Yamakhoğlu Yuksel
Yilmazi Doğuru/yi?!(1)
Yamakhoğlu
Yüksel Yılmaz’ın vefât haberini 26 Nisan 2004 Pazartesi günü, bana gelen kısa elektronik
posta notuyla öğrendim. Notu gönderen kızı Burcu’ydu. 20 Nisan 2004 tarihinde
bana gönderdiği anlaşılan notta şunları yazıyordu: “Merhaba Ali İhsan Amca. Burcu ben, Yüksel
Yılmaz’ın kızı. Babamı kaybettik. 10 .04. 2004 tarihinde memlekette defnettik.
Haber vermek istedim. Saygılar.” Bir an için donakaldım. Uzun zamandır
kendisini aramadığım için kendime kızdım. Yolum evlerinin bulunduğu Beşiktaş’a
birkaç kez düşmüş olmasına ve kendisine uğramayı aklımdan geçirmiş olmama
rağmen, bir türlü kendisini ziyarete gitmemiştim. Hasta olduğunu, yatakta
olduğunu bilmiyordum. Bilseydim, kuşkusuz defalarca ziyaretine giderdim.
Kendimi toparlamaya çalışarak kısa bir not ile kızı Burcu’ya başsağlığı
diledim.
“… ESEN KALINIZ!”
O gün akşam, ailenin
Beşiktaş, Ihlamur’daki evlerine taziyede bulunmak üzere gittim. Bu eve daha
önce defalarca gitmiştim. On yıl kadar önce, bir süre kızı Burca’ya İngilizce dersleri vermek için gitmiştim.
Sonraları da zaman zaman ziyaretlerine gitmiştim. Oğlu Bülent ile de tanışır, konuşurduk
karşılaştığımızda.
Bu seferki ziyaretim hüzünlü gelmişti bana. Karışık duygular
içindeydim. Yanlışlıkla çaldığım bir alt daire komşularına ölüm sebebini
sordum. “Bir süredir hastaydı, yatıyordu,” dedi. Ölüm sebebinin “doğal”
olduğunu öğrendim. Rahatladım.
Kısa süren ziyaretimde
Yüksel Ağabeyin vefâtıyla ilgili olarak şunları öğrendim: “Doktor-hastane” ve
ev arasında geçen yaklaşık son üç ay boyunca bilinci yerinde yatmış, kalkmış,
konuşmuş . Kendi ihtiyaçlarını kendi gidermiş. Ölümüne üç gün kala salonda
düşmüş ve ağzından kan gelmiş. Bunu bir “işaret” sayan ailesi, aldıkları
kararla kendisini “memleket”e götürmeye karar vermiş. Bir ambulans ile
Arkhavi’ye götürülmüş. “Son an”a kadar şuuru açıkmış. Doğduğu ve çocukluğunu
geçirdiği topraklarda, kendisini seven dost ve akrabalarının arasında ruhunu
teslim etmiş, bir buçuk gün sonra.
Ailesinin, Yüksel Ağabey’i hastaneye ve doktora götürdüklerinde, “Levent Kırca parodilerinde
görülen garipliklerle”
karşılaştıklarından burada söz etmek istemiyorum.
Hasta yatağında benim adımı ve Ahmet Bey’in adını andığını söyledi
eşi. Benim kendisini dünya gözüyle son bir kez olsun göremememin beni ne kadar
üzdüğünü anlatamam. Bu taziye ziyareti sırasında kendisi andık. Hüzünlendik
ama, bazen de gülüştük.
