“National
Geographic”in Doğu Karadeniz'i
“National
Geographic Gezi Traveler” adlı derginin Aralık 1997/ 3. sayısında Ömer Asan'ın
“gezi notları”na dayanarak yazdığı anlaşılan ve “Karadeniz’in Atmacaları:
Lazlar” başlığını taşıyan bir makalesi yayınlandı.
Mayıs
1996’da “Pontos Kültürü” başlığını taşıyan kitabını “Belge Yayınları”nın “Bilim
Dizisi”nden yayınlatan Asan’ın, “National Geographic Gezi Traveler”deki
makalesine tarihsel gerçeklerle örtüşmeyen ve çelişen ve yanlış bilgilendirmeye
ve kafa karıştırmaya yönelik bazı “tarihsel bilgiler” sıkıştırdığı da
görülmektedir.
“Karadeniz’in
Atmacaları: Lazlar” başlıklı makalesiyle ilgili eleştirilerimi ortaya koymadan
önce, Asan’ın “Pontos Kültürü” başlığını
taşıyan kitabıyla ilgili bazı “tespitler”de bulunmak istiyorum.
Asan,
yöredeki “...etnik yapıların tek tek
kültürel kimliklerini sorgulama olanağı olmadığı için bize miras kalan bugünün
kültürünü sorguladım. Tüm Karadeniz yerine bir köyü yani kendi köyümü ve
kültürünü Of ‘a yayarak ele aldım...” (s.xxııi) itirafında bulunmasına rağmen, “...Bugünkü Karadeniz kültürünün kökleri
Pontos kültüründedir. Halen konuşulan dil ve aksanlar Pontos Kültürünün kalıntılarıdır...”
(s.21) diye yazmakta bir çelişki
görmemektedir. Günümüzde bir köyde kullanılan bir dil ve o köyün kültürü, bütün
bir bölgenin, “bilinmeyen zamanlar”dan beri etnik yapısını ve kültürel
özelliklerini yansıtabilir mi? Bir köy temel alınarak yapılan böylesi bir
çalışma genellendiğinde “bilimsel” olabilir mi ?
Asan,
bölgeyi dönemlere ayırmaksızın bir kesintisizlik içinde ele almakla yetinmeyip,
bölge halklarını da, “...Miletliler
Pontos’ta kolonileştiklerinde yerli kavimleri de aralarında eritmişler, onlara
kendi kültürlerini, dinlerini kabul ettirmiştir...”(s.9) formülüyle
tekleştirmektedir.
Şu
ifadeleri de oldukça ilginç: “
...Mithridates veya Pont Krallığı bir ulusa bağımlı değildi... çok uluslu, çok
kültürlü, çeşitli etnik unsurları içinde barındıran uyumlu bir devletti. O
zamanın hakim dili Yunanca resmî dil, hakim tanrı da Apollon du...” (s.21).
“O
zaman” ulus kavramı var mıydı? Çok kültürlü, çeşitli etnik unsurların hâkim
dili, resmî dili “Yunanca” olabilir miydi? Günümüz “ulus devlet” kavramının bir sonucu olan
“resmî dil”, kastettiği belli olmayan “o
zaman”da “Yunanca” olabilir miydi? Asan’ ın, “o zaman” dediği, ancak ne zamanı
kastettiği müphem bir zaman kavramıyla, bölge tarihi ve etnik yapısını tekmiş
gibi gösterdiği tezi bir noktada kopukluk arz ediyor. Bu kopukluğu şu
ifadesinden de anlıyoruz : “...iki bin
yıl önceki Pontos gerçeği ile bu yüzyılımızdaki “Pontus” olayını birbirinden
kolayca ayırt edebiliriz. Osmanlının son dönemlerinde ortaya çıkan
milliyetçilik akımlarının etkisiyle yeni bir “Pontus Devleti” hülyalarına
kapılan Karadenizli Rumların tarihi yanılgıları ayrı bir inceleme alanıdır...” (s.20).

