29 Ekim 2024 Salı

(1) AZLAĞA/ ABUİSLAH/ ESENKIYI

 

 

 

AZLAĞA/ ABUİSLAH/ ESENKIYI


(Türkçe- Lazca/ Turkuli- Lazuri)



Çocukluğumda, köyümüzün ismi halk arasında “Azlağa” diye anılırdı ama Osmanlı döneminden kalma kayıtlardaki ismi, “islah edilmiş su” anlamına gelen “Abuislah”tı.  Sonradan, devamlı esen rüzgârından esinlenerek şimdiki adı olan “Esenkıyı” adını almıştır.          Buna rağmen, Lazca konuşma esnasında her zaman için Azlağa olarak adı geçer. Köyümüz Hopa’ya sahilden 5-6 kilometre kadar mesafede ve deniz kenarında olup denizle ormanın daha fazla yer kapmak için devamlı boğuşup durdukları, yeşille mavi birleşiminden ortaya çıkan bir renk cümbüşü içinde ve dağınık yerleşim tarzında oldukça büyük bir köydür. Öyle ki,  Büyüklerimizin anlattıklarına göre 1800’lü yılların sonlarında köyümüz 300 hane ev ve 1500 nüfustan ibaret olup, sübyan okulu eğitimi veren üç camisi vardı. 1909 yılında bir rüştiye okulu ile 1930’lu yıllarda da sahilde bir medrese açılmıştı. Köyümüzde, babamla beraber birkaç kişi daha bu rüştiyeden mezun olup hayatlarını ilkokul öğretmeni olarak sürdürmüşlerdi. Bunlardan İbrahim amcam ise ekmeğini Zonguldak’taki Kömür İşletmelerinde aramıştı.

 

Hopa’yı Sarp’a bağlayan ve vakti zamanında Ruslar tarafından yapılan şose yolu, sahilde yol yapma zorluğu nedeniyle iç kesimlerden doğru;  Kanlıdere, İsina, Paçati, Okepe ve Mtutikvata’dan sonra köy hududunu terk edip Liman köyü ile Kemalpaşa nahiyesini müteakiben Sarp’a doğru kıvrılarak devam ederdi. Sıkışmış taş ve topraktan ibaret olup o zamanlar araba filan da olmadığı için bakımı da yapılmayan bu yoldan Hopa’ya yayan gidilip dönülür veya sahile inip bu yolculuk kayıkla yapılırdı. Şimdi sahilde yeni yol yapıldı. Ne var ki yol inşaatı esnasında atılan dinamitler nedeniyle üst tarafta kalan eski yol heyelana uğradı ve Mtutikvata mevkiinden sonra Sarp yolu kesilmiş oldu.

 

Hiç unutmam, bizim ilkokulda okuduğumuz 1940’lı yıllarda bir hastaya bakmak için, köyümüzün nadide evlatlarından Dr. Nizamettin Alkumru ilk defa bir ciple gelmiş ve biz de cipi görmek için teneffüste etrafını sarmıştık. Yıllar sonra o yolun trafiğe açılması için devlet köylüleri çalıştırmış, çalışmaya gücü olmayan veya babam gibi çalışamaya gücü yetmeyenler ise bunun bedelini parayla ödemişlerdi.

 

Yol trafiğe açıldıktan sonra Hopa’ya kayıklarla gitme zorunluluğu nispeten ortadan kalkmıştı. Nispeten diyorum çünkü araba olmadıktan sonra yapılan yol neye yarar. Diğer yandan bakınca da yol olmayınca araba neye yarar mantığı ortaya çıkar. Kısacası ikisi de birbirine bağlı şeyler.  Ne var ki şimdi de arabalar yollara sığmıyorlar. Hem öyle bir trafik yaşanıyor ki aynı yükleri kimisi öteye götürürken kimisi de beriye taşıyor.

 

Ancak yıllar sonra Kemalpaşa’dan, “Kurtuluş”/ Khortoloşi adlı otobüs servise girince, yukarı mahallede, “Jilengola”da” oturanlar için Hopa’ya ayakla gitme zorunluluğu nispeten ortadan kalkmıştı. Nispeten diyorum, çünkü araba kimseyi bedava götürmezdi. Aşağı mahallede, “Tzalengola”da” oturanlar ise kayıktan sonra motorla gitmenin keyfini yaşamaya başlamışlardı. Otobüsü çalıştırırken, bir kişi elindeki kıvrık demir çubuğu arabanın önündeki burun deliğinden sokup habire çevirir dururdu. Gar-garr da gar-garr!..

 

Otobüsün yokluğunda, yukarı mahallede oturan bizler genellikle Hopa’ya yürüyerek giderdik.  Öyle ki Hopa Ortaokuluna giderken, harmanı kaldırıncaya ve üzümle pekmez işleri bitinceye kadar okula uzun bir müddet aralıksız olarak arkadaşlarla beraber yürüyerek gidip geriye dönmüş, kış bastırınca da bir ev kiralayıp o sene orada kalmıştık. O zamanlar saatimiz yoktu ama zannederim bu yolculuk gidiş ve dönüşte 3-4 saatlik bir zamanımızı alırdı. Yürümekten çekinmezdik. Zira bu yolculuklar, arkadaşlarla beraber olduğumuz için şarkılarla türkülerle neşe içinde geçerdi.

 

Hopa’dan yola çıkınca sahilden doğru yürüyüp Bucak nahiyesinin rampasını tırmanarak ana yola çıkardık ama yokuşta biraz zorlanınca böyle işler de başımıza gelebiliyordu.

 

“Köyümüz Hopa’ya sahilden 5-6 kilometre kadar mesafede”

 

 

Köyümüzde çok şakacı bir Durakişi Hasan Amcamız vardı ki biraz mide rahatsızlığından olacak, biraz da başkalarının hoşgörüsü nedeniyle nerede olursa olsun hiç tereddüt etmeden rahatlamanın yollarını kullanırdı (Allah rahmet eylesin). Öyle ki bir gün sahildeki köy kahvesinde oturan arkadaşlarından birinin kafasına bastırıp kıçını onun kafasına yerleştirdikten sonra öylesine bir kuvvetli patlattı ki ebedi unutamam.

 

Yine bir gün Bucak yokuşunu tırmanıp şoseye ayağımızı bastığımız anda bir arkadaş hatırı sayılır cinsten bir güzel patlatıverdi. Bizler gülerek yol alırken arkadan gelmekte olan ayak seslerini duyduk. Bakınca bir de ne görelim. Hasan amca gelmiyormu?! Utandığımız için ağzımızla uygun sesler çıkarmaya başlayınca;

 

-Şimdi ağzınızla düzeltmeyin. Atabildiyseniz daha ne istiyorsunuz? Bundan büyük rahatlık olur mu?! Diyerek o da bize katıldı. Bizim de aradığımız böyle bir söz olduğu için o gün de ata ata Azlağa’ya gittik.

 

Hopa’ya giderken, eğer ayağımıza giydiğimiz lastik ayakkabılar biraz yeni ise onu eskitmemek için yolda onları giymez, Hopa’ya girişte Ortahopa denilen kesimde yol kenarındaki çeşmede ayaklarımızı yıkadıktan sonra onları giyip Hopa’ya öyle girerdik. Eğer ayakkabılarımızda çatlak yerler varsa, önceden oraları zımparalayıp solüsyonu sürdükten sonra yamayı güzelce yapıştırır ve onu daha yakışıklı bir hale sokmaya çalışırdık.

 

Bu bakımdan ücretini hesaba katmazsak, bu otobüs bizim için bulunmaz bir nimetti. Tabii içinde yer bulmak da ayrı bir sorundu. Bazen un çuvalları ve diğer eşyalar yetmezmiş gibi tavuk ve horozlarla alt alta üst üste giderdik. Kamyonla gidenler ise hareket halinde bile yol kenarlarındaki meyvelere saldırarak dallarını kırıp kucakladıktan sonra güle oynaya giderlerdi. [Yazan: M. Yılmaz Avcı ]

 

 


