20 Mayıs 2020 Çarşamba

kuzgunportal.com/ “LAZLAR” – II. Bölüm: Lazların Kültürel Yaşamı








II-Kültürel Yaşam1


“Lazlar, bir veya iki Gürcü ve Rus dilbilimcisi dışında, yüzeysel olarak bile incelenmemişlerdir. Dilleri, gelerek ve görenekleri, sahillerinin arkeolojisinin titiz, bilimsel bir çalışmayla incelenmesi tarihsel birçok soruna ışık tutacaktır2.
Geçtiğimiz yüzyıl (19. yy.), Kuzey Kafkasya ve Transkafkasya’da yapılan arkeolojik kazılar, Argonotika’da korunan, Bronz Çağ döneminde, Karadeniz’in doğu sahilleri etrafında varolan refah ve uygarlık hakkındaki hikâyeyi teyit etmiştir3.
Lazlar’ın maddî ve manevî kültürlerinin, günümüzde Batı Gürcistan olarak bilinen bölgeyle sıkı ilişkisi vardır4.
Lazlar’ın madde ve manevi kültürlerine ilişkin veriler, alan çalışması yapacak yerli ve yabancı bilim adamlarının ilgisini oldukça çekecek zenginliktedir.





Lazlarda Yapıcılık

“Lazların çoğu yapı ustasıdır. Esas olarak yarı kâgir tipte yaptıkları evler birer sanat eseridir. Sekize kadar varan direkler üzerine kurulan erzak depoları hemen göze çarpar5.
19. yüzyıla kadar, Laz yapıları genellikle yontulmamış, yuvarlak kereste ile yapılırdı. Bina temeli taşla örülür, toprak yüzeyinde yeteri kadar yükseltildikten sonra, kereste ile duvarlar oluşturulurdu. Bu duvarlar üzerine, tam ortadan boydan boya kalas uzatılırdı. Çatı, bu kalasın iki tarafında oluşturulurdu.
Yeni bitirilen bir evde, ocağın ilk tutuşturulması işlemi büyük önem taşırdı. Ateşi tutuşturacak olan kişinin, anne ve babası sağ bir kız çocuğu olması uğurlu sayılırdı.
Eski Laz evleri, çok zarif, ince el oymacılığı örnekleriyle bezelidir. İşlenen motifler arasında, üzüm çubuğu motifi oldukça yaygındır. Taş üzerine bitki ve hayvan motifleri işlemek Lazlar’ın binlerce yıllık geleneklerindendir6.
Laz ustalar tarafından yapılan ve geleneksel motiflerle bezenmiş evlere Acarya, Gurya, Megrelya ve İmeretya’da günümüzde bile sıklıkla rastlamak mümkündür.”


Megrellerde Düğün





Doğum

“Hamile kadın ağır yük kaldırmamalı ve gece yolculuğuna çıkmamalıdır. Ayrıca ceviz ve fındık gibi yiyeceklerden kaçınması gerekir. Buna uymayan kadınların çilli bebek doğuracağına inanılır.
Kadının, hamileliğinin dokuzuncu ayında avluda oturup, eteğine mısır ufalayarak ata yedirmesi de uğurlu sayılır. Loğusanın sütünün bol olması için, başına boz renkli bir taş asılır.
Bebek doğar doğmaz, ev halkı bebeğin cinsiyetini sorar. Erkekse çok sevinilir. Evin balkonuna çıkılır ve havaya birkaç el silah atılır. Silah atma işi, erkeklerin bulunmadığı durumlarda, kadınlar tarafından da yerine getirilebilir. Daha sonra bebeğin babasına müjdeci koşturulur. Müjdeci ödülsü bırakılmaz7.
Loğusa kadını ziyaret etmek, ancak kadınlara düşer. Erkek kardeşleri üç günden sonra ziyarete gidebilir. Bebek, ziyarete giden akrabaların kucağına konur, hediye beklenir.
Bebeğin kesilen göbek kordonu cami avlusuna gömülür. Böylelikle bebeğin akıllı olacağına inanılır.
Bebeğin sağlık durumunu izlemek ve onun uzun ömürlü olması için, kırk gün süreyle, terazinin bir kefesine bebek, diğer kefesine ağırlığınca taze balık konur. Bebeğin ağırlığınca taze balık, her gün toprağa gömülür. Bu gelenekle. Bebeğin kötü kaderden uzaklaşması umut edilir.
Bebeğe ait bezler ve giysiler, gün batımından sonra avluda, ipte bırakılmaz. Eğer unutulursa, giysiler ateş üzerinde gezdirilerek, üzerine sindiği düşünülen kötü ruhlar uzaklaştırılır. Akşam ezanından sonra eve gelen, evin erkekleri de bebeği doğrudan kucaklarına alamaz. Yanan ocağın başına gider, giysilerini silkeleyerek kötü ruhlardan arındırırlar.
Doğumdan bir hafta sonra, bebeğe isim konur. Çocuğa isim koyma hakkı, dede ve nineye aittir. Eğer onlar sağ değilse, bu hak anne ve babaya geçer.”




