II-Kültürel Yaşam1
“Lazlar, bir veya iki Gürcü ve Rus
dilbilimcisi dışında, yüzeysel olarak bile incelenmemişlerdir. Dilleri, gelerek
ve görenekleri, sahillerinin arkeolojisinin titiz, bilimsel bir çalışmayla
incelenmesi tarihsel birçok soruna ışık tutacaktır2.
Geçtiğimiz
yüzyıl (19. yy.), Kuzey Kafkasya ve Transkafkasya’da yapılan arkeolojik
kazılar, Argonotika’da korunan, Bronz Çağ döneminde, Karadeniz’in doğu
sahilleri etrafında varolan refah ve uygarlık hakkındaki hikâyeyi teyit
etmiştir3.
Lazlar’ın
maddî ve manevî kültürlerinin, günümüzde Batı Gürcistan olarak bilinen bölgeyle
sıkı ilişkisi vardır4.
Lazlar’ın
madde ve manevi kültürlerine ilişkin veriler, alan çalışması yapacak yerli ve
yabancı bilim adamlarının ilgisini oldukça çekecek zenginliktedir.
Lazlarda Yapıcılık
“Lazların çoğu yapı ustasıdır. Esas
olarak yarı kâgir tipte yaptıkları evler birer sanat eseridir. Sekize kadar
varan direkler üzerine kurulan erzak depoları hemen göze çarpar5.
19.
yüzyıla kadar, Laz yapıları genellikle yontulmamış, yuvarlak kereste ile
yapılırdı. Bina temeli taşla örülür, toprak yüzeyinde yeteri kadar
yükseltildikten sonra, kereste ile duvarlar oluşturulurdu. Bu duvarlar üzerine,
tam ortadan boydan boya kalas uzatılırdı. Çatı, bu kalasın iki tarafında
oluşturulurdu.
Yeni
bitirilen bir evde, ocağın ilk tutuşturulması işlemi büyük önem taşırdı. Ateşi
tutuşturacak olan kişinin, anne ve babası sağ bir kız çocuğu olması uğurlu
sayılırdı.
Eski
Laz evleri, çok zarif, ince el oymacılığı örnekleriyle bezelidir. İşlenen
motifler arasında, üzüm çubuğu motifi oldukça yaygındır. Taş üzerine bitki ve
hayvan motifleri işlemek Lazlar’ın binlerce yıllık geleneklerindendir6.
Laz
ustalar tarafından yapılan ve geleneksel motiflerle bezenmiş evlere Acarya,
Gurya, Megrelya ve İmeretya’da günümüzde bile sıklıkla rastlamak mümkündür.”
Megrellerde Düğün
Doğum
“Hamile kadın ağır yük kaldırmamalı
ve gece yolculuğuna çıkmamalıdır. Ayrıca ceviz ve fındık gibi yiyeceklerden
kaçınması gerekir. Buna uymayan kadınların çilli bebek doğuracağına inanılır.
Kadının,
hamileliğinin dokuzuncu ayında avluda oturup, eteğine mısır ufalayarak ata
yedirmesi de uğurlu sayılır. Loğusanın sütünün bol olması için, başına boz
renkli bir taş asılır.
Bebek
doğar doğmaz, ev halkı bebeğin cinsiyetini sorar. Erkekse çok sevinilir. Evin
balkonuna çıkılır ve havaya birkaç el silah atılır. Silah atma işi, erkeklerin
bulunmadığı durumlarda, kadınlar tarafından da yerine getirilebilir. Daha sonra
bebeğin babasına müjdeci koşturulur. Müjdeci ödülsü bırakılmaz7.
Loğusa
kadını ziyaret etmek, ancak kadınlara düşer. Erkek kardeşleri üç günden sonra
ziyarete gidebilir. Bebek, ziyarete giden akrabaların kucağına konur, hediye
beklenir.
Bebeğin
kesilen göbek kordonu cami avlusuna gömülür. Böylelikle bebeğin akıllı
olacağına inanılır.
Bebeğin
sağlık durumunu izlemek ve onun uzun ömürlü olması için, kırk gün süreyle,
terazinin bir kefesine bebek, diğer kefesine ağırlığınca taze balık konur.
Bebeğin ağırlığınca taze balık, her gün toprağa gömülür. Bu gelenekle. Bebeğin
kötü kaderden uzaklaşması umut edilir.
Bebeğe
ait bezler ve giysiler, gün batımından sonra avluda, ipte bırakılmaz. Eğer
unutulursa, giysiler ateş üzerinde gezdirilerek, üzerine sindiği düşünülen kötü
ruhlar uzaklaştırılır. Akşam ezanından sonra eve gelen, evin erkekleri de
bebeği doğrudan kucaklarına alamaz. Yanan ocağın başına gider, giysilerini silkeleyerek
kötü ruhlardan arındırırlar.
