28 Mayıs 2025 Çarşamba

Lazca- Türkçe Fabllar-1/ CİVCİV- ǮİP̆İLİ

 

 


 

CİVCİV- ǮİP̆İLİ

 

Civciv, otlamak için küçük bahçeye gitti. Orada geziniyor, otluyordu. Bir elma ağacının altında otluyorken, ağaçtan bir yaprak düşüp Civciv’in kuyruğuna dokundu. Civciv, çok korktu. Oradan kaçıp annesine gitti.

-- Anne, anne! - Civciv seslendi.

-- Ne var, evlâdım, ne oldu sana böyle?

-- Anne, gök yarıldı. Bir parçası da kuyruğuma düştü, kaçalım anne!

Hemen oradan kaçtılar. Çok yol gittiler. Bir Ördeğe rastladılar.

-- Ördek Kardeş, nereye gidiyorsun böyle? -Tavuk sordu.

-- Evime gidiyorum.

-- Oralarda gök yarıldı. Civciv’im söyledi.

--Civciv, evlâdım, sana kim söyledi?

-- Ben kendi gözlerimle gördüm, göğün bir parçası da kuyruğuma düştü.

Üçü birden yola koyuldular. Biraz gidince bir Kaz’a rastladılar.

-- Kaz Kardeş, sen nereye gidiyorsun böyle? - Ördek sordu.

-- Evime.

-- Oralarda gök yarıldı da sen nasıl gidiyorsun?

-- Sana kim söyledi?

-- Bana Tavuk Kardeş söyledi.

-- Tavuk Kardeş, sana kim söyledi? - Kaz sordu.

-- Bana evlâdım, Civciv’im söyledi.

-- Civciv, evlâdım, sana kim söyledi?

-- Ben kendi gözlerimle gördüm, göğün bir parçası da kuyruğuma düştü.

Kaz da Civciv’e inandı. Şimdi dördü birden yolda gidiyor. Giderlerken giderlerken yolda bir Çakal’a rastladılar.

-- Çakal Kardeş, nereye gidiyorsun böyle? - Kaz sordu.

-- Evime.

-- Hayır, hayır, oralarda gök yarıldı! Sakın gitme! - Kaz, Çakal’a böyle dedi.

-- Sen nereden biliyorsun?

-- Bana Ördek Kardeş söyledi.

-- Ördek Kardeş, sen nereden biliyorsun? - Çakal sordu.

-- Bana Tavuk Kardeş söyledi.

-- Tavuk Kardeş, sen nereden biliyorsun?

-- Bana Civciv’im, evlâdım söyledi.

-- Evlâdım, Civciv, sen nereden biliyorsun?

-- Ben kendi gözlerimle gördüm, göğün bir parçası da kuyruğuma düştü.

Kurnaz Çakal onlara şöyle dedi:

“Siz hiç dert etmeyin! Benim çok iyi bir mağaram var. Oraya gidelim. Orada bize bir şey olmaz.”

 

Kurnaz Çakal’ın bu sözleri hepsinin de çok hoşuna gitti. Yola koyuldular. Mağaraya girdiler… Mağaraya girdikten sonra Kurnaz Çakal hepsini afiyetle bir güzel yedi.

 

Onların başına bütün bunlar küçük bir Civciv’in aklı yüzünden geldi.

+

 

ǮİP̆İLİ

 

Ǯip̆ili getasuleşa idu ocuşeni. Gulun, cums. Ar uşkurişi ncaş tude ort̆uşi, but̆k̆a melu do Ǯip̆ilişi k̆udelis gyat̆u. Aşkurinu Ǯip̆ilis, imt̆u do nana muşişa komextu.

-- Nana, nana! - ucoxoms Ǯip̆ilik.

-- Mu noren, mu gağodu?

-- Nana, ʒa gont̆roxu do ar finç̆a k̆udelis gemat̆u, bimt̆at, nana!

İgzales. Dido didi gzas ides do ar Bibi konages.

-- Bibi, so ulur? -Kotumek k̆itxu.

-- Oxorişa mebulur.

-- Hek ʒa gont̆roxu. Ǯip̆ilik miǯu.

--Ǯip̆ili, si mik giǯu?

-- Ma toli çkimite bžiri, ʒaşi ar finç̆a k̆udelis gemat̆u.

Sumi-xolok gza dokaçes. Ar mʒika idesşi, Ğorğoci konages.

-- Ğorğoci, si so ulur? - Bibik k̆itxu.

-- Oxorişa.

-- Hek ʒa gont̆roxu do muç̆o ulur?

-- Si mik giǯu?

-- Kotumek miǯu.

-- Kotume, si mik giǯu? - K̆itxu Ğorğocik.

-- Ǯip̆ilik miǯu.

-- Ǯip̆ili, si mik giǯu?

-- Ma toli çkimite bžiri, ʒaşi ar finç̆a ma k̆udelis gemat̆u.

Ğorğocis daceru do haǯi oxto-xolo ti nulunan. İdesşi, mk̆yapu konages.

-- Mk̆yapu, so ulur? - Ğorğocik k̆itxu.

-- Oxorişa.

-- Var, var, hek ʒa gont̆roxu, mo ulur! - Uǯu Mk̆yapus Ğorğocik.

-- Si mu giçkin?

-- Bibik miǯu.

-- Bibi, si mu giçkin? - Mk̆yapuk k̆itxu.

-- Kotumek miǯu.

-- Kotume, si mu giçkin?

-- Ǯip̆ilik miǯu.

-- Ǯip̆ili, si mu giçkin?