Birinin ölümünü başkalarına
aktarırken, “… yaşamını kaybetmiş”; telefon konuşmalarının sonunda ve
vedalaşırken, “esen kalınız!” derdi. Doğan çocuğu tanımlamak için de, “iki
kişinin birleşmesinden doğan yaratık” ifadesini kullanırdı. Atmacacıydı. Uzun
yıllar önce bir atmacanın gözüne verdiği zarardan bahsederdi. Gözünde bazen çok
ince bir çizgi, bulanıklık oluştuğundan yakınırdı. Yıllardan beri, bu
rahatsızlığını tedavi ettirmek için gitmediği “ünlü doktor” kalmamıştı. Bazen,
gittiği bu “ünlü doktorlar”ın kendisine yazdıkları reçeteleri gösterirdi. Bu
rahatsızlığın, sigara içmediği zaman ortadan kalktığını da söylerdi. Söz, Laz
dili ve kültürünü yaşatmaya yönelik çabalardan açıldığında hemen şöyle derdi: “
Bu bizim Lazlardan görüyorsun bir halt olmaz…” Niye böyle söylüyorsun
dendiğinde de verdiği karşılık yaşanılan ortak “deneyimler”i 500 yıllık bir
prosesle bağlantılandırırdı.
APKHAZETİ, SOKHUMİ’DEKİ TÜTÜN ÇİFTLİĞİ VE “…LAKOPA”(2) …
Yüksel Ağabey, dayılarının Apkhazeti’de, Sokhumi’de bir zamanlar büyük bir tütün
çiftliklerinin bulunduğundan bahsederdi. Sovyetler Birliği’nin ilk yıllarında
kurulmuş olduğunu duyduğunu söylediği “Lakopa” adlı bir örgütünün adını anardı
bazen. Kendisi çok küçük bir çocukken, bazı büyüklerinin durumlarından
şikâyetçi olduklarında “Ah, ‘Lakopa’ so re?” (“Ah ‘Lakopa’, neredesin?”) diye
sitemde bulunduklarını duyduğunu söylerdi. Kimi büyüklerinin, çocukların
yanında ‘Lakopa’ adının anılmaması konusunda birbirlerini uyardıklarını da
anlatırdı. Bu ‘Lakopa’ın bir kısaltma
olduğu açık. Bu konuda şimdi bir yorumda bulunup ta yanlış anlaşılacak şeyler
söylemek istemiyorum.
Yanılmıyorsam, yine dayısıyla ilgili bir anısını var. Olayın yine
Sokhumi’de yaşandığını söylemişti. Ağaç kesildiği zaman, bir Megrel günlerce
ağlıyor ve yemeden içmeden kesiliyor. Bu olayı aktaran Yüksel Ağabey,
Megrellerin doğaya ne kadar düşkün olduklarına dikkat çekerdi. Hayatında tek
bir Megrel tanıdığını sanmıyorum, ama “Megrel” denildiği zaman gözleri
parlardı. Hele Hıristiyan Megrel Papazlara açıkça söylemese de bir sempati
duyduğunu hissederdim.
“BURCU, OGNİ’LERİMİ BULAMIYORUM, NEREDELER ? ”
Taziyeye gittiğim o akşam, bir sırrımızı da hatırladık. Bundan iki
yıl kadar önce, Burcu’nun gazeteci- yazar ve radyo yapımcısı bir tanıdığı,
Lazlarla ilgili bir programda kullanmak için Burcu’dan kendisine ödünç olarak
“Ogni Kültür Dergisi”nin nüshalarını vermesini ister. Anlaşılan Burcu, bu
arkadaşını kıramaz ve babasından habersiz bu dergileri arkadaşına verir. Ama
dergiler bir türlü geri gelmez. Yüksel Ağabey, dergilerini arayınca da, Burcu
telâşa düşer. Sonunda benden yardım ister. Kendisine kargo ile bende fazla olan
“Ogni” nüshalarının da içinde olduğu bir paketi göndermiştim. Yüksel Ağabey de,
bir sonraki aramasında “dergilerini” bulur.
Burcu için bir sıkıntı böylelikle kalmamış olur. Yanılmıyorsam, Yüksel Ağabey
ile son telefon görüşmem, Burcu’ya kargo
ile göndermiş olduğum “Ogni’leri” alıp almadığını sormak için telefon ettiğimde
olmuştu. Telefonu açan Burcu değil, Yüksel Ağabey’di. Burcu ile aramızdaki sır
işte buydu.