[Önerilen okumalar: Ali İhsan Aksamaz, “Lazcanın Yazarı ve Şairi: Munir Yılmaz Avcı”, 08.  II. 2013, lazca.org/ circassiancenter.com.tr; Ali İhsan Aksamaz, “Munir Yılmaz Avcı (1939- 2016)”, 15. XII. 2020, circassiancenter.com.tr/ sonhaber.ch; Ali İhsan Aksamaz, “Lazca-Türkçe Şiir ve hikâyeleriyle Munir Yılmaz Avcı” (Yayına hazırlayan: Ali İhsan Aksamaz), 26. VI. 2023, circassiancenter.com.tr; "Lazcanın Grameri: Lazuri Nenaçkina", kolkhoba org; M. Recai Özgün ile Haber& Söyleşi,  Yeni Kafkasya Gazetesi, Sayı 8, Nisan 2003; Mecit Çakırusta ile Haber& Söyleşi, Yeni Kafkasya Gazetesi, Sayı 9, 2003/ circassiancenter.com.tr; M. Yılmaz Avcı, (Redaktör: İsmail Avcı Bucalişi), “Şurimşine/ Lazca- Türkçe Şiirler”, Kurye Yayınları, İstanbul, 1999; M. Yılmaz Avcı, “Ya Laz olmasaydım!”, Yeni Kafkasya Gazetesi, Sayı 2, Kasım 2001; M. Yılmaz Avcı, “Türkçe’yi nasıl öğrendik?”, Yeni Kafkasya Gazetesi, Sayı 3, Şubat 2002/lazuri.com; M. Yılmaz Avcı ile Haber& Söyleşi, Yeni Kafkasya Gazetesi, Sayı 6, Ekim 2002; Munir Yılmaz Avcı, hazırlayan: Ali İhsan Aksamaz), “Dönük Cami/ Golaktei Meçeti Türkçe- Lazca Tiyatro Oyunu”, 20. VIII. 2001, circassiancenter.com.tr;   M. Yılmaz Avcı, “Lazuri Nenaçkina/ Lazca Dilbilgisi”, Etno- Kültür Kitapları, İstanbul, 2003; M. Yılmaz Avcı, (Redaksiyon: Ali İhsan Aksamaz), “Lazuri P̆arametepe/ Laz Masalları” Sorun Yayınları, İstanbul, 2005; M. Yılmaz Avcı, “Aleynas Mu Ağodu? / Aleyna’ya Ne Oldu? -Lazca- Türkçe Roman”, Sorun Yayınları, İstanbul, 2013; M. Yılmaz Avcı,  (Yayına hazırlayan: Ali İhsan Aksamaz), “Bilmediğimiz Ülke/ Gürcistan Gezi Notları”, 7. X. 2005, circassiancenter.com.tr; M. Yılmaz Avcı, (Yayına hazırlayan: Ali İhsan Aksamaz), “Azlağa/ Abuislah/ Esenkıyı, 14. II. 2015, circassiancenter.com.tr;M. Yılmaz Avcı,  (Yayına hazırlayan: Ali İhsan Aksamaz), “Eski yaşantımızı şiirsel bir yaklaşımla belgelemek istedim!”, circassiancenter.com.tr; Nizamettin Alkumru, “Şimşir Kokardı Azlağa”, Çiviyazıları Yayınevi, İstanbul, 2005; Orhan Bayramin ile Haber& Söyleşi, Yeni Kafkasya Gazetesi, Sayı 5, Mayıs 2002]

 

+

 

 

AZLAĞA/ ABU İSLAH/ ESENKIYI

 

 

Berobas kyoi çkinis Azlağa ya vuʒ̆umert̆it mara Osmanoğlişi kyutuğişi k̆ayidepes, “Pağei ʒ̆k̆ari” yado nauxuiʒ̆onen “Abu İslah” yado coxo noç̆art̆u. Mʒika dovirditşk̆uleti, birtum nabars ixi do k̆alaşi muşi goşinuşeni aʒ̆inei coxo nauğun “Esenkıyı” coxo kogyodves.

 

Zoğap̆icişen Xopaşa 5-6 k̆m. k̆onai ar mesafe uğun do zoğa k̆ala mt̆k̆ak daha dido dixa oncubaluşeni naiç̆k̆omenan, xançeni do nʒaşperişi ok̆oxtimei, mskva perepeten moʒ̆ipxei edo goşabğei oxorepe muşiten diiido didi ar kyoi ren. Eşoki didilepe çkinik çkin namiʒ̆vespeşen naoxovoʒ̆onit, 1800- oni ʒ̆anape varniçoduşa kyoi çkinis 300 oxori do 1500 k̆oçi skidurt̆u do subyanepes ogurapuşeni sum meçeti (came) uğut̆u. 1909 ʒ̆anas Ruştiyeş Mektebi do zoğap̆icisti ar medrese guinʒ̆keet̆u. Kyoi çkinis babaçkimi k̆ala dido k̆oçik em Ruştiyes ik̆itxes do mamgurapaloba oxvenuten skides.

 

Xopaşen Sarpişa nailinen, mcveşi orapes arabapeşeni Urusepeşen noxveni k̆azoni, em orapes zoğap̆icis gzaşi oxvenu meç̆ireli nart̆uşeni kyoişi oşkenas guşulun do K̆alendee (Kanlıdere), İsina, Paçati, Ok̆epe do Mtutik̆vataşk̆ule kyoi mik̆ilaps do Limani do Mak̆rialişk̆ule Sarpişk̆ele ndrik̆ei-ndrik̆ei mindulun. Ok̆ont̆k̆abei dixa do kvaşen noxvene naren do em orapes araba mutu navart̆uşeni çkar navaroʒ̆k̆edes em k̆azonişen Xopaşa k̆uçxeten ilet̆u do muilet̆u. Aʒ̆i, zoğap̆icis naixvenu ağani arabaş gza kaguinʒ̆k̆u. Murenki am gzaşi oxvenuş oras naistoles dinamititen jileni gza kogelant̆ruʒu do gza Mtutikvataşk̆ule kanik̆vatu.

 

Çkar vargomoç̆k̆ondun. Çkin geç̆k̆ap̆uloni doguronis navik̆itxupt̆it 1940- oni ʒ̆anapes ar žabunişa goʒ̆k̆omiluşeni kyoi çkinişi çkinei do şinapei k̆oçi Dr.Nizamettin Alk̆umru ar cipiten moxteet̆u do çkinti em oraşakis kyois çkar mangana navarmižirut̆esşeni teneffusis cipis govabğeet̆it.  ʒ̆anape mik̆ilu şk̆ule, devletik em gzaşi gonʒ̆k̆imuşeni kyoylepes oxandinapu. Menceli navaruğun do navaraçalişen baba çkimi sterepekti geç̆areli meçes do mutepek varixandes.

 

Gza trafiğişa kaguinʒ̆k̆uşk̆ule Xopaşa feluk̆aten oxtimu mʒika-mʒika kanik̆vatu. Mʒika ya bzop̆on. Muşeni ki, para vart̆aşk̆ule gza naguinʒ̆k̆asten mu iqven! Mara majurak̆ele nisimadaşiti, gza vart̆aşi mangana mus irgunşi mantiği muşulun.  Eşo varna aşo. Juriti artikartis mek̆ireli şeepe renan.  Gza vart̆aşi mangana mutus vairgun. Mangana vart̆aşiti em gzas xvala k̆uçxeten guilen. Edo aʒ̆i manganape gzas vaimt̆renan. Hem eşo gulunan ki. Ayni oğmalupe arik ekole mik̆imers majuranik akole muk̆imers.

 

ʒ̆anape mik̆iluşk̆ule, Mak̆rialişen Xort̆oloşi,  “Kurtuluş” coxoni do ginže çxvindoni ar otobusi olu- molus kogyoç̆k̆uşi, Jilengolas naxenanpeşeni Xopaşa k̆uçxeten oxtimuti mʒika-mʒika kanik̆vatu. Otobusişi oxandapuşeni manganaş ʒ̆oxleni çxvindis mendrik̆ei ar demiri mişuntxipt̆es do udodginu goloktapt̆es. Garr-gar do garr-garrr! ʒ̆alengolas naxenanpekti em orapes feluk̆aş yerine mat̆oriten oxtimuşi sefa ikipt̆es.

 

Otobosi navart̆u orapes jilengolas naxenanpe xopaşa mteli k̆uçxeten vit̆it. Eşoki, Xopaşi oşkenani doguronişa vit̆itşi xarmani yezdimu, qurženiş oʒ̆ilu do p̆ek̆meziş oxvenu şakis a- jur tutas manebrapek̆ala k̆uçxeten vidit moptit do qinoba komoxtuşiti ek ar oxoris kiraten kodopxedit. Em orapes saat̆i mutu varmiğut̆es mara herhalde em olu- molupe 3-4 saat̆is ancax maxvenet̆es. Oxtimuşen mutu şikyaeti varmiğut̆es. Muşeniki manebrape k̆ala isa navort̆itşeni olu-molu çkini birapa do oxirxinupeten mik̆ilapt̆u.

 

Xopaşen gzas gebdgitatşi zoğap̆icişen Bucağişi emtumanis kodovak̆idet̆it do k̆azonişa keşavit̆it mara emtumanis mʒika memaç̆iranşiti aşo şeepe tis momixtept̆es.

Kyoi çkinis diido şak̆aci Çavuşiş Xasani Cumadi (Trangik raxmet̆epe meças) miqonut̆es ki mitik mutu navaruʒ̆umes şeni sotxani rt̆asna xat̆iri varuxvenupt̆u do gont̆k̆vaʒinapt̆u. Eşoki noğaş k̆aves naxet̆es k̆oçepeşen ar cumadis tis xe gyobažgu do mundi kogyoduşk̆ule ar k̆ap̆et̆i gobaxuki man p̆ot̆es vargomoç̆k̆ondun.

