"Ogni”
başarısız oldu mu?!"
Dün oldukça uzun bir aradan sonra önce Harbiye,
Taksim ardından da Kadıköy’e indim. Eski yeni dostları, arkadaşları ziyaret
ettim. Hasret giderdim. Bir yandan tavşankanı çaylarımızı içtik öte yandan da
gündemden konuştuk. Millî Eğitim Bakanlığı’nın “Lazca Seçmeli ders Müfredatı”nı
onaylamasını değerlendirdik. Dostlarımız son derece sevinçliydi. Derken “Ağani
Murutskhi” adlı iki aylık Lazca gazetenin yayınlandığını duydum. İrfan
Aleksiva’yı telefonla aradım. Kendisinden bilgi aldım. Henüz gazete
dağıtılmamış. Karaköy vapurunu kaçırmak
istemiyordum.
Dostlarla vedalaştım ve Halitağa’dan ayrıldım.
Yolumun üzerindeki “Omjore Kitap Kafe”ye uğradım. Rıdvan dostumuzla kısaca
sohbete daldık. İkramlarda bulundu. Yeni mekânından dolayı kendisini tebrik
ettim; hayırlı işler diledim. Bir süre sonra oradan da ayrıldım. Kısa bir yol
ve vapur derken karşıya, yani bu yakaya geçtim. Eve dönünce de internet
ortamında “Ağani Murutskhi”nin ön sayfasını gördüm; incelemeye çalıştım; mutlu
oldum. Ertesi günü, yani bugünü iple çekmeye başladım. Çünkü İrfan Aleksiva ile
telefonda öğleden sonra gazete bürosunda buluşmak üzere sözleşmiştik
İrfan Aleksiva ile
bugün öğleden sonra “Ağani Murutskhi”nin Taksim, Atıf Yılmaz Sokaktaki
idarehanesinde buluşacaktık. Bugün öğlene doğru kendisinin tam olarak saat
kaçta idarehanede olacağını öğrenmek için aradım. Önemli bir mazereti olduğunu,
bugün idarehanede olamayacağını söyledi. İdarenin açık olup olmadığını, orada
başka birinin bulunup bulunmadığını sordum. Celâl Bey’in orada olduğunu
söyledi. Rahatladım. Demek “Ağani
Murutskhi”ye ulaşmak için artık bir engel yoktu. “Ağani Murutskhi”nin yanınlanan bu sayısından
on adet satın almak üzere, gazetenin idarehanesine gittim. Celâl Bey, bir
misafirin nasıl karşılanacağını, nasıl ağırlanacağını bilen insanlardan olduğu
için, beni hemen buyur etti. Bir köşeye iliştim. Masanın üzerinde “Ağani
Murutskhi”nin bir nüshası duruyordu. Gözlüklerimi taktım ve hemen gazeteyi
okumaya başladım. Büyük bir mutluluk sardı yüreğimi, aynı “Ogni”nin ilk sayısını
almak üzere arkadaşlarla matbaaya gittiğimiz Kasım 1993’deki o akşamüstündeki
gibi. Derken Celâl Bey elinde iki bardak çay ile geldi. Oturdu. Bir yandan
çaylarımızı yudumladık. Öte yandan da “Ağani Murutskhi”den konuştuk. Bunun çok
küçük bir adım olduğunu, ancak çok önemli olduğunu belirtti. Yayın organlarının
önemine vurgu yaptı. Sonra da “Ogni Dergisi”ne göndermede bulundu. Kendisinin,
“Ogni” sayesinde Lazcanın, “celeyrum, cideyrum” olmadığını öğrendiğini ve yine
Lazları da “Ogni” sayesinde tanıdığını belirtti.
“Ogni” sayesinde Lazcanın,
“celeyrum, cideyrum” olmadığını öğrendim”
Celâl Bey’in, “Ogni”ye
gönderme yapması, beni de “Ogni” konusunda birkaç söz söylemeye yöneltti. Son
zamanlarda kimi makale yazarlarının “Ogni”nin başarısız olduğunu yazmaya
başladıklarını hatırlattım. Bunun da oldukça kırıcı olduğuna dikkat çektim.
Aslında “Ogni”nin oldukça başarılı olduğunu, hatta “Ağani Murutskhi”nin
yayınlanmasında bile “Ogni”nin tuzu, “Ogni”yi yayınlayanların teri olduğunu
belirtme ihtiyacı hissettim. “Ağani Murutskhi”nin bütün Laz aydınlarını
kucaklaması gerektiğine de dikkat çektim. Celâl Bey de “Ogni”nin alt sayı da
çıkmış olsa da, bir sayı da çıkmış olsa önemli bir görev üstlendiğini ve
başarılı olduğuna vurgu yaptı.
