“Demagoji
uzmanları”:
https://aliihsanaksamaz.blogspot.com/2024/12/demagoji-uzmanlar.html
Bilinçli Olarak Geciktirilmiş Bir
Değinme:
https://aliihsanaksamaz.blogspot.com/2024/12/bilincli-olarak-geciktirilmis-bir.html
Bilinçli Olarak Geciktirilmiş Bir Değinme
“1964’te, Gürcistan Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti’nde Lazistan (Tarih, Coğrafya, Etnografya Araştırmaları) özgün
başlığıyla yayımlanan kitabın Türkçe çevirisi Lazlar’ın Tarihi adıyla, 1992’de Ant Yayınları tarafından kültür
hayatımıza kazandırıldı.(1)
Yayımcı,
kitaba olan yoğun ilgiyi şöyle anlatıyordu:(2) “Türkiye’de Laz sayısı çok
değil. Doğu Karadeniz’de 100 bin kişi ya var ya yoklar. Bu sayıyı dikkate
alarak kitabı yayımlarken çok düşündük. Ama sonuç beni şaşırttı. Şimdiye kadar
Çerkesler’le, Aleviler’le, Kürtler’le ilgili kitaplar yayımladım. Diyebilirim
ki, onların nicel ağırlıklarına rağmen, kendilerine yönelik kitaplara Lazlar
kadar ilgi göstermediler. Türkiye’de 20 milyon Alevi var. Alevilik’le ilgili
kitaba 100 bin Laz’ın Lazlar’ın Tarihi’ne gösterdiği ilgiyi göstermedi.
Türkiye’nin dört bir yanından telefon yağıyor. Birçok yerde adam bürokrat,
genel müdür vb. özel şoförünü gönderip kitap aldırıyor. Bu dönem yayıncılıkta
kitap siparişi bitti, hele tek kitap siparişi hiç yoktur. Ne var ki, ben
Anadolu’nun dört bir yanından aldığım tek kitap siparişinden bezdim.”
Ruşen
Çakır, kitap hakkındaki duygularını şöyle aktarıyordu: (3) “... Bir gece vakti
Beyoğlu’ndaki bir sergide, Vanilişi ve Tandilava’nın kitabını gördüm. Kapağında
kemençeli bir Laz resmi, arka kapağında ise davul çalan bir Laz genci. Ant
yayınlarından çıkan kitabı hemen satın aldım. İstiklal Caddesi’nde okumaya
başlayıp, dolmuşta devam ettim. Hem de göstere göstere ... yazım ve Türkçe
yanlışlarıyla doluydu. Ama tüm bunlar önemine gölge düşürmüyordu. Her geçen
gün, kendi diline, kültürüne, tarihine yabancılaşan, uzak düşen bir halkın
yeniden kimliğini keşfetmesi için bir kapıyı sonuna kadar açıyordu...
Kimliklerinin epey uzağına düşmüş olan Lazlar’ın bir kültürel rönesans
yaşayacaklarını söylemek hiç de kahinlik olmayacaktır...”
Trabzon’da
“Ülkücü Gençlik” imzasıyla dağıtılan bildiride ise şunlar yazıyordu:(4)
“Muhterem Trabzonlular, su uyur
düşman uyumaz. Nasıl ki 1800’lü yıllarda İngiltere’deki Başpapazlık’a (?) bağlı
bir papaz (?) Birmingham şehrindeki Kürtler’in tarihini ve alfabesini senaryo
edip yazmışsa (?) bugün de, bundan 5 yıl önce yine aynı şehirden (Birmingham)
bir profesör (?) Karadeniz’e gelir, inceler ve yazar (?). Bu seferki
Karadeniz’in ve Lazlar’ın tarihi. Londra’da vatan haini bölücülerle her türlü
parasal desteği vererek anlaşan Rumlar Karadeniz’de bir Rum Pontus Devleti
kurmanın hayalleri içinde...”
Kitaba
ilginç bir yaklaşım da Sebahattin Önkibar’dan geldi:(5)
“... Pusulanın adı: Lazların Tarihi
kitabıdır. Kitabın yazıldığı tarih: 1974’tür. Basıldığı yer: Sovyet Haber Alma
Teşkilatı KGB’nin özel baskı merkezidir...” (Lazistan Safsatası, Türkiye
Gazetesi, 2 Şubat 1993)
Kitabın
Lazlar hakkında empoze etmeye çalıştığı “bilgiler”, bazı çevreler tarafından
hiç sorgulanmadan doğru kabul edildi. Kitap ciddi bir kaynak gibi görülerek,
Lazlarla ilgili makale ve kitapların bir numaralı dayanağı haline getirildi.
Böylelikle, Lazların etnik köken, dil ve tarihlerine ilişkin demagojilerin
yayılmasına bir anlamda yardımcı olundu.(6)
Hâlâ
kendilerini Soğuk Savaş döneminin, gerçeğe dayanmayan anlamsız ve Türkiye’nin
her açıdan aleyhine olan söylemlerinden kurtaramayan, yoktan günah keçileri
yaratma konusunda oldukça deneyimli olan çevreler ise, kitabı eleştirmek
yerine, dillerini ve kültürlerini yaşatmak isteyen aydınların siyasi ve
ayrılıkçı olmayan çabalarına malum üsluplarıyla yüklendi. Farklılıkları ortaya
koyarak, birlikte yaşama kararlılığını pekiştirmek onlara göre bölücülüktü.(7)
Şüphesiz
kitap, bazı konulardaki demagojilerine rağmen, önemli bir kilometre taşı olmuş
ve bir tartışmayı başlatmıştır. Kitabın Gürcüce baskısında, dipnotlar ve kaynak
adları bulunmasına rağmen, Türkçe çevirisinde neden bu dipnotlara ve kaynak
adlarına yer verilmediği ise çevirmenin hanesine yazılması gereken
eksilerdendir.
