Eğitim Sen ve Bireylerin Ana Dillerinde Öğretim Hakkı
Eğitim ve Bilim Emekçileri
Sendikası, tüzüğünde yer alan “anadil” ifadesi yüzünden mahkemelik oldu. Bu yüzden
Ankara, bu hafta başında Eğitim Senli Eğitim ve Bilim Emekçilerinin,
sendikalarının mahkemelik olmalarına karşı yürüttükleri bir oturma eylemine
daha tanıklık etti. Öğretmenler, sendikalarını savundu. Oturma eylemleri
sırasında hoparlörlerden yükselen Kırmanci, Lazca ve Zazaca türküler eşliğinde
çekilen halaylar, oynanan horonlar aslında bu ülkenin diğer ana dillerinin de
var olduğunun bir kez daha tesciliydi.
Eğitim Sen’in tüzüğünde yer alan ve
mahkemelik olmasına sebep olan “ana dili” konusu, “Sendikanın Amaçları” ara
başlığı altında verilen 2. maddenin b şıkkında yer alıyor: “ (Eğitim Sen) … bireylerin anadillerinde öğrenim görmesini ve kültürlerini
geliştirmesini savunur.” Ben, âdet
olduğu üzere, adalete intikâl etmiş bir konu hakkında bir yorumda
bulunamayacağım. Ülkemizin imzaladığı uluslararası antlaşmaların iç hukuk
üzerinde olduğuna da vurgu yapmayacağım. Öncelikle ülkemizdeki kavram
kargaşasına dikkat çekmekle söze başlayacağım. “Eğitim” mi? “Öğretim” mi?
“Eğitim- öğretim” mi? Devam etmek istiyorum. “Ana dil” mi? “Anadil” mi?
“Anadilde öğretim” mi? “Anadil öğretimi” mi? “Anadilde eğitim-öğretim” mi?
“Anadil eğitim-öğretimi” mi? Bu, sıralamaya çalıştığım kavramlar tam olarak
neyi ifade ediyor? Konunun tarafları öncelikle bu kavramlara bir açıklık
getirmeli, ardından da Türkiye’nin diğer ana dilleriyle bağlantılı bu
kavramları kullanarak tartışmalıdırlar. Yoksa yapılan iş, hangi boyutta olursa
olsun, havanda su dövmekten öteye
geçemeyecektir.
Ülkemizde birçok ana dilinin
konuşulduğu bir gerçek. Çıkartılan yönetmeliklerde de adları anılmayan bu
dillerin hangilerinin olduğu, hangi yörelerde kaç kişi tarafından konuşulduğu
hâlâ belli değil.
Aslında demokratikleşmenin bir
sonucu olarak, siyasî otorite bir çalışma başlatmalıydı. Türkiye’nin diğer ana dillerini
tespit etmeli, bu dillerin konuşanlarını kültürel alanda desteklemeliydi.
Örneğin, bu dillerin enstitüleri kurulmalı, öncelikle bu dillerin ilk ağızda on
bin kelimelik sözlükleri çıkartılmalıydı. Bu sözlükler temel alınarak,
öncelikle ilkokul ilk sınıf öğrencileri düzeyine hitap eden masal, hikâye
kitapları CD’leriyle birlikte yayınlanmalıydı. Ardından bu dillerin gramer ve
eksersiz kitapları çıkartılmalıydı. Bütün bunlarla eş zamanlı olarak bu ana dillerini
öğretecek ve radyo TV vb. faaliyetleri bu dillerde yürütecek, gazeteleri bu
dillerde yayınlayacak personel yetiştirilmeliydi. Fiiliyata geçilmeliydi.
Devlet, ülkenin diğer anadilleriyle barışmalıydı. Ne oldu? İki yönetmelik
çıkartıldı, beş ana dilinde TRT, radyo ve TV yayınlarına başladı. Bu ana dillerde
yapılan yayınlar birçok bakımdan izleyicisinden kabul görmedi. Çoğu ana dili
ise TRT tarafından görülmedi.
