeridi gibi hızla geçer. En çok
da, bu kitabının bugüne kadar yayınlanamamış olmasına üzülürüm. Kitabının
yayınlanmasını görememesine üzülürüm. “Efsanelerde Livera Geyikleri” adlı kitabı gibi, bu kitabı da 20. yüzyıla
ilişkin önemli tanıklıklarını bizlerle paylaşıyor. Kitabının bugüne kadar yayınlanamaması,
bu önemli tanıklıklarının günümüz okuyucusuna ulaşamaması beni hep üzerdi. Üzülürdüm
ancak elimden de bu konuda hiçbir şey gelmezdi.
Önceki
akşam e-posta adresime baktığımda bir sürprizle karşılaştım. Bayram Bulut’tan bir mesaj gelmişti. Kim
olduğunu bilmiyordum. Tanımıyordum. Benimle görüşmek istiyordu. Mesajında vermiş
olduğu telefon numarasından kendisini aradım. Tanıştık. Uzun uzun konuştuk.
Doğrusunu söylemek gerekirse, çok sevindim. Ailesinin, çalışmalarına sahip
çıktığını ve bu kitabının da yayınlanacağını duymak beni sevindirdi.
Bayram
Bulut, babasının bloğunda “Efsanelerde Livera Geyikleri” adlı kitapla
ilgili kaleme aldığım makaleyi görmüş.
Makalenin altında yer alan e-posta adresine yazarak bana ulaşmıştı. Babasının
bu kitabı için bir sunuş yazısı kaleme almamı istedi.
Telefonundan sonra şöyle bir düşündüm; Yusuf Bulut’u
gıyabında ne zaman tanımıştım? 2008 yılı olmalı. İnternette www.yusufbulut.com adlı sitesiyle
karşılaşmıştım. Kendisine birkaç makalemi gönderdim; yayınladı. Böylelikle tanışıklığımız
başladı.
İstanbul
Eğitim- Sen 8. Nolu Şube Başkanı Haldun Özkan’ın önerisiyle Ankara’da İnşaat
Mühendisleri Odası Konferans Salonunda yapılan Uluslararası Katılımlı Ana Dili
Sempozyumuna katıldım; bir sunum yaptım. Daha önce bu sempozyumun yer ve tarihine
ilişkin bilgileri Ankara’daki dostlara e-posta vasıtasıyla duyurmuştum. 31 Mayıs
2009 tarihinde yaptığım bu sunumun hemen ardından yanıma şahsen tanımadığım bir
bey yaklaştı. Kendisini tanıttı: Yusuf Bulut. Kendisiyle ilk defa o gün yüz
yüze tanıştık. Beni misafir etmek istediğini söyledi. O sırada bir arkadaş İstanbul’a
gitmek üzere otomobiliyle hemen köşe başında beni bekliyordu. Bu nazik davetini
kabul edemedim. Ayaküstü üç beş dakika ancak konuşabildik. Vedalaştık. Akşamına
İstanbul’a döndüğümde e-posta adresime bakınca bir sürprizle karşılaştım. Yusuf
Bulut, sempozyum boyunca çektiği fotoğrafları göndermişti. Hem sempozyumu
izlemesi hem beni misafir etmek istemesi hem de çektiği fotoğrafları göndermesi
doğrusu beni şaşırtmıştı. O tarihten sonra dostluğumuz gelişti. Sitesine
gönderdiğim makaleleri yayınlamaya devam etti. Dayanışma ve candan
davranışlarıyla beni her zaman yüreklendirdi.
9
Ağustos 2014 tarihinde ÇDP’nin kuruluş çalışmaları için arkadaşlarla birlikte
Ankara- Bayındır Sokaktaydık. Yusuf Bulut da geldi. Sohbet ettik. Fotoğraflarımızı
çekti. Toplantı sonrası kısa bir boşluk vardı. Beni bir lokantaya misafir etti.