Bu
makalede, kitapta ileri sürülen bazı iddialar üzerinde duracak ve gerçeğin ne
olduğu delilleriyle ortaya koymaya çalışacağım.(8)
Lazistan Kırallığı (!)
“Lazistan Kırallığı’nın kuruluşu,
Laz ve ya Tçani kavminin tarihi eski Kolheti kavmi ile yakından ilişkilidir.
Bilindiği gibi Kolheti Kırallığı’nın nüfusunu esas Gürcü boylarından
Laz-Tçanlar ile Manral-Megreller (Egrisliler) teşkil ediyordu.”
Kitaptan
aktarılan, yukarıdaki alıntıda üzerinde durulması gereken ilk nokta, bölüm
başlığıdır: “Lazistan Kırallığı’nın kuruluşu”. Tarihin hiçbir döneminde, ne
Doğu Karadeniz ve ne de Güneydoğu Karadeniz yöresinde adı Lazistan olan bir
kırallık kurulmuştur. Anlaşıldığı kadarıyla yazarlar (veya çevirmen) Lazika
Kırallığı ile Lazistan Sancağını birbirine karıştırıyor.
Gürcü
ve Abhaz-Abaza kaynaklarında Egrisi Kırallığı, Roma ve Bizans kaynaklarında ise
Lazika Kırallığı(9) olarak geçen
kırallık, M.S. 2.yüzyılda bugün Batı Gürcüstan olarak bilinen coğrafyada yerel
siyasi birimlerin kesin biçimini alması sonucunda ortaya çıktı. Lazika
Kırallığı, 4. yüzyılda güçlendi ve Apsilialıları, Abasgları ve Svanları
yönetimi altına aldı. Lazika Kırallığı,(10)
Kolheti Kırallığı’nın mirasçısıydı. 5. ve 6. yüzyıl Bizans tarihçileri,
Kolhların Lazlar veya Kolha’nın (Kolheti) da Lazika olduğunu yazmıştır.
Kolheti, yaklaşık olarak bugünkü Gagra sınırından Çoruh ağzına kadar uzanan
bölgeyi kapsıyordu.(11)
Milattan
öncesine dayanan çeşitli yazılı kaynaklar, Güneydoğu Karadeniz Bölgesi’nde
yaşayan, birbiriyle kaynaşmış ve Kolheti vadisinde yaşayanların akrabaları olan
kabileleri zikreder. Gerek Güney Kafkasya’da etno oluşumlarını tamamlayıp
devlet olan ve sonradan topluca göç edip Güneydoğu Karadeniz yöresine yerleşen
Megrel-Lazlar ve gerekse de ‘Ç’ani’nin değişik telaffuzu olan Tzan ile
adlandırılan ve Lazların ikiz boyu(12)
olan Makronlar, Kolheti Kültürü’nün insanlarıydı.
Kolhlarla
Elenler arasında, Karadeniz havzası bölgesi bir rekabet bölgesiydi. Kolhların
yayılma alanı batıya doğru Karadeniz’in güney kıyıları boyunca uzanıyordu.
Kuzeyde ise Kırım’a değin faaliyet gösteriyorlardı. Kolheti yönetim alanı bugün
Türkiye’nin sınırları dışında kalan bölgeden başlamak üzere, Doğu Karadeniz
kıyıları boyunca uzanırken, Kolheti kültür alanı Güneydoğu Karadeniz kıyılarını
izleyerek “Trabzon”a kadar uzanıyordu.(13)
Altıncı
yüzyıldan itibaren Kolh yerine Laz olarak adlandırılan Lazlar, Lazika
Kırallığı’nın güçlenmesi sonucu, Çoruh’u aşarak Güneydoğu Karadeniz Bölgesi’ne
yöneldi ve bölgeye kitlesel olarak göç etti. Pontus Kıralı 2. Polemon,
kırallığını Lazlar’dan koruyabilmek için hükümetini Romalılar’a teslim etti.
Kırallığı Roma’nın bir eyaleti haline geldi. Bu eyalete Pontus Polemonyakos adı
verildi.(14)
“Trabzon”un
doğusundan Çoruh yatağına kadar olan bölge, Lazlar’ın yoğun olarak yaşadıkları
bir bölge haline gelmesine rağmen, Lazika Krallığının yönetin alanı dışında
kalmıştı.
Günümüzde
Lazların yoğun olarak yaşadıkları Güneydoğu Karadeniz yöresinde “Laz” adını
taşıyan yönetsel bir birimin oluşturulmasının geçmişi ancak 1204 yılına
rastlar. Bu yönetim birimi “Theme De Grande Lazia” adını taşıyordu ve
1461’e kadar yaşadı.(15)
Bölgenin
Osmanlı yönetimi altına girmesinden sonra, Lazia Teması yönetsel birimi değişik
adla devam etti. 1519’da “Trabzon”, Batumi’nin de dahil edilmesiyle ayrı bir
eyalet haline getirildi.(16) Bu
bölgeyi 1640 yılında dolaşmış olan Evliya Çelebi, eyaletin beş sancağı
bulunduğunu yazar: Canik, Trabzon, Gönye (Gonio), Aşağı Batumi ve Yukarı
Batumi. Lazistan’ın merkezi Gönye idi. Kazaları ise Atina, Sumla, Viçe ve
Arhaviydi. Osmanlı yönetimi, Güneydoğu Karadeniz yöresini yönetsel birimlere
ayırmıştı. Koch, 15 Laz derebeyliğini sayar: Atina (Pazar, iki), Bulep,
Artaşin, Viçe, Kapiste, Arhavi, Kisse, Hopa, Makriali, Batumi, Maraditi,
Perlevan ve Çat derebeylikleri.