Doğumdan
bir hafta sonra, bebeğe isim konur. Çocuğa isim koyma hakkı, dede ve nineye
aittir. Eğer onlar sağ değilse, bu hak anne ve babaya geçer.”
Evlilik
“Evlendirilecek oğlu olan anne,
uzunca bir süre oğluna uygun bir kız arar. Kızı, bir düğünde veya imecede
görür. Önce delikanlıya, bir kız beğendiklerini söyler. Delikanlı, rıza
gösterirse, kız tarafına bir elçi gönderilir. Kızın ailesinden kadınlar, kıza
elçiden bahseder. Eğer kıza, rıza gösterirse, kızı resmen isteme girişiminde
bulunulur. Önce, delikanlının annesi, kızın annesine, kız istemeye niyetli
olduklarını söyler. Her iki tarafın anneleri, kız isteme tarihini belirler.
Erkek tarafı, üç kadın ve üç erkekle kız evine gider. Kız tarafı da, üç erkek
ve aç kadınla gelenleri karşılar. Her iki tarafın yetişkinleri görüşmeye
oturur. Genç kız odasından çıkmaz8.
Söz
kesildikten sonra kenti inilir ve kıza birkaç kat giysi, altın, patiska, oya
için boncuklu yazmalar alınır. Damada da bir yüzük alınır.
Nişan
düğününün zamanı belirlenir ve herkes davet edilir. Çağrılanların bir kısmı kız
evine, bir kısmı erkek evine gider. Nişan, kız evinde yapılır. Damat, evinde
yalnız bırakılır, nişan düğününe getirilmez. Kız tarafı, kızı süsler, en güzel
elbiselerini giydirir. Kadınlardan biri, kızın nedimesi olur ve tören boyunca
kızın yanından ayrılmaz.
Erkek
tarafı, kız evinin kapısına gelir. Damadın sağdıcı gelenlerin önündedir.
Kapının önünde, “buradan öteye gidemeyiz, ayaklarımız ağrıyor, nişanlı kız
gelip bizi götürsün” denir. Nişanlı kız, başı önünde nedimesiyle birlikte
gelir. Kızın başı, bir yazma ile örtülüdür. Sağdıç yazmayı kaldırır. Herkes ‘ne
kadar güzel kız’ der. Hep birlikte genç kız alkışlanır. Böylece erkek tarafı,
nişanlı kızın evine girer. Birlikte yemek yenir.
Yemekten
sonra, nişan sandığı açılır. Nişanlı kıza yüzük takılır. Damada ise, yüzüğü
gönderilir. Alınmış olan bütün eşyalar, gelenlere gösterilir. Daha sonra, erkek
tarafı nişanlı kızı çağırarak önünde saygı duruşunda bulunur.
Nişandan
sonra, damat yanına birkaç kişi alarak nişanlısının evine gider. Damat
oturmadan kimse sofraya oturmaz. Yemekten sonra kız, erkek, gençler birlikte
oturur ve ‘tek mi çift mi’ oynar. Yetişkinler erken uyur, evi gençlere bırakır.
Gençler de sabaha kadar eğlenir, türkü söyler ve oynar. Böylelikle hısımlık
başlamış olur.
Nişanlılık
döneminde gençler, gizli gizli konuşmak için bir araya gelir.
Nişanlılık
döneminde nişanlılar, her iki ailenin yardımına çağrılır. İki aile de,
birbirine işgücü bakımından yardımcı olur.
İki,
üç sene hısımlıkla geçer ve sıra düğüne gelir.
Önce,
eşya almak için kente inilir. Mantodan şemsiyeye kadar her şey satın alınır.
Düğüne
katılacak olanlar, nişanda olduğu gibi ikiye ayrılır. Erkek tarafından
kadınlar, gelin için bohça hazırlar. Yanlarına erkekleri de alarak kız evine
gelin almaya gider.
Gelin
almaya gidince, erkekler horona durur. Daha sonra, ocağa çukali (küçük kazan)
asılır. Horona duranlar ocak başında türkü söyler.
Gelin,
baba evinden çıkarken, bir kolundan erkek kardeşi, diğer kolundan da erkek
tarafından biri tutar. Gelin kız, evden çıkarken, erkek kardeşi havaya birkaç
el ateş açar.
Hep
birlikte erkek evine doğru yola çıkılır. Damadın evine yaklaşıldığında gelinin
nedimesi ‘buradan öteye gidemem’, diye dayatır. Damat, sağdıcıyla birlikte
gelir ve biraz ötede durur.
Damat,
önce refakat ederek erkekleri düğün evine götürür. Kız tarafı kadınları yolu
kapatır, bir türlü eve girmez. Damat istediklerini yerine getirir, kadınlar da
yolu açar.