Bu kısa dostane sohbet
ve fikir alış- verişinden sonra, kendisinden on adet gazete aldım; bedelini
ödedim ve ayrıldım. Çıkarkenin aksine, inerken merdivenleri tercih ettim. Bu
bana düşünme fırsatı verdi. “Ağani
Murutskhi”, bana yıllar önce “Ogni”nin hissettirdiği duyguları hissettirdi.
Sonra “Ogni”nin başarısız olduğunu yazan bazı makaleler geldi aklıma. İrkildim
birden. Düşünmeye başladım. Gerçekten
“Ogni” başarısız mı olmuştu?!
Aslına bakılırsa, ben de
bazen başarısız olduğunu düşünmüşümdür. Bunu yüksek sesle dillendirmişimdir de.
Hatta yazmışımdır. Kuşkusuz bu başarısızlıkla kastettiğim kurumsallaşamamış olmamızdır,
aydınlarımızın bölük pörçük halde bulunmalarıdır. Bugün, “Ağani Murutskhi”nin
idarehanesinde Celâl Bey’in söylediklerinden sonra “Ogni”ye, kendimize
haksızlık yaptığımızı düşünmeye başladım doğrusu.
Eve dönünce yakın bir
arkadaşla yaptığımız telefon görüşmesinden sonra da böyle bir makaleyi yazmaya
karar verdim.
Soruyu “Ogni” başarılı
oldu mu veya “Ogni” başarılı olmadı mı, şeklinde sormak oldukça yanlış. Bugün
Celâl Bey’in “Ogni” hakkında söyledikleri beni düşünmeye sevketti bu konuda.
Soruyu şu şekilde sormak daha doğru gibime geliyor: “Ogni” ne kadar başarılı
oldu? “Ogni” ne kadar başarısız oldu? Ben, “Ogni” hakkında öncelikle konuşma ve
yazma hakkına sahip dört kişiden bir tanesiyim. Bu akşam, bu makalemle “Ogni”
konusuna bir nebze olsun açıklık getirmeye çalışacağım.
“Ogni”, çok zor şartlar altında
altı sayı yayınlanır”
“Ogni”yi değerlendiriken
yarısı su dolu, yarısı boş bardak misaliyle Polyanacılık oynamayacağım. Çünkü
“Ogni” yalnızca bir derginin ve bu derginin yayınlandığı bir dönemin adı değil.
“Ogni” bugün de devam eden bir dönemin adıdır. İşte bu dönem ya da süreç “Ağani
Murutskhi”nin de ete- kemiğe bürünmesine katkı sağlayan bir süreçtir. O halde
“Ogni” başarız değil!
Öncelikle “Ogni”nin
yayınlanma dönemi üzerinde durmak lâzım: Kasım 1993. 1993’ün sonu. 1993 yılında
nelerin olduğu iyice bir hatırlanmalı. Türkiye’de çok önemli asker- sivil kişilerin gizli- açık suikastlara
kurban gittiği bir yıl. Faili meçhul cinayetlerin tavan yaptığı bir yıl. Bu söylediklerimin
ayrıntısına inmek isteyenlere, internette sörf yapmalarını öneririm. İnternet
demişken, o yıl internetin “i”sini bilmediğimizi ve “cep telefonu”nun bizlerin
kullanımında olmadığını da belirtmeliyim. Şimdiki gibi, arama motorunu gir,
bulmak istediğini yaz, ardından da kaynağa ulaş. Böyle bir lüksümüz, böyle
lükslerimiz hiç yoktu. Fotokopi çekimleri de bugünkü gibi net değildi. Devlet
kütüphanelerinde kaynak aramalı, bulmalıydın. Bulursan, orada saatlerini ve
günlerin geçirmeliydin. Eş- dosttan ödünç kitaplar almalıydın. Bazı kitapları
bulmak için araya “hatırlı” dostları sokmalıydın. Kaynak sıkıntısı vardı. Kitap
henüz tehlikeliydi. Kitap okuyan kuşkulu kişi sayılırdı. Lazlar konusunda
yazmak oldukça tehlikeli ve riskliydi. Yazılarımızı el veya daktilo ile
yazardık. Bilgisayar yoktu. Araştırmak, bulmak, yazmak, yayınlatmaya çalışmak;
her şey çok riskliydi. Eşinize, çocuklarınıza ayırmanız gereken zamanı çalarak
kimlik mücadelesine katkı sağlamak zorundaydınız. Kimi “istihbarat görevlileri”
şecerenizi alenen araştırır ve akrabalarınızı bile rahatsız ederlerdi. Bütün bu
olumsuzluklara rağmen, Laz kimliğini yaşatmak mücadelesinde, bugüne gençler
yetiştirme bilinciyle siz yine de “Ogni”yi maddî- manevî fedakârlıklarla
çıkartmaya çalışırdınız. Evet, yıl 1993 idi. İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu,
“Gazi Mahallesi failleri” arasında “Ogni”yi de TV’lerde hedef gösterir.