Evlilik

“Evlendirilecek oğlu olan anne, uzunca bir süre oğluna uygun bir kız arar. Kızı, bir düğünde veya imecede görür. Önce delikanlıya, bir kız beğendiklerini söyler. Delikanlı, rıza gösterirse, kız tarafına bir elçi gönderilir. Kızın ailesinden kadınlar, kıza elçiden bahseder. Eğer kıza, rıza gösterirse, kızı resmen isteme girişiminde bulunulur. Önce, delikanlının annesi, kızın annesine, kız istemeye niyetli olduklarını söyler. Her iki tarafın anneleri, kız isteme tarihini belirler. Erkek tarafı, üç kadın ve üç erkekle kız evine gider. Kız tarafı da, üç erkek ve aç kadınla gelenleri karşılar. Her iki tarafın yetişkinleri görüşmeye oturur. Genç kız odasından çıkmaz8.
Söz kesildikten sonra kenti inilir ve kıza birkaç kat giysi, altın, patiska, oya için boncuklu yazmalar alınır. Damada da bir yüzük alınır.
Nişan düğününün zamanı belirlenir ve herkes davet edilir. Çağrılanların bir kısmı kız evine, bir kısmı erkek evine gider. Nişan, kız evinde yapılır. Damat, evinde yalnız bırakılır, nişan düğününe getirilmez. Kız tarafı, kızı süsler, en güzel elbiselerini giydirir. Kadınlardan biri, kızın nedimesi olur ve tören boyunca kızın yanından ayrılmaz.
Erkek tarafı, kız evinin kapısına gelir. Damadın sağdıcı gelenlerin önündedir. Kapının önünde, “buradan öteye gidemeyiz, ayaklarımız ağrıyor, nişanlı kız gelip bizi götürsün” denir. Nişanlı kız, başı önünde nedimesiyle birlikte gelir. Kızın başı, bir yazma ile örtülüdür. Sağdıç yazmayı kaldırır. Herkes ‘ne kadar güzel kız’ der. Hep birlikte genç kız alkışlanır. Böylece erkek tarafı, nişanlı kızın evine girer. Birlikte yemek yenir.
Yemekten sonra, nişan sandığı açılır. Nişanlı kıza yüzük takılır. Damada ise, yüzüğü gönderilir. Alınmış olan bütün eşyalar, gelenlere gösterilir. Daha sonra, erkek tarafı nişanlı kızı çağırarak önünde saygı duruşunda bulunur.
Nişandan sonra, damat yanına birkaç kişi alarak nişanlısının evine gider. Damat oturmadan kimse sofraya oturmaz. Yemekten sonra kız, erkek, gençler birlikte oturur ve ‘tek mi çift mi’ oynar. Yetişkinler erken uyur, evi gençlere bırakır. Gençler de sabaha kadar eğlenir, türkü söyler ve oynar. Böylelikle hısımlık başlamış olur.
Nişanlılık döneminde gençler, gizli gizli konuşmak için bir araya gelir.
Nişanlılık döneminde nişanlılar, her iki ailenin yardımına çağrılır. İki aile de, birbirine işgücü bakımından yardımcı olur.
İki, üç sene hısımlıkla geçer ve sıra düğüne gelir.
Önce, eşya almak için kente inilir. Mantodan şemsiyeye kadar her şey satın alınır.
Düğüne katılacak olanlar, nişanda olduğu gibi ikiye ayrılır. Erkek tarafından kadınlar, gelin için bohça hazırlar. Yanlarına erkekleri de alarak kız evine gelin almaya gider.
Gelin almaya gidince, erkekler horona durur. Daha sonra, ocağa çukali (küçük kazan) asılır. Horona duranlar ocak başında türkü söyler.
Gelin, baba evinden çıkarken, bir kolundan erkek kardeşi, diğer kolundan da erkek tarafından biri tutar. Gelin kız, evden çıkarken, erkek kardeşi havaya birkaç el ateş açar.
Hep birlikte erkek evine doğru yola çıkılır. Damadın evine yaklaşıldığında gelinin nedimesi ‘buradan öteye gidemem’, diye dayatır. Damat, sağdıcıyla birlikte gelir ve biraz ötede durur.
Damat, önce refakat ederek erkekleri düğün evine götürür. Kız tarafı kadınları yolu kapatır, bir türlü eve girmez. Damat istediklerini yerine getirir, kadınlar da yolu açar.
Yolun bir ucunda gelin kız, diğer ucunda damat durur. Damat çağrıldığında gelir ve cebinden küçük çükü kesilmiş renkli kâğıtçıklar çıkararak gelinin başına savurur. Gelinin nedimesi de aynı şekilde, damada renkli küçük kâğıtçıklardan savurur.
Gelin, erkek evine girerken, yol boyunca şemsiyesini açarak yürür. Damat, gelinin şemsiyesini elinden alır, kapatır ve geri verir. Gelin de şemsiyeyi açar ve öyle yürümeye devam eder. Bu, üç kez tekrarlanır, en sonunda şemsiye gelinin elinde açık kalır.
Damat, gelini koluna takarak düğün evine ilerler. Damadın kardeşi, kâğıttan yapılmış süsleri gelin ve damadın boynuna dolar, eve girilir.
Damat, geline evin dört köşesini gezdirir. Gelin, kapının önüne oturtulur ve kucağına küçük bir çocuk verilir. Gelin, cebindeki bir mendili çocuğa verir. Damat gelir gelir ve gelini odasına götürür. Gelin, üç kez yatağa oturur, kaldırılır.
Herkesin bulunduğu en büyük odaya bir sandık konur ve gelin bunun üzerine oturtulur. Türküler söylenir ve ხორონი/ horona durulur. Damat da horona çağrılır. Kadınlar horonda seyircidir. Yalnızca bazı ihtiyar kadınlar horona durur.
Sofra kurulur ve nedime ile sağdıç sofraya oturur. Gelinin nedimesi olmayacak şeyler ister. Erkek tarafı, bunları yerine getirmek zorundadır.
Yemekten sonra, artan pilavlar bir araya toplanır ve üç çatal saplanır. Çatalların üzerine bir mendil atılır. Damadın bu mendili kapması beklenir. Damat ile gelin beraber oturarak, mendil kapmaca oynar.
Damat ile gelin yan yana durduklarında, kavrulmuş fındıklardan yapılmış uzunca bir zincir ile birbirlerine bağlanır.
Düğünden üç gün sonra, gelin baba evine götürülür. Damat, bir gece kalır ve döner. Gelin, baba evinde üç gün kalır ve baklava ve börekle geri döner.
Evlerine döndükten sonra, gelin ile damat yalnız bırakılır. Evin büyükleri başka ailelere kalmaya gider9.”