Yolun
bir ucunda gelin kız, diğer ucunda damat durur. Damat çağrıldığında gelir ve
cebinden küçük çükü kesilmiş renkli kâğıtçıklar çıkararak gelinin başına
savurur. Gelinin nedimesi de aynı şekilde, damada renkli küçük kâğıtçıklardan
savurur.
Gelin,
erkek evine girerken, yol boyunca şemsiyesini açarak yürür. Damat, gelinin
şemsiyesini elinden alır, kapatır ve geri verir. Gelin de şemsiyeyi açar ve
öyle yürümeye devam eder. Bu, üç kez tekrarlanır, en sonunda şemsiye gelinin
elinde açık kalır.
Damat,
gelini koluna takarak düğün evine ilerler. Damadın kardeşi, kâğıttan yapılmış
süsleri gelin ve damadın boynuna dolar, eve girilir.
Damat,
geline evin dört köşesini gezdirir. Gelin, kapının önüne oturtulur ve kucağına
küçük bir çocuk verilir. Gelin, cebindeki bir mendili çocuğa verir. Damat gelir
gelir ve gelini odasına götürür. Gelin, üç kez yatağa oturur, kaldırılır.
Herkesin
bulunduğu en büyük odaya bir sandık konur ve gelin bunun üzerine oturtulur.
Türküler söylenir ve ხორონი/ horona durulur. Damat da horona çağrılır. Kadınlar horonda
seyircidir. Yalnızca bazı ihtiyar kadınlar horona durur.
Sofra
kurulur ve nedime ile sağdıç sofraya oturur. Gelinin nedimesi olmayacak şeyler
ister. Erkek tarafı, bunları yerine getirmek zorundadır.
Yemekten
sonra, artan pilavlar bir araya toplanır ve üç çatal saplanır. Çatalların
üzerine bir mendil atılır. Damadın bu mendili kapması beklenir. Damat ile gelin
beraber oturarak, mendil kapmaca oynar.
Damat
ile gelin yan yana durduklarında, kavrulmuş fındıklardan yapılmış uzunca bir
zincir ile birbirlerine bağlanır.
Düğünden
üç gün sonra, gelin baba evine götürülür. Damat, bir gece kalır ve döner.
Gelin, baba evinde üç gün kalır ve baklava ve börekle geri döner.
Evlerine
döndükten sonra, gelin ile damat yalnız bırakılır. Evin büyükleri başka
ailelere kalmaya gider9.”
Megrellerde ağıt (Pranishnikoff, 1884)
Ölüm
“Ölen kişinin başında akrabaları
nöbet tutar. Bunun nedeni, ölenin vücuduna kötü ruhların girip yerleşmesini
önlemektir. Ölenin ruhu, bedeninden çıkar çıkmaz vücudu, elleri, ayakları ve
gözü düzeltilir. Kadınlar odaya doluşarak feryada başlar. Feryatları duyan köy
halkı, birinin evinde ölüm olduğunu anlar ve ölü evine koşar10.
Ölen
kişi, 24 saat misafir alıkonur. Eğer uzaktan gelecek akrabalar bekleniyorsa bu
süre uzatılabilir. Ölü, orta odada, geniş ve sert bir divan üzerine konur ve üstü
beyaz bir çarşafla örtülür. Varsa anne ve babası, başucunda oturur. Kardeş ve
yakın akrabaları çevresine dizilir. Uzaktan gelen akrabalar feryatla ölü evine
girer. Önce, evdekilerle sarmaş dolaş olunur, gözyaşı dökülür. Ölenin yüzü
açılarak bakılır, üzerine kapanarak ağlanır.
Komşular,
bu acılı günde yardımcı olur. Kimisi mezarı hazırlar, kimisi tabut yapımına
girişir.
Ölü,
evden çıkarılırken çağlıklar duyulur. Ölen, tabutla mezara konur, ancak tabuta
kapak örtülmez. Gömme işleminden sonra mezarın iki başına birer tahta kazık
çakılır. Birinin üzerine ölenin kimliği yazılır11.
Geleneğe
göre; gurbette ölen bir Laz mutlaka baba ocağına götürülmeli ve akrabalarının
yanına gömülmelidir12.”
Dipnotlar:
1. Müslüman Lazlar’ın kültürel
yaşamlarına ilişkin, yapılmış güncel alan çalışması bulunmadığından, çeşitli
kaynaklardan özet alıntılar aktarmakla yetiniyorum.
2. W.E.D. Allen, Ali İhsan Aksamaz
(çev.), Eski Lazistan, Tarih ve Toplum, Sayı 143, Kasım 1995.
3. W.E.D. Allen, a.g.y.
4. Wolfgang Feurstein, Bir Alman
Gözüyle Lazlar, Ogni Kültür Dergisi, Sayı 2, Ocak 1994.
