15 Haziran 2024 Cumartesi

Efsanelerde Livera Geyikleri

 


 

 

Efsanelerde Livera Geyikleri

 

 

Makalemin başlığı, son okuduğum kitabın da adı. Size bu kitap hakkında bilgi vermek istiyorum. Öncelikle, bu çalışmanın yazarını size tanıtayım: Yusuf Bulut. Kendisi, 15 Mart 1949 tarihinde, Trabzon- Maçka’da doğmuş. Livera Köyü’nden. Erzurum Yavuz Selim İlk Öğretmen Okulu’ndan 1969 yılında mezun olmuş. İlk atandığı yer: Yüksekova Yatılı Bölge Okulu. Orada okuluna öğrenci bulmak ve kaydetmek için köy köy dolaşmış. Kürt vatandaşlarımızla tanışması da böyle olmuş. Yusuf Bulut, (TÖS) Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın Yüksekova şubesine başkan seçilmiş. 1969’da Türkiye çapındaki Öğretmen Grevine, bulunduğu yörede önderlik etmiş. Ağalık düzeninin ne olduğunu da orada görmüş; öğrenmiş. Sınır kaçakçılığının gerçek yüzünü de görmüş. Devlet ve yöre insanının ilişkilerini de orada yakından öğrenme fırsatı olmuş. Yusuf Bulut, temel askerlik görevini Amasya’da tamamlamış. Ardından da “er öğretmen” olarak Ağrı’ya gönderilmiş. Sendikacı olduğunun haberi, kendisinden önce ulaşmış oralara. 12 Mart 1971 Askerî Darbesi’nden üç gün sonra silahlı saldırıya uğramış. Verilmiş sadakası varmış ki; ölmemiş. Bu saldırının failleri yakalanmış. Ne var ki, aynı gün serbest bırakılmışlar. Millî Eğitim Bakanlığı’nın müfettişi, onu başarısız bulmuş. Siciline “orta” yazmış. Artık mimlenmiş. Kendisini rahat bırakmayacaklarını da anlamış. Ancak bir yıl daha Sürmene’de öğretmenlik yapabilmiş. 1973 yılı sonunda görevinden istifa etmek zorunda kalmış.

 

Hayata yeniden başlar. Meteliksizdir. Üstelik artık mesleği bile yoktur. Bir süre kamyon şoförlüğü yapar. 1976 yılında ise, çalışmak üzere Libya’ya gider. İşçidir. Arap işçilerle birlikte çalışır. Çöldeki bir çimento fabrikasında iş makinası operatörü olarak çalışmaya başlar. Türkiye’ye döndükten sonra bir süre yine kamyon şoförlüğü yapar. 1989 yılında, kendi deyişiyle Türkiye’nin önde gelen holdinglerinden birinde düzgün bir işte çalışmaya başlar. Orada 15 yıl çalışır. Ardından emekli olur. SSK emeklisidir. Yazmak, onun için bir tutkudur. Yazıyor.  yusufbulut.com.tr.  adlı bir internet sitesi var.

 



Yusuf Bulut, aynı zamanda benim dostum. Kendisini yaklaşık 2008’den bu yana tanıyorum; görüşüyorum; haberleşiyorum. Bence Yusuf Bulut,  isimsiz binlerce kahramandan bir tanesidir. “Soğuk Savaş Dönemi” yapılanmalarının cehenneme çevirdiği ülkemizde; hayatını kaybeden, ocakları sönen, sakat kalan, işsiz kalan binlerce isimsiz kahramandan bir tanesi. O karanlık günlerden geçerek bugünlere ulaşabilen ve yazabilme ve yayınlayabilme cesareti gösterebilen kahramanlardan biridir o…

 

Yusuf Bulut’un “Efsanelerde Livera Geyikleri” adlı eserinin ilk baskısı Ocak 2015’te “Heyamola Yayınları”ndan çıktı. Yayın yönetmeni ise, Ömer Asan. Editörü: Leyla Çelik.  Kitabın grafik tasarımı ise, Murat İlhan’a ait. Salih Şahinler ve İlyas Karagöz, kitabın kaynak kişileri. Kitabın önsözü, Kudret Emiroğlu’na ait. Arka kapak yazısı ise, Nazım Esmer’in.

 

Kitap, şu bölümlerden oluşuyor:” Livera Geyikleri”, “Sabriye”, “Ayşe”, “Fadime”, “Emriye”, “Gömleksizin Köprüsü”, “Gudul Kalesi ve Ziya Kayaları”, “Meva”, “Bizim Köyün Kadınları”, “Ayı Dağ”ı, “Yeni Dünyanın Liveralı Yolcuları”.