“… SESİ KASETTE KAYITLIYDI…”
Konuşmamız sırasında birden hatırladım. Bendeki kasetlerin birinde
Yüksel Ağabeyin sesi de kayıtlıydı. Lazca olarak söylediği bir marşı
kaydetmiştim. Kendilerine bir kopye ileteceğimi söyledim. Hep birlikte
sevindik.
Eve dönünce, bir zamanlar ortak arkadaşlarımız olan İsmail Avcı, Muhammet Tunçsan ve Ali Osman Öziskender’e telefon ile, Ahmet H. Kırım’a da telefon ile ulaşamadığımdan “mesaj” yoluyla bu kara haberi duyurdum. Ailesinin telefon numarasını kendilerine hatırlattım. Kâzım Koyuncu, M. Barış Beşli ve Birol Topaloğlu’na ulaşmam ne yazık ki, mümkün olamadı. Ertesi gün kendisinin de iyi tanıdığı olan Mecit Çakırusta’yı haberdar ettim. Çok üzüldü. Ayrıca Maşukiye’de oturan M. Recai Özgün’ü haberdar ettim. Başta “lazuri.com“ ve “lazebura.com” ve “Sima dergi”nin ve diğer tanıdıkların “e-mail” adreslerine şu mesajı gönderdim: “ĞURA” –“ Arxaveli Yüksel Yilmaziçkini doğuru.- Sevgili arkadaşlar; Sevgili arkadaşımız Arheveli Yüksel Yılmaz’ın vefât ettiğini öğrendim. Sizlere bildirmek istedim…” Ayrıca taziyede bulunmak isteyenler için, kızının e-posta adresini de verdim:…”.
“KUŞU KUŞLA AVLAMANIN CAMBAZI: YÜKSEL YILMAZ”
Bendeki kasetlerin birinde Yüksel Ağabeyin sesinin kayıtlı
olduğunu biliyordum. Lazca olarak söylediği marşın kaydını ne yazık ki
bulamadım. Ancak bir konferansta, bir tartışma sırasında söylediklerinin kaydı
vardı kasette. Yüksel Ağabey’in söylediklerini bir başka kasete kopyaladım ve
06. Mayıs. 2004 Perşembe günü ailesini ikinci ziyaretimde bu kaseti Burcu’ya
ilettim. Kendisi de, sağ olsun, vefât tarihini düşerek babasının 07.07.1994
tarihinde yazılı olarak yaptığı vasiyetinin bir fotokopisini bana verdi.
Burcu, babası için internette bir site açmanın ön çalışmalarını
yürüttüğüne söyledi. Yüksel Ağabeyin bazen bir kitap kapağına, bazen küçük bir
kâğıda aldığı notların da yer aldığı bir site. Yılmaz Ağabeyin gönül verdiği
Laz dili ve kültürünün de yaşamasına katkıda bulunacak bir site.
Bu ziyaretim sırasında Yüksel Ağabeyin atmacacılığından da
konuştuk. Burcu, şu anda adını hatırlayamadığım haftalık bir dergide babasıyla
bir zamanlar yapılmış olan bir röportajı gösterdi. Dergide yer alan
fotoğraflardan birinde öyle hayat dolu, mutlu ve sağlıklı ki. Köyünde bir
ağaçtan diğerine koşturup her meyvenin tadına baktığı ve Lazcadan başka dil
bilmediği çocukluk günlerdeki gibi kendine güvenli ve mutlu. Fotoğraftan çıkıp
gelecekmiş gibi duruyordu “Atmacacı Yüksel”. O derginin sayfalarını
karıştırırken, 1993 yılında Aydınlık Gazetesi’nden Hüseyin Şimşek’in Ogni
Kültür Dergisi’nin ilk idare hanesinin bulunduğu İnkilâp Caddesi Öktem
Apartmanı’ndaki dairede Yüksel Ağabey’le yaptığı röportajı da hatırladım. Bu röportaj, “Kuşu Kuşla
Avlamanın Cambazı: Yüksel Yılmaz” başlığıyla Aydınlık Gazetesi’nde
yayınlanmıştı, yanlış hatırlamıyorsam.