Bu
kopukluğu neden belirtme ihtiyacı hissediyor? Eğer amacı yalnızca, “kendisinin
dâhil olduğu kültürü” ifade etmekse, neden bölgenin tamamını “Pontos
Kültürü” kavramıyla açıklama yolunu
seçiyor? Bu kopukluk, tezi içindeki kesintisizlikle bir çelişki teşkil etmiyor
mu? Ayrıca “Karadenizli Rumlar”
ifadesiyle kimleri kastediyor? O dönemde “Fener Rum Ortodoks Kilisesi”ne
bağlı olan herkesin etnik olarak “Rum” olduğunu iddia etmesi bir çelişki değil
mi? Yine o dönemde anadilleri Türkçe, Rumca veya Lazca olan, ama “Fener Rum
Ortodoks Kilisesi”ne bağlı Ortodoks Hıristiyanların etnik kökenlerine ilişkin
elinde herhangi bir belge var mı?
Stefanos Yerasimos, o dönemle ilgili olarak şu önemli tespiti yapıyor:
“Ortodoks
Hıristiyan nüfus, I9. yüzyılın başında yeni bir canlanma sürecine giren kilise
ile yeni burjuvazinin birlikte yürüttükleri çabaların etkisi altına girecek ve
kökeni ne olursa olsun Anadolu'da yaşayan, Türkçe ya da Rumca konuşan bütün
Ortodokslar gibi, Yunan ulusuna ait olma duygusunu benimsemeye başlayacaktı.
Osmanlıların dine dayalı eski
“millet” yapılarını kendi içinde
eriten milliyetçilik olgusunun inkâr edilemeyecek yükselişi karşısında artık
etnik kökenler tartışmasının fazla bir anlam taşımadığı görülmektedir...” (“Milliyetler
ve Sınırlar”, s.353, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994).
Asan,
“Pontos Kültürü” başlığını taşıyan kitabıyla yalnızca kafaları karıştırmayı
değil, kitabının başında “belli çevreler” olarak nitelediği insanlara, “Laz =
Pontos(lu) = Yunanlı” propagandasını bir şekilde tekrarlatmayı da ustalıkla
başarmaktadır.
Asan'ın
“Pontos”a yüklediği anlam, yalnızca “Toros, Trakya vb” gibi bir bölge
anlamındaysa, neden kesintisiz bir çizgide “Pontus”u, “Elen Kültürü”ne mal etme
çabası içinde gözüküyor?
Asan’ın,
“Nüfus Mübadele Antlaşması”yla Doğu Karadeniz Bölgesinden Yunanistan'a giden
Ortodoks Hıristiyanların aradan bunca zaman geçmesine rağmen, Yunan toplumuyla
kaynaşamaması konusuna hiç değinmemesi ve onların orada sahip oldukları “kültürel
haklar”a (!) hiç vurgu yapmaması ve Sovyetler Birliği “Pontus(lu)lar”ının
durumlarına hiç değinmemesi, bunun yerine kitabında değil ama bir dergide, “Pontus kültürü bugün dört dille yaşamaya
devam ediyor. Türkçe, Rumca, Lazca ve Ermenice'de...” (Radikal
Gazetesi Pazar Eki, no 3) diye yazması
üstlendiği misyon hakkında ipuçları vermektedir.
“Pontos
Kültürü” başlığını taşıyan kitap dikkatle incelendiğinde, Asan’ın Türkiye'deki
resmî tarih tezlerine karşı “Elen” resmî tarih tezlerinin aktarıcılığına soyunduğu
görülmektedir. “Kimlik sorunum artık
benim için sorun olmuştu...” ( s.3) diye kitabını yazmaya başlayan Asan,
dilini konuştuğu (!) insanların kimliğini savunmaktan vazgeçerek, komşularına
“Pontuslu Kimliği”ni empoze eden traji-komik bir misyonu üstlenmiş
görünmektedir. İşin daha da tuhafı bu misyonu “muhalif sol” zeminde bu kimlikle
yürütebilmesi.
Asan’ın, “Pontos Kültürü” kitabıyla “Elen” resmî
tarih tezlerinin aktarıcılığına soyunmuş olması ve bu resmî tarih tezlerinden
kaynaklanan inkârcı satırları ustalıkla “Karadeniz'in Atmacaları: Lazlar”
makalesine yansıtması sebebiyle bu makaleyi kaleme aldım.
Derginin “İçindekiler” bölümündeki spotta şu
ifadeler yer alıyor: “..Karadeniz ile
özdeşleşmiş, ayrı bir lisan oluşturmuş... Doğu Karadeniz in küçük coğrafyasında
dağınık ve damıtılmış olarak varlık gösteren Lazlar... “ (s. 10) Makalenin
hemen başında ise, şu spotu görüyoruz: “Karadeniz
deyince akla ilk olarak Lazlar gelir. Aslında Doğu Karadeniz' in küçük bir
bölümünde dağınık olarak yaşamalarına karşın, dilleri ve kültürleriyle
varlıklarını sürdüren Lazlar, Karadeniz'le özdeşleşmiş durumda.” (s. 99).
Bu iki spotun, “konu” hakkında bilgisiz olan ve sadece konu başlıklarını
okumakla yetinen okuyucuları gafil avlamak ve şartlandırmak amacıyla seçilmiş
olduğu anlaşılmaktadır. Okuma alışkanlığı olan ve “konu”ya susamışlık
derecesinde ilgi duyan okuyucuları spotlardaki şartlandırmadan sonra şu
“bilgilendirme” bekliyor: “Her ne
hikmetse bu neşeli insanlar, kazandıkları şöhretle Karadeniz'in bir zamanlar
Lazistan olarak anılmasını sağlamış, bu söylentiyi günümüze kadar taşımışlar.
Oysa tarihin hiçbir döneminde Karadeniz'e egemen bir Laz Krallığı kurulmamış,
böyle bir tanımlamayı gerektirecek bir nüfus yoğunluğu da saptanmamış. Bazı
Romalı tarihçilere atfen ileri sürülen Laz Krallığı hakkında günümüze somut
hiçbir kanıt ulaşmamış. Laz diliyle ilgili herhangi bir metin de henüz
bulunamamış .” (s. 106).
Asan, “konu”yu saptırıyor. “Uzo sofrası
muhabbetleri”ni okuyucuya tarihsel bilgiymiş gibi aktarıyor. “Her ne hikmetse”
ifadesini kullanması bile tek başına gerçek niyetinin ipuçlarını ortaya koyması
bakımından manidardır: Laz Tarihi, dili ve varlığını kabul etmek istemiyor.
Eğer niyeti kafa karıştırmak değil de, “gezi notlarını aktarmak ve çalışmasına renk
katmak için tarihsel bilgiler de aktarmak olsaydı, makalesini yazmadan çok önce
yayınlanmış olan şu yayınları en azından yok saymazdı:
“Georg Ostrogorsky, (çev.) Prof. Dr. Fikret
Işıltan, “Bizans Devleti Tarihi”, Türk Tarih Kurumu, 1986; Bilge Umar, “Türkiye'deki
Tarihsel Adlar”, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 1993; Gerg Amıcba, (çev.) Hayri
Ersoy, “Ortaçağda Ahhazlar-Lazlar”, Nart Yayıncılık, İstanbul, 1993; Ogni
Kültür Dergisi; Stefanos Yerasimos, “Milliyetler ve Sınırlar”, İletişim
Yayınları, İstanbul, 1994; M. Recai Özgün, “Lazlar”, Çiviyazılan, İstanbul,
1996.”
Asan'ın pek hoşuna gitmeyecek, ama ben burada
kısaca bir tarihçe vermek istiyorum:
Gürcü ve Abhaz- Abaza kaynaklarında Egrisi
Krallığı; Roma ve Bizans kaynaklarında ise Lazika Krallığı olarak geçen
krallık, MS 2. yüzyılda, bugün Batı Gürcistan olarak bilinen coğrafyada yerel
siyasî birimlerin kesin biçimini alması sonucunda ortaya çıktı. 5. ve 6. yüzyıl
Bizans tarihçileri, Kolhların Lazlar veya Kolha (Kolheti)’ın da Lazika olduğunu
yazmışlardır. Kolheti, yaklaşık olarak, bugünkü Gagra sınırından Çoruh ağzına
kadar uzanan bölgeyi kapsıyordu.
Kolhlarla “Elenler” arasında, Karadeniz havzası
bölgesi bir rekabet bölgesiydi. Kolhların yayılma alanı batıya doğru
Karadeniz'in güney kıyılan boyunca uzanıyordu. Kolheti yönetim alanı, bugün
Türkiye'nin sınırlan dışında kalan bölgeden başlamak üzere. Doğu Karadeniz
kıyıları boyunca uzanırken, Kolheti kültür alanı Güneydoğu Karadeniz kıyılarını
izleyerek “Trabzon”a kadar uzanıyordu.