 

Doğrusunu isterseniz, “Efsanelerde Livera Geyikleri” adlı bu çalışma beni derinden etkiledi. Karadeniz Bölgesi, özellikle de Doğu Karadeniz Bölgesi hep aynı. Coğrafyası, doğası, üretim, mülkiyet ve paylaşım ilişkileri aynı. Hele dağ köyleri… Kitaptaki bu hikâyeleri, efsaneleri okurken kâh dedemi, ninemi hatırladım, kâh o dağ köylerini ve zorlu hayat şartlarını. Okuduklarım, beni bulunduğum yerden ve içinde bulunduğum zamandan alıp götürdü. Sisli dağları da aştım adeta. O yağmurlarla ıslandım adeta. Küçük keçilerin koşuşup melemesini ve çıngırak seslerini ve orman kuşlarının cıvıldamalarını duydum ardından. Bir sofrada bizimkilerle beraber buldum kendimi. Öyle saf ve önyargısız. Gülümsüyorlardı bana. Yalnızca bunları değil mezarları da hatırlattı kitap bana. Sisli dağların beklediği mezarlar.

 

Akan suyun şırıltısı hâlâ kulağımda, orman bitkilerinin, çiçeklerinin kokusu hâlâ burnumda sanki. Sonra derinden ve çok eski zamanlardan belli belirsiz bir çan sesi duydum sanki. Kitap, kadınların bilge, direngen, üretken, fedakâr hallerini yeniden hatırlattı bana. Hep önde ancak hep acı çeken kadınları, genç kızları da tanıdım kitapta; fakir ama asil. Sessiz çığlıklarını duydum kitabı okudukça.

 

Kitaptaki her hikâye, efsane Doğu Karadeniz’in doğasına; suyuna, toprağına, kuşuna, böceğine, sebzesine, meyvesine, acısına, yasına, sevincine ama çoğunluklu da yaşam coşkusuna tanıklık ediyor; bize aktarıyor. Karadeniz’in çok yakın geçmiş bir zamanda sinesinde barındırdığı Hıristiyan ahalisinin de sessiz çığlıklarını aktarıyor hikâyeler, efsaneleriyle bu kitap. Sonra yine de bir kemençe sesi duyuluyor. Yüzlerce insan horona durmuş sislerin ötesinde. Delirmiş olmalılar, hiç durmuyorlar. Yusuf Bulut’un eserindeki her hikâye, her efsaneyle geçmişe dönüyor insan.

 

Hikâyelerde, efsanelerde hep kadın var, genç kızlar var. Onların hayatları var. Üreten, fedakâr insanlar. Bir o kadar da acı çeken kadınlar. Yan yana Müslüman ve Hıristiyan Karadeniz kadınları. Komşu kadınlar. Taa eski zamanlardan.

Kitaptaki her hikâye ve efsaneyi beğeni ile okudum; beni derinden etkiledi. Kitabı okurken, eski Trabzon; kent merkezi, köyleri canlandı hafızamda. Neden bilemiyorum. Yalnızca Trabzon’u değil Batum’u da, Sohum’u da hatırladım. Zugdidi’yi de. Sumela’nın eski halini de düşündüm. Vadilerde yankılanan çan sesleri geldi birden kulağıma. Tanıdık bir melodi gibi. Sonra daha birkaç yıl öncesinde Sumela’da ibadetleri bir bürokrat kadın tarafından engellenen Hıristiyanları da hatırladım. Daha sonraki yıllarda Patrik 1. Bartholomeos’un Sumela’da yönettiği ayinleri düşündüm. Dağ, tepe aşarak yürüyüşü de geldi gözümün önüne. Bahşis verdiği kemençeciler de.

 

Günümüzde cami olan, Livera’nın kilisesini ve muhtar Ğorğor Şalvadaris’i hep hatırlayacağım. 24 Şubat 1923 tarihini de….  İki sevgilisi olan İrina’yı da. Sevgililerinden biri kıskanç bir ayı, diğeri ise, Levent Orhan olan İrina’yı da hep hatırlayacağım. Liveralı Şahin, Liveralı Pilipos ve Liveralı Şahin Pilipos ya da Liveralı Pilipos Şahin. Mübadele ve çekilen acılar. Selimiye Kışlası’ndan da geçen hiç bilinmeyen insan hikâyeleri.