Paramız da yoktu. Kıt
imkânlarımızla “Ogni”yi çıkardık; helâl
olsun! Avukat Ahmet Hulusi Kırım, hangi saikle olursa olsun, o dönemde yasal
prosedürlere uygun olarak yazıhanesinin bir bölümünü “Ogni”ye tahsis eder.
Memedali Barış Beşli, 22 yaşında Hukuk öğrencisi bir genç. “Ogni”nin sahip ve
yazıişleri müdürlüğü görevlerini üstlenmek zorunda kalır. Birinci sayıdaki ilk
üç yazıdan dolayı Devlet Güvenlik mahkemesi’nde hakkında dava açılır; ona ne
olacağını ne o ne biz biliriz. Yıl 1993. Faili meçhul cinayetlerin en çok
yaşandığı bir yıl. Birileri bizleri “bir şekilde” izler. İsmail Avcı Bucaklişi
başka bir genç. Fakültede okumaktadır; dergiye katkılar sağlar. Ali İhsan
Aksamaz, “Ogni”ye çeşitli adlarla makaleler yazmakla, çeviriler yapmakla meşgul.
“Ogni”, çok zor şartlar
altında altı sayı yayınlanır. “Ogni” daha sonra yayınlanamaz. Ancak “Ogni
süreci” bugün de devam eder ve “Ağani
Murutskhi”ye de el verir. “Ogni”den sonra “Kafkasya Yazıları”, “Mjora”, “Sima”,
“Skani Nena”, “Tanura” yayınlanır. Munir Yılmaz Avcı’yı da M. Recai Özgün’ü de
bu süreç ortaya çıkarmıştır. Bugün oturup tek tek saysak, Laz Kimlik
mücadelesine katkı sağlayan kitapların, yazarların adlarını bir çırpıda
sayamayız. O günlerde masanın üzerinde hiçbir eserimiz yoktu. “Ogni Süreci”
devam etmiştir. Özcan Sapan’ın çabalarını küçümseyebilir misiniz? Yayınevi’nin
“Mjora dizisi” de işte bu “Ogni Süreci”nin ürünü. Müzik alanında bugün önemli eserler veren
birçok kişi de “Ogni Süreci”nin ürünüdür. Şimdi soralım: “Ogni” başarısız oldu
mu? Hayır! “Ogni Süreci” başarısız olmadı!
“Ogni”, öncü oldu”
“Ogni Süreci”nin dört
mimarı vardır. Taşın altına eline koyanlar yani. “Ogni”ye hayat verenler,
idarehanesini hiç yalnız bırakmayanlar. Yüksel Yılmaz’ı tanır mısınız? Mehmet
Yavuz Türköz’ü tanır mısınız? Yılmaz Erdoğan’ı tanır mısınız? Ahmet Hulusi
Kırım artık küstü, bu işleri bıraktı. Ancak Memedali Barış Beşli LKD’nin
başkanı. İsmail Avcı Bucaklişi, Lazika Yayın Kollektifinin ve Laz Enstitüsü’nün
belkemiği. Boğaziçi Üniversitesi’nde yarı zamanlı Lazca dersler veriyor birkaç
akademik yıldır. Laz kimlik mücadelesinde önemli bir yeri olan sayısız esere
katkı sunuyor. Millî Eğitim Bakanlığının “Lazca Seçmeli Dersi” kabul etmesinde
kilit rol oynadı. Ben ise, on kadar kitabımı okuyucu ile buluşturma
çabasındayım. Geçen öğretim yılında 30 haftayı aşkın Lazca ders verdim. Şimdi
bu ders notlarını Lazca ders kitabı haline getirdik. Kitap fuarına yayınlanmış
olacak. Lazlara ilişkin konularda onlarca makale yazdım; yazıyorum.
Şimdi de soruyorum, “Ogni”, “Ogni Süreci”
gerçekten başarısız oldu mu?
(yusufbulut.com, 12 IX 2013)
https://sonhaber.ch/ogni-basarisiz-oldu-mu/