Civardaki bir lokantada oturduk. Sohbet ettik. Beni misafir etmek istiyordu. Ertesi
günü Cumhurbaşkanlığı Seçimleri vardı. O sebeple o akşam İstanbul’a dönecektik.
Davetini kabul edemedim.
7
Haziran 2015 Genel Seçimlerinde Ankara 2. Bölgeden Bağımsız Milletvekili Adayı
olan arkadaşım Faruk Arslandok’a destek toplantısına katılmak için bir
arkadaşın otomobiliyle Ankara’ya gitmiştik. Toplantı bir otelde yapılıyordu. Bu
toplantıya Yusuf Bulut da, Armağan Serdaroğlu da kısa süreliğine geldi. Çok
kısa bir süre her ikisiyle ayrı ayrı görüşme imkânım oldu.
Şimdi
hatırlayabildiğim kadarıyla, 2016 Yazında Şevket Çorbacıoğlu bir gün telefonla
arayarak Ankara- Artvin Evi’nde bir sunum yapmamı önerdi. Kabul ettim. Eylül ayı
içinde bir Pazar günü sunumu gerçekleştirecektik. Ne yazık ki ciddî hastalığımı
henüz atlatamadığım için o tarihte bir
sunum yapma imkânım olamadı.
2017
yılı başlarında olmalı. Bir gün Yusuf Bulut telefonla aradı. Yeni bir kitap
çalışması olduğu söyledi. Bu çalışmasını bana göndermek istiyordu. Eleştirel
katkıda bulunmamı istiyordu. Kabul ettim.
“İnsan Ne Diye İneğe Tapar?” başlıklı çalışmasını e-posta adresime
gönderdi. Word dosyasını bilgisayardan okumak bana oldukça zor geldi. Posta ile
göndermesini istedim. Birkaç gün sonra postacı bu çalışmasını getirdi. Otobiyografik
çalışmasını büyük bir beğeniyle birkaç gün içinde okudum. Sayfa kenarlarına
katkılarımı ekledim. Telefonla da bilgi aktardım. Doğrusunu söylemek gerekirse,
bu çalışmasını okudukça kendisini daha da iyi tanıdım. 1970’li yıllara ait
tanıklıklarını aktarıyordu. Kendisinin de yerel boyutlarda içinde yer aldığı
dönemin toplumsal olay, olgu ve süreçlerini objektif bir şekilde aktarıyordu.
Otobiyografik bir çalışma olmasına rağmen, asla kendisini öne çıkarmıyor,
kendisine önem atfetmiyordu. Sıradan insan hikâyeleri anlatıyordu. Aynı
“Efsanelerde Livera Geyikleri” gibi, bu çalışması da bilgi ve belgeyle destekleniyordu.
Anlatımları yaşanmış kronolojiyle de uyum içindeydi. Bu çalışmayı, eşim Nuray Hanımın da okumasını
ve eleştirel katkıda bulunmasını istedim. Okudu. Eleştirel katkılarda bulundu.
Çalışmayı kargo servisiyle Yusuf Bulut’a ulaştırdım. Telefonla da bilgi verdim.
Bir
süre sonra Yusuf Bulut telefonla aradı. Bir başka ilde yaşayan oğlunu ziyarete
gittiğini, otobüsten indikten sonra bir titreme geldiğini, hastalandığını ve
durumunun kötü olduğunu söyledi. Üzüldüm. Sonrasında kendisiyle zaman zaman
telefonla görüştük.
Ankara-
Artvin Evi’nde yapacağım sunumun tarihi kesinleşmişti: 23 Nisan 2017. Birkaç gün önce Yusuf Bulut’u telefonla aradım. Kendisini de mutlaka
sunumda görmek istediğimi söyledim. Sağlığının iyi olmadığını, eğer kendisini
iyi hissederse gelebileceğini belirtti. Kendisinden Artvin Evi’ndeki sunum
izleyici profiline ilişkin bilgi aldım. Yardımcı oldu.