“YAMAXOĞLİS MUTU DO
MİTİŞEN ŞKURİNA VA UĞUT’U…” (3)
Şu anda karşımda Yüksel Ağabeyin Beyoğlu, Balo Sokak’taki atölyesinde,
sağ koluna konmuş olan atmaca ile çektirdiği fotoğraf duruyor. Bu fotoğrafı ne
zaman çektirdiğini bilmiyorum. Bu fotoğrafın arkasında şu notu okuyorum: ” 2
Kasım 1994- Sevgili Kardeşim Ali İhsan Bey’e Hatıra- Oroperi Cuma çkimik p’anda mendocedas”. Bu
fotoğrafını bana Balo Sokak’taki atölyesinde imzalayıp vermişti. Atölyesinde
kendisini sıklıkla ziyaret ederdim. Türkiye ve dünya hallerini konuşur, sohbet
ederdik. Bazen diğer arkadaşları da katılırlardı bize. Yılmaz Ağabeyle Lazca
üzerine konuşur, çalışmalar da yapardık. Ağzından çıkan her Lazca kelimeyi
kaydetmeye çalışır, defalarca tekrarlatırdım. Kendi dil ve kültürüne sahip
çıkmayanlardan hiç hoşlanmazdı. 1993 Şubat’ında yaşadıkları deneyimden sonra
kendilerini yalnız bırakanlara çok kızıyordu. Laz dili ve kültürünü bir basamak
olarak kullanarak iş hacmini ve cirosunu kabartmak isteyenlerle ve kısa yoldan
zengin ve ünlü olmak için Laz dili ve kültürünü kullanmak isteyenler O’nun yanına hiç uğrayamazdı.
Kendisini 1993 Haziran veya Temmuz ‘nda tanıdım. Sonradan “Ogni
Kültür Dergisi”nin idarehanesi de olacak olan Öktem Apartmanı’ndaki Avukat
Ahmet H. Kırım’ın yazıhanesinde tanışmıştım. Kimseden korkusu olmayan bir
insandı.
“LAZEL KUNDURA- YÜKSEL YILMAZ”
Ogni Kültür Dergisi’nin Mayıs-Haziran 1994/ 4. sayısında O’nun da
ilân katkısı var. Başkalarını da teşvik etmek için “öyle bir dönemde” bir
ilânının konulmasına rıza göstermişti. Derginin arka iç kapağında yer alan iki
ilândan biri O’na aitti. Ogni’ye destek ilânı şöyle: “LAZEL KUNDURA- YÜKSEL YILMAZ-
LAZ KÜLTÜRÜNÜN GELİŞMESİNE BİR ADIM OLAN OGNİ’Yİ KUTLUYORUM! – Balo Sokak No:
14 Galatasaray/ İstanbul- Tel: (0212) 244 88 85.”
Yüksel Yılmaz, iyi bir ayakkabı ustasıydı. 1980 sonrası ekonomik
uygulamaların vurduğu küçük esnaflardan biriydi. Küçük atölyesinde tek başına
ürettiği ayakkabılar Beyoğlu’nun lüks mağazalarında satılıyordu. Kendi alın teri ve göz nuru emeğinin ürünü
olan bu ayakkabılar, kendisinin bir çift başına kazandığı paranın beş ve hatta
bazen altı katına fiyatlarla Beyoğlu’nun “albenili” vitrinlerdeki yerlerini alıyor ve müşteri
buluyordu. Kendisi malzemeleri peşin fiyata aldığı halde, mağazaların kendisine
ödemeleri aylarca geciktirdiği oluyordu. O, Balo Sokak’taki atölyesinde gün
ışığından nasibini yeterince alamadan alın teri ve göz nuruyla üretiyordu.
1994’te, bana da bir çift yazlık ayakkabı yaparak hediye ettiğini ve bu
ayakkabıları en az dört yıl giydiğimi belirtmeliyim. O ayakkabıları ilk kez,
Apkhazeti’ye giderken giymiştim.