 

Yusuf Bulut’un “Efsanelerde Livera Geyikleri” isimli eseri; Doğu Karadeniz coğrafyasına, geçmişteki Hıristiyan ve Müslüman ahalisinin hayat hikâyelerine ilgi duyan herkese okumalarını öneririm. Emperyalizm, emperyalizm ile işbirliği yapan siyasîler bir yana, onlarla işimiz olmaz. Çünkü onların en büyük kötülük yaptıklarından bir tanesi de Doğu Karadeniz’in halkıdır. Duygu yüklü bu güzel çalışmayı okuyunca ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız muhakkak.

 

Böyle bir eseri kültür hayatımıza kazandıran Yusuf Bulut’u tanıdığım için kendimi şanslı addediyorum. Bazılarının hiç bilmediği, bilenlerin ise, unutmaya yüz tuttukları gerçekleri yeniden gündeme getirdi. İmzalayıp adresime kadar gönderdiği bu güzel eser için kendisine bir defa da huzurunuzda teşekkür ediyorum.

 

 

https://yusufbulut49.blogspot.com/search?q=Ali+%C4%B0hsan+Aksamaz

 

https://www.circassiancenter.com/tr/efsanelerde-livera-geyikleri/ 

 

 

 

Yusuf Bulut [1949- 2017]

 

 

 

SUNUŞ [İnsan Ne Diye İneğe Tapar]

 

Yusuf Bulut, bu kitabına benden bir sunuş yazısı istemiş olsaydı, hiç kuşkusuz aşağıdaki satırları kaleme alma ihtiyacı hissetmeyecektim. Yalnızca kitabının içeriğine ilişkin değerlendirmelerimi sizlerle paylaşacaktım. Ne yazık ki 2017 yılından bu yana Yusuf Bulut aramızda değil. Onun için de kendisiyle olan anılarımdan bahsetmekle yetineceğim.

Zaman zaman kitaplığımı çeşitli nedenlerle elden geçiririm. Her defasında da Yusuf Bulut’un “Efsanelerde Livera Geyikleri” adlı kitabıyla göz göze gelirim. İmzalayıp ev adresime posta ile gönderme nezaketi gösterdiği bu kitabı, bana kendisini hatırlatır. Anılarımız gözümün önünden bir film şeridi gibi hızla geçer. En çok da, bu kitabının bugüne kadar yayınlanamamış olmasına üzülürüm. Kitabının yayınlanmasını görememesine üzülürüm. “Efsanelerde Livera Geyikleri”  adlı kitabı gibi, bu kitabı da 20. yüzyıla ilişkin önemli tanıklıklarını bizlerle paylaşıyor. Kitabının bugüne kadar yayınlanamaması, bu önemli tanıklıklarının günümüz okuyucusuna ulaşamaması beni hep üzerdi. Üzülürdüm ancak elimden de bu konuda hiçbir şey gelmezdi.

Önceki akşam e-posta adresime baktığımda bir sürprizle karşılaştım.  Bayram Bulut’tan bir mesaj gelmişti. Kim olduğunu bilmiyordum. Tanımıyordum. Benimle görüşmek istiyordu. Mesajında vermiş olduğu telefon numarasından kendisini aradım. Tanıştık. Uzun uzun konuştuk. Doğrusunu söylemek gerekirse, çok sevindim. Ailesinin, çalışmalarına sahip çıktığını ve bu kitabının da yayınlanacağını duymak beni sevindirdi.

Bayram Bulut, babasının bloğunda “Efsanelerde Livera Geyikleri” adlı kitapla ilgili  kaleme aldığım makaleyi görmüş. Makalenin altında yer alan e-posta adresine yazarak bana ulaşmıştı. Babasının bu kitabı için bir sunuş yazısı kaleme almamı istedi.  

 Telefonundan sonra şöyle bir düşündüm; Yusuf Bulut’u gıyabında ne zaman tanımıştım? 2008 yılı olmalı. İnternette www.yusufbulut.com adlı sitesiyle karşılaşmıştım. Kendisine birkaç makalemi gönderdim; yayınladı. Böylelikle tanışıklığımız başladı.