“Trabzon”un doğusundan Çoruh yatağına kadar olan
bölge, Lazların yoğun olarak yaşadıkları bir bölge haline gelmesine rağmen
Lazika Krallığı'nın yönetim alanı dışında kalmıştı.
Güneydoğu Karadeniz yöresinde “Laz adını” taşıyan
yönetsel bir birinin oluşturulmasının geçmişi ancak 1204 yılına rastlar. Bu
yönetim birimi, “Theme De Grande Lazia” adını taşıyordu ve 1461 'e kadar
yaşadı.
1851’de Acara çevresi, Yukarı Gurya ile birlikte,
kurulmuş olan Osmanlı Lazistan Sancağı'na bağlandı.”
Asan, makalesinde Lazca ile ilgili olarak “önemli
bir tespitte” de bulunuyor: “Bugün beş
ayrı ilçede yaşayan Lazlar, aynı dili beş ayrı lehçede konuşuyorlar...” (s.
107).
Asan'ın “lehçe” ile kastetmek istediğinin ne
olduğunu bilemiyorum. Lazların yaşadıktan ilçelere göre birer “lehçe” ihdas
etme gibi bir beceri gösterdiği için kendisini tebrik etmek gerek! Ancak Lazlar
Türkiye’de yalnızca kendisinin “tespit etme becerisi”ni gösterdiği beş ilçede
yaşamıyorlar. Kendisine ileride faydalı olur düşüncesiyle Lazca ve konuşulduğu
yöreler hakkında kısaca bilgi vermek isterim. Lazca (Lazuri Nena / Ç̆anuri
Nena), çoğunlukla Türkçe'nin Karadeniz şivesi veya “Rumca” / “Pontusça”
zannedilir. Kimi dilbilimciler, Lazca ve Megrelce’yi antik Kolheti dili olarak
da bilinen Zanca'nın (Zanuri Nena) zaman içinde ayrılmış ve kendi başlarına
gelişmiş iki diyaleği olarak tanımlar. Lazca, tarihsel olarak Rize'nin Pazar
(Atina), Ardeşen (Art̆aşeni), Çamlıhemşin (Vija), Fındıklı (Vitse), Artvin'in
Arhavi (Arkabi) ve Hopa (Khopa), Borçka ilçelerinde; Acaristan'ın Batumi kenti
civarında; Abhazya'da ve “Doksanüç Harbi”nden (1877-1878) sonra Osmanlı
yönetimi dışında kalan topraklardan göç ederek Akçakoca, Karamürsel, Sapanca,
Yalova vb. muhacir yerleşim merkezlerinde topluca yaşayanlar arasında
konuşulmaktadır.
Asan, eline geçen fırsatı “hassas” bir şekilde
değerlendirerek kafaları karıştırmaya çalışmıştır. “National Geographic Gezi
Traveler” adlı derginin aşağıdaki mektupta bahsettiğim uzun makalemin, Lazca
ile ilgili bir bölümünü “bazı kısaltmalarla “Laz Dili” başlığıyla ve imzamla,
Asan'ın makalesinin hemen ardında onun makalesine destek veriyormuşum imajını
uyandıracak bir şekilde dizayn etmesi de oldukça dikkat çekici!
“National Geographic Gezi Traveler” adlı derginin
de bu “konu”da oldukça “hassas” olduğu ortaya çıkıyor. Asan'ın “Karadeniz'in
Atmacaları: Lazlar” başlığını taşıyan makalesi, okuyucularının tepkisiyle
karşılaştı. Dergi benden bir açıklama istedi. “Konu”ya katkı sağlamak amacıyla
bir açıklama gönderdim ve “National Geographic Gezi Traveler”ın Ocak 1998/ 4.
sayısının “Tartışma Köşesi”nde yayınlandı. Ancak son söz, “Asan’ın Yanıtı”
başlığı altında kendisine söylettirildi.
Asan'ın özeleştiri yaparak “Karadeniz”e yönelik
bundan sonraki çalışmalarında objektif davranacağını ve “toplu satış rekorları”
kırdığını duyduğum “Pontos Kültürü” başlıklı kitabının ikinci baskısında,
aldığı eleştiriler doğrultusunda yapacağı gözden geçirmelerle bu eleştirilerimi
anlamsız hale getireceğini ümit ederim. Kendisine bir hatırlatmada bulunmak
isterim: Türkiye'deki resmî tarih tezlerini eleştirmek, başka ülkelerin resmî
tarih tezlerine dayanmakla gerçekleştirilemez. (Mart 1998)
Ek 1: National Geographic Gezi Traveler’a
Mektup
(11.12.1997 tarihinde
fakslandı)
“Bir insanı,
gerçekten uyuyorsa, uyandırmak kolaydır. Ama uyumuyor da uyur gibi yapıyorsa
dünyanın tüm çabasını harcasanız da boştur.” [Gandi]
“Gezi’ye Açık Mektup,
Temmuz’un son günlerinde, Hande Çokküçük telefonla
arayarak, “National Geographic”in Türkiye versiyonu bir dergi çıkartacaklarını,
ilk sayıda Lazlar konusunu işleyeceklerini belirterek kapsamlı bir makale
talebinde bulundu. İleride yanlış bilgilendirmelere yol açabilecek bir
çalışmanın içinde bulunmak istemeyeceğimi, yazı yayımlanmadan önce görmek
şartıyla yardımcı olabileceğimi söyledim. Hande Çokküçük, endişe edecek bir
durumun söz konusu olmadığını, “operasyonun” başında bulunduğunu vurguladı.
Fotoğraf çekimleri konusunda da yardım istedi. Yörede yardımcı olabilecek kişilerin
adlarını verdim. Bu kişilere de telefon ederek yardımcı olmalarını rica ettim.
Kısa bir süre sonra, benden istenen, oldukça uzun
bir makale yazarak Hande Çokküçük’e ulaştırdım.
Birkaç gün geçti. Fotoğraf sanatçısı, üstat Manuel
Çıtak da, Arhavi'den birkaç kez telefonla arayarak bilgime başvurdu.
Aradan dört ay geçmesine rağmen, makalemin akıbeti
konusunda. “operasyon”un başındaki Hande Çokküçük tarafından hiçbir şekilde
bilgilendirilmedim. Gezi’nin 1. sayısı çıktığında, kendisini telefonla “nezaket
icabı” kutladığımda bile!
Gezi'nin Aralık 1997/3. sayısında Asan'ın,
“Karadeniz Atmacaları: Lazlar” başlıklı makalesi yayımlandı. 106, 107 ve 109.
sayfalarda satır aralarına sıkıştırdığı “yanlış” tarihsel “bilgilerle” art
niyetini açıkça ortaya koyuyor. “Pontus Kültürü” kitabıyla safını belirlemiş
olan Asan, ait olduğunu ilân ettiği kültürün siyasal örgütlenmesi olan Pontus
Krallığının saldırganlıklarına karşı topraklarını koruyan Lazlardan,
entelektüel cambazlıkla yüzlerce yıl sonra intikam almaya çalışmaktadır.
Kendisi çok iyi bilir, tarihi tahrif etmek suçtur, düzenbazlıktır.
“Yanlışlıkları” burada aktarmak istemiyorum.
Elindeki yeterli kaynaklara rağmen, neden bu “yanlışı” yaptığı sormak da
istemiyorum.
Aynı alanda beş yılını doldurmuş bir başka dergiye
rakip olma iddiasındaki “Gezi”nin, şahsıma ısmarladığı makalenin akıbeti
konusunda hâlâ sessiz kalması gazetecilik etiğiyle bağdaşıyor mu?
Lazların tarihlerine ilişkin müphem “bilgiler”
yayımlamak ve bunları spota çıkarmak ne anlama geliyor?
Ali İhsan
Aksamaz”
(Bu mektup,
“National Geographic Gezi Traveler” adlı derginin künyesinde yer alan adların
hepsine ayrıca posta ile de gönderilmiştir).
