“Lazlar, Çerkezler ve Kürtler…”
Kısaca
eleştireceğim makalenin başlığını, bu makalemin başlığı olarak da kullanmamın
uygun olacağını düşündüm.
23 Haziran
1992 tarihinde Hüseyin Deniz imzasıyla “Özgür Gündem Gazetesi”nde ilginç bir
makalesinin yayımlandığından çok sonra haberim oldu; hiç de hoş olmayan bir
içerikte olduğunu duydum. Daha sonra da bu makalenin ancak bir bölümünü kupür
şeklinde Ankara’da yayımlanan (yanılmıyorsam adı “Marje” idi) bir dergide
görmüştüm.
Basında
Çerkesler ile ilgili olarak çıkan bazı haber, yorum, makale, araştırma
yazıları, mektup vb. çalışmaları içeren bir kitap geçtiğimiz günlerde elime
ulaştı. “Basında Çerkesler-1” başlığıyla “Savsırıko” tarafından yayımlanan bu
kitabın önsözünü Yaşar Güven kaleme almış. Hüseyin Deniz’in “Lazlar, Çerkezler,
Kürtler...” başlıklı makalesinin tamamı da bu kitapta yer alıyor.
Yayımlanmasının üzerinden uzunca bir zaman geçmiş olmasına rağmen, bu makaleye
dikkat çekilmesi gerektiğini düşünüyorum. Makale yazarı Hüseyin Deniz’in, bazı
devlet adamları ve köşe yazarları ile sorunu olduğu anlaşılıyor, ama onların
adlarını anmaktan nedense (!) çekiniyor. Bunun yerine Lazlar, Çerkesler ve
Araplar’ın şahsında, “Kürtler” dışındaki diğer etnik grupları hedef tahtasına oturtuyor.
“Dil”, içerik vb. bakımlardan ‘hilkat garibesi’ bir makale kaleme alıyor. Deniz,
şöyle yazıyor:
“Bir kere Kürtler’le köşe yazarlarının yazdıkları ve sözüm
ona haklarını savunur göründükleri Lazlar, Çerkezler... aynı kefeye
konulamazlar. En başta sayı yönünden bir değiller. Bugün Türkiye’de devlet
büyüklerine göre 12 milyon, bize göre en az 25 milyon Kürt vardır.
Lazlar’ın, Çerkezler’in, Araplar’ın sayısı taş çatlasa bir milyonu bulmaz.
Kürtler, tartışmasız bir gerçektir, ulusturlar. Kendilerine özgü dilleri,
kültürleri, yaşayışları, yoğunlukla yaşadıkları ülkeleri, milattan çok öncesine
dayanan tarihleri... vardır. Aynı şeyler Çerkezler Lazlar için söylenebilir mi?
Bugün Lazca, Çerkezce diye bir dil kalmış mıdır? Hani bunların kültürleri, kitapları,
alfabeleri, tarihleri? Ve her şeyden önemli ifadeyle, olsa olsa azınlık diye
niteleyebiliriz. Ama azınlık hakları için bile olsa herhangi bir mücadeleleri
yoktur. Hiçbir yolla yoktur...”
“Büyüklük”
ve “çokluk” ifadelerine çok fazla vurgu yapan Hüseyin Deniz, sanki çok
önemliymiş gibi ‘Kürtler’in ve Lazlar’ın, Çerkesler’in, Araplar’ın sayısı
hakkında “oldukça isabetli tahminler”de bulunuyor. “Kürtler”in sayıca daha
fazla, diğerlerinin çok az olduğunu özellikle vurgulamak istiyor. Yüz kişilik
bir köyde yaşayan ve kendi dilini konuşan bir “etnik grup” ile çok daha geniş
bir coğrafyada yoğunlukla yaşayan ve kendi dilini konuşan bir başka “etnik
grup” arasında böyle bir tartışma başlatmak ve “büyüklük” vurgusu yapmak hiç de
şık bir davranış şekli değil. Bir ülkenin kültürel ve dilsel zenginlikleri,
sebep ne olursa olsun, kıyas yapılıp içlerinden birini yüceltmek için gündeme
getirilmemeliydi. Esas vurgu, “yok sayılan”
kültürel ve dilsel zenginliklerin yaşatılmasına yapılmalıydı.
Sayıyla
bağlantılı olarak bir de “ulus” kavramına dikkat çekmeye çalışan Deniz, “Kürtler”in
kendilerine özgü dilleri, kültürleri, yoğunlukla yaşadıkları ülkeleri, milattan
öncesine dayanan tarihleri olduğuna dikkat çekmek istiyor. Bütün bu sıraladığı
özelliklere, kendisinin “Kürtler” karşısında küçümsemek için adlarını andığı
Lazlar da Çerkesler de Araplar da diğerleri de sahiptir. Eğer bilmiyorsa;
bilmeden ve hele araştırmadan yazmak “cehalet”inin belirtisidir.
Deniz,
kendisi göremediği için bu “etnik gruplar”ın dil, tarih ve kültürleriyle ilgili
kitapların ve alfabelerinin bulunmadığına hükmediyor ve Lazca ve “Çerkesçe”nin
şahsında “Kürtçe”nin dışındaki diğer “yerel dilleri” de aklınca aşağılama
yoluna gidiyor. Bu konuda da yanılıyor. Farkında değil; ama “cehaleti”ni bir
kez daha ortaya koyuyor.