-- Ma toli çkimite bžiri, uci çkimite bogni, ʒaşi ar finç̆ati k̆udelis gemat̆u.

-- Ma k̆ayi mağara miğun, Mk̆yapuk mutepes uǯumers, hek bidat mutu var mağodenan.

İri-xolos k̆ayi daǯones do ides. Mağaras komeşiles… Komeşileşk̆ule Mk̆yapuk iri-xolo oç̆k̆omu.

Hentepes na ağodes mteli ar Ǯip̆iliş nosite.

 

 



[Kaynak kitap: Ǯitaşi İskenderi, M. Vanişi, S. Koseşi, “Oitxuşeni Supara/ Majurani fila” , Abazistanişi Devletiş gamamşkumala, Sohum, 1937, Gürcistan SSC., SSCB (1937 Latin Alfabesinden 1984 Latin Alfabesine çevriyazı ve Lazcadan Türkçeye tercüme: Ali İhsan Aksamaz, İstanbul, 1997)]

 

 aksamaz@gmail.com

 

https://www.circassiancenter.com/tr/lazca-turkce-fabllar-1-civciv-%c7%afip%cc%86ili/

 



["Ǯip̆ili/ Civciv" başlıklı fablın Türkiye'de yayınlandığı kaynak: Ali İhsan Aksamaz, “Dil-Tarih- Kültür- Gelenekleriyle Lazlar”, 1. Baskı, Sorun Yayınları, İstanbul, 2000]





+





21 Mayıs 2025 Çarşamba

Laz Aydınları ve Sorumluluk

 



Laz Aydınları ve Sorumluluk

 

Anadolu coğrafyası, birçok halkı sinesinde barındırıyor. Bu halkların bazıları; Lazlar, Araplar, Gürcüler, Kürtler gibi Anadolu’nun yerlisidir. Bazıları da Abhazlar, Çeçenler, Boşnaklar, Çerkesler gibi başka diyarlardan çeşitli sebeplerle göçüp Anadolu’ya yerleşmişlerdir.  Kimileri Anadolu’nun belirli bir bölgesinde çoklukla, kimileri de Anadolu’da dağınık bir şekilde yaşarlar. Bu halklar ister Anadolu’da yerli ve toplu olarak yaşasınlar, isterse de göçmen ve dağınık olarak yaşasınlar artık Anadolu’nun öz evlatlarıdır; Anadoluludurlar ve sosyal kaderleri de aynıdır. Bu gerçeklik, en az yüzyıl böyledir.

Bu halklar kendi ana dilleriyle ve kültürleriyle yalnızca Anadolu’nun değil, bütün insanlık tarihinin dinamizmini ve zenginliğini de oluştururlar.

CHP’nin ideologluğunu ve politikalarının da uygulayıcılığını yaptığı hâkim sınıflar, taa başından beri bu halkları, ana dillerini ve kültürlerini yok saydı. Yok saymakla da kalmayıp onları inkâr, imha ve asimilasyon politikalarıyla yok etmek için elinden geleni yaptı. Önce Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiye yılları, Sovyet Devrimi’nin ortaya çıkış yılları ve ardından da  “Soğuk Savaş”yılları dedikleri, CHP’nin tek parti burjuva diktatörlüğü ve onun haleflerine cömertçe engelsiz yıllar sundu.  Sovyetler Birliği’nin çözülüşü, CHP’nin projelerinin de yine taa başından beri başarısız olduğunu da gözler önüne serdi. Günümüzde bütün yakıcılığıyla yaşadığımız “Kürt Ulusal Sorunu”, bunun en belirgin ve net bir örneğidir.

 

Siyasî literatürde “Millî Mesele” ve “Milliyetler Meselesi” olarak da bilinen bu soruna  “Sosyalist Sol”  başından beri somut projeler üretemedi, Anadolu halkını meydana getiren çeşitli ana dillerden, kültürlerden ve dinlerden, mezheplerden insanların emekdaşlık temelinde hem kendi kimliğini hem de ortak Vatan Emekdaşlığı kimliğini bilinç, kararlılık ve kıskançlıkla savunabileceği somut projeler üretemedi. Onların kültürel ve siyasal haklarının savunulması noktasında da zayıf kaldılar. Sovyetler Birliği’nin çözülmesi; birçok toplumsal olay, olgu ve sürecin daha iyi anlaşılmasına ve yorumlanmasına katkı sağlayacak bir ortamın da ortaya çıkmasına imkân sağladı.

Türkiye’nin “Millî Meselesi” ve “Milliyetler Meselesi”  vardır.  Bu vb. sorunların artık slogan ve ajitatif lakırdılarla da geçiştirilemeyeceği açıktır. Sorunun anlaşılması ve çözümü için somut projeler üretilmesi gerekmektedir. Bu ise bir kişinin değil, konuya somut gerçeklikten hareketle kafa yoracak, emekçi halklarımızın sosyal kurtuluşunu gündeme getirecek tüm ilerici Anadolu aydınlarının görevidir. Emekçilerin sosyal ve siyasal hakları için somut projeler üretemeyen “Sosyalist Sol”un, aynı emekçileri meydana getiren halkların sosyal, siyasal ve kültürel hakları için somut projeler üretmesi söz konusu olamazdı; öyle de oldu. Bu somut gerçekliğin de en belirgin örneği yine “Kürt Ulusal Meselesi”nin gündemdeki arayış ve yönelişlerinde yaşandı.  “Sosyalist Sol”un , “Kürt Ulusal Meselesi”ne, sanki bütün bu gelişmeler başka bir ülkede yaşanıyormuşçasına uzun yıllar kayıtsız ve ilgisiz kalması, konunun taraflarıyla tartışmamış ve somut projeler üretememiş olmasından kaynaklanmaktadır. Kimi “Sosyalist Sol” örgüt ve aydınlarının sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz, eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplumda ancak çözüme kavuşturulacak olan bir sorunun sınıflı ve sömürücü toplumlarda çözüleceğini hayal etmesi büyük bir paradoks sayılmalıdır. Ayrıca, “Sosyalist Sol” bu türden konu ve sorunların hegemonların denetim ve kuşatması altındaki sınıflı, sömürücü toplumlarda nasıl gündeme taşınacağından ve nasıl bir çözüm yöntemi üretileceğinden de oldukça uzaktadır.