Diğer yandan, anadili Lazca’ydı. Belki bir zamanlar, Lazca’nın
konuşulduğu yöredeki “nafaka
ekonomisi”nin O’na ekonomik refah
getirmeyeceğine inananlardandı. Lazcasını konuşulduğu yerde terk edip, ekonomik
hayatın canlı olduğunu düşündüğü, “dağı taşı altın” İstanbul’a gelmişti. Başta
her şey belki iyi gidiyordu, iyi kazanıyordu. Ama sonra 1980 krizi. Yaşı da
artık ilerliyordu. Ayakkabı üretim sanayinde her çalışan insan gibi, üretim
sırasında kullanılan kimyasal maddelerin O’nun sağlığından bir şeyler alıp
götürdüğüne kuşku yoktu. Her geçen gün, içinde yaşadığı toplumu ekonomik açıdan
fakirleştiriyordu. O da, uygulamalardan nasibini alıyordu.
TÜRKİYE’Yİ, TÜRKÇE’Yİ VE LAZCA’YI AYNI ÖLÇÜDE SEVİYORDU
Her geçen gün fakirleşiyordu. Anadili Lazca, terk ettiği yerde bile
yok oluyordu. Hem toplumsal refah ve sağlığı ve hem de kaybolmakta olan anadili
için bir şeyler yapılmasını isteyen bir adam olarak tanıdım O’nu. Yüksel
Ağabey, içinde yaşadığı ülkedeki tüm insanların ekonomik refahını ve Lazca gibi anadillerinin yaşamasını
istiyordu. Türkiye’yi, Türkçe’yi ve
Lazca’yı seviyordu. Yüksel Ağabey, Lazca gibi anadillerinin
konuşmalarının bile yasaklanırken, gelişmeleri ve gelecek kuşaklara
aktarılmaları engellenirken, diğer yandan Türkçe’nin yabancı diller gölgesinde
terk edilmesini, hele İngilizce, Almanca, Fransızca gibi yabancı dillerde
eğitim-öğretim yapılmasını pek anlayamıyordu.
VAKIF ÇALIŞMASINDAN ARDA KALAN BİR AVUÇ İNSAN
Ben, Yılmaz Ağabeyle, Avukat Ahmet H. Kırım’ın yukarıda
belirttiğim yazıhanesinde tanıştım. M. Vanilişi ve A. Tandilava’nın 1964’te,
Gürcüstan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nde,” Lazistan (Tarih, Coğrafya,
Etnografya araştırmaları)” özgün adıyla Gürcüce olarak yayınlanan kitaplarının
Hayri Hayrioğlu’nun Türkçe’ye çevirisiyle “Lazlar’ın Tarihi” adıyla Ant
Yayınları’ndan çıkması kuşkusuz birçok duyarlı Lazı bir arayışa itmişti. Bugün
bile benim keşfedemediğim bir sâik ile “farklı bir siyasî kimliği olan” Ahmet
Bey, yeni bir yola girer. Aktüel Dergisi, kendisiyle bir röportaj yapar.
Röportajın bu derginin 8-14 Ekim 1992/ 66. sayısında yayınlanmasından sonra
insanlar bir araya gelir. “Vakıf” veya bir “enstitü” kurmak üzere toplantılar
yapmaya başlarlar. Konuya duyarlı Lazlar, kendisiyle röportaj yapılan Ahmet
Bey’in etrafında toplanmaya başlar. Bu insanlardan biri de Yamakhoğlu Yüksel
Yılmaz’dır.
Aktüel Dergisi’nde Haşim Akman imzasıyla, ”Laz Enstitüsü
Kuruluyor” başlığıyla yayınlanan haber ve Ahmet Kırım ile yapılan röportajın
“Laz Burjuvazisi de destekliyor” başlığı altında yayınlanmasından sonra da 19
Ocak 1993 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde Deniz Teztel imzasıyla “Lazlardan
Alternatif Vakıf” başlığıyla bir haber yayınlanır. Bu haberde ise Avukat Cemil
Memişoğlu ve Turizmci Mecit Çakırusta’nın açıklamalarına yer verilir.