22
Nisan günü Ankara’ya gitmek için yola çıktım. Yusuf Bulut birkaç kez telefonla
aradı. Hasta olduğunu, kendisini iyi hissetmediğini o sebeple de sunumu izlemeye
gelemeyeceğini söyledi. Ancak Artvin Evi’ndeki sunumumdan sonra, arkadaşı
Mehmet Ali Kök’ün beni kendisine götüreceğini, yardımcı olacağını söyledi. Öyle
de oldu; Mehmet Ali Kök, beni otomobiliyle Dikmen- Keklik Pınarı’ndan Yusuf
Bulut’un Sincan’daki evine kadar götürdü. Sohbetlerimize eşlik etti.
Kendisini
iyi gördüm. Hafıza ve algısı yerindeydi. Çok istememe rağmen, kendisiyle yine
de bir fotoğraf çektirmedim. Farklı çağrışımlar edinmesini istemedim. Kitabının
durumunu sordum. Ne zaman yayınlanacağını öğrenmek istedim. Torununun bilgisayarda
düzeltmeleri yaptığını söyledi. Hatırladığım
kadarıyla epey oturduk. Sohbet ettik. Eşi Hanımefendi bize ikramlarda bulundu.
Misafirperverlik gösterdi. Ayrılma zamanı gelince kucaklaştık. Vedalaştık. Mehmet Ali Kök, beni otomobiliyle Ankara
Otogarına kadar da götürdü.
Kendisiyle
daha sonra birkaç kez telefonla görüştüğümüzü hatırlıyorum. Bir gün facebook’taki
bir paylaşımdan hastaneye yattığını öğrendim. Birkaç kez Şevket Çorbacıoğlu,
Mehmet Ali Kök ve Demir Akın’ı telefonla arayarak sağlık durumu hakkında bilgi
almaya çalıştım. Bir gece eşi Hanımefendi telefonla arayarak Yusuf Bulut’u
kaybettiğimizin haberini verdi. Tarifsiz üzüldüm. Vakit geçirmeden, ilk
kitabını yayınlayan Heyamola Yayınları’nın Yayın Yönetmeni Ömer Asan’a
facebook’tan bir mesajla vefât haberini duyurdum. Teşekkür etti. Benimle
bağlantı kurması için telefon numaramı da ilettim. Maksadım Yusuf Bulut’un bu
çalışmasına sahip çıkmasını istemekti.
Şimdi
hatırladığım kadarıyla kendisini 4 Ağustos 2017 tarihinde kaybettik. Çok
üzüldüm. Üzülmemim bir başka nedeni de çalışmasının öylece sahipsiz kalmasıydı.
Önceki akşam oğlu Bayram Bulut’un kitaba ailecek sahip çıktıklarını ve
yayınlanması için girişimlerde bulunduklarını söylemesi beni tarifsiz
sevindirdi.
“Efsanelerde
Livera Geyikleri” adlı kitabı ve bu çalışması Türkiye’nin 20. yüzyılına
toplumsal konularda tanıklık ediyor. Kitaplarında yer alan tanıklıkların
onlarca film senaryosuna kaynaklık edeceğine inanıyorum.
Yusuf Bulut; ideolojik, siyasal, dinsel, mezhepsel ve etno-milliyetçi ön yargılarla hareket etmiyor, sıradan insanlara sıradan insanların hikâyelerini olduğu gibi anlatıyor. Kendisini saygı, sevgi ve özlemle anıyorum.
[Önerilen Okumalar: Ali İhsan Aksamaz, “Efsanelerde Livera Geyikleri”
adlı kitabın eleştirisi”, 16. IV. 2015, yusufbulut49.blogspot.com; “Yaşasın 23
Nisan”, 27. 04. 2017, ozgurcerkes.com; “Efsanelerde Livera Geyikleri”, 23. 01. 2020, sonhaber.ch] /
http://yusufbulut49.blogspot.com/2016/06/
https://www.ozgurcerkes.com/?&Syf=22&Mkl=961858
https://sonhaber.ch/efsanelerde-livera-geyikleri/
ÇDP Genel Merkezi, Ankara, 9 Ağustos 2014