 

Edo xolo ar ndğas bucağişi emtumani diçodu da k̆azonis k̆uçxe nagebdgitk̆ala ar manebrak ar k̆ap̆eti kogont̆k̆vaʒinu. Vižiʒapt do mevulutşi, k̆ap̆ulaşen k̆uçxeş sersepe kovognit.  Ok̆onaviʒ̆k̆editşi mu bžirat! Xasani Cumadi mulun. Oncğori namaqvesşeniti nunk̆uten, braʒ̆- bruʒ̆!” ocoxinus kogevoç̆k̆itşi:

 

-Aʒ̆i nunk̆uten moomskvanapt yado dolomiqures. Dogaxvenesşi çkva mu ginonan. Amuşen k̆ai raxat̆oba iqveni! Ya miʒ̆ves do kelamak̆ates. Çkinti namint̆es eşo nenape nart̆uşeni em ndğas ostomiluş yarişiten Azlağaşa mek̆avilit.

 

Xopaşa vit̆atşi egere ağani lastikiş modvalu miğunanna, entepe xes dokaçei vulut̆it do ortaxopas gzas kinais naeladgin çeşmes, ʒ̆oxle k̆uçxepe dovibont̆it do emuş k̆ule entepe movidumert̆it.  Egere mcveşi lastik̆iş modvalu miğunanna, elastikei naren yerepes zumpara do silisiyoni dovusumert̆it do ar mskvaşa jinti komovonʒaxapt̆it. Eşopeten modvalupe çkini dopʒ̆ipxupt̆it.

 

Helbette otobusiten olu- molu para nauğunanpe şeni raxat̆oba do navarižiren ar nimeti rt̆u.  Edo emusti doxunuş yeriş ožiramu eşo k̆olayi vart̆u. Kimi orapes mkiri do lazut̆işi ç̆uvalepe do majurani oğmalupe navardomibağut̆anstei kotume do mamulepe k̆ala jin-tude murgolei-murgolei eşo vit̆it. K̆amyoniş k̆ap̆ulas gexunei naulvanpek araba nit̆aşi gzaş kinais nagoladgin meyvapeşi qaepe gelat̆axupt̆es do hem meyvape imxort̆es hemti bireli, žiʒinei, xirxinei eşo it̆es. [Mç̆aru: M. Yilmaz Avci ]

 




(1)AZLAĞA/ ABUİSLAH/ ESENKIYI:

https://aliihsanaksamaz.blogspot.com/2024/10/azlaga-abuislah-esenkiyi.html

(2) KÖYÜMÜZ/ KYOİ ÇKİNİ:

https://aliihsanaksamaz.blogspot.com/2024/11/koyumuz-kyoi-ckini.html

(3) HEY GİDİ ÇOCUKLUK/ EY GİDİ BEROBA:

https://aliihsanaksamaz.blogspot.com/2024/11/3-hey-gidi-cocukluk-ey-gidi-beroba.html

(4) BAYKUŞ/ OLOLİ:

https://aliihsanaksamaz.blogspot.com/2024/11/4-baykus-ololi.html

(5) Ortaokul Günlerim / Oşkenani Doguroniş Ndğalepes:

https://aliihsanaksamaz.blogspot.com/2024/12/ortaokul-gunlerim-oskenani-doguronis.html

(6) TEKNİKER OKULU VE ERZURUM/ T̆EKNİK̆ERİŞ DOGURONİ DO ERZURUMİ:

https://aliihsanaksamaz.blogspot.com/2024/12/6-tekniker-okulu-ve-erzurum-teknikeris.html

(7) EŞKIYALAR YOLUMUZU KESTİ:

https://aliihsanaksamaz.blogspot.com/2024/12/7-eskiyalar-yolumuzu-kesti.html

(8) ŞİİR NASIL YAZILIR?/ LEKSİ MUÇ̆OŞİ İÇ̆AREN?:

https://aliihsanaksamaz.blogspot.com/2024/12/8-siir-nasil-yazilir-leksi-mucosi-icaren.html

 

 

 

 


 

 

 


 https://aliihsanaksamaz.blogspot.com/2023/06/lazca-turkce-siir-ve-hikayeleriyle.html

 

 https://www.circassiancenter.com/tr/azlaga-abuislah-esenkiyi/


27 Ekim 2024 Pazar

“Mamuni”, “şuşeli lamba”, “termoni”, “luqu”, “xavla”, “binconi”, “dorma”...

 



“Mamuni”, “şuşeli lamba”, “termoni”, “luqu”, “xavla”, “binconi”, “dorma”...



 

18.

 

Bere yezdips mamunik, ena dibadet̆as. Bere kezdaşk̆ule, kodibadaşk̆ule, bee dobonups,

dok̆iups, nana muşis kilunciaps. Xut dğaşa ia mamunik beeşa ulun do bonups, xut

dğaşk̆ule onʒ̆elis kogeonciaps. Beeş nanak ia oxorcas meçaps para, lukuna, sap̆oni, kifit̆i,

yazmati meçaps. Çkvati mutu var.

 

[Xat̆ice Narak̆iže, 24.VII.1946]

 

+

 

19.

 

Vaxt̆i, zamani t̆u, ki şuşeli lambas medvinu var uçkit̆eenan. Ar k̆oçik k̆urbetişen lamba

komoncğoneren.

“Aʒ̆i aya lambas muç̆o meudvinat”-ya do iduşuneenan. Şuşe na muiʒ̆k̆et̆u, va uçkit̆eenan. Ar didi k̆et̆is daçxii konunʒ̆erenan, şuşeşi jindolen dolonç̆eenan. Daçxiri kameskieleen.

Saebi muşi moxteen do şuşe moʒ̆k̆eren do konudvineren. Antepek

ižiʒerenan, gaak̆virelerenan.

 

[Xat̆ice Narak̆iže, 6.VIII.1946]

 

+

22. [Termoni]

 

Buğuli (lazut̆işi ğerğili) dop̆t̆axupt, uk̆ule dobgibupt. Lobiati kovok̆atept, ar mcixi, ç̆it̆a. Uk̆ule

sağanis kagomʒ̆k̆ipt, mkii ç̆it̆a do k̆ai kuxugibup. Ç̆it̆ati cumu kuk̆atup, uk̆uleti kagime do

p̆et̆mezi kogilubup do koxuktap. Ek̆onai ki, loqa na iqven stei. Uk̆ule kogedume sağanepes do

k̆izite imxo.

 

[Xat̆ice Narak̆iže, 24.VII.1946]

+

 

23. [Luqu]

 

En ifti ʒ̆k̆ai konok̆idap. ʒ̆k̆ai gyagibasşi, luqu kodulubğap. Mʒika na igibas, kaguʒ̆unʒ̆irup.

Uk̆ule ağne ʒ̆k̆ai kogelubap. Uk̆ule cumu, yaği, p̆ip̆ei duk̆atep. Uk̆uleti igiben, igiben. Uk̆ule

dok̆ank̆up. K̆ank̆up̆t̆aşi, mʒika mkii uk̆atep. Uk̆ule kuxugibup.

 

[Xat̆ice Narak̆iže, 24.VII.1946]

 

+

 

24. [Xavla]

Xavla ikipan aşo. Hen ʒ̆oxle mjoli doç̆inaxup, ek̆ule şerbeti muşi donʒ̆iup, ek̆ule şerbeti k̆ai

dogibup do jin na muğas kyopuğepe, kamojomer. Ek̆ule ia şerbeti mʒika doqinap, ek̆ule

dik̆aşi mkii gilubgap do dokiminup. Dik̆aşi mkii t̆asinon mç̆ipe. Ek̆ule k̆ai dokiminup, ç̆it̆a

cumuti kogilubğap. Mʒika p̆eci kiminaginon, mak̆ainaşen mʒika çiçku. Ek̆ule t̆ep̆sis yaği

kogusume do ʒomi kogedume, k̆ai kagontxip do jin yaği komujusume. Ek̆ule xamiten

doç̆k̆iup. K̆iʒi doç̆k̆vinap, k̆iʒişi jin t̆ep̆si kogedgip. Jin saci komotume. Maxva kogeoxvap do

diç̆vaşk̆ule, ç̆k̆omap. İa xavla şekeişi, topurişi, loqa şeepe mteli şeepeşi iqven.

 

[K̆ak̆ice Narak̆iže, 22.VII.1946]

 

+

 

25. [Binconi (“Turçe: k̆aplava”)]

 

T̆ağanis yaği kogebdumer, k̆ai yaği diç̆vaşk̆ule, binci, xorʒi, p̆raskia, gaamso (gaamso yen

mak̆ido) ç̆it̆a xolo p̆ip̆ei birdem kogeobgap yağoni t̆ağanis, k̆ai doxark̆up, ek̆ule t̆uʒa ʒ̆k̆ai

kogilubap sum faa. Ek̆ule k̆ai dogibaşk̆ule, ʒ̆k̆ai k̆ai kogiaşiraşi kagimer.