Sovyetler Birliği’nin çözülmesiyle ve geçici yenilgisiyle başlayan süreç, en temel konularda hem devletin resmî söylemlerinin hem de “Sosyalist Sol”un çeşitli söylemlerinin yasak savar, hamasete dayalı ve kof olduğunu gözler önüne sermiştir.  Ne var ki, hamaset dolu ve kof söylemler hâlâ çeşitli kesimlerde etkisini sürdürmektedir. Bu da yine sorunların çözümsüzlüğünü ve kısır döngüyü dayatmaktadır.

Lazlar konusu da, Türkiye’nin “Millî Mesele”, “Milliyetler Meselesi” dâhilinde değerlendirilmesi, anlaşılması, somut projeler üretilmesi gereken bir konudur. Araplar gibi, Gürcüler gibi vd. gibi. “Sosyalist Sol”un, Türkiye’deki  “Millî Mesele” ve “Milliyetler Meselesi”ne ilişkin somut çözüm projelerinin olmaması ve devletin resmî ideolojisinin yıllardır yok saydığı bu halkın içinden çıkan bir grup Laz aydınını, aynı bazı Çerkes aydınları gibi, aynı bazı Gürcü aydınları gibi, kimliklerini geleceğe taşıma noktasında bir arayışa itti. Böylece 1992’nin sonlarında Laz aydınları arasında bir hareketlenme başladı. 1992’nin sonlarında başlayan bu hareketlilik halen devam etmektedir. Bu hareketlilik bir türlü durulamamış, somutlaşmamış, kolektif bir duruşa, net bir çizgiye kavuşamamıştır. Sıkıntı da buradadır. Laz Aydınlarının bir kimlik sorununun bulunduğu açıktır. Böyle olunca da Laz aydınları, somut gerçeklikten hareketle kimlik mücadelesine yönelememişlerdir. Kimlik mücadelesi hem kültürel hak mücadelesi hem de siyasî hak mücadelesi vermeyi gerektirmektedir. Aydınların kimlik mücadelesini de aydının yaslandığı sınıfsal konumu ve sınıfsal tercihi etkilemektedir.

Günümüzde bazı Laz aydınları arasındaki “sen-ben” kaynaklı ve geçmişi uzun yıllara dayanan ilkesizlik, bilimsellikten uzak tavırlar, kişisel sürtüşmeler ve bunun sonucun da “Arş-ı Ala”ya çıkan belden aşağı vurmalı dedikodular, kimlik sorunu mücadelesine ağır darbeler vurmaktadır. Bunun sonunda da kişisel/ grupsal saflaşmalar yaşanmaktadır. Bu durum, kimlik sorunu mücadelesinin kültürel hak ve siyasal hak gibi iki yönü bulunduğunu da gözlerden uzakta tutmaktadır. Kendilerine Laz aydını diyen ya da öyle bilinen insanların hem kültürel hem de siyasal haklar için beraberce mücadele etmeleri gerektiğini söylemeye gerek bile yoktur. Aralarında geçmişten kalan hesaplaşmaları, bir araya gelerek, somut durumu irdeleyip tartışarak, çözüm yöntemleri üreterek en kısa zamanda sonuçlandırmaları gerekmektedir. Bundan sonra da süratle oluşturacakları somut çizgi, duruş, tavır ve projelerle kültürel ve siyasal hakları için kimlik sorunu mücadelesine girişmelidirler.

Lazca, atalarımızın ana dilidir. Bizim ana dilimizdir; ruhi şekillenmemizdir; kimliğimizdir. Lazca, binlerce yıllık üretim, mülkiyet ve paylaşım ilişkileri içinde doğdu; gelişti; bizlere ulaştı.

Kapitalizm, elinin altında tuttuğu her çeşit kitle iletişim araçlarını acımasızca kullanıyor. İnsanları çevresine, topluma ve kendisine yabancılaştıran, düşünmeyen, araştırmayan, sorgulamayan, duyarsız, hareketsiz, obez, hastalıklı fakat yalnızca tüketen ve itaat eden zavallı yaratıklar haline getirmeye çalışıyorlar. Kapitalizmin en ince hücrelerimizi bile ele geçirdiği bir durumda dünya tek pazar olacak. Tek dil olacak. Tek kültür, çılgınca tüketme ve doğayı yok etme kültürü olacak. Kapitalizm; Lazcanın da, Laz kimliğinin de düşmanıdır. Lazca da, Laz kimliği de, Laz kimliğinin can çekiştiği coğrafyanın doğası da kapitalizmin boy hedefleri arasındadır.

Kimlik mücadelesi; kapitalizme, emperyalizme karşı dik, onurlu ve ilkeli bir duruşu gerektirir. Kimlik mücadelesi, hem emperyalizmin saldırısına, hem egemen ulus kapitalizminin saldırılarına karşı, hem ülkemizin diğer ezilen, sömürülen, asimile edilen kimlikleriyle, hem de komşu ülkelerin emekçi halklarıyla emekdaşlık ortak paydasında anti-emperyalist (emperyalist kapitalizme karşı) beraber bir duruş ve mücadeleyi de gerektiriyor.