Ek 2: “National Geographic Türkiye'ye
Mektup
(02. 09. 2002 tarihinde e-mail ile gönderildi)
“National Geographic Türkiye” Forum'a,
forum@nationalgeographic.com.tr
“National Geographic Türkiye”nin Eylül 2002
sayısında Erla Zwingle’nin “Tanrılar Diyarı (Karadeniz)” başlığını taşıyan bir
“yazı”sı yayınlandı. “Gezi notları”na dayandığı anlaşılan “yazı”sına bazı
“tarihsel bilgiler” de eklediği görülmektedir. “Yazı”sında tespit ettiğim ve
tarihsel gerçeklerle örtüşmeyen ve çelişen “tarihsel bilgiler”i açıklığa
kavuşturmak ve “National Geographic Türkiye” okuyucularına katkıda bulunmak
amacıyla kaleme aldığım makalemin “National Geographic Türkiye”nin Ekim 2002
sayısındaki “forum” köşesinde yayınlanmasını rica eder, saygılar sunarım.
Ali ihsan Aksamaz (aksamaz@hotmail.com)”
“Sn. Zwingle'ye Açık Mektup!
46. sayfada şu ifadeleri kullanmışsınız: “...gemiler dolusu eski
Yunanlı yerleşimci buraya gelip kıyıdaki ticaret yolları üzerinde koloniler
kurdu... Karadeniz kıyılarının eski Yunanlılar tarafından iskân
edilmesi...”
“Gemiler dolusu eski Yunanlı” ve “iskân”
ifadelerini hangi noktaya varmak için özellikle vurgulama ihtiyacı
hissediyorsunuz? “Eski Yunanlılar”ın, Karadeniz kıyılarında koloniler
kurmalarının amacının, bu bölgenin zenginliklerini talan etmek ve yöre
insanlarını da sömürmek olduğuna neden hiç değinmiyorsunuz? “Romantik bir deniz
yolculuğu” görüntüsü çizerek kolonicileri şirin göstermeye çalışıyorsunuz.
Kullandığınız “iskân” ve “gemiler dolusu” ifadelerinizle ilgili istatistikî
bilgilere sahip misiniz?
57. sayfadaki, üst fotoğraf altında şu “açıklama” yer alıyor:
“...1920'lerde Yunanistan ile Türkiye arasında imzalanan Nüfus Mübadelesi
Anlaşması çerçevesinde bir milyon kadar Rum Ortodoks Yunanistan’a göçerken,
Yunan hükümeti de Müslüman vatandaşlarını Türkiye'ye göndermişti. Sultan Murat
Yaylası ndaki... az sayıdaki Rum ise İslâm dinini kabul ettikleri için mübadele
kapsamı dışında tutulmuştu.”
Nüfus Mübadele Anlaşması’yla Türkiye’den
Yunanistan’a giden Ortodoks Hıristiyanları özellikle etnik bir kökene
dayandırmaya çalışarak Rum olarak tanımlıyorken, Yunanistan'dan Türkiye'ye
gelenleri yalnızca Müslüman olarak tanımlıyorsunuz. “Bu mübadele”de belirleyici
olan din ise, Yunanistan’a giden bütün Ortodoks Hıristiyanları nasıl Rum etnik kökenine
dayandırabiliyorsunuz? O dönemde “Fener Rum Ortodoks Kilisesi'ne bağlı olan
herkesin etnik olarak “Rum” olduğunu iddia etmeniz bir çelişki değil mi? Yine o
dönemde anadilleri Türkçe, “Rumca” veya Lazca olan, ama “Fener Rum Ortodoks
Kilisesi”ne bağlı Ortodoks Hıristiyanların etnik kökenlerine ilişkin elinizde
bir belge var mı ?
Sultan Murat Yaylası’nda İslâm dinînin kabul edilmesiyle ilgili
verdiğiniz bilgileri hangi belgelere dayandırıyorsunuz? Bu olaylar hangi
yıllarda yaşanmış?
Sayfa 59'da, “...Eskiden Türkiye ile Gürcistan'ı birbirine
bağlayan ve eski zamanlarda Lazika Diyarı, Osmanlı döneminde ise Lazistan
Sancağı diye bilinen bu bölge...” ifadesi yer alıyor. Burada “Lazika Krallığı” ile
“Osmanlı Lazistan Sancağı”nı karıştırıyor ve “Lazia Teması”nı yok
sayıyorsunuz.
