Laz Halk Sanatçısı Yaşar Turna
1931’de dünyaya gözlerini açtığında Musazade Mahallesi’nde peş peşe silahlar
patladı. Uzaktan silah seslerini duyanlar, Ruslar’ın saldırısına uğradıklarını
sandılar... Oysa bir oğlan doğmuştu. Tüm ailenin yıllardır özlem çektiği bir
erkek evlat... Aziz Hoca Allah’a bunca yakarışlarının mükâfatını almıştı.
Aziz Hoca ilk evliliğinden üç kız sahibi olmuştu. Karısı ölünce tekrar evlendi.
İkinci karısından da bir kız bir oğlan olmuştu. Ama aslan gibi oğlu yirmi bir
yaşına gelince ölmüştü. Kasabanın sevilen, saygın bir hocasıydı. Aziz Hoca’nın
yaşı da altmışa dayanmıştı. İkinci karısı da çok muhterem bir insandı.
Kocasını çok seviyor, ama oğlu olmadığı için her zaman üzülüyordu. En kısa
zamanda kocasını evlendirmeyi ve genç bir kuma getirmeyi aklına koymuştu.
Kendisi kocasına erkek evlât verememişti, ama genç biri pekâlâ verebilirdi. Bu
düşüncesini Aziz Hoca’ya söylediğinde adamcağız şaşırıp kalmıştı. Dünyada bu
kadar vefakâr insanlar vardı demek ki...
Aziz Hoca, üçüncü kez, genç fakir, anası babası olmayan, akrabalarının yanında
yaşayan bir kızla evlendi. Altmış yaşında Aziz Hoca ile on yedi yaşında Hatice
Ana nihayet bir erkek çocuk sahibi oldular. İsmini Muhammet koydukları ay yüzlü
bebek, altı ay sonra ne yazık ki ölmüştü.
Aziz Hoca’nın dünyası başına yıkılmıştı o anda. Birkaç ay sonra Hatice Anne
yine gebe kalmıştı. Aziz Hoca ilk karısıyla mutlu yaşamaya çalışıyordu. Eski
karısı yeni karısına hiç
iş yaptırmıyordu. Yeter ki bebek sağlıklı doğsun, ne kadar iş varsa kendisi
yapıyordu.
Bir kez daha doğum gerçekleşmişti. Bu kez de nur topu gibi bir oğlan olmuştu.
İşte o anda mahallelerde silahlar patlamıştı. Tüfek, tabanca sesleri Arhavi
Vadisi’nde yankılandı. Kırk evden bez toplanıp bebeğe gömlek dikildi. Evin önündeki
incir ağacı uğursuzluk getirmesin diye kesildi. Bebeğin yaşaması için ismi
Yaşar kondu. Aziz Hoca muskalar yazıp, oğlunun yaşaması için dualar etti. O
yoksul yaşamın içinde koçlar kurban edildi.
Aziz Hoca oğlunun kendisi gibi din adamı ve saygın biri olmasını arzuluyordu.
Henüz altı yaşındayken ona okumayı yazmayı öğretmişti. Analığına anası ve
ablası onu el bebe, gül bebe büyütüyorlardı. Bir dediğini iki etmiyorlardı.
Minik Yaşar’a salıncaklar, tahtadan arabalar yapıyorlardı. Bu denli ilgiden
Yaşar çok memnundu, ama bazen çok şımardığı da olmuyor değildi.
On iki yaşına geldiğinde Rize’den Eyüp isimli bir kemençe ustası gelmişti
Arhavi’ye ve onun kemençesine hayran olmuştu.
Günlerdir nereden bir kemençe bulabileceğini düşündü. Sonra bir gün, evin
önündeki dut ağacının kocaman bir dalını kesti. Aziz Hoca’nın alt kattaki
marangoz aletlerini alıp dosdoğru fındık bahçesine indi. Fındık bahçesi vadi
şeklindeydi. Fındık ağaçları, kızılağaçlar, gürgen, kestane ağaçları ve
yemyeşil otlarla kapalı bir cennetti sanki sessizlik ve yeşillik iç içe...
