Sahte Doktor Konya’da...
1
Youtube’de gördüm. Bir genç, üniversiteli gençlerle
söyleşi yapmış. Konya’da öğrenci olmanın nasıl bir şey olduğunu soruyor.
Üniversiteli gençler de kendilerince cevap veriyorlar. Asıl yazmak istediğim bu
değil şimdi. O klibi izlerken, yıllar öncesine gittim. 30 yıl öncesinin Konyası
zihnimde canlandı birden. Onlarca hatıra akıp geçti gözümün önünden. Beni hem
çok kızdıran ve hem de çok güldüren bir tanesine yoğunlaştım. Bu hatırayı
sizlerle paylaşmak amacıyla yazıyorum. 1965 yılında İlkokula başlayıp da elim
kalem tutmaya başladığı andan beri gözüm o dolma kalemdeydi. Babam, İstanbul’da
belediye otobüsüne binerken basamakta bulmuş. 1950’li yıllar olmalı. O dolma
kalemi gözü gibi korurdu. Lâkin benim gözüm de o kalemdeydi. Öğretmen, dolma
kalem ile yazılacak bir ödev bile verse, onu kullanamazdım. Bakkaldan 100- 125
kuruşa kıytırık bir dolma kalem satın alır, ödevimi onunla yazardım. İlkokul 5.
sınıfta, o dolma kalem artık hem benim hem de babamın idi. Tabi ödevi olduğunda
kardeşim de kalemi kullanırdı. Babam hiç kullanmazdı. O zaman bile, o dolma
kalemin sahibi babamdı. Ben öyle inanmıştım. İlkokul sonrasında bu dolma kalemi
artık sahiplenmiştim. Ceketimin iç sol cebinde taşıyordum. Artık onunla
mektuplar ve dilekçeler bile yazıyordum. Belki babam, dolma kalemi unutmuştu
bile. Ben nerede, artık dolma kalem de oradaydı. Hatta benimle birlikte Roma’ya
bile gitti ve geldi. Ardından yine benimle Antalya’ya da gitti ve geldi. Sonra
Konya’ya gittim. Derken 1985’in 2. dönemi başladı. Scrikss marka yeşil renkli
bir dolma kalemdi.
2
Kaldığımız öğrenci yurdu Konya İmam Hatip Lisesi’nin
hemen arkasındaydı. Sultan Veled Caddesi ile Botsalı Sokak arasında. Şimdiki
Yüksek Öğrenim Kredi Yurtlar Kurumu Bölge Müdürlüğü binası. Pazar günleri yurtta
kahvaltı yapmazdım. Yakın arkadaşım Erol ile birlikte valiliğin oralardaki bir
dükkândan pide malzemesi satın alırdık. Sonra Kuğulu Park civarındaki son
duraktan Meram Yeni Yol otobüsüne binerdik. Uzunca bir yolculuktan sonra Meram
son durakta inerdik. O zamanlar hemen oracıkta bir fırın vardı. Oraya giderdik.
Fırıncıya malzemelerimizi verip pide yaptırırdık. İçinin malzemesini evden
götürüp de pide yaptırmak Konya’da yaygın ve çok güzel bir gelenek. Fırın
kalabalık olurdu. Kuyruk olurdu ama sonunda nefis kokulu ve lezzetli
pidelerimizi afiyetle yerdik. Bazen de etli ekmek yerdik. Fırıncının adı neydi,
hatırlamıyorum. Yanlış hatırlamıyorsam, Uğur adında küçük bir oğlu vardı.
Babasına orada yardım ederdi. Fırının hemen solunda bir tekel bayii vardı. Vitrininde
birkaç kelimelik uzunca ismi yazardı. Neydi, hatırlayamıyorum. Her zaman
dükkânın önünde oturan kasketli bir adamcağızı hayal meyal şimdi hatırlıyorum.
Kendisinden bazen sigara satın alırdım.
3
O Pazar günü de yurttan erkenden çıktık. İmam- Hatip
Lisesi istikametine doğru yürüdük. Ardından da İmam-Hatip Lisesi’nin bulunduğu
sokağa girdik. Sohbet ediyorduk. Sokaklarda tek tük araba görülüyordu. Pek
kimse de yoktu sokaklarda. Okulun hemen girişine yakın bir yerde, karşı
kaldırımda bir genç gördük. Kırtasiyeci dükkânının önünde duruyordu. Görüldüğü
kadarıyla dükkân kapalıydı. Genç, bizim onu gördüğümüzü gördü. Eğildi, elini
başına siper yaptı ve kapalı dükkânda içeri bakmaya başladı. Aramızda üç- dört
metre mesafe vardı. Dükkâna bakınmayı bıraktı. Bize yöneldi. Elinde şeffaf
kapaklı mavi bir dosya vardı. Dosyanın içinde de görüldüğü kadarıyla bir- kaç
dosya kâğıdı. “Affedersiniz,” dedi, “Burada başka kırtasiyeci var mı? Bu kapalı
da.” Ben, “Bugün Pazar. Şimdi açık kırtasiyeci pek bulunmaz. Belki öğleden sonra
açarlar,” dedim. Biz yolumuza devam ettik. Bu genç de peşimize takıldı. “Biz
şimdi valilik civarına gidiyoruz. Orada büyük bir kırtasiyeci var. Belki
açıktır. İsterseniz bizimle gelin, yerini gösterelim,” dedim. Genç şöyle dedi:
“Ben stajyer doktorum. Devlet Hastanesine tayinim çıktı. Bu dosyadaki
evraklarımı hemen doldurmam gerekiyor. Öğlene kadar başhekime teslim etmem
lâzım. Bana dolma kalem lâzım. Dolma kalemle yazılması lâzım.” Hem doktor hem
de yardıma acilen ihtiyaç duyduğunu öğrendiğim için o gence yardımcı olmayı
düşündüm: “Siz, arkadaş ile burada bekleyin. Biz de öğrenciyiz. Buraya yakın
bir yerde, hemen şurada, yurtta kalıyoruz. Ben yurda gideyim. Dolaptan size
dolma kalemimi getireyim. Mağdur olmayın.” Koşar adımlarla yurda döndüm.
Dolabımı açtım. O dolma kalemi aldım. Yine koşar adımlarla Erol ile o genci
bıraktığım yere gittim. Kalemi, gence uzattım. “Bakın,” dedim, “Bu kalemin
hatırası var. Siz bugün işinizi halledin. Biz size bu hafta içi uğrar, kalemi
alırız. Tamam mı?” “Tamam, “dedi. El sıkıştık. Ayrıldık. Adını söylemişti, ama
şimdi hatırlamıyorum. Erol ile konuşa- konuşa Kuğulu Park’a gelmiştik bile.
Meram Yeni Yol Otobüsüne bindik. Çok geçmeden otobüs hareket etti. Erol’un
yıllar önce bana söyledikleri bugün gibi kulağımda: “Helâl olsun! Ben, senin
gibi yardımsever insan görmedim. Mübarek adamsın.” Evet, bir iyilik yapmıştım.
Yolda kalana, darda kalana elimden geldiğince yardım etmeyi büyüklerimden
öğrenmiş ve içselleştirmiştim.
4
Okulumuzun ve bölümümüzün adı şöyleydi: Selçuk Üniversitesi
Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Bölümü İngilizce Anabilim Dalı. Şimdi
Okulumuzun adı değişti: Necmettin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim
Fakültesi. Okulumuz şimdi olduğu gibi o zaman da Meram Yeni Yol üzerinde idi.
Okula sabahları otobüsle, çok seyrek de olsa minibüsle giderdim. Okul, öğleden
sonra saat 3 gibi okul biterdi. Okul dönüşü otobüse veya minibüse nadiren
binerdim. Okuldan, Lârende Caddesi- Muhacir Pazarı civarındaki yurda kadar
yürüdüm. Bir yandan yürür bir yandan da arkadaşlarla sohbet ederdik. Bu büyük
bir eğlence idi. Merkez Komutanlığının arkasındaki sokakta, Ortodoks
Kilisesinin hemen karşı sırasında bir bakkal vardı. Orada bütün ulusal
gazeteler ve Konya’nın yerel gazeteler satılırdı. Bir süre oralarda duraksar
gazetelere göz ucuyla bakardık. Bu da bir başka eğlenceydi bizim için. Bazen
orada, bazen stadyum civarındaki bir bakkalın önünde gazetelere bakardık. Konya
Devlet Hastanesinde stajyer olduğunu söyleyen gence, dolma kalemimi emaneten
verdiğimin ilk haftası veya ikinci haftası içindeydi. Yine bir öğleden sonrası
idi. Yanlış hatırlamıyorsam Yeni Konya Gazetesi idi. İri puntolarla şöyle
yazıyordu: “Sahte Doktor Yakalandı!” Gazetenin haberinin ayrıntılarını okudum.
Bu “doktor”, benim kendisine yardımcı olduğum “Devlet Hastanesinin stajyer
doktoru”ydu! Şaşırdım. Kalemin gittiğine mi üzüleyim? Babamın bana
söyleyeceklerine mi üzüleyim? Aptal durumuna düşmüştüm, ona mı üzüleydim?! Şu
anda yapacak bir şey yoktu. Yurda doğru adımlarımızı sıklaştırdık.
5
Dolma kalemin peşini bırakmayacaktım. Akşam yurtta
dinlenirken aklıma geldi. Konya Devlet Hastanesine gidecek ve başhekim ile
konuyu görüşecektim. Belki bu yolla dolma kaleme tekrar kavuşabilirdim. Çocukça
bir düşünce. Ancak o kalemin manevî değeri vardı. Babamdan bana kalmıştı. Bir
de taa ilkokuldan beri hayatımın bir parçasıydı. Para ile değerinin ne kadar
olduğunu bugün bile bilmiyorum. Manevî değeri vardı. Devlet hastanesinin
başhekimi ile görüşme düşüncemi Erol’a açtım. O da olumlu karşıladı. Onun da
benimle gelmesini rica ettim. Olanlara o ana kadar tanıktı. Sonrasına da
tanıklık etmesini istedim. Kabul etti. Bir okul çıkışı yurda değil de doğrudan
Konya Devlet Hastanesine gittik. Danışmadaki görevliye, başhekim ile sahte
doktor konusunu görüşmek istediğimi söyledim. Sağ olsun, görevli zorluk
çıkarmadı. Yardımcı oldu. Kısa süre sonra başhekimin odasındaydık. Hastane
giysileri içindeki adamcağız, şaşkın bir halde bizi karşıladı. Odasında ayak
üstü konuştuk. “Rahatsız ettik. Kusura bakmayın, doktor bey,” dedim ve devam
ettim: “Belki size komik gelecek. O şahıs ile yolda karşılaştık. Bir
kırtasiyeci arıyormuş. Bir form dolduracakmış. Acilmiş. O sebeple de bir dolma
kalem edinmek istiyordu. Kendisine, manevî değeri büyük dolma kalemimi verdim,
ödünç olarak. Kısa bir süre sonra hastaneye uğrayıp kalemi isteyecektim. Ancak
basında çıkan haberi gördüm. Ve buraya geldim. Acaba eşyalarının arasında dolma
kalemim var mı? Bana yardımcı olabilir misiniz?” Başhekim bey, büyük bir sabır
ve olgunlukla beni dinledi. Ardından da şöyle dedi: “Kendisini polis gözaltına
aldı. Mevcutlu olarak Ankara’ya götürdüler. Hacettepe Psikiyatri bölümünde
müşahede altında tutuluyor. Bütün eşyalarını da oraya götürdüler. Yapabileceğim
bir şey ne yazık ki yok.” Kendisine çok teşekkür ettim. Erol ile birlikte hastaneden
ayrıldık. Bizim dolma kalem şimdi de Ankara’daydı. Ancak ben kalemin peşini
bırakmak niyetinde değildim. Yurda döndük. Dolabımdan bir dosya kâğıdı ve bir
de zarf çıkarttım. Oturdum; Hacettepe Üniversitesi Psikiyatri Bölümü
Başkanlığına bir dilekçe yazdım. Önce durumu anlattım. Sonra da dolma kalemime
tekrar kavuşmam için yardım istedim. Mektubu, postaneden taahütlü olarak
gönderdim. Beklemeye başladım.
6
Bir süre sonra Hacettepe Üniversitesi Psikiyatri
Bölümü Başkanlığından cevap geldi. Cevap yazmadan önce dilekçemi okuyunca
güldüler mi, gülmediler mi, bilemiyorum. Cevapta özetle; adı geçen kişinin bir
süre müşahede altında tutulduktan sonra serbest bırakıldığını yazıyordu.
Eşyalarıyla birlikte kurumdan ayrıldığı belirtiliyordu. Ben, dolma kaleme tekrar
kavuşmak için elimden geleni yapmıştım. Artık yapacak bir şey yoktu. O kişinin
peşine düşmek, yerini tespit etmek o kadar kolay değildi. Çünkü bugün sahip
olduğumuz birçok nimete sahip değildik o yıllarda. Cep telefonu yoktu.
Bilgisayar yoktu. İnternet yoktu. Dijital hiçbir “oyuncak” yoktu henüz. Ben de
dedektif değildim. Çaresiz duruma boyun eğdim. Ancak bir sorun vardı. Durumu
babama nasıl anlatacaktım. Tepkisi ne olacaktı merak ediyordum. Bir kaleme
sahip çıkamamıştım. Okulda son dönemimdi. Bir süre sonra okul bitecekti. Okul
biter bitmez, askerlik hizmetimi hemen tamamlamak istiyordum. Norveç
Büyükelçiliğine başvurmuştum. Bir üniversite ile bağlantı kurmama yardımcı
olunmuştu.Çalışma alanım “mentally handicapped children” idi. Çalışma alanımla
ilgili bir çalışma raporu hazırlamış ve Norveç’teki o eğitim kurumuna
göndermiştim. Çalışmam kabul edilmişti. Sonunda da bir eğitim bursu
kazanmıştım. Eğitim Bilimleri derslerimize gelen hocamız Güner (Arıkan) Bey, bu
burs işine çok sevinmişti; gururlanmıştı. Şu anda adını hatırlayamıyorum, bir
profesör bir referans mektubuna imza atmıştı benim için. Karamanlı Ertuğrul
adlı bir arkadaş yardımcı olmuştu. Kendilerine minnettarım. Ancak bursu
kullanmam pek mümkün olamayacak gibi gözüküyordu. Zira bu burs, tam burs
değildi. Oldukça fazla miktarda masraf yapmak gerekiyordu. Ailemin bu
masrafları karşılayacak gücü yoktu. Zira evin taksitlerini ödemeye ancak
gücümüz yetiyordu. Artık okul bitmişti. Bir yandan bir an önce askere gitmek
konusuna, diğer yandan da Norveç bursunu kullanma konusuna kafa yoruyordum.
İstanbul’daydım. Dolma kalem meselesini unutmuştum bile. Babam ise, konunun
üzerinde durmamıştı bile. “Sağlık olsun,” deyip geçiverdi.
7
Norveç’e gidememiştim. Asal’a dilekçe göndermiş,
askere hemen gitmek için cevap bekliyordum. Haziran 1985’in 3. veya 4.
haftasıydı. Bir gün Cağaloğlu’na işim düşmüştü. Şimdiki Cezeri Kasım Paşa
Camii’nin hemen karşısında modern bir yapı var. O zamanlar o binanın girişinde
hediyelik eşyalar, kitap, dergi vb. yayınlar satılıyordu. Üst katlarında ise,
sergiler açılıyordu. Öyle hatırlıyorum. Dergilerin sergilendiği standın önünde
duraksadım. Yayınlara göz atmak istedim. Kapağı açık bir dergi çekti. Nokta
Dergisiydi. Açık sayfaya daha da yaklaştım. Yeşiller Partisi veya Radikal Parti
diye ya kurulan ya da kurulması planlanan siyasî bir partinin haberini
veriyordu. Haberi okudum. Son paragrafta da o partinin girişimcilerinin adları
sıralanıyordu. Gözlerime inanamadım. Beni de kandıran o sahte doktorun adı o
partinin girişimcileri arasında geçiyordu. Güldüm geçtim. Bir süre sonra,
Asal’dan olumlu cevap gelecekti. Aralık 1985’te askere gidebilecektim. Aradan
yıllar geçti. Ben konuyu tamamen unuttum. Başımdan geçen bu ilginç olayı birkaç
kişiye anlattım. Hatta bir-iki sınıfta bile bu hatıramı öğrencilerimle
paylaştım. İlgilerini çekti. Şu anda o şahısın adını hatırlamıyorum. O partiye
ait o dergideki o haberi bulabilirsem, o şahısa da ulaşabilirim. Öyle
düşünüyorum. Geçen yıl sonunda çok ciddî bir şekilde hastalandım. Üç kez
ölümden döndüm. Henüz sağlığıma tam olarak kavuşamadım. İlerde ömrüm olursa,
belki o dolma kalemimin peşine yine düşerim. Kim bilir?!
(08/ 09/ 2016, Ali İhsan Aksamaz)
aksamaz@gmail.com
https://www.youtube.com/watch?v=VyBKWU3Qfhg