Aslında Türkiye’deki ana dili
sorunu bundan yetmiş beş yıl önce, 1 Ocak 1929’da çalışmalara başlayan “Millet Mektepleri”nde
çözülebilirdi. O dönemde müttefikimiz olan Sovyetler Birliği’nin desteği bu
konuda da kuşkusuz tam olacaktı. Sovyetler Birliği’nin yanı sıra ülkemizde de
konuşulan ve Sovyet Yönetimi tarafından “kültürel haklar” verilen Abazaca,
Adığece, Kabardeyce, Karaçaylı-Balkarlıca, Osetçe, Çeçence, İnguşça, Avarca,
Lazca gibi “Genç Yazılı Diller”in ilk alfabelerinin Latin kökenli olması, genç
Türkiye Cumhuriyeti’nin “ana dili sorunu”nu çözmek için altın değerinde bir
imkânı nasıl elinden kaçırdığı bizlere bugün daha açık bir şekilde gösteriyor.
Diğer ana dillere saygı gösterecek
ve onların kurumsal olarak gelişmelerine katkı sağlayacak bir anlayışın,
ülkemiz ve dünya kültürel zenginliğine bugün sağlayacağı katkıyı tahmin bile
edemeyiz. Oysa diğer ana dilleri baskı altına alan, değil kurumsallaşmalarını,
bazı dönemlerde konuşulmalarını bile engellemeye çalışan anlayışın Türkçeyi de
koruyup geliştirebilmesi ve zenginleştirebilmesi beklenemezdi. Öyle de oldu.
Türkiye’nin diğer ana dillerine karşı arslan kesilenlerin; İngilizce,
Fransızca, Almanca karşısında boyun eğmeleri, inkârcılığın teslimiyetçiliğin
ikiz kardeşi olduğu bir kez daha gösteriyor.
1920’lu, 1930’lu ve hatta 1940’lı yıllarda “ana dili”, pedagojik özellikli bir
konuydu. Eğer çocuk tek dilliyse ve bu dil de Türkçe dışındaki bir dilse, o
çocuğu okulda, ileriki yıllarda etkilerinden kurtulamayacağı travmalar
bekliyordu. Bu çocuk; kendisini, çevresini, doğayı ve bunlarla kendisi
arasındaki ilişkileri ana dili neyse, o dille kavrayarak okula geliyor, hiç
bilmediği bir dili baskıyla öğrenmeye ve o dille eğitim-öğretime zorlanıyordu.
Böylelikle ne kendi anadilini ne de Türkçeyi iyi öğrenebilen kuşaklar ortaya
çıkıyordu. Günlük hayatı yüz kelimeyle sürdürmeye çalışan, dediği anlaşılmayan
günümüzün insan tipi o uygulamaların sonucudur. Oysa hem Türkçeye hakim hem de
yerel ana diline hakim, kendisine güvenen, çevresiyle uyumlu, üreten yurttaşlar
yetiştirilebilirdi. İnsanlar baskılarla “gizli din” taşımaya adeta mecbur
edildiler. Yoksa her şey bu kadar kısa sürede alt-üst olur muydu?!
Günümüzde “ana dili” artık büyük
ölçüde bir demokrasi sorunudur. Yurttaşlık bilinç ve bağlarının geliştirilmesi
için Türkiye’nin diğer ana dillerinin korunup geliştirilmesi ve kurumsal olarak
gelecek kuşaklara aktarılması için siyasî otorite, cesur demokratik adımlar
atmalıdır. Eğitim Sen gibi kuruluşlar,
tüzüklerinde “ana dili” ifadesi yer alıyor diye mahkemelik olmamalı, tam aksine
bu kuruluşlar desteklenerek güçlerinden faydalanılmalıdır. Örneğin, ilk etapta
Latin alfabesine dayanan alfabelerle on bin kelimelik temel bir Abazaca-Türkçe,
Adığece-Türkçe, Çeçence-Türkçe, Gürcüce- Türkçe, Karaçaylı- Balkarlıca-Türkçe,
Kırmançi-Türkçe, Lazca-Türkçe, Zazaca-Türkçe sözlük için çalışmalar
başlatılabilir. Eğitim Sen bu görevi üstlenerek pekâlâ güzel bir mesaj
verebilir ve birilerini de utandırabilir.
[Kaynak: Ali İhsan Aksamaz, “Eğitim Sen ve Bireylerin Ana
Dillerinde Öğrenim Hakkı”, Öteki İstanbul Gazetesi, Sayı 20, 16-31 Ağustos,
2004]
[Önerilen okumalar: Ali İhsan Aksamaz, “Türkiye’nin Ana dili
Zenginliği”, 27. XII. 2007, circassiancenter.com; Ali İhsan Aksamaz, “Kültürel Zenginliğimizin
Farkında Olamayışımız”, Sanat Estetik
Politika / Kültür-Sanat Konferansı Tebliğleri, Sorun Yayınları, İstanbul, 2008;
Ali İhsan Aksamaz, “Şu Bizim Sahipsiz Lazca”, Eğitim Sen/lazca.org/ circassiancenter.com.tr, 31. V. 2009; Ali
İhsan Aksamaz, “CHP-TRT ve Lazca”, Sorun Polemik/ Marksist İnceleme Araştırma
Eleştiri Dergisi, Sayı: 38, Sorun Yayınları, İstanbul, 2009/
jinepsgazetesi.com, 31. X. 2009; Ali
İhsan Aksamaz, “Kılıçdaroğlu’nun Lazca Hassasiyeti”, demokrathaber.org/
sonhaber.ch/ circassiancenter.com.tr, 7. VIII. 2011; Ali İhsan Aksamaz, “Yine
Geldi 21 Şubat/ Xolo Komoxtu 21 K̆undura”, yusufbulut.com/ suryaniler.com/
sonhaber.ch/ circassiancenter.com.tr, 21. II. 2012; Ali İhsan Aksamaz, "CHP’li Hiç Olmadım;
AKP’li de Değilim!", yusufbulut.com/ sonhaber.ch/ circassiancenter.com.tr,
21. IX. 2013; Ali İhsan Aksamaz, “Ağlama! Değmez Bu 21 Şubat
Gözyaşlarına!”, kuzgunportal.com,
circassiancenter.com.tr, 5. XI. 2020; Ali İhsan Aksamaz, “Ana Dili”nde Eğitim-
Öğretim ve “Ana Dili” Eğitimi- Öğretimi Üzerine Makaleler”,
circassiancenter.com.tr; Ali İhsan Aksamaz, “Ana dili” Eğitimi- Öğretimi
Üzerine Makaleler", sonhaber.ch, 0. XI. 2022; Ali İhsan Aksamaz , “TBMM’de
CHP Grubu adına Lazca Konuş[ama]ma”, 19. III. 2024; Semih Akgün (Ali İhsan
Aksamaz ile Söyleşi): “Anadilleriyle ilgili insanların söyledikleri hamaset
dolu lâflarının içini bir proje etrafında doldurmak üzere bir araya gelmeleri
ve neyi nasıl yapacakları konusunda işbaşı yapmaları gereklidir.”,
cherkessia.net, 28. VII. 2011; Semih Akgün (Ali İhsan Aksamaz ile Söyleşi):
“Ana dillerin “ağız, şive, lehçe ve diyalekt” farklılıklarını öne sürenler, bu
anadilleri küçümsemek için bunu yapıyorlar”, cherkessia.net, 19. VI. 2012;
“TBMM Lazca Yazılan Dilekçeyi Ek Olarak Kabul Etti”/ Faik Aksamaz’ın Dilekçesi,
Star Gazetesi, 16. XII. 2006]
https://www.circassiancenter.com/tr/egitim-sen-ve-bireylerin-ana-dillerinde-ogretim-hakki/