Lazca, atalarımızın ana dilidir. Bizim ana dilimizdir; ruhi şekillenmemizdir; kimliğimizdir. Lazca, binlerce yıllık üretim, mülkiyet ve paylaşım ilişkileri içinde doğdu; gelişti; bizlere ulaştı.

İşte bu anlamda; ABD ve AB emperyalizminin gizli ve açık kültürel, siyasî vb. kurumlarıyla, bizi çelişkili davranmaya yöneltecek her türlü ilişkiyi en baştan reddetmek zorundayız. Bugüne kadar kimliğimizi törpüleyen, yok etmeye çalışan burjuva resmî ideolojisi ve resmî tarih tezlerinin uygulayıcılarının arkasında kapitalizmin ve emperyalizmin bulunduğunu görmemezlikten gelip, onlarla işbirliğine giremeyiz. AB ve ABD emperyalistlerinin kurumlarıyla ilişkiye girmek ve onlardan medet ummak kimliğimize vuracağımız en büyük darbedir. Dünyanın bütün emekçi halklarının sosyal, siyasal ve kültürel haklarını içinden çıkılmaz bir duruma sokan ve sömüren emperyalist-kapitalist sistemdir.

Atalarımızdan bize miras kalan Laz kimliğini çocuklarımıza kurumsallaştırarak aktarma mücadelesini yürütmek üzere; yaptığının farkında olan bütün samimi Laz aydınlarının anti-emperyalist, anti-kapitalist bir platform oluşturması gerekmektedir.

Dünya, içinde yaşadığımız bölge ve Türkiye yeniden şekilleniyor. Önümüzdeki günlerde yeni anayasa çalışmaları başlayacak. Laz aydınları bütün bu ve buna benzer olay, olgu ve süreçleri değerlendirmek, tüm emekçi halkların ve Laz kimliğinin yasalar ve anayasada güvence altına alınması için ortak görüş, düşünce ve önerilerini açıkça ortaya koymak zorundadırlar. Bu yapılmazsa Laz kimliğini, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da hiçbir kurumun ciddîye alması söz konusu olamayacaktır. Böyle bir durumda, Laz kimliği ancak tabi ve yönlendirilen çalışmalara payanda olarak kullanılmaktan öte bir işleve sahip olamayacaktır. Bu kabul edilebilir bir durum değildir.

Kendilerine Laz aydını diyenlerin, bugüne kadar yaptıklarını ve söylediklerini dürüstçe gözden geçirmeleri gereklidir. Öncelikle de emperyalist kuruluşlara angaje olarak Laz kimlik mücadelesi verilemeyeceğini, bunun hem Laz kimliğine hem de içinde yaşanan ve emekdaşlıkla oluşturulan ortak vatan duygusuna taban tabana zıt olduğuna inananların bir araya gelmesi ve mücadele yürütmeleri gerekmektedir.

Kimlik mücadelesinin ne olduğu açık bir şekilde tanımlanmalıdır. Gastronomik, folklorik, akademik ve nostaljik çalışmaların tek başına anlamlı olmadığı görülmelidir. Bu noktadan hareketle Laz aydınları kendilerini tanımlamalıdır. Tanınmış ya da “popülaritesi” olan kimi Laz kişiliklerinin arkasına sığınmak, onların gölgesinde kişilerin kendilerine yer açması da tek başına kimlik mücadelesi değildir. Laz aydınlarının ilericilik iddiası yeniden sınanmaktadır. Bu sorunun çözüme kavuşturulması her şeyden önce bireyci, benmerkezci, dar grupçu ve kariyerizm rahatsızlıklarından arınmasını gerektirir.

Laz aydınları; başkalarına, başkalarının çalışmalarına destek olarak da kendi kimliklerini yaşatmış olmazlar.

Laz aydınları; 31 Mayıs 2011 tarihinde Hopa’da yaşanan olayları nasıl değerlendiriyor? Çaydaki sömürü ve çay politikaları konusunda neler düşünüyorlar? Sarp Sınır Kapısı’ndan pasaportsuz gidiş-gelişler konusunu nasıl değerlendiriyorlar? Kendi coğrafyalarında yaşanan olaylara, Somali’de yaşanan olaylara yaklaştıkları şekilde mi yaklaşmayı düşünüyorlar? Laz Kültürel Hareketi Nedir? Kimlik Mücadelesi nedir? Laz aydınları, kendileriyle ilgili olay, olgu ve süreçlerin nesnesi mi, öznesi mi olacaklar? 

Kafkasya’da önemli gelişmeler yaşandı. Gidişat daha da önemli gelişmelerin yaşanacağına işaret ediyor. Bu konuda; olay, olgu ve süreçleri Laz aydınları iyi okumak zorundadır. Abhazya’da 1992’de yaşananları yeniden değerlendirmeliyiz. Ortaya çıkması muhtemel gelişmelere kafa yormalıyız.

2008’de Gürcistan ve Rusya Federasyonu  arasındaki savaş hali ve ardındaki gelişmeleri nasıl değerlendiriyoruz?! Bu gelişmeler Laz kimliğine ne katacak, ne götürecek?! Dilsel ve kültürel akrabalığımızın bulunduğu Kafkasya’daki gelişmelere sırtımızı dönerek nereye varabiliriz?!