 

[K̆ak̆ice Narak̆iže, 22.VII.1946]

 

+

 

26. [Dorma]

 

İftişen pat̆icani dogibup ç̆it̆a. Edo, ki, ena çxip̆t̆a, va iʒ̆ilas. Ena çxa, ç̆k̆emepe mteli

gamaxtasinon. Ek̆ule mkvei cumu kogusume. ek̆ule k̆ai donʒ̆ilaxup. Ek̆ule brinci, p̆raskia,

gaamso, p̆amidori, xorʒi- antepe mç̆ipe-mç̆ipe doç̆k̆iup xamiten do pat̆icanis doloxe

komeşobğap. K̆ardalas kodolobğap. Gibei ʒ̆k̆ari kogeobap. Daçxii nugzap do igiben. Sufa

hododgip… kododgip, sağanepes kogedume do mʒika dokiaşk̆ule xut k̆itite imxor.

 

[K̆ak̆ice Narak̆iže, 22.VII.1946]

 

 


[(K̆ak̆ice Narak̆iže,) İrine Asatiani, “Ç̆anuri (Lazuri) T̆ekst̆ebi, I. Xopuri K̆ilok̆avi”/ Sakartvelos SSR Meʒnierebata Ak̆ademia Enatmeʒnierebis İnst̆it̆ut̆i/ Masalebi Kartvelur Enata Şesʒ̆avlisatvis, VI/ Gamomʒemloba “Meʒniereba”, Tbilisi, 1974)]

 

aksamaz@gmail.com 

https://aliihsanaksamaz.blogspot.com/2024/10/muaciri-kagamaptit-ckin-sarpi-2.html

25 Ekim 2024 Cuma

“Muaciri kagamaptit çkin” /[Sarpi] 2.

 


 “Muaciri kagamaptit çkin” /[Sarpi] 2.

 

Çxovrooş vit̆oontxo muarebes aş-ot, akonaşi muarebe iqu. Muaciri kagamaptit çkin. Ma ai

kodopskidi. Vigzali Turkiaş doloxe, muaciri vigzali. Cebes para va miğun hiç. Ar demirçişa

komepti.

 

“Mʒika skanik̆ala moçalişapi do mʒika mç̆k̆idiş para dop̆a”.

 

“K̆ai iqven!”-ya, miʒ̆u.

 

Kamamiqonu, miʒ̆u ki: “Ar eşşeği miqoun-ya. Aya mekçap-ya do idi-ya, eşşeğite a kyomui

momiği!”-ya. Noşkeri-Lazuri, Turkuli kyomuri. Manti eşşeğite gzas kogebdgiti. Vidi, vidi, vidi, domimʒ̆k̆upu. Ar duzi yei t̆u do, ak kodovinciap, ptkvi. Eşşeği viqoni do kap̆is komeok̆ii… ca mok̆vateis. Megeem ia kap̆i va rt̆een. Deve t̆een, deve cant̆een. Manti kodovincii.

 

Dotanu. Aʒ̆i eşşeğişa mevulur, mevoʒ̆k̆aminon. Eşşeğii koguʒ̆ik̆ideen. Megeem ia kap̆i va

rt̆een. Deve t̆een. Deve na ser iselu, eşşeği koguʒ̆ik̆idu do doxroʒku. Ma maşkuinu do vimt̆i

ekole. Vimt̆işk̆ule, eşşeğii mijoleen.

 

“Moxti, memişoli do kişaiqonat gzas’”-ya- miʒ̆u k̆oçik.

 

“K̆ai iqven”-ma vuʒ̆vi.

 

Kodolobtiit. K̆oçik tis kogyak̆nu. Ma k̆udelis kogeak̆ni. Moizditi, k̆udeli kameç̆k̆odu.

 

K̆oçik: “dop̆ila”-ya do vimt̆i. Vimt̆i, vidi, vidi gzas, domilumcu.

A oxoişa komepti.

 

“Amseri kodomoncirit!”-ma, vuʒ̆vi.

 

 “K̆ai, iqven”-ia do hodomonciu.

 

Megeem iya k̆oçiş oxoi t̆een.

 

Ser komoxtu k̆oçi.

 

“Ar berek-ya eşşeğis k̆udeli kamemiç̆k̆vidu. P̆ilamint̆u do imt̆u”.

 

Ma vusimin odaşen. Penceeşen p̆xont̆i do vimt̆i. Vimt̆i-a, ama mʒ̆k̆upis mani-mani dolokunepe doloikunap. Oxorcas şavali tis hogoik̆ileen, başluği miçkit̆u. Ekolenti vimt̆i. Ar k̆aves mileti doxedu, çai supan. Çaixanas kamapti. Selami mepçi.

 

Aʒ̆ ma: “Şavali merheba, şavali merheba” miʒ̆umelan. Açkva mendap̆ʒ̆k̆edişi, şavali gomok̆irs. Ekolenti vimt̆i.

 

Xolo domimʒ̆k̆upu. Ar bageni kobžii gzas. Bagenis epti do k̆arvanepe gyobgut̆u. Arteği k̆arvaniş doloxe komeşapti do kodoincii. Ser xirsuzepe komoxtes. K̆arvani nixirasunonan. Arteğis goʒ̆k̆edes, çorçi en-ya, tkves, mutu va ren-ya do: majuas na goʒ̆kedes, xolo çorçi ren-ya, tkves. Ma na meşabxedi k̆arvanis goʒ̆k̆edes. “Aya monk̆a yen.

Topui yopşa en”-ya tkves.

 

K̆arvani k̆ap̆ulas komuik̆ides. Nulvan. Ma doloxe meşapxer.

 

K̆arvanişe xe gamaiği do k̆ap̆ulas lemşi meoʒigi k̆oçis.

 

K̆oçik “but̆k̆uci-a gemak̆ibinu”-ya, uçkin. Aʒ̆i opsimu unt̆u k̆oçis. Doloxe diben ʒ̆k̆ai. Topui diben-ya do lok̆upan ʒ̆k̆ai. Xolo mutu va iqu. Doloxendon zori doviqui. K̆arvanişi saebik, gemotxozun-ya, uçkinan. K̆arvani met̆k̆oçes, yamaşi yeis met̆k̆oçes. K̆arvani ingibonu. İrmağis kodidgitu.

 

Mtel kagoidiʒxii. Baniʒ̆as kodoincii do muarebeti diçodu.

 

[(Muhamed Narak̆iže, 27.II.1968 ʒ̆.) İrine Asatiani, “Ç̆anuri (Lazuri) T̆ekst̆ebi, I. Xopuri K̆ilok̆avi”/ Sakartvelos SSR Meʒnierebata Ak̆ademia Enatmeʒnierebis İnst̆it̆ut̆i/ Masalebi Kartvelur Enata Şesʒ̆avlisatvis, VI/ Gamomʒemloba “Meʒniereba”, Tbilisi, 1974)]

 

 


[(Muhamed Narak̆iže, 27.II.1968 ʒ̆.) İrine Asatiani, “Ç̆anuri (Lazuri) T̆ekst̆ebi, I. Xopuri K̆ilok̆avi”/ Sakartvelos SSR Meʒnierebata Ak̆ademia Enatmeʒnierebis İnst̆it̆ut̆i/ Masalebi Kartvelur Enata Şesʒ̆avlisatvis, VI/ Gamomʒemloba “Meʒniereba”, Tbilisi, 1974)]

 


aksamaz@gmail.com


https://aliihsanaksamaz.blogspot.com/2024/10/mamuni-suseli-lamba-termoni-luqu-xavla.html


21 Ekim 2024 Pazartesi

“İnsanlar, ruhsal bir varlık olarak teknoloji ve yapay zekânın çok gerisinde kaldılar!”

  


 

“İnsanlar, ruhsal bir varlık olarak teknoloji ve yapay zekânın çok gerisinde kaldılar!”

 


[Ön açıklama: Münevver Mine Bağ, ülkemizin aydınlarından; bir eğitimci, bir edebiyat insanı ve bir ressam. Kendisini 1989 yılında, Millî Eğitim Bakanlığının Kadıköy Kız Lisesindeki 124 no.lu hizmet içi eğitim kursunda tanıdım; kıymetli rehber öğretmenlerimden birisiydi. Münevver Mine Bağ ile bir söyleşi yaptım; şiir ve hikâyeleri ile ülkemizdeki yabancı dil öğretimi, Türkçe öğretimi ve “ana dili” öğretimi üzerine konuştuk. Bu konulardaki bilgi, düşünce, duygu ve değerlendirmelerini bizlerle paylaştı. Belirtmeliyim; şiir kitaplarının kapakları kendi yağlıboya tablolarının resimleri. 20. X. 2024]

Ali İhsan Aksamaz: Okuyucularımıza kendinizi tanıtır mısınız? Nerede doğdunuz? Hangi okullarda öğrenim gördünüz? Hangi kurumlarda görev yaptınız? Türkçe ve İngilizce dışında hangi dilleri biliyorsunuz?