Megrellerde ağıt (Pranishnikoff, 1884)





Ölüm

“Ölen kişinin başında akrabaları nöbet tutar. Bunun nedeni, ölenin vücuduna kötü ruhların girip yerleşmesini önlemektir. Ölenin ruhu, bedeninden çıkar çıkmaz vücudu, elleri, ayakları ve gözü düzeltilir. Kadınlar odaya doluşarak feryada başlar. Feryatları duyan köy halkı, birinin evinde ölüm olduğunu anlar ve ölü evine koşar10.
Ölen kişi, 24 saat misafir alıkonur. Eğer uzaktan gelecek akrabalar bekleniyorsa bu süre uzatılabilir. Ölü, orta odada, geniş ve sert bir divan üzerine konur ve üstü beyaz bir çarşafla örtülür. Varsa anne ve babası, başucunda oturur. Kardeş ve yakın akrabaları çevresine dizilir. Uzaktan gelen akrabalar feryatla ölü evine girer. Önce, evdekilerle sarmaş dolaş olunur, gözyaşı dökülür. Ölenin yüzü açılarak bakılır, üzerine kapanarak ağlanır.
Komşular, bu acılı günde yardımcı olur. Kimisi mezarı hazırlar, kimisi tabut yapımına girişir.
Ölü, evden çıkarılırken çağlıklar duyulur. Ölen, tabutla mezara konur, ancak tabuta kapak örtülmez. Gömme işleminden sonra mezarın iki başına birer tahta kazık çakılır. Birinin üzerine ölenin kimliği yazılır11.
Geleneğe göre; gurbette ölen bir Laz mutlaka baba ocağına götürülmeli ve akrabalarının yanına gömülmelidir12.”