2008’den sonra her yıl Türkiye’de yapılan Rusya protestolarına nasıl bir tavır alacağız?! Bu protestoları, fikri derinlikten yoksun, ama kameralar önünde boy göstererek bu işlerden nemalanmak isteyenlerin insafına mı bırakacağız?!

Evet, bugünkü zaman diliminde ve bu dünyada yaşıyoruz. Laz aydınlarının; dünyayı, sosyal gelişmeleri ve bütün olarak bunlarla bağlantılı kendi kimliklerini ve geleceklerini değerlendirmeleri ve ortak bir duruşla eğilmeden, bükülmeden bir mücadele vermeleri gerektiği açıktır. Kendilerini kültürel ve siyasal haklar mücadelesinde başarıya ulaştıracak ve geleceğe taşıyacak olan da ancak budur. (02.  VIII. 2011)

 


[Kaynak: Ali İhsan Aksamaz, “Laz Aydınları ve Sorumluluk/ Önsöz”, Sorun Yayınları, İstanbul, 2011]


aksamaz@gmail.com

 

 

http://gurcuhaber.com/2025/05/22/a-aksamaz-laz-aydinlari-ve-sorumluluk/

https://www.circassiancenter.com/tr/laz-aydinlari-ve-sorumluluk/

 

15 Mayıs 2025 Perşembe

Doğu Karadeniz'de Resmi İdeolojiler Kuşatması/ Birinci Baskıya Sunuş

 

 


 

 


Doğu Karadeniz'de Resmi İdeolojiler Kuşatması/ Birinci Baskıya Sunuş

 

Sovyetler Birliği'ni oluşturan on beş birlik cumhuriyetinin çözül­me sürecine girmesi, bu ülke içinde ve dışında birçok gelişmeyi de beraberinde getirdi. Öncelikle bu ülkede “etnik çatışmalara” tanık olundu. Sovyetler Birliği'nin çözülüşüyle başlayan süreç ise, bu ülke­nin “milliyetler politikasının” da sorgulanmasını gündeme getirdi. Aynı süreçte, ülkemizde varlıkları bilinmekle beraber resmî ideoloji­nin yok saydığı ve kendilerini kültürel anlamda bile olsa ifade kanal­larını tıkadığı “etnik gruplar”ın da kendilerini şu ya da şu şekilde ifa­de etmeye başladığını görüldü. Resmî ideolojinin emrindeki resmî ta­rih tezleri, bu “etnik gruplar”ın geçmişlerini karartma konusunda ha­tırı sayılır bir ölçüde yol kat etmiş olsa da, ülkenin yaşayan dilleri bü­tün dayatmaları yine bu süreçte etkisiz kılmaya başlamıştır.

 

Literatürde “milliyetler meselesi,” çok genel kullanım ifadesiyle “etnisite” Türkiye’de hemen hiç kafa yorulmamış bir alandır. “Sağ” ve “sol”un da “etnisite” konusunda resmî ideoloji ve resmî tarih tez­leriyle hiçbir sorunu olmamış, aynı politikaları gütmüşlerdir. “Muha­lif sol” da “etnisite”nin bir “sorun” olduğunun farkına varamadığı için “politikalar” geliştirememiştir.

 

Dün olduğu gibi bugün de “sağ” ve “sol”, “soğuk savaş yılla­rı”nda olduğu gibi “etnisite”ye ilişkin resmî tezleri birbirleriyle ya­rış halinde sahiplenmektedir. Anayasa ve bazı yasalardaki değişikler “somut gerçeklikler” ve ihtiyaçtan hareketle değil, sırf AB'ye gire­bilmek umuduyla gerçekleştirilmektedir. “Muhalif İslâmî kesim”, kendisini de inkâr eden resmî ideolojinin etkisinden kendisini kurta­ramadığı için henüz “etnisite” konusunu görememektedir.

 

“Muhalif Sol”, “Lenin Yoldaş şöyle dedi” ve “Stalin Yoldaş bu­nu dedi”yi henüz aşamamıştır. Bunların, Sovyetler Birliği'nin “milli­yetler politikası”nı eleştirenleri “emperyalizmin safında sosyalizme saldırmakla, emperyalizme hizmet etmekle” suçlamaları da politika­sızlıklarının açık bir göstergesidir. Sovyetler Birliği'nin tutarsız “mil­liyetler politikası” yalnızca bu ülke içindeki bazı milliyetlerle ilgili olumsuzluklara sebep olmakla kalmamıştır; diğer ülkelerdeki resmî ideolojilerin baskısı altındaki milliyetlerin de bu olumsuzluklardan derinden etkilenmelerine ve sahipsiz kalmalarına sebep olunmuştur.

 

Meselâ Sovyet yönetiminin Kafkasya'da uyguladığı “milliyetler politikası” incelendiğinde, “birlik cumhuriyeti”, “özerk cumhuriyet” veya “özerk bölge” siyasî örgütlendirme temelinde “kültürel hak” veya siyasî örgütlendirme temelinde olmayan “kültürel hak” gibi kavramlarla yüz yüze gelinmektedir.

 

Sovyet yönetiminin 1930'lu yılların sonlarına kadar Kafkas­ya'da uyguladığı “milliyetler politikası”nı ele alacak olursak, bu po­litikanın olumlu ve olumsuz yönleriyle günümüzde de farklı ana dil­lerini konuşan çeşitli “etnik grupları” bünyesinde barındıran ülkeler için önemli bir “örnek” oluşturduğu görülecektir. Bu dönemde Kaf­kasya’da uygulanan “milliyetler politikası” kendi içinde bir bölgeden diğerine veya bir “etnik gruptan” diğerine yönelik tutarsızlıklar taşı­masına rağmen, kendilerine ait ana dilleri olan sayıca daha az “etnik gruplardan” bazıları çeşitli temellerde “kültürel haklara” kavuşmuş­tur.