Münevver Mine Bağ: Rivayete göre o zamanlar Amasya’nın bir ilçesi olan Merzifon’un bir köyünde acele edip yedi aylık olarak dünyaya gelmişim. Aslında itiraf etmek gerekirse uzun yıllar öncesi bu. Şimdi ülkenin belli bir yaşın üstü diye kategorize ettiği sekiz milyonun içine gireli epeyce oluyor. Tam da hani, şu yaştakiler hapsolsun, bu yaştakiler kahrolsun dönemlerinin yaşandığı yıllarda girmiştik o yaşlara. Evet, pandemi yüzümüze yüzümüze vurmuştu bazı rakamları. Doğuş hikâyeme dönersek, Köy Enstitüsü mezunu sağlık memuru bir baba ve ebelik okulu mezunu köy ebesi bir annenin ilk çocuğu olarak dünyaya gelmişim. Taze bir Cumhuriyetin köylerinden, evlerinden çıkarıp meslek sahibi ettiği iki genç insanın çocuğu olarak. İleride de bu taze Cumhuriyet tanımlarına yeniden döneceğiz sanırım. Babamızın bizden uzak mecburi hizmet yaptığı dönemlerde Ankara’da ilköğrenimimi, sonra orta ve lise öğrenimimi tamamladım. Daha sonra annemin sağlık durumu nedeniyle babamın öngörüsü üzerine İstanbul’a taşındık. Marmara Üniversitesi İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü, sonra Fakültesi’nin İngilizce öğretmenliği bölümünü bitirdim. Daha sonra, devlet bursu ile İngiltere’de Lisansüstü diploma ve British Council bursu ile Birmingham, Aston Universitesi’nde master çalışmalarımı tamamladım. Baktım öğretmenlik öğretmenliktir fazla da makam hırsım yok akademik ilerlemeyi o aşamada bıraktım. Ama hizmet içi eğitim alma ve verme deneyimlerim kariyerim boyunca sürdü.

Öğretmenliğe bir akşam ticaret lisesinde başladım, daha sonra “terfi” ettirilip barakalardan oluşan bir kenar semt ortaokuluna atandım. İyi ki! Gidilen yollar hep insana yeri dolmaz yeni dostluklar, yeni deneyimler kazandırır bence. Hızlıca geçersem daha sonra çeşitli liselerde, sonra Boğaziçi Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi ve bir süre de konuk sanatçı olarak Kadir Has Üniversitesi’nde çalışmalarım oldu.

Türkçem başkalarının yaptığı tüm imla hatalarına kızacak kadar iyidir. Her dile saygı benim birinci önceliğim bu konuda. İngilizcemi de beğenirim. Ama çok üzgünüm, Çerkes bir baba ve Çerkes, Türk, Arap melezi olan bir annenin kızı olarak ve bir şehir çocuğu olarak birkaç cümle anlamak ve zorda kalırsam birkaç cümle etmek dışında Çerkesçeyi geliştiremedim. 

Ali İhsan Aksamaz: Eğitimciliğiniz yanı sıra bir edebiyatçısınız; yayınlanmış şiirleriniz ve hikâyeleriniz var. Bildiğim kadarıyla yayınlanmış üç kitabınız var: “İçinden Vapur Geçen Şiirler”, “Biri Bana Şiir Okusun”, “Her şey Hikâye”. Bu kitaplarınız ne zaman yayınlandı? Bu kitaplarınızın dışında yayınlanmış başka çalışmalarınız var mı?

Münevver Mine Bağ: Eğitimcilik demişken önce şunu bir ifade edip geçmek isterim. Ben küçük yaştan beri birilerine bir şeyler öğretmeyi ve “okulculuk” oynamayı seven bir çocuktum. İnanılmaz gibi gelebilir kulağa ama ODTÜ İdari Bilimler Fakültesi’ne gitmek yerine İngilizce öğretmeni olmayı seçmiştim.

Yine, ilkokulun ilk sınıfından itibaren de bir yazma merakım oluştu. Dördüncü beşinci sınıf öğrencisi iken kompozisyonlar yazardım bana ilham veren konularla ilgili. Düz yazı ve şiir birbiri ile iç içe gelişti ama soyaçekim olacak şiir biraz ağır bastı yıllar içinde. Ancak, yazdığım birçok şeyi saklamamışımdır. Biraz daha ciddi anlamda öyküler yazmaya da Sabancı Üniversitesi’nde çalıştığım yılların ortalarında bize sunulan Yazma Atölyeleri vesilesi ile giriş yaptım.

Yukarıdaki kitapları en yeniden başlayıp eskiye doğru bir sıralamak ve bir ek yapmak isterim.

“Her Şey Hikâye”, 2023 (15 yazarlı bir ortak öykü kitabı).

“İçinden Vapurlar Geçen Şiirler”, 2023 (Keşke kitabın adı daha kısa olsaydı). 

“Bir Bana Şiir Okusun”, 2008 (Ağırlıklı olarak bir on yılın birikimi olan şiirler).

“Zaman Zaman İçinde”, 1999 (Babamın teşviki ve girişimi ile kitaplaşan şiirler).

Bu kitapların hiç biri bir gün kitap olsunlar diye yola çıkılarak yazılmamıştı. Şimdi de son bir yıl içinde birşeyler birikiyor yavaş yavaş, ancak kitaplaşma sözünü ne onlara ne kendime veremiyorum. Şiirlerimi ve öykülerimi “bakın sizi okuyacaklar” diye umutlandırmak istemiyorum.

 


“Zaman Zaman İçinde, Babamın teşviki ve girişimi ile kitaplaşan şiirlerim”


 

Ali İhsan Aksamaz: Şiirleriniz ve hikâyelerinizde genel olarak hangi temaları işliyorsunuz? Okuyucularınıza hangi mesajları veriyorsunuz? Bazı edebiyatçılar, “ Edebiyat edebiyat içindir, “diyor. Bazı edebiyatçılar, “Edebiyat toplum içindir,” diyor. Bazı edebiyatçılar da, “Edebiyat insan içindir,” diyor.  Siz kendinizi hangi yaklaşıma daha yakın görüyorsunuz? 

Münevver Mine Bağ: Bazen gözlemler, bazen birikmiş duygular, kızgınlıklar, kırgınlıklar, insanlık adına gözlemlediğim hayal kırıklıkları, haksızlığa tepkiler, çaresizlikler, bazen nasıl da herkesin birbirine benzediğini gözlemlediğim olaylar beni dürtüp, şiir ya da öykü gibi bir form içinde dünyaya geliyorlar. Şiirlere kızıyorum, genellikle gece ziyaretçileri onlar, davetsiz.

Daha eski kitaplarım daha fazla duygu ağırlıklı idi ama bana sorarsanız yine kişisel değil evrensel anlatımlardı. Şimdi ise daha fazla toplumsal kaygılar seslendiriyorum özellikle şiirlerimde. Öykülerim ise genellikle kısa ve çoğunlukla birer “an” hikâyesi. Konular basit gibi görünen anlık insan deneyimleri de, derin yaralar da olabiliyor.

Edebiyat kelimesini daha genelleyip “Sanat sanat içindir” ifadesini irdeleyecek olursak, ben bunu üreten insanın bireysel bir ihtiyacı bazında değerlendiriyorum ve bir anlamda çaresizlik gibi görüyorum. Yazmamak gibi bir lüksünüz yoktur yani. Sizin kişiliğiniz öyle bir kompozisyondan oluşmuştur. Ancak üretilen sanatsal nesneler arasında en çok kendinize saklananı ve en az paylaşabildiğiniz edebiyat ürünleri korkarım. Çünkü onun bir de sunumu var ve karşınızdakini paylaşıma ikna etme şansınız yok onun talebi yoksa. Toplumun sanata yönelip alıcı konumda görünmesi ya merak saiki iledir, ya da kendini biraz oralarda bulma umududur.


 

“Şiirlerimi ve öykülerimi “bakın sizi okuyacaklar” diye umutlandırmak istemiyorum”

 

Ali İhsan Aksamaz: Şiir ve hikâyelerinizi okuyanlardan hangi tepkileri alıyorsunuz? Okuyucularınız, şiir ve hikâyeleriniz hakkındaki duygu ve düşüncelerini sizinle paylaşıyorlar mı?

Münevver Mine Bağ: Okurlarımdan genellikle olumlu tepkiler alıyorum. Zaten kendi okuma emekleri ile benim üretme emeğim yoğrulduğunda sanırım okur da bir tepki vermek ihtiyacı duyuyor. Bazen bir şiirde veya bir öyküde beklenmedik bir anlatım biçimi görmek, örneğin komik bir konu veya beklenmedik bir ifadeye rastlamak da okuyucuyu sevindiriyor verilen tepkilere bakarsak. Yorumları sosyal medya üzerinden, telefonla veya yüzyüze sohbetlerde aldığım oluyor. Ama ilginçtir, kitap satış platformlarında yazılmış yorumlara henüz rastlamadım. Daha o kadar büyümedik.  Sizinle ilginç bir gözlemimi de paylaşayım. Hani bir iş yaptığınızda en kolay en pohpohlayıcı yorumları yakınlarınızdan alırsınız ya, bende öyle olmadı. Onlardan bir kaç güzel cümle duymak baya zamanımı aldı ve duyunca da kendi kendime “hmmmm...” dedim, “olmuş galiba”!