Dipnotlar:

1. Müslüman Lazlar’ın kültürel yaşamlarına ilişkin, yapılmış güncel alan çalışması bulunmadığından, çeşitli kaynaklardan özet alıntılar aktarmakla yetiniyorum.
2. W.E.D. Allen, Ali İhsan Aksamaz (çev.), Eski Lazistan, Tarih ve Toplum, Sayı 143, Kasım 1995.
3. W.E.D. Allen, a.g.y.
4. Wolfgang Feurstein, Bir Alman Gözüyle Lazlar, Ogni Kültür Dergisi, Sayı 2, Ocak 1994.
5. W.Feurstein, a.g.y.
6. Muhammed Vanilişi/Ali Tandilava, Hayri Hayrioğlu (çev.), Lazların Tarihi, s.106, Ant Yayınları, İstanbul 1992.
7. “... Ailede, erkek bir çocuk doğduğunda, müjdeci sevinçli haberi ev dışındaki kocaya ulaştırır. Sevinçli baba, müjdeciye hediyeler verir, silahlar patlatılır, ailenin bütün bireyleri sevinir. Diğer taraftan, bir kız çocuğu dünyaya geldiğinde durum hemen hemen sessizlikle karşılanır...” (Tedo Sakhokia, Ali İhsan Aksamaz (çev.), Megrel-Laz Kültüründe Akrabalık, Evlenme ve Cenaze, Tarih ve Toplum, Sayı 140, Ağustos 1995.
8. “Evlenme çağına girmiş olan bir Megrel kızı, farklı soyad taşıyan bir erkekle buluşmaktan çekinir ve birbirlerine aşklarını açıklamak durumunda olduklarında bile, onunla tek başına konuşmayı uygunsuz bir davranış olarak değerlendirir. Evleneceği erkekle bir araya gelip konuşmak isteyen kız, ancak kendi akrabası olan bir kızın da bulunacağı ve konuşmalara aracılık yapacağı bir ortamda görüşebilir... Bir çift evlendiklerinde, her ikisinin geldiği aileler karşılıklı akraba olur. Bu iki aile akraba olduklarından, Megrel töresine göre, bir kez daha bu iki aileden gençler eş seçemez...” (T.Sakhokia, a.g.y.)
9. Nezire Koçiva, Laz Düğünü (Lazuri Ç̆anda), Ogni Kültür Dergisi, Sayı 6, Eylül-Ekim 1994.
10. “... Her iki toplumda (Megreller ve Lazlar) ölünün evine giderken, cenazeye ya da ölüye gidiyorum denmez. Ağlamaya gidiyorum denir.” (İrfan Unutmaz, Hüseyin Keçe, Lazların Hıristiyan Akrabaları, Kimliklerini Arayan Megreller, Atlas Aylık Gezi Dergisi., s.10, Ocak 1994)
11. M.Vanilişi / A.Tandilava, a.g.k., s.150.
12. “Bir Megrel nerede ölürse ölsün, akrabaları cenazesini istirahat için evine getirmek, ağlamak ve ata toprağında gömmek zorundadır. Bu gelenek bazen büyük yanlış anlamaları ortaya çıkarmaktadır. Özellikle, bir kişi şehirde öldüğünde orada gömülür ve akrabaları da cenazeyi kendi köyünde toprağa vermek için mezarından çıkarır. Ancak ölünün mezarını açmak için yerel yönetimden izin, yönetimin emirlerine göre çeşitli formaliteleri yerine getirmeyi gerektirir ve bu da zaman alır. Bir Megrel, yasaların isteklerine, kendisine kuşaklar boyu ulaşan geleneklerden daha az önem verir, gizlice mezarı kazar ve cenazeyi oradan çıkarır. Cesedi keserek parçalara ayırır, böylelikle cenazeyi gizlice taşıması daha kolay olur. Son olarak cesedi çürümeye ve kokmaya karşı tuzlar ve küfesine koyarak kendi köyüne götürür. Orada açık olarak ağlar ve toprağa verir. Böylece dürüstçe, cenazesine karşı görevini yerine getirmiş olur. Eğer cenaze kendi köyünde gömülmezse huzura ermemiş olur.” (T. Sakhokia, a.g.y.)






Faydalanılan Kaynaklar/ Önerilen Okumalar: “Lazlar”, Birikim Sosyalist Dergi, sayı 71-72, Mart- Nisan 1995, Birikim Yayıncılık, İstanbul; “Kafkasyadan Karadenize Lazların Tarihsel Yolculuğu”, Çiviyazıları Yayınevi, 1997, İstanbul; “Dil Tarih Kültür Gelenekleriyle Lazlar” 1. Baskı, Sorun Yayınları, 2000; 2. Baskı, Belge Yayınları, 2014, İstanbul



(Güncel fotoğraf ve harita kaynakları: wikipedia, sites.google.com/site/georgiaconfliqt, agenda.ge, azizyardimli.com, tanridag-yolcusu.tumblr.com, theculturetrip.com/europe/Georgia, www.kirmizilar.com, ozhanozturk.com,vikipedi, kolkhoba.org, finchannel.com, ortodokslartoplulugu,hürriyet gazetesi, karagoz.net, Lazca.org, lazi kültür yayınları)



Ali İhsan Aksamaz
aksamaz@gmail.com