 

Yaklaşık son on yıldan bu yana “etnisiteye” ilişkin olarak Türki­ye'de yayımlanan telif ve tercüme eserler, başlarda çok genel anlam­da resmî ideoloji ve resmî tarih tezlerinin etkilerinin şu ya da bu öl­çüde kırılmasında katkı sağlamışsa da, bu eserler somut tespitler yapmak ve özgün çözüm yolları göstermekten uzaktır. Meydan günü­müzde “mikro-milliyetçi unsurların” eline kalmıştır. Yeni resmî ide­olojiler ve yeni resmî tarih tezleri yaratılmaya çalışılmakta, “kimli­ğimi ifade ediyorum”un adına insanların kafası bulandırmaktadır ve insanlara “kimlik” dayatılmaya çalışılmaktadır. Bunların telif ve ter­cüme eserleri “post-modern zamanlarda” bazı yayınevlerinin ekmek kapısı haline gelmiştir; şimdilerde “etnisite” satıyor.

 

Yakın bir geçmişte bazıları “sol” bazıları da “sağ” cenahta yer alırken Türkiye'deki resmî ideoloji ve resmî tarih tezlerinin etkisinde  “kültürel ve dilsel” aidiyetlerinin farkına varamayan ve birbirleriyle de vuruşan aynı “etnik grubun bazı aydınlarının” bile günümüz­de omuz omuza mikro-milliyetçiliğe soyunmaları tehlikeli sonuçlara yol açabilecek bir gelişme olarak karşımızda durmaktadır.

Günümüzün “yorgun demokrat” veya onların “çömezi” hüviyet­li “post-modern” mikro-milliyetçiler, “dayatılan alanda dayatılan kavramlarla etnisite bezirgânlığı” yapmaktadır. Resmî ideolojinin bastırdığı kimliklere aidiyet duyan bu insanlar, kendilerini yok sayan anlayışa duydukları kini, aynı resmî ideolojinin yok saydığı bir baş­ka kimliğe yönelerek çıkarmaya çalışmaktadırlar. Hem de resmî ide­olojinin kendilerine bu alanda sunduğu engin tecrübeyle! Bu mikro-milliyetçiler, eğer başka coğrafyalarda aidiyet duydukları milliyetin bir de “devleti” varsa daha da pervasızca hareket edebilmekteler. Gi­dip hayatlarının bundan sonraki kalan kısımlarını “vatanlarında” ta­mamlamayı göze alacak cesaretleri nedense hiç bulunmayan bu “post-modern dönem” mikro-milliyetçiler, halkları birbirlerine düş­man etmeye çalışarak tehlikeli oyunlar oynamaktalar.

 

“Etnisite”,  resmî ideoloji yok sayıcılığı ile mikro-milliyetçiliğin şovenizmi arasında sıkışıp kalmıştır. “Etnisite” kültürel özellikli ol­makla beraber politik bir konudur. Dolayısıyla da ülkenin somut ger­çekliğinden hareketle politikalar üretecek politik irade ve kararlılığa ihtiyaç vardır.

 

Bu kitapta yer alan makaleler, Kafkasya ve Türkiye'de yaşayan “Kafkasya Kültür kökenli” “etnik gruplarla” ilgili olup tamamına yakını daha önce “Tarih ve Toplum,” “Yeni Kafkasya” ve “Sorun Po­lemik” adlı periyodiklerde yayınlanmıştı. Gözden geçirilen ve gerek­tiğinde ara başlıklar konulan bu makaleler, kendi aralarında bir de­vamlılığı sağlayacak şekilde sıralanmıştır.

 

Makalelerin bir arada yayınlanmasını teklif eden ve yapıcı eleş­tirileriyle bu kitaba katkıda bulunan “Sorun Kolektifi”ne şükranları­mı sunarım. (27. VII. 2003)

+

 


[Önerilen okumalar: Ali İhsan Aksamaz, “Lazlar, Çerkezler ve Kürtler…”, 1995/ circassiancenter.com.tr; Ali İhsan Aksamaz, “Pontos Kültürü”ne Dipnot”, Kafkasya Yazıları, Sayı 7, Sonbahar, Çiviyazıları Yayınevi, İstanbul,  1999; Ali İhsan Aksamaz, “Bilinçli Olarak Geciktirilmiş Bir Değinme”, Tarih ve Toplum Dergisi”, Sayı 161, Mayıs 1997, İletişim Yayınları/ circassiancenter.com.tr; Ali İhsan Aksamaz, “Yetersiz Bir Laz Kültürü Araştırması” Kafkasya Yazıları, Sayı 6, Çiviyazıları Yayınevi, İstanbul, 1999/ circassiancenter.com.tr; Ali İhsan Aksamaz, “Demagoji uzmanları!”, 05. VI. 2002/ circassiancenter.com.tr; Ali İhsan Aksamaz, “Resmî Tarih Resmî Tarihe Karşı: “Hemşin Gizemi”, Sorun Polemik Marksist İnceleme- Araştırma Dergisi, Sayı 4, Güz 2002, Sorun Yayınları/ circassiancenter.com.tr; Ali İhsan Aksamaz, “National Geographic”in Doğu Karadeniz’i”, Sorun Polemik Marksist İnceleme- Araştırma Dergisi, Sayı 6, Bahar 2003/ circassiancenter.com.tr; Ali İhsan Aksamaz, “Bir Resmî Tarih Denemesi: Abhazya Tarihi”, Sorun Polemik Marksist İnceleme- Araştırma Dergisi, Sayı 7, Yaz 2003/ circassiancenter.com.tr; Ali İhsan Aksamaz, “Doğu Karadeniz'de Resmi İdeolojiler Kuşatması/ İkinci Baskıya Sunuş”, circassiancenter.com.tr, 26. III. 2010]

 [Kaynak: Ali İhsan Aksamaz, “Doğu Karadeniz'de Resmi İdeolojiler Kuşatması/ Birinci Baskıya Sunuş”, Sorun Yayınları, İstanbul, 27. VII. 2003]


aksamaz@gmail.com

https://www.circassiancenter.com/tr/dogu-karadenizde-resmi-ideolojiler-kusatmasi/

https://www.circassiancenter.com/tr/dogu-karadenizde-resmi-ideolojiler-kusatmasi-ikinci-baskiya-sunus/

https://aliihsanaksamaz.blogspot.com/2020/04/nevzat-kaya-onsoz-haldun-ozkan-sonsoz.html 

https://www.kitapyurdu.com/kitap/dogu-karadenizde-resmi-ideolojiler-kusatmasi/269290.html&manufacturer_id=367

“Efsanelerde Livera Geyikleri [Mübâdele]

 


 

“Efsanelerde Livera Geyikleri [Mübâdele]

 

 

“Mübâdele”, Arapça kökenli bir kelime. TDK Sözlüğü, kelimenin anlamını şöyle açıklıyor: “Değişim”. Mübâdil” ise, “başkasının yerine getirilmiş, mübâdele edilmiş,” diye açıklanıyor.

 

30 Ocak 1923’de, T.B.B.M. Hükümeti ile Yunanistan Hükümeti arasında imzalanan “Nüfus Mübâdelesi Anlaşması”nın ardından Anadolu’dan Yunanistan’a büyük bir Ortodoks Hıristiyan “mübâdelesi”, Yunanistan’dan da Anadolu’ya büyük bir Müslüman “mübâdelesi” yaşandı.

 

İki ülke arasında yapılan bu anlaşmayla yaşanan karşılıklı bu kitlesel “göçlere” ilişkin çeşitli kaynaklar, çeşitli rakamlar vermektedir. Konumuz, bu rakamların azlığı veya fazlalığı değil, Müslüman ve Hıristiyanların yaşadıkları trajediler olmalı!

 

Kimi rakamlara göre, Anadolu’dan 1.200.000 Rum- Ortodoks Hıristiyan Yunanistan’a, Yunanistan’dan da 500.000 Müslüman- Türk de Anadolu’ya “göç etmek” zorunda kalmıştır.  “Nüfus Mübâdelesi Anlaşması”yla İstanbul,  Gökçeada ve Bozcaada’nın Rum- Ortodoks Hıristiyanları ile Batı Trakya’nın Müslümanları, bu mübâdele dışında bırakıldı.

 

Bu “Nüfus Mübâdelesi Anlaşması”nda göz önünde bulundurulan mübâdillerin” etnik kökenleri ve/ya konuştukları “ana dilleri” değil, dinleriydi.

 

 

O günkü şartlarda, “Rum- Ortodoks Hıristiyan” tanımı, nasıl yalnızca Anadolu’daki “Rum etnik kökeni”nden olanları ifade etmiyorsa, “Müslüman- Türk” tanımı da yalnızca Yunanistan’daki “ Türk Etnik kökeni”nden olanları ifade etmemektedir.

 

 

Anadolu’dan Yunanistan’a “göç eden” Rum- Ortodoks Hıristiyanlar arasında “anadili” Türkçe olan Gagavuzlar ve “Karamanlılar” ile “Pontoslular” bulunduğu gibi, Yunanistan’dan Anadolu’ya “göç edenler” arasında “anadilleri” Türkçe olmayan Müslümanlar da vardı.  Bulgarca ya da Makedonca konuşan Pomaklar,  Rumca  konuşan Patriyotlar ve Arnavutça konuşanlar ile Ulahlar da bu “Nüfus Mübâdelesi Anlaşması”sıyla Yunanistan’dan Anadolu’ya “göç eden” Müslümanlar arasındadır.

 

 


“Nüfus Mübâdelesi Anlaşması”sının sonuçlarından hareketle makalemde, kısaca “Efsanelerde Livera Geyikleri” adlı kitabı tanıtacağım. Çünkü bu kitap, T.B.B.M. Hükümeti ile Yunanistan Hükümeti arasında imzalanan “Nüfus Mübâdelesi Anlaşması”ndan etkilenerek Karadeniz Bölgesi’nden Yunanistan’a “göç eden” Rum- Ortodoks Hıristiyanlara ilişkin hikâyeleri de içeriyor.

 

Kitap, “Heyamola Yayınları”ndan çıktı. “Efsanelerde Livera Geyikleri”, 2017’de vefât eden değerli eğitimci-yazar Yusuf Bulut’un eseri. Yusuf Bulut, 1949’da, Trabzon- Maçka’nın Livera (bugünkü adıyla Yazlık) Köyü’nde doğmuş. 

 

Livera Halkı, Osmanlı olmanın şeref ve itibarının kendilerinden sorulduğuna inanır ve bunu da kıskançlıkla savunurmuş. Bunun da kendilerine göre bir sebebi varmış. Çünkü Osmanlı Sultanlarından Yavuz Sultan Selim’in annesi Gülbahar Hatun, Livera Köyü’denmiş. Bu yüzden Livera Köyü, birçok ayrıcalığa sahipmiş. İşte bu vb. sebeplerden, o zamanların Livera Köyü’nün Müslüman ve Hıristiyanları, Gülbahar Hatun’un şahsında Osmanlı Ülkesine olan büyük bağlılıklarıyla övünürlermiş. Eğitimci-yazar Yusuf Bulut, kitabında bu bilgileri de aktarıyor.  