Ali İhsan Aksamaz: Yayına hazır ancak henüz yayınlanmamış çalışmalarınız var mı? Yakın zamanda yayınlatmayı düşündüğünüz çalışmalarınız var mı? Yeni kitaplarınızı görecek miyiz? Bizlere müjdeli haberleriniz var mı?

Münevver Mine Bağ: Yukarıda ifade ettiğim gibi. Yayın amaçlı bir çalışmam şu ara yok. Ama birikimler oluşuyor yine. Çok ısrar ederseniz belki öncelikle yeni bir kişisel “öykü” kitabından yana yüreğim. Yani bu sefer çok yazarlı değil Münevver Mine Bağ imzalı bir öykü kitabı olur belki.

Ali İhsan Aksamaz: Türk Edebiyatının bugününü nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk Millî Eğitim sisteminin Türkçeye gereken önemi verdiğini düşünüyor musunuz? Özellikle aydınlar ve politikacılar duygu ve düşüncülerini Türkçe olarak düzgünce ifade edebiliyorlar mı? Türkiye’de insanlar okuyor mu? İnsanlarımız okumayı seviyor mu? Bazı kitapların birçok baskı yapması ve çok satması, sizce, çok okundukları anlamına geliyor mu? Bu konulardaki duygu,  görüş ve değerlendirmelerinizi bizlerle paylaşır mısınız? 

Münevver Mine Bağ: Bu çok boyutlu soruya sıra sıra yanıt vermek iyi olur. Günümüzde Türkiye’de edebiyat sorusuna bakarsak, bu konuya şöyle bir giriş yapmak istiyorum. Eskiden beri inandığım bir şey var, dünyada en fazla boşa harcanan kaynak “insan”. İnsanın en fazla emeğini sömürüyoruz ama taşıdığı değerleri, yetenekleri, insan olarak becerilerini ve zihinsel kapasitesini ne kadar keşfediyoruz, ne kadar bunları değerlendirmesine fırsat veriyor sistemler, düzenler, toplumlar; bu hep sorguladığım bir şey. Şimdi baktığımda her sanat alanında veya her beceri alanında çok daha fazla sayıda insanın isminin ortaya çıkabildiğini görüyorum, ya da en azından daha çok insanın meşguliyet alanlarına girebiliyor belli alanlar. Ama bu bir arz talep meselesine dönüşüyor. Üretilen şeyler kitlelere ne kadar ulaşabiliyor ne kadar topluma mal oluyor, ne kadar karşılık görüyor ve bir karşılık görecek değerde bir şeyler üretiyor muyuz, üretiliyor mu bunları da sorguluyorum. Sonuçta birilerinin ilgisini çekebilmek için yapılacak işler ilişkilere, çevrelere dayanıyor bir bakıyorsunuz. Türk edebiyatında çeşitli ve çok sayıda insan şansını deniyor ama herkese ulaşamıyor. Aslında şimdi yazarların yeni bir avantajı var medya ve teknoloji. Ancak buradan da yine hangi büyüklükte kitlelere ulaşabileceğiniz bir soru işareti.
Bana sevdiğim edebiyatçılar sorusu sorulduğunda yazar olarak aklıma ilk Ahmet Ümit, şair olarak Didem Madak geliyor şu anda.
Aslında günümüzde yeni bir eğilim var kitap okuma ile ilgili, insanlar klasiklere dönüp kendilerine geçmişin edebiyatını yeniden bir hatırlatmak istiyorlar, belki de özlüyorlar eskiyi. Aslında belki yeniyi ölçmek için bir endazeyi yeniden kurmak ihtiyacıdır bu kim bilir.

Özetle, Türk edebiyatının bugünkü durumunu bir okunmazlık çağı olarak gözlemliyorum. Bol yazarlı az okurlu bir toplum olduk.

Okumak bir alışkanlıktır, birçok beceri gibi eğitim yoluyla edinilir. Ülkemizde eğitim vermek değil çocukları eğitim adı altında bazı kurumlarda göz önünde el altında tutmak gibi bir politik tavır var sadece. Bence her kavram onu kullanana göre farklı bir içeriğe işaret ediyor. Örneğin “kitap fuarı” dediğinizde yapacağınız ziyaret sizi ne gibi içeriklere götürür bilemem. Kelimeleri ve onları kötüye kullanmayı sevenlerimiz de var.

Her konuda basite kaçıyoruz, çocukların gençlerin yeni beceriler edinmelerini umursamıyoruz, hatta riskli buluyoruz. Eğitim sisteminin üretimi olan bireyler örneğin medyada karşınıza çıktıklarında Türkçe kullanımı ile ilgili yaptıkları hatalar benim, bizim, nesli sanırım çok kızdırıyor, yıpratıyor. Üstelik kusurlarının farkında bile olmamaları iletişim düzeylerinin gitgide aşağılara çekilmesi sonucunu yaratıyor. Konuşamamak, düşünememek, üretememek ve üretilenin de değerini anlamamak sonucunu doğuruyor bu yüzeysellik. Beyin kasları da vücut kasları gibidir zorlamazsanız atıllaşır işlevsizleşirler. 

Kendini doğru ifade etmek de eğitimle paralel bir konudur. Kelime hazneniz, düşünce diziliminiz, sözcük seçiminiz hepsi sizin beyin kapasitenizi ne kadar kullanabildiğinizin göstergesidir. Bir kaç yüz kelimeyle günü kurtarıyor olmanız da, sizi alkışlayanların çok olması da sizin iyi bir konuşmacı olduğunuzu kanıtlamaz. Televizyonda sohbet programları şöyle dursun, haber sunumunda bile örneğin öyle bir vurgu hatası yapılıyor ki şaşıp kalıyorsunuz. Yani vurgunun kelimenin anlamını değiştirdiğinin bile farkında değiller. Örneğin, haberde “bodrumda çıkan yangında” mı beş kişi öldü, “Bodrum’da çıkan yangında” mı beş kişi öldü, bunu farklı ifade etmeniz gerekir.

Aydınlar ve politikacılar diyorsunuz ya, onlar sanki başka bir toplumsal hazneden mi besleniyorlar, maalesef hayır! Ve itiraf etmek gerekirse yine her şey eğitimden geçiyor.

Ama siz bu sorularla benim derdimi deşiyorsunuz.

Kitapların baskı yapıp yapamamaları, okunup okunmamaları konusunda yine iddiam, okumakla yazmak arasında bir denge olmadığı. “Ünlü” olmadan okunmuyorsunuz, okunmadan ünlü olmuyorsunuz, bu alan da kendi ticaretini yaratmış bir alan. Kitabınızı basarken de “satış potansiyeliniz nedir” diye soruluyor. Çok satanlar hangi kriterlere göre çok satışa ulaşıyor emin değilim. Satılanların okunup okunmadıklarını da bilemeyiz.

Kurtarılmış bölgeler, kırmızı çizgiler, bayraklar, sınırlar, mayınlı alanlar burada da söz konusu. Eskiden bazı fakülte gruplarının kadro vermemek için insanların becerilerini, emeklerini görmezden geldikleri söylenirdi, şimdi de “burası benim tarlam” diyen kitleler kendini beğenmiş kabul alanları oluşturuyorlar.

 

“Çok ısrar ederseniz belki öncelikle yeni bir kişisel “öykü” kitabından yana yüreğim”


 

Ali İhsan Aksamaz: Şimdi de, izninizle, ülkemizdeki yabancı dil öğrenim- öğretimi ile “ana dili” öğrenim- öğretimine ilişkin sormak istiyorum. Tanzimat döneminden başlamak üzere Cumhuriyet dönemine kadar her seviyedeki devlet okulları, yabancı okullar ile azınlık okullarında yabancı dil öğretimi konusunda bilgi verir misiniz? Bu dönemde hangi yabancı diller ülkemizdeki okullarda yaygın olarak öğretiliyordu? Yine aynı dönemde, Tanzimat ile Cumhuriyetin ilanına kadar olan dönemde, ülkemizdeki Gayrimüslim vatandaşlarımızın okullarında kendi “ana dilleri” dışında hangi yabancı dillerin öğretildiğine ilişkin de bilgi verir misiniz? Özellikle Meşrutiyet’in ilânından sonra, “ana dilleri” Türkçeden farklı olan Müslüman vatandaşlarımız için de bazı faaliyetlerin yapılmış olduğu görülüyor. Çerkesçe, Lazca, Abazaca vb. ana dilleri konusunda bazı faaliyetler olduğunu biliyoruz. Bu bağlamda, geçmişteki “ana dili” öğrenim- öğretimi konusunda değerlendirmede bulunur musunuz? Yine bu bağlamda “Çerkes Teavün Mektebi” hakkında bilgi verip değerlendirmede bulunur musunuz?     