İşte, bu güzellik arasında ilk kemençesini yontmaya, meydana getirmeye çalıştı.
Günler süren uğraştan sonra kaba saba bir kemençe yapmıştı sonunda. Sıra, çalıp
söylemeye gelmişti. Aylar, hatta yıllar süren uğraştan sonra akordeonunu ancak
yapabilmişti.
Aziz Hoca, oğlunun yapmış olduğu aleti hiç sevmemişti. Hatta böyle boş işlerle
uğraştığı için Yaşar’a çok kızıyordu. Yaşar da artık odasında uğraşmıyor, dere
kenarına gidip o sessizlikte istediği gibi kemençesini çalıyordu.
On sekizine geldiğinde artık kemençe konusunda uzman olmuştu. O dönemler
Arhavi’de orkestra olmadığı için, düğün derneklerde ya tulum ya da kemençe ile
horon oynanırdı. Arhavi ve çevre yörelerde Kemençeci Yaşar ismi anılmaya başlamıştı.
Yaşar hem kemençe ustası, hem de esmer, uzun boylu, çok yağız bir delikanlıydı.
Hangi eğlencede kemençe çalsa, genç kızlar etrafında pervane oluyordu.
Havacı olarak Diyarbakır’a asker alındığında orada her türlü müzik aletlerini
tanıdı. Keman hariç tüm müzik aletlerini kullanmayı öğrendi. O kadar müzik
aletinin içinde yine de en çok sevdiği kemençeydi. O kemençeci olarak doğmuş,
öyle de yaşayacaktı.
Teskereyi aldıktan kısa süre sonra, Arhavili bir kızla yaşamını birleştirmişti.
Aziz Hoca’nın yaşı sekseni çoktan aşmıştı. Ölmeden torunlarını görmek
istiyordu. Yaşar da, bir düğünde gördüğü o güzel sarı elbiseli kıza vurulmuş,
sonunda evlenmişti.
Aziz Hoca oğluna hâlâ çok kızıyordu. İstiyordu ki oğlunun doğru dürüst bir işi
olsun. Böyle düğün dernek dolaşıp yaşam süremezdi. Ama Yaşar böyle yaşamaktan
memnundu. Bütün dünyası kemençeydi. Kemençenin notası olmazdı. Ama o notayı
bile kemençeye uydurmuş, notalı kemençe uygulamasını da o başlatmıştı.
Bir gün belediye başkanı ve savcı ile konuşup Arhavi’de ilk folklor derneğini
kurdu. Burada yerel oyunları sergilenecek iğrenciler yetiştirdi. Daha sonraki
günlerde de Arhavi’nin kurtuluşu olan 12 Mart Festival girişiminde bulundu.
Birkaç yıl sonra bu isteğini gerçekleştirdi.
Bu arada yetiştirdiği uzman folklorcular sık sık İstanbul ve Ankara’da
gösteriler yapıyordu. Hatta bir dönem İstanbul’da ünlü bir gazinoda sahne bile
aldı. Ama o uzun süre gurbetlerde hiç kalamıyordu. Varsa yoksa memleketi. Her
zaman Arhavi’ye özlüyor, özlediği anda da tüm işlerini bırakıp geri dönüyordu.
Arhavi ve çevre yörelerde aranan bir isimdi artık. Onsuz düğünün eğlencenin
tadı olmuyordu. Yüzü gibi huyu da çok güzeldi Yaşar’ın. Arhavi’ye gelen yabancı
memurlarla dostluklar kuruyor, hemşerileri ile uyum içinde yaşıyordu.
Doğayı çok severdi. Dağını, ormanını sık sık dolaşır, evinin bahçesinde türlü
meyve ve çiçekler yetiştirirdi. Hatta çok sevdiği o minik deresinde bir
değirmen bile yapmıştı. O kadar küçük bir dereyle değirmenin dönmesini
sağlamıştı. Buna herkes hayran olmuştu.