 

 

Yusuf Bulut, Livera/ Yazlık Köyü’nden yolculuğa çıkıyor ve bizleri yüzyıl öncesinin Doğu Karadeniz Bölgesi insan ilişkilerine götürüyor. Kitabında,  sözlü tarih aktarımlarından da büyük ölçüde faydalanıyor.

 

Yusuf Bulut,  sıradan insan hikâyeleriyle, o dönemin üretim, mülkiyet ve paylaşım ilişkileri konusunda değerli bilgiler aktarmakla kalmıyor, “Nüfus Mübadelesi Anlaşması”yla Livera Köyü Hıristiyanlarının yaşadığı trajedileri de bizlere hatırlatıyor.

 

Burada sözü Yusuf Bulut’a bırakıyorum:

 

“[…] Haklarında karar verilmiş, Türkiye Hıristiyanları ile Yunanistan Müslümanları takas ediliyor…

 

Kara Hasan Efendinin evinde olan sıkıntı daha başkaydı. Üç oğlu vardı; en küçüğü Şahin, on yedi yaşında yeni yetme bir delikanlıydı… Mesele şu ki; arkadaşı Antonis ve ailesi ile beraber muhacir gitmek istiyor…

 

Tasos Efendinin özürlü ve hasta oğlu vefat etmişti. Bütün köy halkı cenazeye akın etti… definden sonra Georgios Kilisesinin önünde dua yapılacaktı… Papazın yakınında duran Tasos Efendiye yaklaştı, kulağına doğru eğildi; “Tasos Amca,” dedi. “Biliyorsun ben de sizinle geleceğim ama mübâdil evrakım yok. Filipos’un evraklarını istiyorum senden, ver de bundan böyle senin oğlun olayım.”

 

Adam dikkatle baktı ona;

 

“Ama sen Müslümansın!”

 

“Olsun, Tasos Amca, ikimiz de Liveralı değil miyiz?”

 

Bu söz karşısında hiç ikilemedi Tasos, başka bir şey de diyemedi. Elini cebine soktu, diğerleri arasından Filipos’un evrakını çıkardı verdi. Şahin boynuna sarıldı adamın…”

 

Karadeniz Bölgesi’nde yüzyıl öncesi bir zaman dilimine kadar yan yana yaşamış Müslüman ve Hıristiyanların o günlerdeki gündelik yaşam ve karşılıklı ilişkilerini öğrenmek istiyorsanız, değerli eğitimci-yazar Yusuf Bulut’un bu eşsiz eserini mutlaka okumalı ve okutmalısınız. (17. I. 2020)

 


[Önerilen Okumalar: Ari Çokona, “20. Yüzyıl Başlarında Anadolu ve Trakya’daki Rum Yerleşimleri”,  Literatür Yayınları, İstanbul, 2016; Ali İhsan Aksamaz, “İki Ayrı Tarih ve İki Ayrı Kültürün İki Ayrı Dili: Pontosça ve Lazca”, Kafkasya Yazıları, Sayı 5, Sonbahar, Çiviyazıları Yayınevi, İstanbul, 1998; Ali İhsan Aksamaz, “Pontos Kültürü”ne Dipnot”, Kafkasya Yazıları, Sayı 7, Sonbahar, Çiviyazıları Yayınevi, İstanbul,  1999; Ali İhsan Aksamaz, “Lazlar ve “Pontuslular”/ Rumlar”, 14- 20. II.  1999, (“Dil-Tarih-Kültür-Gelenekleriyle Lazlar”, 1. Baskı, Sorun Yayınları, 2000; 2. Baskı, Belge Yayınları, İstanbul, 2014)]/ aliihsanaksamaz.blogspot.com/; Ali İhsan Aksamaz, “National Geographic”in Doğu Karadeniz’i”, Sorun Polemik Marksist İnceleme- Araştırma Dergisi, Sayı 6, Bahar 2003 (“Doğu Karadeniz’de Resmî İdeolojiler Kuşatması”,1. Baskı, Sorun Yayınları, 2003; 2. Baskı, Belge Yayınları, İstanbul, 2011)/ circassiancenter.com.tr; Ali İhsan Aksamaz,  “Efsanelerde Livera Geyikleri Adlı Kitabın Eleştirisi”, yusufbulut.com.tr/ yusufbulut49.blogspot.com/ circassiancenter.com.tr, 16. IV. 2015; Müfide Pekin, Çimen Turan,“Lozan Nüfus Mübadelesi İle İlgili Yayınlar ve Yayımlanmamış Çalışmalar”, Lozan Mübadilleri Vakfı Yayını, İstanbul, 2002; Ömer Asan, “Pontos Kültürü”,  Belge Yayınları, İstanbul, 1996; Ömer Asan, “Yok Oluyoruz Ya Siz”, Kafkasya Yazıları, Sayı 8, İlkbahar-Yaz,  Çiviyazıları Yayınevi, İstanbul, 2000; Ömer Senan Arslaner, “Yunanistan ile Mübadelenin Nedenleri ve Sonuçları”, acikbilim.yok.gov.tr, İstanbul, 2016; “Stefanos Yerasimos, “Milliyetler ve Sınırlar/ Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu”, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994]

 

aksamaz@gmail.com

 

 https://www.circassiancenter.com/tr/efsanelerde-livera-geyikleri-mubadele/