Münevver Mine Bağ: Tarihsel analizlere baktığımızda, bütün Dünya’da “ulus” ya da millet ve milliyet kavramının doğuşunda matbaanın etkisi büyüktür. 17. yüzyılda Avrupa’da kitap ve özellikle de gazetelerin basılmaya başlanması, bu konuda dillerin belli lehçelerinin iletişimde öncelik ve üstünlük kazanmasına neden olmuştur. Daha sonra bu lehçe ve kültürler etki alanlarını tanımlamış, o topluluğa ait kültürel özellikler kendi içinde organik bağlarla tanımlanan kimliklere dönüşmüştür. Yani insanın en büyük icatlarından olan matbaa uzun vadede milliyetin tanımının anası, atası olmuştur.

Derebeylik ve hanedanlıklar zaman içinde kendi tanımladıkları uluslar oluşturup kendi etki alanlarını garantiye almak istemişlerdir. Osmanlı devleti de bu çizgiden uzak kalamamış ancak özellikle eğitimin ulaşmadığı yöre, kültür ve diller etki dışı bırakılmış uzun süre onlara pek fazla eğitim iletme kaygısı olmamıştır. Daha doğrusu liberal görünen bir tavır içinde, eşitlikçi bir yaklaşım sergilenerek etki alanları garanti altına alınmak istenmiştir. Ki bunun ötesinde Osmanlı’nın kitleleri kökenlerine göre tanımlama kaygısı zaten olmamıştır. Kitleler “komüniteler” (cemaatler) kendi haline bırakılmış, onlara bir etnik ya da kültüre dayalı dil, ya da hükümranlık dili dayatılmamıştır. Sonunda 1830’larda Osmanlı’ya da gazetecilik ve gazete etkisi ile birlikte toplum tasarımı gelmiştir. İlk gazete olan Takvim-i Vekai’nin sadece Türkçe değil azınlık ve Avrupa dillerinde de yayınlandığı not edilmiştir.

Osmanlının kitlelerin eğitimine ciddi olarak bakışı 1850’leri bulmuştur. Eğitimin birincil amacı devlet hizmetinde çalışacak insanları ve ticareti yönlendirecek kadrolar oluşturmak olmuştur doğal olarak. Ancak Osmanlı’nın toprak kaybedip bazı alanlardan çekilmesi sonrası, örneğin Avrupa ile ilişkiler elçilikler düzeyinde ve ticari alanlarda Fransızca, Almanca, Rusça gibi dillerin önemsenerek okulların eğitim programına alınması sonucunu doğurmuştur. Bu süreç içinde de medreselerde kitapların Arapça, Farsça, eğitim dilinin ise Türkçe olduğu ifade edilir.

Azınlıklara kendi dillerinde eğitim yapmalarına izin verilmesi konusunun bana etnik kökenim nedeniyle en yakın bir örneği, Çerkes Teavun Mektebi’dir. 1908’de kurulan Çerkes Teavün Cemiyeti 1910’da çocukların eğitimini hedefleyen Çerkes Teavün Mektebini kurmuş bu okulda bilim alanları dışında, beden eğitimi ve sanat dersleri de verilmiş ve kız erkek karma eğitim yapan bir kuruluş olmuştur. Bu okul 1914’de kapanmıştır, bu tarihten sonra okul ile ilgili bir kayıda rastlanmamıştır. Bu okulun eğitim dili Çerkesçe idi ve yazı için Latin alfabesinin Çerkesçeye uygulanmış bir şekli kullanılmıştı.

Daha sonra 1919 da İstanbul’da Çerkes Numune Mektebi açılmış, aynı şekilde geniş bir programlı karma eğitim veren bir kurum olmuştur.

Daha sonra Lozan Anlaşması ile 1923 tarihinde Çerkes Kadınları Teavun Cemiyetinin kapatılması ile bu okul da kapatılmıştır. 

Kısacası, Osmanlı Devleti çeşitli dönemlerde ihtiyaca göre çeşitli eğitim kurumlarının oluşturulmasına ve eğitimin değişik dillerde yapılmasına olumlu bir ortam sağlamıştır.

Ali İhsan Aksamaz: Cumhuriyetin ilânıyla başlayan ve günümüze kadar devam eden süreçte her seviyedeki devlet okulları, yabancı okullar, (kendi “ana dilleri” ile birlikte) azınlık okulları, İmam- Hatip Liseleri,  özel okullar ile özel dershane ve kurslardaki yabancı dil öğretimi ülkemizde nasıl bir seyir izledi?  Bu dönemde özelikle hangi yabancı diller ülkemizdeki okullarda ve diğer kurumlarda öğretildi, öğretiliyor? Bu konularda bizleri bilgilendirir misiniz? Bu konularda değerlendirmelerde bulunur musunuz?

Münevver Mine Bağ: Cumhuriyet döneminde dil eğitimi yeni kurulan bu ülkenin kendini toparlama faaliyetleri içinde yer almıştır, ulus devlet perspektifi içinde bakılmıştır, farklılıklar bu tanım içinde yer almamıştır. Bu konuda ilk eylem 1924 yılında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat kanunu olmuştur. Eğitimde birlik sağlanması için bütün başka dillerde eğitim yapan okullar kapatılmış Türkçe eğitim esas alınmıştır. Ancak yabancı dilde eğitim yapan yabancı özel okullar kapatılmamıştır.

Türkiye’de 1928’de Türk Eğitim Derneği’nin kurulduğunu ve yabancı dil eğitimine ağırlık veren “kolej” adlı kurumların oluştuğunu görüyoruz. Daha sonra da 1956 ve sonrası Türkiye’de Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde İngilizce, Fransızca ve Almanca’nın öğretim dili olarak kullanıldığı kolejler açılmıştır. Bu okulların adı daha sonra Anadolu Lisesi olarak değiştirilmiştir. Tarihsel süreç içinde Dünya üzerinde devletlerin etki alanlarının ve ilişkilerin değişimi paralelinde Yabancı Dil eğitiminin ve yabancı dilde eğitim yapan okulların neredeyse tamamının İngilizce eğitime döndüğünü gözlemliyoruz. Ki burada özellikle üniversiteler söz konusudur.

Devlet okullarında yabancı dilin haftada belirli bir saat olarak öğretimi söz konusu olmasına karşın ağırlıklı ve başarılı bir dil öğrenimi göremiyoruz. Kolej ve sonra Anadolu Liselerinde dil öğretimi ağırlıklı ve öncelikli amaç olmuştur. Özellikle hazırlık sınıfları ile bu kurumların başarılı düzeyde dil eğitimi yaptıklarını görüyoruz. Ancak Türkiye’de meslek liseleri kavramının öğrenciyi yeteneğine ve ilgisine göre farklı eğitim alanlarına erken çekmek amacıyla sistem içine alındığını, erken başlayan özel eğitim müfredatı ile meslek dersleri ağırlık kazanırken dil eğitiminin öncelikli olmadığını görüyoruz.

Mesleki eğitime dini toplumsal açıdan bir yaklaşımla Cumhuriyet döneminin ilk açılan okulları arasında İmam Hatip Liselerinin de yer aldığı kayıt altındadır. Bu okulların özgün müfredatı doğrultusunda programa entegre edilen Arapça dili ile karşılaşıyoruz, ki bu da zaten Osmanlı devletindeki medrese ve Arapça eğitimi yaklaşımlarının devamını oluşturuyor. Türkiye Cumhuriyeti’nde 1930 ile 1948 yılları arasında İmam Hatip Okullarının kapalı olduğu kayda geçmiştir.

Türkiye Cumhuriyet’inde 2010’lu yılların başında toplumsal bazı açılım girişimleri doğrultusunda “Yaşayan Diller ve Lehçeler” dersi Milli Eğitim Programına alınmış ve bu kapsamda çeşitli azınlık dilleri seçmeli ders olarak müfredata alınmıştır. Bu derslerin hangi oranda devam ettiği ve ne ölçüde talep olduğu konularında bilgi sahibi değilim doğrusu. Bir yere kadar bu eğitimlerin en başından talep açısında düşük düzeylerde kaldığı ifade edilmekte idi.

Bir dil öğretmeni olmama ve eğitim dili İngilizce olan kurumlarda çalışmış olmama rağmen yabancı dilde eğitim konusunda benim hep sorgulamak istediğim bir boyut daha vardır. Çocuklarımıza Anadolu liselerinde 3-4 hatta 8 yıl İngilizce eğitim verip sonra onları “üniversite”ye girmek istediklerinde Türkçe sınavlara sokarak test ederiz! Büyük bir haksızlık mı yoksa bir pazarlama işi midir bilemiyorum.

Buradan hareketle bir anım ile ilgili bir not düşmek isterim. Cumhuriyet döneminde azınlıklara ana dilde eğitim veren okullar konusuna değineceğim. Bilindiği gibi, azınlık okulları Rum, Ermeni ve Musevî azınlıklar tarafından kurulmuş, Lozan Antlaşması ile güvence altına alınmış ve kendi azınlığına mensup Türkiye Cumhuriyeti uyruklu öğrencilerin devam ettiği okullar olarak tanımlanmışlardır. Bu okullarda azınlıklara mensup Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının çocukları okuyabilmektedir. Ancak bu okulların sayısı zaten sınırlı iken gitgide öğrenci sayıları da düşmektedir. Yine 2000’li yılların ortalarında ana dilde eğitim tartışmalarının komisyonlar, eğitim kadroları ve ilgili vatandaş gruplarının sivil toplum örgütleri ile tartışıldığı toplantılar söz konusu idi. Bu toplantılardan birinde bu azınlıklardan birine mensup önemli derecede tecrübeli bir katılımcı kendi azınlık grubu ile ilgili olarak vatandaşların artık çocuklarını azınlık okullarına göndermek istemediklerini, bu eğitim yaklaşımının çocuklarını sistem içinde diğer öğrencilerle yarışamayacak konuma getiren dezavantajlara neden olduğunu düşündüklerini ifade etmişti.  