1851’de
Acara çevresi, Yukarı Gurya ile birlikte, kurulmuş olan Lazistan Sancağı’na
bağlandı.(17)
1877-1878
(93) Osmanlı Rus savaşları sonucu Batumi’nin Ruslar’ın eline geçmesiyle
birlikte, Lazistan Sancağı’nın merkezi Batumi’den Rize’ye taşındı.
Görüldüğü
üzere, gerek bugün Türkiye sınırları dışında kalan ve Batı Gürcüstan olarak
bilinen coğrafyada ve gerekse de bugün büyük ölçüde Türkiye sınırları içinde
kalan yörede, kitapta iddia edildiği gibi Lazistan Kırallığı adıyla bir
kırallık tarih sahnesinden geçmemiştir.
Lazlar Gürcü
mü?
Sadece
en baştaki alıntı değil, kitabın birçok yerinde ısrarla ve adeta okurları
şartlandırmak istercesine, “... esas
Gürcü boylarından olan Lazlar ve Megreller...” ifadesi geçmektedir.
Lazlar
ve Megreller’in, Gürcü olmadıklarını bizzat Gürcü kaynakları ortaya
koymaktadır.
En
eski destanî ve resmi Gürcü tarihi sayılan Kartlis Çkhovreba’nın ilk bölümünde,
Karadeniz- Hazar Denizi ve Azak Denizi ile Van Gölü arasındaki kesimlerde
yaşayan, sekiz ayrı kavimden her birinin Nuh-Nebi oğlu Yafes oğlu, Targam adlı
atadan türedikleri anlatılıyor.
Kartlis
Çkvoreba’ya göre;(18) bu sekiz
kardeşin her biri, ülkesindeki kavmin ulu atası olmuştur. Bunların adları ve
ulu atası oldukları kavimler şöyledir:
1. Hayos : Ermenilerin atası.
2. Kartlos: Tiflis ili bölgesindeki İber-Kartveli/ Gürcülerin atası.
3. Bardos: Berdalıların atası.
4. Movakan: Muganların atası.
5. Lekos: Lezgi ve Çeçenlerin atası.
6. Hero: Heret (Kahetlerin) atası.
7. Kavkas: Çerkes ve Abhazların atası.
8. Egros: Megrel-Lazların atası.
Lazika Kırallığı’nın Rioni
havzasının güney kesimi, 5. ve 6. yüzyıldaki Bizans-Pers savaşları nedeniyle,
Megrel-Laz nüfusunun tamamına yakının yitirmişti. Bu yüzden, Arap
istilacılardan etkilenen Gürcüler, Kartli (İberya/ bugünkü Doğu Gürcüstan)’den
kitlesel olarak göç ederek, bugün Batı Gürcüstan olarak bilinen Lazika
Kırallığı yönetsel alanına yerleştiler. Böylece günümüzde Müslümanları Laz,
Hıristiyanları Megrel olarak adlandırılan Megrel-Lazlar arasında Gürcülerden
oluşan ve yine günümüz Gurya/Acara olarak bilinen tempon bölge oluştu.(19)
O
dönemlerden beri Megreller ve Laz arasındaki çok yakın dil benzerliğine rağmen,
yüzyıllar boyunca kendi mecralarında yaşadılar.
Bugün
Batı Gürcüstan olarak bilinen coğrafyanın Gürcülerle tanışması çok sonradan
olmuştur. İber/ Kartveli/ Gürcü Kıralı 1.Vakhtang (450-503), Pers egemenliğinden
çıkarak bağımsız davranıyordu. Persler, üzerine ordu gönderince, Kartveli/Gürcü
Kıralı 1.Vakhtang, 483 yılında başkenti Tiflis’i bırakarak Lazika’ya
sığınmıştı. Kartvelilerin / Gürcülerin, Lazika Kırallığı coğrafyasına geçişi,
646’da Araplar’ın Tiflis’i ele geçirmeleriyle yoğunluk kazanmıştır.(20)
7.
yüzyıl Ermeni kaynaklarından olan Coğrafya’da,
Karadeniz’in doğu ve güneydoğusundaki kavimler, “Trabzon”a kadar kıyı boyunca
şöyledir:
1.
Megreller (Hıristiyan Lazlar)
2. Akriuge
(Acarlar)
3. Lazlar
4.
Ç’aniler (Lazların ikiz boyu)
Ayrıca unutulmaması gereken bir nokta
da, M.Ö.4. yüzyılda bugünkü Gürcüstan’ın Kartveli (Gürcü) olmayan kavimler ile
meskûn güneybatı bölgesi, Perslere vergi vermekle beraber, İberya/ Kartveli/
Gürcüstan’dan tamamıyla ayrı ve bağımsız bir devlet halinde bulunuyordu.
Bugünkü Batı Gürcüstan bölgesinin güneybatısı yani, bugün Acaristan olarak
adlandırılan Çoruh ve Batumi yöresi Bizanslılar’ın elinde kalmakta devam
ediyordu. Abhazya gibi, burası da İber/ Gürcü/ Kartveliler’den tamamıyla başka(21) bir kavim olan Lazlarla meskûndu.
M.Ö.
1. yüzyıldan sonra, Kolheti (Lazika) ve Kartli (İberya/ Gürcüstan) arasında,
birbiri üzerine egemenlik kurmayı amaçlayan sürekli savaşlar yaşandı. Bu
savaşlar sonucunda Roma İmparatorluğu bölgeye askeri müdahalelerde bulundu.
Romalı saldırganlar, Güney Kafkasya’ya girdiklerinde, burada üç kırallık
bulunuyordu. Kolheti (Lazika/ Egrisi) Kırallığı, Kartli (İberya/ Gürcüstan)
Kırallığı ve Albanya Kırallığı.(22)
“Abhaz”,
Ran, Kahet, Sometlerin Kıraliçesi Tamara (1184-1213) döneminde, Karadeniz’den
Hazar denizi’ne kadar olan bölgede yaşayan çok farklı etnik kökenlerden halklar
gönüllü konfederal bir yapılanmaya gitti. Kıraliçe Tamara, Haçlı Seferleri ve
Bizans Sarayı’ndaki iktidar çatışmalarından ustalıkla yararlandı. Bizans
üzerine giden konfederal ordu, Güneydoğu Karadeniz bölgesinde yaşayan Lazların
da aktif desteğiyle Çoruh’tan başlamak üzere tüm Pontus’u ele geçirdi. Kıraliçe
Tamara’nın unvanı “Abhaz”, Ran, Kahet, Sometler’in Kıraliçesi idi. Günümüzde
atfedilmeye çalışıldığı gibi “Gürcü”, “Gürcüstan” Kıraliçesi’ değil.(23)
Yukarıda
vermeye çalıştığım bilgilerden de anlaşılacağı üzere, Gürcüler, Megreller,
Lazlar, Svanlar, Acarlar, Abhazlar, Abazalar Güney Kafkasya’nın bugün olduğu
gibi, o dönemlerde de kardeş halklarıydı. Böyle olmasaydı, günümüzde bile
varlıklarını devam ettirebilmeleri mümkün olur muydu?
Rusların
Kafkasya’ya girebilmeleri, Cengiz Han’ın oğulları tarafından kurulan Altınordu
Devleti’nin mirasçısı durumundaki Moğol Hanlıklarının ortadan kalkması sonucu
gerçekleşebildi. Ruslar’ın 16. yüzyılda Astrahan Hanlığı’nı ele
geçirmeleri, onlara Hazar Denizi’ne ulaşmalarının yolunu açtı. Rusya-İran
sınırı uzunca bir süre Terek Nehri’yle çizildi. Batıda, Osmanlılar’ın Kırım
Hanlığı’nı korumaları Kırım’ın da Çerkesleri ve diğer Kafkasya halklarını
korumalarını sağladı. Osmanlılar, 1774’te Osmanlı-Rus Anlaşmasıyla Kırım
üzerindeki haklarını kaybetti. Kırım, 1783’te Ruslar’ın eline geçti.
Rusların
Kafkasya’da etkili olmaya başlamalarından önce, 17. yüzyılda, bugün Gürcüstan
olarak bilinen coğrafyada üç kırallık bulunuyordu. Başkenti Tiflis olan
Kartli Kırallığı; kuzeydoğuda Kahetya Kırallığı ve batıda Kutaisi civarını
elinde bulunduran İmereti Kırallığı. Bu kırallıkların ilk ikisi İranlılar’ın, sonuncusu
da Osmanlılar’ın denetimindeydi. Doğru Karadeniz kıyıları, adı geçen bu üç
kırallığın egemenlik alanı dışındaydı. Kuzeyde Soçi-Sohumi arası Abhazya’ya;
Sohumi-Poti arası Megrelya’ya; güneyde Poti-Batumi arası Gurya’ya aitti. Bu üç
prenslik Osmanlı’ya haraçla bağlıydı. Güneybatıda ise Samtshe ve Saatabego
prenslikleri vardı. Bu prensler, zamanla İslâmiyet’i benimsedi ve Osmanlı’ya
doğrudan bağlı birer valilik haline geldi.(24)
Gürcüler,
Transkafkasya’da ilk ayak basabilecekleri yeri Çarlık Rusyası’na verdiklerinden
dolayı bir anlamda sorumludurlar. Büyük Katerina’nın Rusyasıyla yaptıkları 1783
Georgievsk Anlaşması ile Gürcü askeri
yolunun açılmasına ortam hazırlamış oldular.(25)
1783’te
Kırım’ı ilhak etmelerinden sonra, Ruslar ertesi yıl Petrovsk’u ve kentin
Dağıstan’daki art bölgesini işgal ettiler ve Kaheti’yi de kendine bağlamış olan
Kartli (Gürcüstan) Kırallığını korumaları altına aldılar. Ruslar, Viladikafkas
kentini kurdular ve Gürcüstan ile doğrudan ilişki kurmalarına imkan veren
Daryali Boğazı’nı açtılar. Son Kartli (Gürcüstan) kıralı ölürken yaptığı
vasiyetle kırallığını Rusya’ya bıraktı. 1803’te Megrelya, 1804’te İmereti ve
Gurya, 1856’da Svaneti Rusya’nın egemenliğine geçti.(26)
Görüldüğü
üzere, 19. yüzyıla gelindiğinde bile, değil Gürcü boyu (!!!) Megreller’den,
Lazlar’dan, Svanlar’dan ve Acarlar’dan, bugünkü Gürcüstan coğrafyasından
bahsetmek mümkün değildi.
Aslında
kitap sadece gerçeklerle değil, bazen kendisiyle de çelişiyor. Kitapta birçok
yerde “...T’çanlar Gürcü ırk grubunun bir
üyesidir...” “Güneyli Gürcü kökenli Tçan-Lazlar.... Kuzeyli Gürcü kökenli
Megreller...”; “...Laz Gürcüleri...”; “...Gürcü soyundan Lazlar...” (s.10,
34, 36, 40) gibi ifadelere yer veriliyorsa da, “...Gürcü kırallarından biri nedense Lazlara saldırmış, ülkeyi orta
yerinden ayırıp aralarına esas Gürcü boylarından aileleri yerleştirmiş...”
(s .61) ve “.. Doğu ve güneydoğu yönünde
yaşayan Müslüman Gürcülerdir. Bunlar arasında Gürcüleşmiş Lazlar da vardır...”
(s.72) gibi, kendileriyle çelişkili ifadelere de yer verilmektedir.
Eğer
kitabın başından beri iddia ettiği gibi, Lazlar Gürcüyse (!) nasıl bir daha
Gürcüleşmiş (!) oluyorlar ve esas (!) Gürcü kim?
Gürcüce
konuşan Acarlar bile, Gürcü olmadıklarını belirtirken, anadilleri Gürcüce
olmayan, Megrel-Lazlar, Svanlar nasıl Gürcü (!) oluyor?(27)
Bu
noktada sözü, İznik’te faaliyet gösteren Batum ve Havalisi Kültür Derneği’nin
yayın organına bırakıyorum:(28)
“Sovyet Gürcistan’ın Moskova’dan
kaynaklanan şovenist politikaları nedeniyle Acarlar’ın 1929 sonrası etnik,
dini, kültürel, tarihi kimlikleri yok sayılmış ve Acarlar’ın Gürcüler’den ayrı
bir halk olduğu unutturulmaya çalışılmıştır. Aynı şekilde Gürcistan SSC içinde
yaşayan Abhaz, Oset, Svan, Megrel ve Lazlar’ın da Acarlar gibi Gürcü kimliğinin
bir parçası olduğu yıllarca savunulmuştur.
SSCB döneminde Moskova yönetimi,
sürekli olarak Çarlık Rusyası ordularından kaçıp Anadolu’ya yerleşmiş olan
Acarlara, Gürcü kimliği aşılamaya ve Türkiye’de bir tür beşinci kol yaratmaya
çalışmıştır. Moskova kaynaklı bu sistemli politikalar, Acaristan-Türkiye
arasında demirperde yönetiminden kaynaklanan bilgi ve iletişim yetersizliğinden
dolayı kısmen başarılı olmuştur. Acaristan Acarları, milli kimliklerin
Gürcistan SSC şovenizmine karşı korumaya çalışırken, Türkiye’de yaşayan bir
kısım yarı aydın Acar, Moskova’nın propaganda rüzgarlarına kapılarak, Acar
kimliğini bırakıp, Gürcü kimliğini doğal bir şekilde kabul etmiştir.
Sarp Sınır Kapısı’nın açılması ve
SSCB’nin dağılması ile birlikte Acaristan ile Türkiye arasındaki demirperdenin
kalkması sonrası sınırın iki yakasında yaşayan Acarlar gerçekler ile
karşılaşmaya başlamış, yıllarca Moskova’dan Gürcü kimliğini empoze etme
propagandalarının asılsızlığını göremeye başlamışlardır...”
Megrelce ve Lazca Gürcüce’nin
diyalekti mi?
Bilindiği
gibi, dilbilimciler, Güney Kafkasya dil ailesinin üç ayrı dile ayrıldığı
konusunda hemfikirdir. Bu üç dil, Gürcüce, Svanca ve Zanca’dır. Kolheti Dili(29) olarak da bilinen Zan Dili,
Megrelce ve Lazca olarak iki kola ayrılır.(30)
Kitap,
(Lazlar’ın Tarihi) Lazca ve Megrelce
ile ilgili, bu bilimsel tespiti aynen aktarmaktadır: “...Laz lisanı yakın akrabası olan Megrel lisanı yanında az çok
farklılıklar göstermektedir...”; “...Laz ve Megrelce metinlerin
karşılaştırılması, bu iki lehçenin tek bir dilin öğeleri olduğunu ortaya
koymuştur...”; “...Kırsal kesim Lazcasının Megrelce’den pek farkı yok
gibidir...”; “Bugün Laz Megrel lehçelerinin tek bir lisan Zanca’nın iki ayrı
ağzı olduğu hususunda ihtilaf kalmamıştır...” (s.59, 61, 78, 79.)
Ancak
kitap, demagojik ifadeleri kullanmaktan da geri durmuyor: “Bu dil
(Lazca) Gürcüce’nin bir diyalektidir...”; “...Bizim dilimiz (Lazca) Gürcüce’nin
bir lehçesidir...”; ‘“..Zanca’nın... Gürcüce’nin ta kendisi olduğunu söylemeye
gerek olduğunu sanmıyorum...” (s. 56, 70, 79)
Bu
demagojik ifadelere, Megrel aydını Nugzar Dzhodhua bir anlamda şöyle karşılık
veriyor:(31)
“Çocuklarınız ve torunlarınızla
konuşurken, onlara hangi dille hitap ettiğinizi sorabilir miyim? (Megrelce mi
Gürcüce mi?)...
Haziran 1990’da, Londra’da toplanan
5. Avrupa Kafkasoloji Kongresi toplantıları yapıldı. Sunulan tebliğlerden biri
Megrelce ve Lazcaya ayrılmıştı. Kardeş dil lazca’nın Türkiye’deki durumu gibi
Megrelce’nin de Gürcistan’da yok sayıldığı konuları, tebliğin tartışılan
noktalarındandı...
... Eğer bir Megrel çocuğu Gürcüce’yi okulda öğrenemezse,
çocuğun anadili Megrelce olduğu için, Gürcüce’yi hiçbir zaman
öğrenemeyecektir...
Hiçbir tarihçi, dilbilimci, dil
bilgini veya herhangi bir dalda uzman kişi Megreller’in Gürcü olduğunu
ispatlayamaz. Megreller kendilerini Gürcü kabul etmeye (Sovyet periyodunda)
zorlandı ve işte bu yüzden, bugün ya da yarın ağırlığını hissetirecek ve uzunca
bir süre de etkili olacak Megrelya ve Megreller sorunu bunca yıl sıcak
kalmıştır...”
Türkiye’deki
bir grup “Gürcü aydını” tarafından yayımlanan Çveneburi Dergisi’nde de Lazlar’ın
Tarihi adlı kitabın Megrelce ve Lazca’nın, Gürcüce’nin bir diyalekti olduğu
(!) iddiasını çürüten şu ifadelere rastlıyoruz:(32)
“... Bazı dilbilimciler Laz-Megrel
ve Svan dillerini, Gürcüce’den ayrı bir dil değil, Gürcüce’nin lehçeleri olarak
kabul eder. Ancak bir Gürcü’nün, bu diller arasındaki temel yapı
benzerliklerine karşın, Laz-Megrel ve Svan dillerini anlaması mümkün
değildir...”
Stockholm
Üniversitesi öğretim üyelerinden Joakim Enwall da, Megrelce ile ilgili şu
aktarmayı yapıyor:(33)
“... Megrelce, bilim tarafından
(Marr, Tsagareli, Kipşidze ve diğerleri) ispatlanmış bir dildir... Megrel
köylüsü Megrelce konuşur ve bu dille yaşar... Madem ki Megrel köylüsü daha iyi
bir dili bilmiyor, Megrelce’yi kullanmalıdır...”
Kitapta,
“...Laz lisanının köreltilip
Osmanlıca’nın hakim kılınması...”; “...padişah buyruğuyla Laz lisanı, devlet
dairelerinde olduğu gibi, aile arasında da kullanılması yasaklandı. Lazların
her yerde ve aile arasında Türkçe konuşmaları zorunlu hale getirildi... Bunca
ağır Osmanlı baskısı altında artık Laz anadili ve kültürünü yaşatmak
olanaksızdı.”; “.. Hopa’da Faik Efendi... Sultan Hamid döneminde bir Laz
Alfabesi vücuda getirilmesi için girişimde bulunmuş... yakalayıp zindana kapatmışlar...
Ailesini başka illere sürmüşler, buldukları belgeleri ateşe vermişler...” (s.
61, 71) gibi tarihsel gerçeklere temas edilirken, Gürcistan SSC’de yaşayan
Lazlar’ın 1920’lerden itibaren “kültürel haklar”a sahip oldukları, “Lazca
anadil okulları”nın da bulunduğu, dillerinde gazete, kitaplar çıktığı ve
1930’lu yılların sonlarında bu kültürel haklarının ellerinden alındığı, Lazca
okullar direktörü İskender T’sitaşi’nin katledildiği gibi gerçeklere hiç temas
edilmiyor. Günümüzde tüm canlılığıyla yaşayacak olan Laz Edebiyatı’nın neden
engellendiği, bunun Gürcü-Laz kardeşliğine ne gibi zarar vereceği, kitabın ilgi
alanında olmayan (!) konulardır.(34)
Kitabın
hiç değinmediği konulardan bir tanesi de, Megrelce’ye karşı Sovyet periyordunda
izlenen zalimane uygulamadır.(35)
1914’te,
St. Petersburg’da N. Marr tarafından planlanan filoloji programının bir sonucu
olarak, Megrelce’nin zamanın en mükemmel Kafkas dili olarak tanımlandığı
Kipşidze’nin Grammatika Mingrel’skogo
(İverskogo) Jazuka sxrestomateju i Sloveram adlı kitap oldukça önemlidir.
1
Mart 1930’da, 1932’den itibaren Megrelce günlük olarak yayımlanacak olan Kazakişi Gazeti (Köylü’nün gazetesi)
yayın hayatına başladı. Bu gazete, hiç Gürcüce bilmeyen veya çok az Gürcüce
bilen Megrelya köylüsüne yeni ideoloji ve sosyal gelişmeler hakkında bilgi
vermek amacıyla yayına başladı.
İddia
edildiği gibi geçen yüzyılın sonlarında bütün Megreller, Gürcüce bilmiş
olsalardı, 1930’larda parti yerel komitesinin yayın organı olan böyle bir
gazeteye gerek kalmayacaktı. Kazakişi
Gazeti, 1 Ocak 1936 tarihine kadar tamamı Megrelce olarak yayımlandı. Ancak
bu tarihten sonra adı değiştirildi. Komunari
oldu ve yarı Megrelce yarı-Gürcüce yayın hayatına devam etti. Komunari, 22 Temmuz 1938 tarihine kadar
yayın hayatına devam etti. Bu tarihte Komunari
adı değiştirildi ve tamamen Gürcüce olarak yayımlanmaya başladı. Mebrjoli (Gürcüce “Savaşçı”) adını aldı.(36)
Kitap,
geçmişte Lazca ve Megrelce’nin yazılı edebiyat dilleri olmalarının
engellenmesine hiç değinmediği gibi, “...Rusların
... hataları... Rus kesimindeki Lazistan halkına kendi öz lisanları Gürcüce ile
tedrisat göstermek yerine... onları... Rus lisanıyla okutmalarıydı... “ (s.63-64)
diyerek şoven yüzünü ortaya çıkarıyor.
Laz Tehciri
Kitabın
belirttiği gerçeklerden biri de, Lazların tarihsel olarak yaşadıkları
coğrafyadan tehcir edilmiş olmalarıdır:
“… yerli Laz unsuru ise
Anadolu’nun uzak semtlerine sürülmeye başlandı...”; “... 1810 yılında tüm
Lazistan nüfusu 600 binden fazla iken bunun 400 bini yurtlarından uzaklaştırılmış,
kalan 200 bini halen eski yerlerinde yaşamaktadır...” (s.55, 59)
Kitabı
Türkçe’ye çeviren kişi tarafından, Türkçe’ye kazandırılan “Kazakistan’a Sürülen
Lazlar” başlıklı makalede anlatılan Laz tehciri ve nedenlerinden, kitapta
nedense (!) hiç bahsedilmiyor.
Bakın,
“Kazakistan’a Sürülen Lazlar” başlıklı makalede neler yazıyor:(37)
“...1949 yılında, Doğu Gürcistan’da
Meskhi Gürcüleri’nin başında patlayan bomba bu kez Batı Gürcüstan’daki Laz
halkının başında dolaşmaya başladı... Lazlar da beş yıl önce Meskhiler’in
çıkarıldıkları ölüm yolculuğuna çıkarıldı. Meskhiler’in uğratıldıkları jenosite
uğratıldılar. Lazlar’ın cesetleri, Kazakistan Çölü’ndeki Meskhiler’in kemikleri
üzerine ilave edildi. Kazakistan ölüm yolu, insanlık dışı yaşam
koşulları nedeniyle Laz nüfusunun yarısını kendine kurban etti. Menzile ancak
yarısı ulaşabildi.
Laz Halkı, bugün yaşadıkları yörenin
yerli etnik adıyla anılıyor. Kimisine Türk, kimisine Kazak, kimisine Özbek adı
yakıştırıldı. Toplam nüfusları da 20 bine indirgendi...
Sürgüne gönderilen Laz ailelerinin
çocukları 40 yıldan fazladır, Rus, kazak, Özbek okullarında okutuluyor. Artık
bunların anadillerini unutmuş olmaları hayret edilecek işlerden olamaz...
Lazlar’ın sürgün nedeni, bugüne
kadar anlaşılabilmiş değildir. Bunu kimin düşündüğü, kime ne kazandırdığı,
Lazlar’ın suçunun ne olduğu ortaya çıkmış değil...”
Kitap
yalnızca sıradan insanın aklını karıştırmakla, Laz Dili ve Kültürü’ne karşı
olan Soğuk Savaş Dönemi endeksli çevrelere iyi (!) bir malzeme olmakla kalmadı,
aynı zamanda SSCB’nin çöküşüyle konu sıkıntısı çeken ve etnik kültürlerle
birden ilgileri kabaran çevrelere de başvuru kitabı haline gelerek,
yanlışlıkları yazılı olarak aktarılır oldu. Ancak, Ogni Dergisi’nin 1993’te yayın hayatına başlaması, Lazlarla ilgili
ciddi yayınların kamuoyunun bilgisine sunulması ve eskiden kapalı bir kutu olan
SSCB’nin 15 cumhuriyetinde yaşayan halklarla ilgili olarak kendilerine resmî
tarih empoze edilen bilim adamlarının önündeki engellerin kalkması, bu alanda
bilimsel araştırma ve çalışmaların yolunu açmıştır. Bu gelişmeler, şüphesiz
şovenist eğilimlerin kırılmasında önemli olmuştur.
Lazlar’ın Tarihi türü, demagojik propaganda içeren,
“Soğuk Savaş Dönemi” amaçlarına uygun olarak hazırlanmış böyle bir kitap
yerine, 1920’lerde yazılı edebiyat dili haline getirilme süreci başlayan Lazca
ile ilgili, o dönemlerde yayımlanmış olan gazete, dergi ve kitapların tozlu
arşiv raflarından indirilerek kamuoyuna kazandırılması, Lazca’nın neden yazılı
edebiyat dili olma sürecinin engellendiği konularına değinen çalışmaların
yapılması daha etkili olmaz mıydı?
Dipnotlar:
(1). Kitabın ilk bölümü, Çveneburi Kafkasoloji Dergisi’nin 6-7.
sayısında yayınlanmıştı (İstanbul,
1979).
(2). Haşim Akman, “Laz
Enstitüsü Kuruluyor”, Aktüel, sayı
66, 8-14 Ekim 1992.
(3). Cumhuriyet Kitap, sayı 131.
(4). Aktaran: Ümit Bayazoğlu,
“Sıkıcı Bir Laz Fıkrası”, EP (Ekonomi Politika),
sayı 31,
27 Haziran- 4 Temmuz 1993.
Anlaşıldığı kadarıyla bu bildiriyi kaleme alan(lar) kitabı hiç görmemişler.
(5). “Lazistan Safsatası”,
Türkiye Gazetesi, 2 Şubat 1993.
(6). Hâle Soysu, Kavimler Kapısı- I, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1992; Cemil Gubaz,
“Karadeniz Ve Kafkasya Halkları”, Hedef,
sayı 26, İstanbul, Aralık 1993; “Tarihi Unutturulmuş Bir Halk: Lazlar”, Özgür Karadeniz, sayı 14, Trabzon, 1
Haziran 1995; Mihriban Artıklar, “Fıkralar Halklara Karşı”, Özgür Yaşam, İstanbul, 7-13 Ekim 1995; Doğu Karadeniz’in En Eski Halkı Lazlar, Yeni Kafkasya Güneşi, sayı 1, İstanbul,
Mart 1996. Şüphesiz, yukarıdaki makaleleri yazanları kasıtı davranmakla
suçlamıyorum.
(7).
Necati Zincirkıran, “Bir Bu Eksikti!...”, Bugün,
2 Şubat 1993; Karadeniz Fıkraları ve Doğu Karadeniz Tarihi, Soner Yayım,
İstanbul, 1993. Bu şahıslar en azından “Genelkurmay Basımevi” tarafından
(Ankara, 1966) yayımlanan, W.E.D. Allen ve Paul Muratoff’un Kafkas Harekatı, 1828-1921, Türk-Kafkas
Sınırındaki Harplerin Tarihi adlı kitabı okumuş olsalardı, Lazların hiçbir
zaman “bölücü” olmadıklarını görecek ve talihsiz satırları kaleme alma ihtiyacı
hissetmeyeceklerdi. Lazların, Osmanlı İmparatorluğuna hayret verici
bağlılıkları için bkz.: Wolfgang Feurstein, “Bir Alman Gözüyle Lazlar”, Ogni Kültür Dergisi, sayı 2, Ocak 1994.
(8).
Makalemde sıkça geçecek olan “kitap”, “kitabın”, “kitabı” gibi ifadelerden
“LazLar’ın Tarihi” adlı kitap kastedilmektedir. Lazca kelimelerde kullanılan (
‘ ), kendisinden önce gelen harfi yumuşatmak açacıyla kullanılmıştır.
(9).
Gerg Amıcba, Ortaçağ’da Abhazlar, Lazlarr, s. 7, Nart Yayıncılık, İstanbul,
1993.
(10).
Fahrettin Çiloğlu, Gürcülerin Tarihi, s. 37, Ant Yayınları, İstanbul, 1993.
(11).
F. Çiloğlu, a.g.k., s. 34.
(12).
Bkz.: M. Fahrettin Kırzıoğlu, “Lazlar/ Çanarlar”, VII. Türk Tarih Kongresi, 2. Seksiyon, Cilt I, Ankara, 1972.
(13).
Hayri Ersoy, Aysun Kamacı, Çerkes Tarihi, s.23, Tümzamanlar Yayıncılık,
İstanbul, 1992; F. Çiloğlu, a.g.k., s. 35.
(14).
Mahmut Goloğlu, Pontos, s.108-111,
Ankara,1973.
(15).
Alexandre Toumarkine, Les Lazes En
Turquie (Repéres Chororologiques), s. 108, Les Editions ISIS, İstanbul,
1995.
(16).
V. Minorsky, İslam Ansiklopedisi (Laz
Makalesi), cilt 7, s. 25, Maarif Basımevi, İstanbul, 1957.
(17).
F. Çiloğlu, a.g.k., s. 79.
(18).
Hayri Hayrioğlu, “Meshhet Ülkesi ve Meskhilerin Ulusal Kimliği”, Bizim İnegöl
Gazetesi, 10 Mart 1995; M. F. Kırzıoğku, a.g.y.; “Acaristan Özerk Cumhuriyeti”,
İznik Batum ve Havalisi Kültür Derneği, yayın no: 1, s. 5-6.
(19).
Peter Gold, FrankJ. Gillis, Indiana University, Archives Of Traditional Music
Folklore Instutute, Bloomington, USA; H. Hayrioğlu (çev.), “Yüzyıl Önce
Ç’aneti”, Ogni Kültür Dergisi, sayı 1, Kasım 1993.
(20).
“Acaristan Özerk Cumhuriyeti”, s. 6.
(21).
İslâm Ansiklopedisi (Gürcüstan maddesi”, Cilt 4, s. 837-839, Millî Eğitim
Basımevi, İstanbul, 1964.
(22).
F. Çiloğlu, a.g.k., s. 35.
(23).
H. Ersoy, A. Kamacı, a.g.k., s.78; Bkz.: M. Recai Özgün, Lazlar, Çiviyazıları Yayınları, İstanbul, 1996.
F. Çiloğlu, Gürcülerin Tarihi
başlıklı kitabında, “Kartli’nin Gürcü krallarının adlarını periyodlara göre
verirken, onların çağdaşları olan Lazika krallarının adlarından neden hiç
bahsetmiyor?!
(24).
Stefanos Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar, s. 276-277, İletişim Yayınları,
İstanbul, 1994.
(25).
George Hewitt, “Çeçenler ve Komşuları”, Birikim,
sayı 78, Ekim 1995.
(26).
S. Yerasimos, a.g.k., s. 277.
(27).
Acaristan Ö. C., Önsöz, s.V.
(28).
A.Ö.C., s. V-VI.
(29).
Hans Vogt, “Caucasian Languages”, Collier Encyclopedia, cilt 5, s. 578/ a, Mac
Millan Educational Company, New York, 1985; T. Halasi-Hun, A. H. Kuipers, K. H.
Menges, Peoples and Languages of the
Caucasus, s. 13-14, Mouton/ Co. Printers, The Huge, The Netherlands, 1959.
(30).
F. Çiloğlu, a.g.k., s.15.
(31).
“Ben Bir Megrelim”, Alaşara, sayı
5-6, Ağustos-Eylül 1995.
(32).
F. Çiloğlu, “Gürcüce’ye Giriş”, Çveneburi
Kültürel Dergi, sayı 7, İstanbul, Ocak 1994.
(33).
Joakim Enwall, “Kazakişi Gazeti”, Alaşara,
sayı 9-10, Aralık 1995- Ocak 1996.
(34).
Mç’ita Murun3xi (1929); İskender T’sitaşi, Lazuri
Alboni (Lazca Alfabe), Sohumi, 1935; İ. T’sitaşi, Ok’itxuşeni
Supara (Lazca Ders Kitabı), Sohumi, 1937. Bkz.: Ali İhsan Aksamaz,
“Türkiye’de Bir Kafkasya Dili: Lazca”, Alaşara,
sayı 7-8, Ekim- Kasım 1995.
(35). Bkz.:
George Hewitt, “Güney Kafkasya ve Megrel-Lazların Kültürel Hakları”, Birikim, sayı 85, Mayıs 1996.
(36).
“… Bilinmeyen bir gerçek ise; Türkiye ile
karşılaştırıldığında, kendileri Türkiye’de azınlık olan Gürcüler, Gürcistan
Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nde, insanlık tarihinin bilinmeyen dönemlerinden
beri, Kolkhis (Kolheti) denilen
yörede yerleşmiş olan Megrellere kendi dillerini konışma hakkı tanımamaktadır…”
(W. Feurstein, “Bir Alman Gözüyle Lazlar”, Ogni Kültür Dergisi, sayı 2, Ocak 1994), Bkz.: G. Hewitt, a.g.y.;
Ronald Wixman, Language Aspects of Ethnic
Patterns in the North Caucasus, s.
83, 130-131, The Department of Geography, The University of Chicago, Illinois,
1980.
(37).
Ocak 1989’da “Radio Liberty”de yayımlanan bu makale, Hayri Hayrioğlu tarafından
Türkçeye çevrilmiştir. (Bkz.: Ogni Kültür
Dergisi, sayı 1, Kasım 1993).
[Kaynak:
Ali İhsan Aksamaz, “Bilinçli Olarak Geciktirilmiş Bir Değinme”, Tarih ve
Toplum Dergisi”, Sayı 161, Mayıs 1997, İletişim Yayınları (“Doğu Karadeniz’de
Resmî İdeolojiler Kuşatması, 1. Baskı, Sorun Yayınları, 2003; 2. Baskı, Belge
Yayınları, İstanbul, 2011)]