Gürcü ve Abhaz- Abaza kaynaklarında Egrisi Krallığı; Roma ve Bizans
kaynaklarında ise Lazika Krallığı olarak geçen krallık, MS 2. yüzyılda, bugün
Batı Gürcüstan olarak bilinen coğrafyada yerel siyasî birimlerin kesin biçimini
alması sonucunda ortaya çıktı. 5. ve 6. yüzyıl Bizans tarihçileri, Kolhların Lazlar
veya Kolha (Kolheti)’nın da Lazika olduğunu yazmışlardır. Kolheti, yaklaşık
olarak, bugünkü Gagra sınırından Çoruh ağzına kadar uzanan bölgeyi
kapsıyordu.
Kolhlarla “Elenler” arasında, Karadeniz havzası bölgesi bir rekabet
bölgesiydi. Kolhların yayılma alanı batıya doğru Karadeniz'in güney kıyılan
boyunca uzanıyordu. Kolheti yönetim alanı, bugün Türkiye'nin sınırlan dışında
kalan bölgeden başlamak üzere. Doğu Karadeniz kıyılan boyunca uzanırken,
Kolheti kültür alanı Güneydoğu Karadeniz kıyılarını izleyerek “Trabzon”a kadar
uzanıyordu.
“Trabzon”un doğusundan Çoruh yatağına kadar olan bölge, Lazların yoğun
olarak yaşadıkları bir bölge haline gelmesine rağmen Lazika Krallığı'nın
yönetim alanı dışında kalmıştı.
Güneydoğu Karadeniz yöresinde “Laz adını” taşıyan yönetsel bir birimin
oluşturulmasının geçmişi ancak 1204 yılına rastlar. Bu yönetim birim “Theme De
Grande Lazia” adını taşıyordu ve 1461 'e kadar yaşadı.
Bölgenin Osmanlı yönetimi altına girmesinden sonra, “Lazia Tema”sı
yönetsel birimi değişik adla devam etti. 1851 'de Acara çevresi. Yukarı Gurya
ile birlikte, kurulmuş olan Lazistan Sancağı'na bağlandı.
Sayfa 60'da, “Lazlar ve Hemşinliler gibi kadim yerli halkların
yanı sıra, burada yaşayanlardan bazılarının kökenlerinin ortaçağ Avrupa’sına,
yani Bizans'a dayandığına inanılır. Anadilleri Rumca'nın bir ağzı olan bir
grup, günümüzde Müslüman ve Türk olsa da, kimilerine göre onlar İslamiyeti
kabul etmiş Bizanslıların soyundan gelir.” şeklinde bir “bilgilendirme”de bulunuluyor.
Bu “bilgilendirme”nizde bir şeyler demek istiyorsunuz, ama
diyemiyorsunuz. Ağzınızdaki baklayı çıkarmanın yollarını aradığınız
anlaşılıyor. “Bazılarının kökeninin Bizans'a dayandığına” kim inanıyor? Kim,
kimlere göre, “Anadilleri Rumca'nın bir ağzı olan bir topluluk” olarak “Bizans
soyu”ndan geliyor?
Saygılarımla
Ali ihsan Aksamaz
aksamaz@hotmail.com”
[Bu konularda
bkz.: Stefanos Yerasimos, “Milliyetler ve Sınırlar” adlı kitapdaki “Pontus
Meselesi”, s. 351- 425, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994: Yakup Aygil, “Hıristiyan Türkler'in Kısa Tarihi”, Ant
Yayınları, İstanbul. 1995; Ali İhsan Aksamaz, “Dil-Tarih-Kültür Gelenekleriyle
Lazlar” adlı kitaptaki Lazlar ve “Pontus(lu)lar” / “Rumlar” , s. 60-78. Sorun
Yayınları, İstanbul. 2000; Dr. Yusuf Gedikli, “Pontus Meselesi”, Bilge Karınca
Yayınları. İstanbul, 2002.
[Kaynak: Ali İhsan Aksamaz, “National Geographic”in Doğu Karadeniz'i”, Sorun
Polemik Marksist İnceleme- Araştırma Dergisi, Sayı 6, Bahar 2003 (“Doğu
Karadeniz’de Resmî İdeolojiler Kuşatması”,1. Baskı, Sorun Yayınları, 2003; 2.
Baskı, Belge Yayınları, İstanbul, 2011)]
aksamaz@gmail.com
https://aliihsanaksamaz.blogspot.com/2019/03/lazlar-ve-pontuslular-rumlar.html
https://www.circassiancenter.com/tr/national-geographicin-dogu-karadenizi/