Ali İhsan Aksamaz: “Ana dili” denildiğinde yüz yıl önce ülkemizde kastedilenle, bugün kastedilenin oldukça farklı anlaşılması gerektiğini düşünüyorum. Biliyorsunuz, Çerkesçe, Gürcüce, Abazaca, Lazca vb. “ana dilleri” artık devlet okullarında “seçmeli ders”. Gerek “ana dili” gerekse de okullardaki seçmeli “ana dili” dersleri konusundaki görüş ve değerlendirmelerini bizimle paylaşır mısınız?   

 Münevver Mine Bağ: Ana dili ve ana dil dersleri ile ilgili olarak kısaca yukarıda değindiğimiz noktalar var, ancak burada ben de bu “tanımlar” konusuna bir değinmek isterim. Ana dili sözcüğünü aslında tanımlamak bile gereksizdir. Tanımı kendi içinde bir sözcük bu. Bebekler ana dilini annesinden öğrenemiyor ise ortada tuhaf bir durum var demektir. Anne kendi dilini mi konuşamamaktadır, çocuk bu kültürel mirastan koparılmakta mıdır, yoksa bir birlik ruhu mu “kurulmaya” çalışılmaktadır.

Ulus- devlet kavramı herkesin malumudur. Devletin sınırlarını belirleyen bir ulus vardır ve onun kültür ve dili “doğal!” olarak ülkenin kültür ve dilidir gibi bir çıkarım yapılmaktadır. Ancak 1789 Fransız İhtilâli ile bu kavramın ilk meyvesini veren ulus devlet olan Fransa’da bile bu uluslaşmanın asimilasyan yolu ile belki de kısmen oluştuğu ifade edilebilir. Dayatmalar dünyanın her yerinde acılara neden olur, olmuştur. Eminim hiç bir etnik kimlik kendi kimliğini bir başkasının tanımlamasını istemezdi.

Doğal olarak dil aile içinde öğrenilir. Türkiye’de bu öğrenim yerel olarak aile ve dış çeperdeki insanların aynı dili kullanıyor olması halinde kendiliğinden bir kazanım şeklinde edinilirken, eğitim söz konusu olduğunda ana dili kullanımı ve “ulus dil”inin bilinmemesi kişiyi dezavantajlı duruma düşürmektedir. Ailenin karmaşık bir sosyal yapı içinde başka etnik kökenlerle karışık bir ortamda yaşaması veya ekonomik ya da sosyal şartlar nedeniyle bazen kişinin ana dilini öğrenememesi ve veya öğrenmemeyi seçmesi durumları yaşanmakta. Bu paradoks içinde mantıklı olanı ana dil gerçekliğinin kabulü ve edinilmesine destek olunması iken, bir taraftan da eğitim dili özellikle de bu ulus devleti de aşan global çağda yerel dil ile nereye kadar gidilebileceğinin iyi tartılması gereğini doğurur. Herkese ana dilinde bir yüksek öğrenim verebileceğimizi iddia etmek ne kadar inandırıcı olur, hele de yukarıda yabancı dilde eğitim yapan yüksek öğretim kurumlarından söz etmişken. Bir devletin sınırları içinde etnik farklılıklar varsa kişilerin hem bu devletin resmi dilini hem de kendi ana dillerini aynı etkinlikle kullanabilmeleri herkesin yararına olacaktır. Bunu bile yabancı dil eğitimine doğrudan bağlayabiliriz. Ana dilini iyi kullanamayan, ana dilinin yapısal özelliklerini, kelime haznesinin boyutlarını tanımayan insanlar için yabancı dil öğrenmek daha zorlayıcı bir girişim oluşturur.

 

Çerkes Teavün Mektebi (1910)

 

 

Ali İhsan Aksamaz: Edebiyat alanındaki çalışmalarınız ile yabancı dil öğretimi, Türkçe ve “ana dili” öğretimi konusundaki bilgi, görüş, duygu ve değerlendirmelerinizi bizimle paylaştığınız için teşekkür ederim. Benim sormadığım ancak sizin okuyucularımızla paylaşmak istediğiniz başka bilgi, görüş ve değerlendirmeleriniz varsa, onları da okuyucularımızla paylaşır mısınız?

Münevver Mine Bağ: Bu soru için teşekkür ederim. Aslında doğrudan konumuzla ilgili olmayacak ancak paylaşabileceğimi hissettiğim birkaç duygu ve düşünceyi eklemek isterim.

İnsanın kaygıları ve acıları bu derece gerçek iken bunlar dışında her şeyin son derece yüzeyselleştiği bir çağda yaşıyoruz, çok fazla çokuz, niteliksizleşiyoruz. Sevgi, empati, paylaşım ve başkalarına değer verme gibi duygular gitgide “azınlığa” düşüyor. Bilim ve toplum ağır ve gözardı edilen konulara dönüşüyor.  Zamanında doğum kontrolüne karşı çıkıp her şeyi doğaya bırakanlar şimdi salgınlarla öldükleri zaman komplo senaryoları yazılmaya başlanıyor. Konularımızdan biraz uzaklaşıyorum ama şunu da vurgulamak istiyorum, doğa gereği bütün canlıların etraflarında olması gereken bir güvenlik alanı vardır, bir canlı, bir tekil birey olarak, bu alanlar gitgide kayboluyor her birimiz diğerinin güvenlik alanlarının içinden geçiyoruz bütün canlılar. Bu “yakınlık”tan her zaman olumlu sonuçlar çıkmıyor, eğer karşınızdakinin varlığını algılamak, kabullenmek ve değerlendirmek gibi bir bilinç düzeyiniz yoksa.

İnsanların en hızlı ilerledikleri alan teknoloji ve yapay zekâ oldu. Ancak biyolojik bir canlı olarak, ruhsal bir varlık olarak bu ilerlemenin çok gerisinde kaldılar. Toplumsal sistem, insan ilişkileri hızla ilerleyemedi aksine herkes birbirini daha fazla tehdit olarak görmeye başladı.

Bir öykü vardır, bir Kızılderili öyküsü, ayrıntıları hatırlayamıyor olabilirim kısaca şöyleydi özü: bir grup yabancı Kızılderililere ait bir bölgede onların kendilerine rehberlik edip bir yere götürmesini isterler. Yolculuk sırasında bir ara Kızılderililer hiçbir şey demeden oturup hareketsiz kalırlar. Buna çok şaşıran yabancılar dönüp ne olduğunu sorduklarında Kızılderililer “çok hızlı ilerledik ruhumuz geride kaldı durup onları beklememiz lâzım” derler.

Dünya artık çok hızlı ilerleyenlerle hiç ilerleme niyetinde olmayan, algıda birbirinden çok farklı birçok insan denen yaratığın yaşadığı ve birbirine sorunlar yarattığı bir gezegen.

Herkes için iyilikler diliyorum.

Bu röportajda hiçbir zaman çok derin olduğunu iddia etmeyeceğim tarihsel ve sanata ilişkin birkaç bilgi ve fikrimi sizlerle paylaştım. Röportaj için sana teşekkür ediyorum sevgili Ali İhsan. İnsanların geri dönüp baktığında iyi ki yollarımız kesişmiş dediği insanları tanıyor olması güzel bir duygu.

Ali İhsan Aksamaz: Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Çalışmalarınızda başarılar dilerim. Sağlıcakla kalın.

Münevver Mine Bağ: Ben çok teşekkür ederim. Güzel günlerde görüşmek dileğiyle diyelim o zaman. 

 

ÜCRA BİR KÖŞE

 

Bir ücra köşesinden geçiyorduk evrenin

Bulutlarla kaplı gökyüzü,

Gece mi gündüz mü?

Bahar mı güz mü?

Bir ücra köşesinden geçiyorduk hayatın

Kimsenin kimseyi anlamadığı,

Sekiz milyar insan sekiz milyar dil konuşuyorduk,

Bir karaltı göründü bir ücra köşesinde

Kapıları asırlardır kapalı bir yüreğin,

Pek seçilmiyordu,

Ama akrabaydı ruhları,

Garip masum unutulmuş...

Evrenin ortak aklıydı mirasları,

Ve insanlığın...

[Münevver Mine Bağ, 06. III. 2020]

 

https://sonhaber.ch/munevver-mine-bag-ile-soylesi/    

https://www.circassiancenter.com/tr/insanlar-ruhsal-bir-varlik-olarak-teknoloji-ve-yapay-zekanin-cok-gerisinde-kaldilar/


aksamaz@gmail.com