Bir başka
“cehalet” örneği daha sergiliyor ve “azınlık” kavramının literatürde ne anlama
geldiğini bilmediğini ortaya koyuyor.
Deniz,
“yok sayılan bir dil”in mücadelesini veren bir kişi gibi değil, “yok sayan
resmî ideolojinin maaşlı memuru” gibi bir portre çiziyor yazdıklarıyla. Deniz,
şunları da yazıyor:
“... Bütün yönleriyle, her yol ve yöntemle kimlik
mücadelesinin içinde olan milyonlarca Kürt ile, sayıları, yerleşim yerleri bile
bilinmeyen, en küçük bir mücadele içinde olmayan, dahası varlıkları bile
tartışmalı olan Lazlar, Çerkezler, bilmem neler aynı kefeye konulabilir mi?”
Deniz’in
bu makalesini, “Kürtler” ile Lazlar, “Çerkesler” ve “Araplar”ın şahsında sayıları az diğer “etnik
grupları” karşı karşıya getirmek için yazıldığına artık kuşku kalmadığını
düşünürken “bir âlicenaplık örneği” ile karşılaşıyoruz! “Kürtler için istediğimiz demokratik ve insani hakları, adları, sanları
olan ancak varlıkları tartışmalı Lazlar, Çerkezler için de isteriz...”
diyor, ama yine aşağılamaktan geri durmuyor.
Deniz’in
“Kürtler” dışındaki “etnik grupları”, Lazlar, “Çerkesler” ve “Araplar”ın
şahsında aşağılamasının sebebini makalesinin son bölümünde somutlaştırıyor.
Kendisine tehlike gelmeyeceğini düşündüğü “Lazlar, Çerkezler, Araplar”a kesin
ifadelerle demediğini bırakmıyor ama, “onun dışında”, “biraz dikkatli
olması”nın iyi olacağına hükmetmiş ki, “iniş-çıkışlı ifadeler” kullanmaya
başlıyor:
“... Bu
topraklar Kürtlere de Türklere de yeter. Bu topraklar üzerinde kardeşçe eşitlik
içinde yaşamak varken, boğazlaşmanın gereği var mıdır? Devlet yöneticileri ve
köşe başlarını tutmuş kurnazlar, demagoglar Kürtler’le, Lazları, Çerkezleri bir
görme yanlışlığından, saptırmasından ve kurnazlığından vazgeçsinler...”
Tipik bir
“mikro- milliyetçi” olduğu anlaşılan Hüseyin Deniz, makalesinde “Kürtler”in
ancak “Lazlar, Çerkezler, Araplar”la kıyaslanabileceğini düşünüyor. Kıyas fikri
ve kendisinin bu kıyas tavrı yanlış. Makalesinde yaptığı gibi “Lazlar,
Çerkezler, Araplar”ı aşağılayarak “Kürtler”i yüceltebileceğini zannediyor.
Kendisinin bu tavrı da, yanlış ve bir o kadar da tehlikeli. “Şoven duygular”dan
söz ediyor. “... bilmem neler de..”, “...
sayı yönünden...”, “sayıları taş çatlasa...”, “...diye bir dil...”, “...Hani
bunların...”, “...azınlık hakları için bile...”, “...adları sanları olan
ancak...”, “...bilgi ve kültür birikimine sahipseler...”, “...nerede
yaşadıkları, sayıları bile...”, “...Bugün kaç kişi...”, “...tarihten yok olmak
üzereler...” gibi ifadeleri kullandığı makalesinden sonra, “kimin şoven
duygular” içinde olduğunu görebiliyor mu acaba? Demek insanın gözünü “mikro-
milliyetçilik” bürüdüğünde böyle oluveriyormuş, söylüyorlardı da inanamıyordum.
(1995)
[Kaynak ve önerilen okumalar: Deniz, Hüseyin (1992): “Lazlar, Çerkezler ve Kürtler”, “Özgür
Gündem Gazetesi”, 23 Haziran (Aktaran: Basında Çerkesler-I, Savsırıko, Basımevi
Matbaacılık, İstanbul, 1993); Aksamaz,
Ali İhsan (1993): “Lazlara Gülmenin Dayanılmaz Hafifliği”, “Özgür Gündem
Gazetesi”, 15 Haziran/ sonhaber.ch/ circassiancenter.com.tr; Aksamaz,
Ali İhsan (1993): “Yaşadıkları Coğrafyanın Otoktonları: Lazlar”, “Özgür Gündem
Gazetesi”, 19 Temmuz/ circassiancenter.com.tr; Erdoğan, Yılmaz (1993):
“Cumhuriyet’in Kuruluş Senedi ve Tutulmayan Sözler”, (Yüz Çiçek), “Aydınlık
Gazetesi”, 7 Aralık; Sever, Metin; Dural Baran (1994): “Kürt-Laz-Çerkez
İttifakı!”, “Nokta Dergisi”, Sayı 6,
30 Ocak-5 Şubat]
[Kaynak: Ali İhsan Aksamaz, “Lazlar,
Çerkezler ve Kürtler…”, 1995,
(“Doğu Karadeniz’de Resmî İdeolojiler Kuşatması”,1. Baskı, Sorun Yayınları,
2003; 2. Baskı, Belge Yayınları, İstanbul, 2011)]