İstanbul Eğitim- Sen 8. Nolu Şube Başkanı Haldun Özkan’ın önerisiyle Ankara’da İnşaat Mühendisleri Odası Konferans Salonunda yapılan Uluslararası Katılımlı Ana Dili Sempozyumuna katıldım; bir sunum yaptım.  Daha önce bu sempozyumun yer ve tarihine ilişkin bilgileri Ankara’daki dostlara e-posta vasıtasıyla duyurmuştum. 31 Mayıs 2009 tarihinde yaptığım bu sunumun hemen ardından yanıma şahsen tanımadığım bir bey yaklaştı. Kendisini tanıttı: Yusuf Bulut. Kendisiyle ilk defa o gün yüz yüze tanıştık. Beni misafir etmek istediğini söyledi. O sırada bir arkadaş İstanbul’a gitmek üzere otomobiliyle hemen köşe başında beni bekliyordu. Bu nazik davetini kabul edemedim. Ayaküstü üç beş dakika ancak konuşabildik. Vedalaştık. Akşamına İstanbul’a döndüğümde e-posta adresime bakınca bir sürprizle karşılaştım. Yusuf Bulut, sempozyum boyunca çektiği fotoğrafları göndermişti. Hem sempozyumu izlemesi hem beni misafir etmek istemesi hem de çektiği fotoğrafları göndermesi doğrusu beni şaşırtmıştı. O tarihten sonra dostluğumuz gelişti. Sitesine gönderdiğim makaleleri yayınlamaya devam etti. Dayanışma ve candan davranışlarıyla beni her zaman yüreklendirdi.   

9 Ağustos 2014 tarihinde ÇDP’nin kuruluş çalışmaları için arkadaşlarla birlikte Ankara- Bayındır Sokaktaydık. Yusuf Bulut da geldi. Sohbet ettik. Fotoğraflarımızı çekti. Toplantı sonrası kısa bir boşluk vardı. Beni bir lokantaya misafir etti. Civardaki bir lokantada oturduk. Sohbet ettik. Beni misafir etmek istiyordu. Ertesi günü Cumhurbaşkanlığı Seçimleri vardı. O sebeple o akşam İstanbul’a dönecektik. Davetini kabul edemedim. 

7 Haziran 2015 Genel Seçimlerinde Ankara 2. Bölgeden Bağımsız Milletvekili Adayı olan arkadaşım Faruk Arslandok’a destek toplantısına katılmak için bir arkadaşın otomobiliyle Ankara’ya gitmiştik. Toplantı bir otelde yapılıyordu. Bu toplantıya Yusuf Bulut da, Armağan Serdaroğlu da kısa süreliğine geldi. Çok kısa bir süre her ikisiyle ayrı ayrı görüşme imkânım oldu.  

Şimdi hatırlayabildiğim kadarıyla, 2016 Yazında Şevket Çorbacıoğlu bir gün telefonla arayarak Ankara- Artvin Evi’nde bir sunum yapmamı önerdi. Kabul ettim. Eylül ayı içinde bir Pazar günü sunumu gerçekleştirecektik. Ne yazık ki ciddî hastalığımı henüz atlatamadığım  için o tarihte bir sunum yapma imkânım olamadı.

2017 yılı başlarında olmalı. Bir gün Yusuf Bulut telefonla aradı. Yeni bir kitap çalışması olduğu söyledi. Bu çalışmasını bana göndermek istiyordu. Eleştirel katkıda bulunmamı istiyordu. Kabul ettim.  “İnsan Ne Diye İneğe Tapar?” başlıklı çalışmasını e-posta adresime gönderdi. Word dosyasını bilgisayardan okumak bana oldukça zor geldi. Posta ile göndermesini istedim. Birkaç gün sonra postacı bu çalışmasını getirdi. Otobiyografik çalışmasını büyük bir beğeniyle birkaç gün içinde okudum. Sayfa kenarlarına katkılarımı ekledim. Telefonla da bilgi aktardım. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu çalışmasını okudukça kendisini daha da iyi tanıdım. 1970’li yıllara ait tanıklıklarını aktarıyordu. Kendisinin de yerel boyutlarda içinde yer aldığı dönemin toplumsal olay, olgu ve süreçlerini objektif bir şekilde aktarıyordu. Otobiyografik bir çalışma olmasına rağmen, asla kendisini öne çıkarmıyor, kendisine önem atfetmiyordu. Sıradan insan hikâyeleri anlatıyordu. Aynı “Efsanelerde Livera Geyikleri” gibi, bu çalışması da bilgi ve belgeyle destekleniyordu. Anlatımları yaşanmış kronolojiyle de uyum içindeydi.  Bu çalışmayı, eşim Nuray Hanımın da okumasını ve eleştirel katkıda bulunmasını istedim. Okudu. Eleştirel katkılarda bulundu. Çalışmayı kargo servisiyle Yusuf Bulut’a ulaştırdım. Telefonla da bilgi verdim.

Bir süre sonra Yusuf Bulut telefonla aradı. Bir başka ilde yaşayan oğlunu ziyarete gittiğini, otobüsten indikten sonra bir titreme geldiğini, hastalandığını ve durumunun kötü olduğunu söyledi. Üzüldüm. Sonrasında kendisiyle zaman zaman telefonla görüştük.  