5. W.Feurstein, a.g.y.
6. Muhammed Vanilişi/Ali Tandilava,
Hayri Hayrioğlu (çev.), Lazların Tarihi, s.106, Ant Yayınları, İstanbul 1992.
7. “... Ailede,
erkek bir çocuk doğduğunda, müjdeci sevinçli haberi ev dışındaki kocaya
ulaştırır. Sevinçli baba, müjdeciye hediyeler verir, silahlar patlatılır,
ailenin bütün bireyleri sevinir. Diğer taraftan, bir kız çocuğu dünyaya
geldiğinde durum hemen hemen sessizlikle karşılanır...” (Tedo Sakhokia, Ali
İhsan Aksamaz (çev.), Megrel-Laz Kültüründe Akrabalık, Evlenme ve Cenaze, Tarih
ve Toplum, Sayı 140, Ağustos 1995.
8. “Evlenme çağına girmiş olan bir Megrel kızı, farklı soyad taşıyan bir
erkekle buluşmaktan çekinir ve birbirlerine aşklarını açıklamak durumunda
olduklarında bile, onunla tek başına konuşmayı uygunsuz bir davranış olarak
değerlendirir. Evleneceği erkekle bir araya gelip konuşmak isteyen kız, ancak
kendi akrabası olan bir kızın da bulunacağı ve konuşmalara aracılık yapacağı
bir ortamda görüşebilir... Bir çift evlendiklerinde, her ikisinin geldiği
aileler karşılıklı akraba olur. Bu iki aile akraba olduklarından, Megrel
töresine göre, bir kez daha bu iki aileden gençler eş seçemez...”
(T.Sakhokia, a.g.y.)
9. Nezire Koçiva, Laz Düğünü (Lazuri
Ç̆anda), Ogni Kültür Dergisi, Sayı 6, Eylül-Ekim 1994.
10. “... Her iki toplumda (Megreller ve Lazlar) ölünün evine giderken,
cenazeye ya da ölüye gidiyorum denmez. Ağlamaya gidiyorum denir.” (İrfan
Unutmaz, Hüseyin Keçe, Lazların Hıristiyan Akrabaları, Kimliklerini Arayan
Megreller, Atlas Aylık Gezi Dergisi., s.10, Ocak 1994)
11. M.Vanilişi / A.Tandilava,
a.g.k., s.150.
12. “Bir Megrel nerede ölürse ölsün, akrabaları cenazesini istirahat için
evine getirmek, ağlamak ve ata toprağında gömmek zorundadır. Bu gelenek bazen
büyük yanlış anlamaları ortaya çıkarmaktadır. Özellikle, bir kişi şehirde
öldüğünde orada gömülür ve akrabaları da cenazeyi kendi köyünde toprağa vermek
için mezarından çıkarır. Ancak ölünün mezarını açmak için yerel yönetimden
izin, yönetimin emirlerine göre çeşitli formaliteleri yerine getirmeyi
gerektirir ve bu da zaman alır. Bir Megrel, yasaların isteklerine, kendisine
kuşaklar boyu ulaşan geleneklerden daha az önem verir, gizlice mezarı kazar ve
cenazeyi oradan çıkarır. Cesedi keserek parçalara ayırır, böylelikle cenazeyi
gizlice taşıması daha kolay olur. Son olarak cesedi çürümeye ve kokmaya karşı
tuzlar ve küfesine koyarak kendi köyüne götürür. Orada açık olarak ağlar ve
toprağa verir. Böylece dürüstçe, cenazesine karşı görevini yerine getirmiş
olur. Eğer cenaze kendi köyünde gömülmezse huzura ermemiş olur.” (T.
Sakhokia, a.g.y.)
Faydalanılan
Kaynaklar/ Önerilen Okumalar: “Lazlar”, Birikim
Sosyalist Dergi, sayı 71-72, Mart- Nisan 1995, Birikim Yayıncılık, İstanbul;
“Kafkasyadan Karadenize Lazların Tarihsel Yolculuğu”, Çiviyazıları Yayınevi,
1997, İstanbul; “Dil Tarih Kültür Gelenekleriyle Lazlar” 1. Baskı, Sorun
Yayınları, 2000; 2. Baskı, Belge Yayınları, 2014, İstanbul
(Güncel
fotoğraf ve harita kaynakları: wikipedia, sites.google.com/site/georgiaconfliqt,
agenda.ge, azizyardimli.com, tanridag-yolcusu.tumblr.com,
theculturetrip.com/europe/Georgia, www.kirmizilar.com,
ozhanozturk.com,vikipedi, kolkhoba.org, finchannel.com,
ortodokslartoplulugu,hürriyet gazetesi, karagoz.net, Lazca.org, lazi kültür
yayınları)
Ali İhsan
Aksamaz
aksamaz@gmail.com