Birden olumlu hava değişir. Şubat başında Bugün Gazetesi’nde bir
hafta kadar bir karşı kampanya yürütülür. Sebahattin Önkibar Türkiye
Gazetesi’ndeki köşesinde “Lazistan Safsatası” başlığıyla bir makale yazar.
Tarih ve Toplum Dergisi’nin Şubat 1993/ 110. sayısında Mehmet Bilgin imzasıyla
da “Lazlar’ın Tarihi’ Bu Mu?” başlıklı
bir makale yayınlanır. Sonuncusunu eleştiri olarak kabul etsek bile, öncekiler
hedef gösterir mahiyette haber ve makalelerdi. Bugün Gazetesi’ne dava açılır,
ama gazete belki de ummadığı bir başarı sağlamıştı. Oluşan grup bir anda
dağılır. Korku sarar her yanı. Sağlam duranlardan biri de Yüksel Ağabey’dir.
Ben O’nu işte bu “Şubat Yenilgisi”nden sonra, 1993 Yaz’ında tanıdım.
Aksaray’da, sözünü ettiğim büroda sayımız az olsa da sıklıkla toplanıyorduk.
“BİR DERGİ ÇIKARALIM ADI “OGNİ” (4) OLSUN…”
1993 Yaz’ında yapılan bir dizi sancılı toplantıdan sonra, bir
dergi çıkarmaya karar vermiştik. Dergini adı,”OGNİ”, isim babası ise Mecit
Çakırusta’ydı. Yılmaz Ağabey’in önerisi, derginin adının “Soren” olması yönündeydi. Ogni’nin birinci
sayısına “Laz Vakfı Girişim Komitesi” adına
açıklama yapmak yine O’na düşmüştü. Ogni’nin birinci sayısının İstanbul
1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından toplatılması ve hakkında dava
açılması bazı arkadaşlarda yeni bir korku ve yılgınlık havası yaratmıştı. Yazı
işleri müdürü olan arkadaş duygularını açıkça ortaya koyuyor, müzikle uğraşmak
istediğini söyleyerek, bu yolla kültüre katkıda bulunmak istediğini belirtiyor
ve bu görevden ayrılmayı talep ediyordu. İşte o sancılı günlerde Yüksel Ağabey,
“yazı işleri müdürü, ben olurum. Ne olacaksa bana olsun!” diyerek ortaya
atılmıştı. Dergi, aksak ağır da olsa altı sayı yayınlanmış ve açılan davadan
beraat etmişti. Yayın kurulunun kendi arasındaki sorunlar sebebiyle dergi yayın
hayatına son verince Yüksel Ağabey en fazla üzülenler arasındaydı.
“HAYALİ “SOREN”İ YAYINLAMAKTI AMA…
Kafamızda yeni bir dergi çıkarma projesi vardı. Yüksel Ağabey,
işlerini büyüterek, yeni dergiyi finanse etmeyi düşünüyordu. Geçtiğimiz yıl,
bir trafik kazasının ardından uzun süren bir hastalık sonunda ruhunu 11 Ekim
2003 Cumartesi günü teslim eden (Sarıyerli) Mehmet Yavuz Türköz de yeni bir
dergi düşüncemizi destekleyenler arasındaydı. Yüksel Ağabey, derginin adının
“Soren” (5) olmasını istiyordu. Ne
yazık ki, içinde Yüksel ve Yavuz Ağabeylerin bulunduğu bir dergi düşüncesi
gerçekleşemedi.
Benim Yüksel Ağabey hakkında hatırladıklarım şimdilik bunlar.
“Esen kalın!”
EK: Yamakoğlu Yüksel
Yılmaz’ın Vasiyeti:
“AİLEME
VE YİĞİT LAZ HALKINA:
Ben Lazona’nın Arkavi İlçesi topraklarına ait Sefer oğlu
1943 doğumlu Yüksel Yamakoğlu (Yılmaz).
Bu mesajı kaleme aldığım 7.7.1994 günü saat 15.30’da ne
zaman ölümle karşılacağımı bilmiyorum. Ancak şu bir hakikattir ki sonsuz yaşam
mümkün değildir. Her insan şu veya bu süreçte mutlaka toprak olacaktır. Önemli
olan uzun yaşamak değil, yaşadığın sürece bir şeyler katabilmektir.
Ben de Türkiyeli bir Laz ve daima bu duyguyu iliklerinde
hissetmiş kişi olarak inandığım doğrular çerçevesinde Laz ve Megrel halkı ile
Türkiye halklarının özgür, sömürüsüz coğrafyada yaşaması için şu ana kadar
gücüm oranında mücadele ettim. Bu kavgam bazı yakınlarım ve dostlarım için
anlaşılmaz bulunabilir. Ancak saygı gösterilmelidir.
Bu yaşam süreci içerisinde halkımın sorunlarının hallinde
biraz katkıda bulunabilmişsem kendimi huzurlu hissedeceğim ve yaşamdaki amacım
gerçekleşmiş olacaktır.
İşte bu duygularla aileme ve dostlarıma diyorum ki:
Kendisini Laz ve Megrel halkının sorunlarına adayan ve bu
uğurda uğraş veren benim yerim halkımın toprakları yani Lazona’dır. Hangi şart
altında ve ne zaman olursa olsun ölüm günü geldiğinde veya sonradan cesedimin
halkımın topraklarına defnedilmesi çok görülmemeli ve istemim mutlaka yerine
getirilmelidir. Aksine duygusal bir davranış beni rahatsız edecektir.
Defnedilmeyi istediğim yer Megrel ve Laz halkı arasındaki
köprüyü sunî bir şekilde kopartan Sarp Köyüdür. Böylece ben sembolilk de olsa
sınırı kaldırmış ve halkımızı birleştirmiş olacağım.
7.7.1994
Yüksel
Yamakoğlu (Yılmaz)
İMZA”
NOT:
Babam, 09.04.2004 saat 15:30’da Arhavi’de vefât etti.(Burcu).
DİPNOTLAR:
(1) Yamakhoğli Yüksel
Yilmazi Doğuru/ yi?! : Yamakoğlu Yüksel Yılmaz Öldü/ mü?!
(2) Lakopa: günümüzde “Lazuri K’omunist’uri P’art’ia” (Laz Komünist
Partisi SBKP’nin seksiyon örgütlenmesinden geldiği şeklinde algılansa da, “Lakopa” , Abhazya Devlet Başkanı Nestor
Lakoba’dan geliyor. Abhazya’daki birçok Laz, Nestor Lakoba’nın katledilmesinden
sonra gizliden gizliye “Ah Lakoba ah” derken Abhazya’dan Türkiye’ye gelmek
zorunda bırakılan Lazların ağzında “Lakoba” zamanla “Lakopa”ya dönüşmüş ve “Laz
Komünist Partisi”nin kısaltılmış söylemi olduğu şeklinde algılanmıştır. )
(3) Yamaxoğlis mutu ve
mitişen maşkurina va uğut’u” :
“Yamakoğlu’nun hiçbir şey ve hiçbir kimseden korkusu yoktu.”
(4) “Ogni” : “Duy”.
1993-1994 yılları arasında 6 sayı yayınlanmış olan dergi.
(5) “Soren”: “Nerede”.
+
(Önerilen Okumalar: Ali İhsan Aksamaz,“Laz Vakfı
Girişim Komitesi’nden Yüksel Yılmaz ile Görüşme”, Ogni Kültür Dergisi, sayı 1,
İstanbul, 1993; Ali İhsan Aksamaz, “Yamakhoğli Yüksel
Yilmazi Doğuru/ yi?/ Yamakoğlu Yüksel Yılmaz Öldü/ mü?!”, Sima Dergisi, sayı 7,
Sima Laz Vakfı Yayını, Fotosan Ofset, İzmit, 2005; Hüseyin Şimşek, “Kuşu kuşla avlamanın
cambazı”, Aydınlık Gazetesi, 3 XI 1993)