   Ankara- Artvin Evi’nde yapacağım sunumun tarihi kesinleşmişti: 23 Nisan 2017.  Birkaç gün önce Yusuf  Bulut’u telefonla aradım. Kendisini de mutlaka sunumda görmek istediğimi söyledim. Sağlığının iyi olmadığını, eğer kendisini iyi hissederse gelebileceğini belirtti. Kendisinden Artvin Evi’ndeki sunum izleyici profiline ilişkin bilgi aldım. Yardımcı oldu.

22 Nisan günü Ankara’ya gitmek için yola çıktım. Yusuf Bulut birkaç kez telefonla aradı. Hasta olduğunu, kendisini iyi hissetmediğini o sebeple de sunumu izlemeye gelemeyeceğini söyledi. Ancak Artvin Evi’ndeki sunumumdan sonra, arkadaşı Mehmet Ali Kök’ün beni kendisine götüreceğini, yardımcı olacağını söyledi. Öyle de oldu; Mehmet Ali Kök, beni otomobiliyle Dikmen- Keklik Pınarı’ndan Yusuf Bulut’un Sincan’daki evine kadar götürdü. Sohbetlerimize eşlik etti.

Kendisini iyi gördüm. Hafıza ve algısı yerindeydi. Çok istememe rağmen, kendisiyle yine de bir fotoğraf çektirmedim. Farklı çağrışımlar edinmesini istemedim. Kitabının durumunu sordum. Ne zaman yayınlanacağını öğrenmek istedim. Torununun bilgisayarda düzeltmeleri yaptığını söyledi.  Hatırladığım kadarıyla epey oturduk. Sohbet ettik. Eşi Hanımefendi bize ikramlarda bulundu. Misafirperverlik gösterdi. Ayrılma zamanı gelince kucaklaştık. Vedalaştık.  Mehmet Ali Kök, beni otomobiliyle Ankara Otogarına kadar da götürdü.  

Kendisiyle daha sonra birkaç kez telefonla görüştüğümüzü hatırlıyorum. Bir gün facebook’taki bir paylaşımdan hastaneye yattığını öğrendim. Birkaç kez Şevket Çorbacıoğlu, Mehmet Ali Kök ve Demir Akın’ı telefonla arayarak sağlık durumu hakkında bilgi almaya çalıştım. Bir gece eşi Hanımefendi telefonla arayarak Yusuf Bulut’u kaybettiğimizin haberini verdi. Tarifsiz üzüldüm. Vakit geçirmeden, ilk kitabını yayınlayan Heyamola Yayınları’nın Yayın Yönetmeni Ömer Asan’a facebook’tan bir mesajla vefât haberini duyurdum. Teşekkür etti. Benimle bağlantı kurması için telefon numaramı da ilettim. Maksadım Yusuf Bulut’un bu çalışmasına sahip çıkmasını istemekti.

Şimdi hatırladığım kadarıyla kendisini 4 Ağustos 2017 tarihinde kaybettik. Çok üzüldüm. Üzülmemim bir başka nedeni de çalışmasının öylece sahipsiz kalmasıydı. Önceki akşam oğlu Bayram Bulut’un kitaba ailecek sahip çıktıklarını ve yayınlanması için girişimlerde bulunduklarını söylemesi beni tarifsiz sevindirdi.

“Efsanelerde Livera Geyikleri” adlı kitabı ve bu çalışması Türkiye’nin 20. yüzyılına toplumsal konularda tanıklık ediyor. Kitaplarında yer alan tanıklıkların onlarca film senaryosuna kaynaklık edeceğine inanıyorum.

Yusuf Bulut; ideolojik, siyasal, dinsel, mezhepsel ve etno-milliyetçi ön yargılarla hareket etmiyor, sıradan insanlara sıradan insanların hikâyelerini olduğu gibi anlatıyor.  Kendisini saygı, sevgi ve özlemle anıyorum.

[Önerilen Okumalar: Ali İhsan Aksamaz, “Efsanelerde Livera Geyikleri” adlı kitabın eleştirisi”, 16. IV. 2015, yusufbulut49.blogspot.com; “Yaşasın 23 Nisan”, 27. 04. 2017, ozgurcerkes.com; “Efsanelerde Livera Geyikleri”,  23. 01. 2020, sonhaber.ch] /  [14. VI. 2024]


http://yusufbulut49.blogspot.com/2016/06/

https://www.ozgurcerkes.com/?&Syf=22&Mkl=961858

https://sonhaber.ch/efsanelerde-livera-geyikleri/

 

                             ÇDP Genel Merkezi, Ankara, 9 Ağustos 2014 




aksamaz@gmail.com