Mahallede herkese yardımcı olmaya çalışır, kiminin inşaatına yardım eder,
kiminin elektrik araçlarının arızalarını giderirdi. Hasta olanların da gider
iğnelerini vururdu. Hiç karşılık beklemeden.
Dört kız, bir oğlu vardı. Bir kez bile çocuklarına tokat atmış değildi. Onlara
hep dostça ve eğitici olarak yaklaşmıştı. .. Büyük kızı bazı yönleriyle
babasını andırıyordu. O müzisyen değildi ama on iki yaşından beri edebiyata çok
düşkündü... Kızının, gazete ve dergilerde yazılarının çıkmasında kendisinin
büyük payı vardı. Eve o kadar çok kitap getiriyordu ki... önce kendisi okuyor,
sonra yavrularına sunuyordu. Arhavi’de böyle babalar pek az bulunurdu. Onun işi
hep öğrenmek ve öğretmekti.
Artık dış dünyaları tanımak istiyordu. Önce Almanya’ya gitti. Orada hem
çalıştı, hem de Avrupalılara kemençeyi tanıttı. Folklorumuzu öğretti.
Laz
halk sanatçısı Yaşar Turna (1931- 1990) , Laz folkloruna gönül vermiş yabancı
konuklarıyla birlikte (Abant Gölü, Temmuz 1985/ Fotoğraf: Aziz Turna arşivi)
Arhavi’ye döndü, memleket özlemine hiç dayanamıyordu. O sırada evi yanıp kül
olunca, izin bitiminde artık Almanya’ya bir daha dönmedi. Orada kalıp evini
inşa etti. Yuvasına kavuştu.
Sonra her yıl, üç dört aylığına Amerika’ya gidip orada bir dans okulunda
türkülerimizi, ezgilerimizi ve folklorumuzu öğretti... Orada plaklar, kasetler
çıkardı. Sadece Arhavi’nin değil Türkiye’nin kültürünü taşıdı. Taşıyabildiği
kadar, yaşayabildiği kadar...
Her yıl yüzlerce yabancıyı konuk etti. Vatanına sevgiyle saygıyla, müzikler
karşıladı dünyayı. Bir sürü ödül aldı karşılığında, mansiyonlar, şiltler, onur
belgeleri taşıdı göğsünde. Mutlu oldu, kimseyi kırmadı, kimse de onu.
Sonra bir gün ansızın, yataklara düştü. Notaları, besteleri, duvara asılı kemençesi
başucundaydı.
Akın akın geldi insanlar evine... Yabancılar, yerliler, talebeler... Gözyaşları
dinmek bilmedi. Ama o herkesin ağlamasına bir anlam veremedi. Çok sakindi, başı
dimdik, kulakları yağmur sesinde korkusuzca ilerledi dönülmeze doğru... Çok
sevdiği köpeği Kaçak’ı da yanında götürerek.
İlk kez ailesine ve sevenlerine bir kötülük yaptı zamansız gitmekle. Karıncayı
bile incitmeyen Yaşar Turna herkesi üzdü, ağlattı, 12 Ekim’in serin
rüzgarlarına bıraktı kendini. Son kez biricik oğlunun elini tutarak gitti...
Tarihler 12 Ekim 1990’ı gösteriyordu.
[Kaynak: Aziz Turna, “Laz Halk
Sanatçısı Yaşar Turna”(Ali İhsan Aksamaz, “Dil-Tarih-Kültür-Gelenekleriyle
Lazlar”, 1. Baskı, Sorun Yayınları, 2000; 2. Baskı, Belge Yayınları, İstanbul,
2014)]
[Önerilen
okuma: İnci Derya Turna: “Anadilimiz ve köklü güzel kültürümüz yok
olmasın!”, 4. IX. 2023, sonhaber.ch/ circassiancenter.com]
Yaşar
Turna’nın dostlarıyla sohbet: