23 Ağustos 2020 Pazar

Sahte Doktor Konya’da...

 




Sahte Doktor Konya’da...


1

Youtube’de gördüm. Bir genç, üniversiteli gençlerle söyleşi yapmış. Konya’da öğrenci olmanın nasıl bir şey olduğunu soruyor. Üniversiteli gençler de kendilerince cevap veriyorlar. Asıl yazmak istediğim bu değil şimdi. O klibi izlerken, yıllar öncesine gittim. 30 yıl öncesinin Konyası zihnimde canlandı birden. Onlarca hatıra akıp geçti gözümün önünden. Beni hem çok kızdıran ve hem de çok güldüren bir tanesine yoğunlaştım. Bu hatırayı sizlerle paylaşmak amacıyla yazıyorum. 1965 yılında İlkokula başlayıp da elim kalem tutmaya başladığı andan beri gözüm o dolma kalemdeydi. Babam, İstanbul’da belediye otobüsüne binerken basamakta bulmuş. 1950’li yıllar olmalı. O dolma kalemi gözü gibi korurdu. Lâkin benim gözüm de o kalemdeydi. Öğretmen, dolma kalem ile yazılacak bir ödev bile verse, onu kullanamazdım. Bakkaldan 100- 125 kuruşa kıytırık bir dolma kalem satın alır, ödevimi onunla yazardım. İlkokul 5. sınıfta, o dolma kalem artık hem benim hem de babamın idi. Tabi ödevi olduğunda kardeşim de kalemi kullanırdı. Babam hiç kullanmazdı. O zaman bile, o dolma kalemin sahibi babamdı. Ben öyle inanmıştım. İlkokul sonrasında bu dolma kalemi artık sahiplenmiştim. Ceketimin iç sol cebinde taşıyordum. Artık onunla mektuplar ve dilekçeler bile yazıyordum. Belki babam, dolma kalemi unutmuştu bile. Ben nerede, artık dolma kalem de oradaydı. Hatta benimle birlikte Roma’ya bile gitti ve geldi. Ardından yine benimle Antalya’ya da gitti ve geldi. Sonra Konya’ya gittim. Derken 1985’in 2. dönemi başladı. Scrikss marka yeşil renkli bir dolma kalemdi.




2

Kaldığımız öğrenci yurdu Konya İmam Hatip Lisesi’nin hemen arkasındaydı. Sultan Veled Caddesi ile Botsalı Sokak arasında. Şimdiki Yüksek Öğrenim Kredi Yurtlar Kurumu Bölge Müdürlüğü binası. Pazar günleri yurtta kahvaltı yapmazdım. Yakın arkadaşım Erol ile birlikte valiliğin oralardaki bir dükkândan pide malzemesi satın alırdık. Sonra Kuğulu Park civarındaki son duraktan Meram Yeni Yol otobüsüne binerdik. Uzunca bir yolculuktan sonra Meram son durakta inerdik. O zamanlar hemen oracıkta bir fırın vardı. Oraya giderdik. Fırıncıya malzemelerimizi verip pide yaptırırdık. İçinin malzemesini evden götürüp de pide yaptırmak Konya’da yaygın ve çok güzel bir gelenek. Fırın kalabalık olurdu. Kuyruk olurdu ama sonunda nefis kokulu ve lezzetli pidelerimizi afiyetle yerdik. Bazen de etli ekmek yerdik. Fırıncının adı neydi, hatırlamıyorum. Yanlış hatırlamıyorsam, Uğur adında küçük bir oğlu vardı. Babasına orada yardım ederdi. Fırının hemen solunda bir tekel bayii vardı. Vitrininde birkaç kelimelik uzunca ismi yazardı. Neydi, hatırlayamıyorum. Her zaman dükkânın önünde oturan kasketli bir adamcağızı hayal meyal şimdi hatırlıyorum. Kendisinden bazen sigara satın alırdım.



3

O Pazar günü de yurttan erkenden çıktık. İmam- Hatip Lisesi istikametine doğru yürüdük. Ardından da İmam-Hatip Lisesi’nin bulunduğu sokağa girdik. Sohbet ediyorduk. Sokaklarda tek tük araba görülüyordu. Pek kimse de yoktu sokaklarda. Okulun hemen girişine yakın bir yerde, karşı kaldırımda bir genç gördük. Kırtasiyeci dükkânının önünde duruyordu. Görüldüğü kadarıyla dükkân kapalıydı. Genç, bizim onu gördüğümüzü gördü. Eğildi, elini başına siper yaptı ve kapalı dükkânda içeri bakmaya başladı. Aramızda üç- dört metre mesafe vardı. Dükkâna bakınmayı bıraktı. Bize yöneldi. Elinde şeffaf kapaklı mavi bir dosya vardı. Dosyanın içinde de görüldüğü kadarıyla bir- kaç dosya kâğıdı. “Affedersiniz,” dedi, “Burada başka kırtasiyeci var mı? Bu kapalı da.” Ben, “Bugün Pazar. Şimdi açık kırtasiyeci pek bulunmaz. Belki öğleden sonra açarlar,” dedim. Biz yolumuza devam ettik. Bu genç de peşimize takıldı. “Biz şimdi valilik civarına gidiyoruz. Orada büyük bir kırtasiyeci var. Belki açıktır. İsterseniz bizimle gelin, yerini gösterelim,” dedim. Genç şöyle dedi: “Ben stajyer doktorum. Devlet Hastanesine tayinim çıktı. Bu dosyadaki evraklarımı hemen doldurmam gerekiyor. Öğlene kadar başhekime teslim etmem lâzım. Bana dolma kalem lâzım. Dolma kalemle yazılması lâzım.” Hem doktor hem de yardıma acilen ihtiyaç duyduğunu öğrendiğim için o gence yardımcı olmayı düşündüm: “Siz, arkadaş ile burada bekleyin. Biz de öğrenciyiz. Buraya yakın bir yerde, hemen şurada, yurtta kalıyoruz. Ben yurda gideyim. Dolaptan size dolma kalemimi getireyim. Mağdur olmayın.” Koşar adımlarla yurda döndüm. Dolabımı açtım. O dolma kalemi aldım. Yine koşar adımlarla Erol ile o genci bıraktığım yere gittim. Kalemi, gence uzattım. “Bakın,” dedim, “Bu kalemin hatırası var. Siz bugün işinizi halledin. Biz size bu hafta içi uğrar, kalemi alırız. Tamam mı?” “Tamam, “dedi. El sıkıştık. Ayrıldık. Adını söylemişti, ama şimdi hatırlamıyorum. Erol ile konuşa- konuşa Kuğulu Park’a gelmiştik bile. Meram Yeni Yol Otobüsüne bindik. Çok geçmeden otobüs hareket etti. Erol’un yıllar önce bana söyledikleri bugün gibi kulağımda: “Helâl olsun! Ben, senin gibi yardımsever insan görmedim. Mübarek adamsın.” Evet, bir iyilik yapmıştım. Yolda kalana, darda kalana elimden geldiğince yardım etmeyi büyüklerimden öğrenmiş ve içselleştirmiştim.



4

Okulumuzun ve bölümümüzün adı şöyleydi: Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Bölümü İngilizce Anabilim Dalı. Şimdi Okulumuzun adı değişti: Necmettin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi. Okulumuz şimdi olduğu gibi o zaman da Meram Yeni Yol üzerinde idi. Okula sabahları otobüsle, çok seyrek de olsa minibüsle giderdim. Okul, öğleden sonra saat 3 gibi okul biterdi. Okul dönüşü otobüse veya minibüse nadiren binerdim. Okuldan, Lârende Caddesi- Muhacir Pazarı civarındaki yurda kadar yürüdüm. Bir yandan yürür bir yandan da arkadaşlarla sohbet ederdik. Bu büyük bir eğlence idi. Merkez Komutanlığının arkasındaki sokakta, Ortodoks Kilisesinin hemen karşı sırasında bir bakkal vardı. Orada bütün ulusal gazeteler ve Konya’nın yerel gazeteler satılırdı. Bir süre oralarda duraksar gazetelere göz ucuyla bakardık. Bu da bir başka eğlenceydi bizim için. Bazen orada, bazen stadyum civarındaki bir bakkalın önünde gazetelere bakardık. Konya Devlet Hastanesinde stajyer olduğunu söyleyen gence, dolma kalemimi emaneten verdiğimin ilk haftası veya ikinci haftası içindeydi. Yine bir öğleden sonrası idi. Yanlış hatırlamıyorsam Yeni Konya Gazetesi idi. İri puntolarla şöyle yazıyordu: “Sahte Doktor Yakalandı!” Gazetenin haberinin ayrıntılarını okudum. Bu “doktor”, benim kendisine yardımcı olduğum “Devlet Hastanesinin stajyer doktoru”ydu! Şaşırdım. Kalemin gittiğine mi üzüleyim? Babamın bana söyleyeceklerine mi üzüleyim? Aptal durumuna düşmüştüm, ona mı üzüleydim?! Şu anda yapacak bir şey yoktu. Yurda doğru adımlarımızı sıklaştırdık.



5

Dolma kalemin peşini bırakmayacaktım. Akşam yurtta dinlenirken aklıma geldi. Konya Devlet Hastanesine gidecek ve başhekim ile konuyu görüşecektim. Belki bu yolla dolma kaleme tekrar kavuşabilirdim. Çocukça bir düşünce. Ancak o kalemin manevî değeri vardı. Babamdan bana kalmıştı. Bir de taa ilkokuldan beri hayatımın bir parçasıydı. Para ile değerinin ne kadar olduğunu bugün bile bilmiyorum. Manevî değeri vardı. Devlet hastanesinin başhekimi ile görüşme düşüncemi Erol’a açtım. O da olumlu karşıladı. Onun da benimle gelmesini rica ettim. Olanlara o ana kadar tanıktı. Sonrasına da tanıklık etmesini istedim. Kabul etti. Bir okul çıkışı yurda değil de doğrudan Konya Devlet Hastanesine gittik. Danışmadaki görevliye, başhekim ile sahte doktor konusunu görüşmek istediğimi söyledim. Sağ olsun, görevli zorluk çıkarmadı. Yardımcı oldu. Kısa süre sonra başhekimin odasındaydık. Hastane giysileri içindeki adamcağız, şaşkın bir halde bizi karşıladı. Odasında ayak üstü konuştuk. “Rahatsız ettik. Kusura bakmayın, doktor bey,” dedim ve devam ettim: “Belki size komik gelecek. O şahıs ile yolda karşılaştık. Bir kırtasiyeci arıyormuş. Bir form dolduracakmış. Acilmiş. O sebeple de bir dolma kalem edinmek istiyordu. Kendisine, manevî değeri büyük dolma kalemimi verdim, ödünç olarak. Kısa bir süre sonra hastaneye uğrayıp kalemi isteyecektim. Ancak basında çıkan haberi gördüm. Ve buraya geldim. Acaba eşyalarının arasında dolma kalemim var mı? Bana yardımcı olabilir misiniz?” Başhekim bey, büyük bir sabır ve olgunlukla beni dinledi. Ardından da şöyle dedi: “Kendisini polis gözaltına aldı. Mevcutlu olarak Ankara’ya götürdüler. Hacettepe Psikiyatri bölümünde müşahede altında tutuluyor. Bütün eşyalarını da oraya götürdüler. Yapabileceğim bir şey ne yazık ki yok.” Kendisine çok teşekkür ettim. Erol ile birlikte hastaneden ayrıldık. Bizim dolma kalem şimdi de Ankara’daydı. Ancak ben kalemin peşini bırakmak niyetinde değildim. Yurda döndük. Dolabımdan bir dosya kâğıdı ve bir de zarf çıkarttım. Oturdum; Hacettepe Üniversitesi Psikiyatri Bölümü Başkanlığına bir dilekçe yazdım. Önce durumu anlattım. Sonra da dolma kalemime tekrar kavuşmam için yardım istedim. Mektubu, postaneden taahütlü olarak gönderdim. Beklemeye başladım.



6

Bir süre sonra Hacettepe Üniversitesi Psikiyatri Bölümü Başkanlığından cevap geldi. Cevap yazmadan önce dilekçemi okuyunca güldüler mi, gülmediler mi, bilemiyorum. Cevapta özetle; adı geçen kişinin bir süre müşahede altında tutulduktan sonra serbest bırakıldığını yazıyordu. Eşyalarıyla birlikte kurumdan ayrıldığı belirtiliyordu. Ben, dolma kaleme tekrar kavuşmak için elimden geleni yapmıştım. Artık yapacak bir şey yoktu. O kişinin peşine düşmek, yerini tespit etmek o kadar kolay değildi. Çünkü bugün sahip olduğumuz birçok nimete sahip değildik o yıllarda. Cep telefonu yoktu. Bilgisayar yoktu. İnternet yoktu. Dijital hiçbir “oyuncak” yoktu henüz. Ben de dedektif değildim. Çaresiz duruma boyun eğdim. Ancak bir sorun vardı. Durumu babama nasıl anlatacaktım. Tepkisi ne olacaktı merak ediyordum. Bir kaleme sahip çıkamamıştım. Okulda son dönemimdi. Bir süre sonra okul bitecekti. Okul biter bitmez, askerlik hizmetimi hemen tamamlamak istiyordum. Norveç Büyükelçiliğine başvurmuştum. Bir üniversite ile bağlantı kurmama yardımcı olunmuştu.Çalışma alanım “mentally handicapped children” idi. Çalışma alanımla ilgili bir çalışma raporu hazırlamış ve Norveç’teki o eğitim kurumuna göndermiştim. Çalışmam kabul edilmişti. Sonunda da bir eğitim bursu kazanmıştım. Eğitim Bilimleri derslerimize gelen hocamız Güner (Arıkan) Bey, bu burs işine çok sevinmişti; gururlanmıştı. Şu anda adını hatırlayamıyorum, bir profesör bir referans mektubuna imza atmıştı benim için. Karamanlı Ertuğrul adlı bir arkadaş yardımcı olmuştu. Kendilerine minnettarım. Ancak bursu kullanmam pek mümkün olamayacak gibi gözüküyordu. Zira bu burs, tam burs değildi. Oldukça fazla miktarda masraf yapmak gerekiyordu. Ailemin bu masrafları karşılayacak gücü yoktu. Zira evin taksitlerini ödemeye ancak gücümüz yetiyordu. Artık okul bitmişti. Bir yandan bir an önce askere gitmek konusuna, diğer yandan da Norveç bursunu kullanma konusuna kafa yoruyordum. İstanbul’daydım. Dolma kalem meselesini unutmuştum bile. Babam ise, konunun üzerinde durmamıştı bile. “Sağlık olsun,” deyip geçiverdi.



7

Norveç’e gidememiştim. Asal’a dilekçe göndermiş, askere hemen gitmek için cevap bekliyordum. Haziran 1985’in 3. veya 4. haftasıydı. Bir gün Cağaloğlu’na işim düşmüştü. Şimdiki Cezeri Kasım Paşa Camii’nin hemen karşısında modern bir yapı var. O zamanlar o binanın girişinde hediyelik eşyalar, kitap, dergi vb. yayınlar satılıyordu. Üst katlarında ise, sergiler açılıyordu. Öyle hatırlıyorum. Dergilerin sergilendiği standın önünde duraksadım. Yayınlara göz atmak istedim. Kapağı açık bir dergi çekti. Nokta Dergisiydi. Açık sayfaya daha da yaklaştım. Yeşiller Partisi veya Radikal Parti diye ya kurulan ya da kurulması planlanan siyasî bir partinin haberini veriyordu. Haberi okudum. Son paragrafta da o partinin girişimcilerinin adları sıralanıyordu. Gözlerime inanamadım. Beni de kandıran o sahte doktorun adı o partinin girişimcileri arasında geçiyordu. Güldüm geçtim. Bir süre sonra, Asal’dan olumlu cevap gelecekti. Aralık 1985’te askere gidebilecektim. Aradan yıllar geçti. Ben konuyu tamamen unuttum. Başımdan geçen bu ilginç olayı birkaç kişiye anlattım. Hatta bir-iki sınıfta bile bu hatıramı öğrencilerimle paylaştım. İlgilerini çekti. Şu anda o şahısın adını hatırlamıyorum. O partiye ait o dergideki o haberi bulabilirsem, o şahısa da ulaşabilirim. Öyle düşünüyorum. Geçen yıl sonunda çok ciddî bir şekilde hastalandım. Üç kez ölümden döndüm. Henüz sağlığıma tam olarak kavuşamadım. İlerde ömrüm olursa, belki o dolma kalemimin peşine yine düşerim. Kim bilir?!

(08/ 09/ 2016, Ali İhsan Aksamaz)

 

aksamaz@gmail.com


 https://www.youtube.com/watch?v=MJt_CG5hcM8&t=198s


https://www.youtube.com/watch?v=VyBKWU3Qfhg